Caroline Linden - Muhafazakar Aşk.

July 11, 2016 | Author: Ömer Tekin | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

1 Caroline Linden - Muhafazakar Aşk ÖPÜCÜKTEN DE ÖTE Adamın dudakları dudaklarına nazikçe, h...

Description

Caroline Linden - Muhafazakar Aşk www.CepSitesi.Net

ÖPÜCÜKTEN DE ÖTE Adamın dudakları dudaklarına nazikçe, hafifçe değdi. Kadın kımıldamaya cesaret edemeden nefesini tuttu. Bir parçası sakınmaksızm kendisini rüzgara bırakıp, öpücüğe karşılık vermeyi ve sonuçlarına katlanmayı istedi. Diğer parçası ise, kalp kırıklığı yaşayacağı yönünde onu uyararak haykırıp protesto etti. Ama bir şekilde bu küçük ses cesaretini yitirmiş gibiydi. Adam kafasını kaldırdı ve kadının gözlerine baktı, bakışları karanlık ve gölgeliydi. Kadın da ona karşılık verdi, kalbi deli gibi atıyordu. Bir an için ikisi de kımıldamadı, sonra adamın parmakları kadının çenesinden ayrıldı. Omuzuna doladığı kolu çözüldü. Hannah daha kendisini durduramadan, Yapma, dedi. Kollarını adamın boynuna doladı, onu tekrar kendisine doğru çekti. Bu kez adamı o öptü, hem de gerçek anlamda. Adamın elleri onu tekrar, daha derinden ve sert şekilde, sanki sonunda kaybedecekmişçesine öperken sıkılaştı. Kısa bir süre önce çekingen davranan ağzı, onun ağzını acımasızca sahiplendi. Hannah ona izin verdi. Adam şekerli çay ve brendi tadı aldı ve onu, bunu yapmayı hep beklemişçe-sine, öptü... İsteklerini aktarmakta hiçbir zaman tereddüt yaşamayan çocuklarıma ve Eric’e... Teşekkürler

Benim için ilk kitabı yazmak inanılmaz bir eğlence oldu. İlham perin geldiğinde bir seferde tek bir cümle yazabiliyorsun, yeniden yazmak ve düzeltmek için de sonsuz zamanın oluyor, ayrıca kendin haricinde kimseyi memnun etmen de gerekmiyor. İkinci kitabı yazmak ise çok daha zor. İlham perinin canı istediğinde vals yapmasını bekleyemiyorsun, onu izleyip bulman ve hikayeyi onun yardımıyla bir an önce oluşturman gerekiyor, çünkü yakalaman gereken bir zaman sınırın oluyor. Bu kitabı yazdığım süre boyunca, aşağıdaki kişilere, beni cesaretlendirdikleri, teşvik ettikleri ve müsamaha gösterdikleri için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum: Kitabımı okuyan ilk kişi olan ve giriş kısmını nasıl düzeltebileceğimi söyleyen Heidi Hermiller’a; dolup taşan e-posta kutuma destek vererek bakan romantizm yüklü arkadaşlarımın hepsine (Paula, Laura, Lori, Kristina, Flo, Sally, Sandy, Jackie, Sophia, Cynthia, Jessica, Eve, Teresa, Kate, Pamela, Kathy, Kathleen, Barbara ve Irene’e); beni aklı başında ve doğru yolda tuttuğu için muhteşem temsilcim Kip Rostan’a; bir yazarın düşleyebileceği en mükemmel editör John Scognamiglio’ya; benim bu yazma alışkanlığımın, beni çıldırttığı anlarda dahi, harika ve heyecan verici olduğunu düşünen kocam ve çocuklarıma. Hiç kimse sonradan gelen adamı fark etmedi. Ev sahibi ve sahibesi misafirleriyle uzun süredir haşır neşirdiler. Neredeyse akşam yemeği müziği başlayacaktı. Geç gelen kişi diğerlerine katılmadı. Balo salonunda, bakışları şık, canlı kalabalığı tarayarak öylece dikildi. Kısa bir süre sonra döndü ve merdivenleri tırmanarak balo salonundan ayrıldı. Sessiz ve hızlı hareket ederek aile kanadına doğru saptı, her bir kapıda durdu, arada sırada içlerinden bazılarını birkaç santim aralayıp kapatarak yoluna devam etti. Nihayet, neredeyse holün sonunda, kulağını kapıya dayayıp uzunca bir süre bekledi. Omuzunun üzerinden arkaya kaçamak bir bakış attı, kapıyı açtı ve içeri girdi. Başkası olsa, tıpkı bu odada olduğu gibi, içeride bir çiftin bulunduğunu fark eder etmez, büyük olasılıkla hemen dışarı çıkardı. Ancak Marcus Reece gördüklerinden hiç de mahcubiyet duymamıştı ve odadan çıkmaktansa, kapıyı arkasından kapattı. Kadın, şehvet yüklü bir tükenişle aşağı yukarı hareketlenirken, Tamam... oh evet... evet... diye inledi. Kafasını arkaya atmıştı ve gözleri de yaşadığı aşırı zevk içerisinde kapalıydı. Kadının kalçaları altında hareketlenen adam, nefes nefese, Tamam mı? Oh hayır, neredeyse tamam, dedi. Elleri kadının kalçalarım kavramıştı, pantolonu hala ayakkabılı ayaklarının etrafına dolanmış duruyordu. 11 Kadın güldü, nefes nefeseydi. Neredeyse mi? Beni bekle aşkım. Adam, tek dirseğinin üzerine doğru dönüp kadının koyu renkli pembe göğüs ucunu ağzına alırken, Yapamam, diye inledi. Şimdi gel. Oh... Oh... Oh oh oh?' Sonunda gözlerini açıp yalnız olmadıklarını fark ettiğinde nidaları haykırışa dönüşmüştü. Aman Tanrım! Sevgilisini iteleyerek göğsünden uzaklaştırdı ve gevşetilmiş elbisesini bedenini örtmek için beyhude yere çekiştirerek kucağından sıçrayıp indi. Burada ne işiniz var? Marcus kadına soğuk bir sesle karşılık verdi. Büyük olasılıkla şu anda hayatınızı kurtarıyorum. Koltuktaki adam yaşadığı şoktan doğrulup dönecek kadar çabuk kurtulmuştu. Keskin ve alaycı bir ses tonuyla, Marcus, babalık, bize katılman ne kadar da büyük bir incelik, dedi. Bu memnuniyetsizliği kime borçluyuz? Lord Barlow’a. Kadından garip bir yutkunma sesi yükseldi ve beti benzi attı. Bu gece oldukça fazla içti ve görünüşe bakılırsa karısının sadakatsizliklerine ilişkin etrafta gezinen dedikodulara da tahammülü kalmadı. Birisi sonunda ona, kendisi kulübünde otururken, Leydi Barlow’un özel ilgisiyle diğer beyefendileri onurlandırdığı haberini patlattı. Biz burada durmuş konuşurken, kendisi dedikoduların gerçek olup olmadığını bizzat görmek için şu anda buraya geliyor. Kadın inledi ve giysisini telaş içerisinde düzeltmeye başladı. Marcus onu dikkate almadı ve erkek kardeşine döndü. Alçak sesle, Barlow seni öldürmeye niyetli David, dedi. Adını işitti. Kalk ve giyin. David, pantolonunu aniden çekerek, kadını Onun bunu umursamadığını söylemiştin, diye suçladı. Elbisesini bağlamaya çalışırken kolları arkasına uzanan Leydi Barlovv ona baktı.

12 Umursamıyor! Sadece... David in yere atılmış gömleğini alan ve içini dışına çevirerek düzelten Marcus’a hızlı bir bakış attı. Asık bir suratla, Sadece içtiğinde böyle yapar, diye sözlerini bitirdi. Adam kana susamış bir ayyaş! Marcus gömleği kardeşine fırlattı ve David de onu kafasından geçiriverdi. Bana yalan söyledin. Leydi Barlow, Sanki umurundaydı da, diyerek hızla yanıtladı. Kesin! Marcus ikisini de susturdu. Bunun artık bir önemi yok. David, at arabam ahırda bekliyor olacak. Bu evden bir şekilde görünmeden çık ve doğrudan oraya git. İşte. David’e kendi yeleğiyle ceketini uzattı. David, ceketi sırtına geçirerek, Neden? diye sordu. Marcus vahşice sırıttı. Barlow buraya hemen peşim sıra gelebilir ve seni bulması durumunda bir arbede çıkacağı da kesin. Ya da seni bulacağına inanması halinde. Oh. David yerden aldığı kravatını cebine tıkıştırdı ve ayağa kalktı. Doğru. Ahırda mıydı? Marcus, aynaya dönerek, kafasını ani bir hareketle salladı. David giderken kapı hafifçe açılıp kapandı ve Leydi Barlovv, Pekala! dedi. Marcus ellerini saçları arasından hafif dağıtarak geçirdi. Kadın, Marcus kendisini dikkate dahi almayınca, Peki ben ne yapacağım? diye haykırdı. Sanırım benim buradan gizlice kaçıp kurtulmam için bir planın yok. Siz, hanımefendi, benimle geliyorsunuz. Jocelyn Barlow somurttu ve kollarım göğsünün altında kavuşturdu. Ben buna katılmıyorum. Adam ona zoraki baktı. Sizin onayınızı sorduğumu anımsamıyorum, ancak kocanızın öfkesini göz önüne aldığımda, onu kardeşimden ziyade benimle birlikte olduğunuza ikna etmeniz sizin çıkarlarınıza en uygunu olacaktır. 13 Leydi Barlovv, Kardeşinizle de neredeyse hiç beraber olamadım denebilir, diye homurdandı. Tehlikeli derecede sakin bir ses tonuyla, İlişkinizi tatminkar bulup bulmamanız umurumda bile değil, dedi. uSiz de umurumda değilsiniz. Kadın kahkahalarla güldü ve Marcus ona doğru döndü. Bir an için onu orada bu halde, darmadağın ve düğmeleri çözük şekilde bırakıp gitmek istedi. O sadakatsiz bir eş, görünüşe bakılırsa yalancı bir sevgiliydi ve Marcus gerçekten de onu umursamıyordu. Oradan çekip gitmese bile, Leydi Barlovv ona hiçbir şekilde minnettar olmayacaktı. Kadının kocası öfke içerisindeydi, niyetini herkesin önünde dile getirmişti. Marcus kadının kocasını sakinleştirmek için parmağını dahi oynatmayacağından emindi; bir düelloya sebep olduğu için dile düşmekten haz aldığı açıktı. Marcus, sırf Barlovv David’i ertesi sabah kahvaltı öncesi dışarı düelloya çağırdı diye kasabanın diğer ucuna aceleyle gelip paldır küldür içeri girerek sevişmelerini yarıda kesmemişti. Arkanı dön, diye emretti. Leydi Barlovv ağzını açtı, sonra Marcus’un surat ifadesine baktı ve tek bir kelime etmeksizin döndü. Marcus kadının elbisesini düzgün bir şekilde bağlarken, Aşağı inecek ve misafirlerin arasına katılacağız, dedi. Tanrıya şükürler olsun ki bu korse giymeyecek kadar cesur kadınlardan biriydi. Seninle salondaki resimlere büyük bir beğeniyle bakıyorduk, David de buradan saatler önce ayrıldı. Bu odada olup bitenlerden bahsetmemiz gerektiğini düşünmüyorum. Kadını şöyle bir çevirdi ve onu eleştiren gözlerle inceledi. Saçın dağılmış. Leydi Barlovv kızardı ve toplamak için aynaya döndü. Marcus, sabırsızlığım kontrol altında tutarak, kapıda bekledi. Barlovv gelmeden evvel, birkaç dakikalığına birlikte görülmeliydiler. Leydi Barlovv sonunda süslenmesini bitirdi ve Marcus’un uzattığı kola girdi, odadan çıktılar. Sana bunu neden yaptığını sorabilir miyim? 14 Hayır. Koridordan aşağı yürürlerken Leydi Barlovv bir an için sessiz kaldı. Biliyor musun, bu şekilde bir anda belirmen oldukça şaşırtıcıydı, fakat aynı zamanda, seni orada dikilmiş beni seyrederken görmek oldukça

heyecan vericiydi. Marcus’a kirpiklerinin altından cilveli bir bakış attı. Kolay kolay şaşkınlığa uğramayan Marcus kulaklarına inanamadı. Durdu, Leydi Barlovv kendisine bakana kadar bekledi. Eğer seni umumi bir fahişe gibi erkek kardeşimin üzerinde inip kalkarken görmenin benim açımdan birazcık olsun heyecan verici olduğunu düşünüyorsan çok yanılıyorsun, dedi. Sana zihnini bu düşünceden arındırmanı tavsiye ederim. Leydi Barlovv tekrar suratını astı, basamaklara erişip aşağı, balo salonuna inerlerken de tek bir kelime dahi etmedi. Normalde Marcus sadece tanıdığı ve saygı duyduğu kişilerle konuşurdu, ama o gece adımlarını bilerek yavaşlattı. Birisi ona, ismiyle ya da David’inkiyle seslendiğinde, selamlar tarzda başını salladı. Birkaç kişi ona garip garip baktı ama o onları görmezden geldi. Şaşırtmak istediği tek bir kişi vardı, Barlovv ve o da içiyordu. Siz bayım! Tıknaz bir beyefendi ve arkadaşları insanları yarıp geçerek gelip arkalarında durdular. Bir açıklama bekliyorum! Marcus, Leydi Barlovv’a son bir imalı bakış atarak, arkasına döndü. Odadaki diğer herkes, beklentiden nefes nefese, itham eden kişiye dönmüşlerdi. Ya dedikodu Marcus’un atlarından daha hızlı yol almıştı, ya da bu budala buradaki herkese niyetlerinden bahsediyordu. Açıklama mı Barlovv? Neye dair, sorabilir miyim? Ses tonu karşısında, Lord Barlovv’un gözleri fal taşı gibi açıldı. Adam yutkundu. Exeter. Oh! Diyorum ki. Düşündüm ki... Boğazını temizledi ve arkadaşlarından tekine öfkeli bir bakış attı. Exeter. Nasılsınız bayım? 15 Sendeleyerek eğildi. Marcus ona tepeden baktı. Ben iyiyim bayım. Kısa bir an için bekledi. Ya siz? Barlovv onun buz gibi ses tonuyla hıçkırdı. Çok iyiyim bayım. Kısa bir sessizlik daha yaşandı. Barlovv, Jocelyn, diye mırıldandı. İyi akşamlar kocacığım. Solgun benzini yelpazesinin gerisine saklayarak hafif bir reverans yaptı. Marcus onun elini dirseğinden çözdü. Şimdi burada olduğunuza göre Barlovv, karınızı kendisine bu akşam bana eşlik etmekle verdiği haz için teşekkür ederek size teslim ediyorum. Barlovv, karısının elini tutarak, Eşlik etmekle verdiği haz, diye tekrarladı. Tam manasıyla afallamış, hazırlıksız yakalanmış görünüyordu. Evet. Hımm. Evet. Marcus, Bana ev sahibimizin sanat galerisini gezdirme nezaketini gösterdi, dedi. Oldukça aydınlatıcıydı. Leydi Barlovv sanat müdavimi olarak bilinirdi. Marcus onun özellikle genç ve yakışıklı sanatçıları himayesi altına almasından şüphelendi cima bu konu dışıydı. Oldukça. Barlovv konuşmaktan aciz görünüyordu. Sanki ne söylediklerini anlamamışçasına, bir Marcus’a, bir karısına bakmaya devam etti. Ancak karısını bir fahişe, Marcus’u da bir yalancı olarak isimlendirmeden söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Her ne kadar ilkini yapabilecek kadar sarhoş olsa da, İkincisini yapmaya henüz hazır değildi. Marcus bu kadarının yeterli olduğuna karar verdi. İyi akşamlar Barlovv. Leydi Barlovv. Arkasını döndü ve Lord Barlovv’un arkadaşlarından tekine şu şekilde yakındığını işiterek, yürüyüp gitti: Greaves, sen aptalsın! Bu Exeter’di, hayta erkek kardeşi değil. Greaves, Onları birbirlerinden hiçbir zaman ayıramıyorum ki! diye sızlandı. 16 Marcus, gösterdiği uyanıklıktan kaynaklanan fısıltıları işitmezden gelerek, balo salonundan çıktı. Gözle görülür tek bir telaş işareti olmaksızın, evden arkasına bakmadan ayrıldı. At arabası basamakların dibinde bekliyor, uşak kapının hemen yanında esas duruşta dikiliyordu. Marcus yaklaşırken kapıyı açtı ve bindikten sonra da kapattı. Marcus tavana bir kez vurdu, hemen o an hareket etmişlerdi. Karşısında, gölgelerin arasından, David’in sesi, Sanıyorum sana teşekkür etmeliyim, dedi. Onun bana yalan söylediğine inanamıyorum. Eğer birazcık sağduyulu olsaydın, bazı şeyleri kendiliğinden anlardın.

David surat astı. Pekala, ben ne zaman sağduyulu oldumki? Marcus itiraz etmedi. David sağduyulu değildi, kıskanç bir adamın karısıyla ilişkiye girmiş, bu gönül ilişkisini de hafife alarak arkadaşlarına anlatmıştı. Bu arkadaşlarından biri hikayeyi etrafa yaymıştı, belli ki o da en az David kadar sağ-duyusuzdu. Bu skandal unutulana kadar tatile çıkmanı öneriyorum. Skandal mı? David doğrulup oturdu. Nasıl bir skandal yaşanabilir ki? Adam bizi birlikte yakalamadı, hatta yan yana bile görmedi. Marcus nefesini yavaşça bıraktı. Barlovv, salak Brbcton’m hikayeyi arkadaşlarına anlatarak eğlendiğine kulak misafiri oldu. Karısını neden senin yerine benimle gördüğünü çözemeyecek kadar sarhoştu ama eninde sonunda gerçeği anlayacaktır. Bu kadının daha önceden seninle birlikte olduğunu bilen yeterli sayıda insan var. David burnundan soluyarak arkasına yaslandı. Tamam. Marcus, David kendisiyle bu kadar kolay hemfikir olduğu için anlık bir rahatlama hissetti. Ardından ana noktaya parmak bastı. Yarın. 17 David, Haydi ama, bu kadarı da çok fazla! diye itiraz etti. Marcus hiçbir şey söylemedi. David, Kesinlikle sanki kaçıp gitmişim gibi görünecek, diye ısrar etti. Marcus yine bir şey söylemedi. Bunun nasıl görüneceği umurunda bile değildi. O sadece yapılanın ne kazandıracağına bakıyordu. Arabada David’in kasaba evine erişilene kadar sessizlik yaşandı. Uşak kapıyı açmak için aşağı inerken araba hafifçe eğildi. David, Tamam o zaman, diye terslendi. Gideceğim. Sen de arkamdan dedikoduların tadını çıkart. Teşekkür etmeden, hoşçakal dahi demeden arabadan aşağı atladı ve ayaklarını vurarak merdivenleri çıktı. Marcus arkasına yaslandı ve iç geçirdi. Marcus onu kendi elleriyle bağlayıp ağzını tıkayarak umumi posta arabasına vermek zorunda kalsa bile, yarın, Barlow’un baş ağrısı henüz geçmeden, David oradan gitmiş olacaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Marcus zaten David’i Londra’dan göndermenin bir yolunu arıyordu ve her ne kadar bu pek iyi bir yöntem olmasa da -nasıl olur da David ailesinin şerefini bir an için dahi düşünmeksizin böyle bir ilişkiye girerdi, hem de kız kardeşleri bir seneden kısa bir süre içerisinde sosyeteye tanıtılacakken- yeterliydi. David’in Brighton’da da en az buna eşdeğer derecede haysiyetsiz bir olaya karışacağından ya da birisini bulacağından hiç şüphe yoktu. Londra sosyetesi mevcut çılgınlıklarıyla çok daha meşguldü. Düello yaşanmaması durumunda, Leydi Barlovv ve David’e dair dedikodular unutulup giderdi. Marcus, kendisini aniden yorgun hissederek, uşağa hareket etmesini işaret etti. Kulübe dönmek gibi bir isteği yoktu. Her ne kadar bir saatten az sürmüş olsa da, David’i kurtarmak için yaptığı yolculuk onu tüketmiş ve akşamını da tamamıyla mahvetmişti. Minnettarlık beklemenin çok fazla kaçacağını biliyordu, David’in bu yüzden kendisine gücenmeyeceğini diledi. Marcus, bir gün, diye düşündü, bunu yapmayacaktı ve David de onun müdahalesinin ne kadar yerinde olduğunu anlayacaktı. 18 Ama bundan önce Celia’yı ve onun geleceğini düşünmek zorundaydı. Kız kardeşi iyi birisiyle salimen evlenince, David’le bağlarını kopartacak, istediği gibi davranması -ve acı çekmesi- için onu serbest bırakacaktı. Ama o gün gelene kadar, o David’in bekçisiydi. Marcus kafasını geriye atarak yastığa dayadı ve David’in Brighton’da başını çok fazla belaya sokmaması için dua etti. 19 Bölüm 1 Middleborough mezrası toplamda iki yüzden daha /Jrfrl az bir nüfus barındırmaktaydı ve her ne kadar içinde birer erkek ve kadın terzisi, ayakkabıcı, iki güzel meyhane yer alıyor olsa da, kesinlikle şehir olarak isim-lendirilmekten çok uzaktı. Ününün altında yatan başlıca neden, ana hasıla kaynağının yanı sıra, konumuydu. Güzel bir yolun uzandığı elli kilometre kadar kuzeyinde Londra, elli kilometre kadar güneyinde

Brighton yer almaktaydı. Bu iki şehir arasında yolculuk eden hemen her seyyah Middleboro-ugh’dan geçerdi. Dolayısıyla Middleborough sakinleri, kasabalarından geçen güzel arabalara ve bunlara uygun insanlara alışkındılar. Seyyahların büyük çoğunluğu ya Beyaz Kuğu’da ya da Kralın Kolları’nda mola verirlerdi, ancak düz çevre yolu az sayıdaki sürücüyü -çoğu cafcaflı giysiler içerisindeki beyefendilerdi- birbirleriyle, Middleborough’nun bulanık bir görünüme dönüşmesine sebep olacak hızlara erişerek yarışmaya cesaretlendirmekteydi. Güzel bir bahar sabahının erken saatlerinde, ufukta bu şekilde ilerleyen iki at arabası belirdi. Kolları paketlerle dolu, yol boyunca ilerleyen Hannah Preston iç çekti. Paketlerden bir kısmını diğer eline kaydırarak, kızının elini tuttu ve kenara doğru çekti. Kısa bir sürenin ardından at arabaları, gösterişli atları ve parlak renklere boyanmış tekerleriyle, büyük bir hızla yanlarından geçti. 21 Hannah, bir çamur göletinden zor bela sıyrılarak, Aptallar, diye homurdandı. Bir gün, büyük bir kaza yaşanacak. Eltisi güldü. Hemen orada, yol kavşağının tam dönüş noktasında dikilmeye devam edersen, bu kazaya şahit olacağından hiç şüphen olmasın. Hannah, O gün, ne kadar erken gelirse o kadar iyi, dedi. Yeni papaz bir aya kadar gelecek. Anne, burada bir kaza olsun mu istiyorsun? Hannah Sarah’nın kıs kıs güldüğünü duymazdan geldi, suçlu bir tavırla kızının sorusunu aceleyle yanıtladı. Hayır Molly. Tabii ki istemiyorum. Oh! Molly uzaklaşan arabaların arkasından baktı. Jamie Dayı, Tom Dayı’yla bu hafta bir kaza olacağına dair bir şilinine iddiaya tutuştu. Hannah kaşlarını çattı. Dayın bunu senin yanında kimseyle tartışmaması gerektiğini bilebilecek kadar akıllı olmalı. Bahse girmek günah mıdır Anne? Hannah tereddüt etti. Rahmetli kocası olsa bunu kesinlikle evet diyerek yanıtlardı, ancak suçlular öz kardeşleri olduğu için, bu davranışı kınamak oldukça zordu. Sarah, Şimdi Molly, dedi, Jamie Dayı ile Tom Dayı’nın birbirleriyle şakalaşmayı çok sevdiklerini biliyor olmalısın. Bunu söylerlerken senin oralarda olduğunu biliyorlar mıydı? Molly dudaklarını sarkıttı ve çenesi neredeyse göğsüne değecek kadar aşağı indi. Orada olduğumu bilmedikleri bir anda onları dinledim. Sakın kızma Anne. Nasıl kızabilirim ki? Tanrı sana bu kadar iyi işiten kulaklar verdiyse, bu senin suçun mu? Molly’nin suratında küçücük bir gülümseme belirdi ve kafasını iki yana salladı. Hannah, onu gülümsemeye teşvik etmek için, burnunu buruşturarak aptalca bir surat ifadesine büründü. Bahçe kapımızı görebiliyorum. Oraya kadar yarışalım mı? 22 Henüz o gelecek yanıtı beklerken Molly, kahkahalarla haykırarak yerinden fırladı. Hannah aceleyle birkaç adım attı, sonra çizmesinin deliğinden içeri taş girince durmak zorunda kaldı. Öfkeyle, Aah, dedi. Sarah, Yeni çizme alma zamanı mı geldi? diye sordu. Hannah iç çekti. Yeni çizme almak için iş arama zamanı geldi. Aşağı uzanan dar yolun geri kalanını birlikte ağır adımlarla yürürlerken, Sarah hiçbir şey söylemedi. Hannah, Sarah’nın ardında sallanır halde bıraktığı bahçe kapısını iteleyerek açtı. Sarah sakin bir ses tonuyla, Kapımız sana her zaman açık, dedi, ama Hannah başını olumsuz manada salladı. Senin dört çocuğun var Sarah. Jamie ile birlikte yaşamak beni çileden çıkartabilir. Sarah süklüm püklüm gülümsedi. Hannah da ona aynı şekilde karşılık vermek için kendisini zorladı. Sarah yardımcı olmaya çalışıyordu. Ona verebileceği bir odasının olmaması Sarah’mn suçu değildi. Bugün bunca şeyi eve taşımama yardım etmiş olman dahi yeter, diye ekledi. Her şeyin daha farklı olmasını isterdim Hannah.

Hannah eltisiyle göz göze gelmemeye çalıştı. Ben de öyle, ama durum belli ve bu değiştirilemez. O da her şeyin farklı olmasını istemişti. Yeni papazın, papaz evini devralmayı istememesini dilemişti. Başka bir kulübe alacak kadar parasının olmasını dilemişti. Kocasının ölüp onu yalnız bırakmamış olmasını dilemişti. Molly, yarışı kazandığı için ellerini neşe içerisinde çırparak, giriş merdiveninde oturuyordu. Hannah burnunu kırıştırarak küçük kıza baktı ve güldü. Hannah çizmelerini kazırken, Sarah paketleri mutfağa götürdü, Molly hemen peşindeydi. Koridor boyunca uzanan koyu renkli küçük ayak izleri, Molly’nin ayakkabılarını temizlemeyi unuttuğunun bir göstergesiydi. Hannah buruk bir şekilde iç çekti. Dört yaşında bir 23 çocuğun bu kuralların tümünü hatırlamasını beklemek çok fazla, diye düşündü. Ayrıca ayak izlerinin bırakıldığı ev Hannah’nm evi olduğu sürece, can sıkıntısına da gerek yoktu. Ama, birkaç hafta içerisinde, bu durum değişecekti. Bu küçük evi ne kadar da özleyecekti. Kapının yanında asılı duran çaputu alıp yerdeki ayak izlerini temizlemeye başlayarak tekrar iç geçirdi. Çocuğunu başka birisinin evinde bir misafirmiş gibi yetiştirmeyi, yine başkasının evinde bir misafir gibi yaşamaktan daha fazla istemiyordu. Her ne kadar bu başka birisi öz babası olsa da. Ama bu konuda elinden de bir şey gelmiyordu. Gidecek başka bir yeri yoktu ve bu durumu kabullenmeyi de öğrenmek zorundaydı. Geriden, bahçe kapısı gıcırdadı. Geveleyen bir ses, Özür dilerim bayan, diye seslendi. Nereden bir doktor bulabilirim, biliyor musunuz? Hannah döndü, üst sınıf aksanlı bu yabancıyı görebilmek için gözlerini kıstı. Adam rahatsızlık veren bir atlayışla savrulunca, uzun boylu, hoş giyimli ve kesinlikle sarhoş, yorumunu yaptı. Ne oldu? Orada, adam boğazım temizledi aslına bakılırsa küçük bir kaza oldu, dedi. Ne tür bir kaza ve nerede? Doktor Middleborough’nun diğer ucunda, eve iki kilometreden daha fazla bir mesafedeydi. Hannah ciddi bir yaralanma olmadığını ümit etti. Yabancı tek kolunu kasabaya doğru salladı. Orada, dönemecin arkasında. Yoldaki şu muazzam çukur, farkında mıydınız? Onu ıska geçtiğim için çok şanslıyım. Kolunun sebep olduğu ivme adamın dengesini bozdu ve kapı sövesine doğru yalpaladı. Hannah, Ne oldu? diye sordu. Bahsi geçen çukurda birkaç gün öncesine kadar büyükçe bir kaya vardı, yaşanan şikayetlerden dolayı kasabadan birkaç kişi gelmiş, onu yerinden 24 çıkartmıştı. Geride kalan çukuru doldurma işlemini henüz tamamlamamış olmalıydılar. Tabii ki o çukura düştü. Kontrolünü kaybetti, aşağı fırladı. Hannah kafasını salladı. Başkalarına yardım etmeye alışıktı. Her ne kadar gelip geçen at arabalarından fırlayan binlerine ender rastlansa da, onlar yine de Tanrı’nın kullarıydı ve papazın karısına göre Hıristiyan topluluğuna dahillerdi. Gelip ne yapabilirim, bir bakacağım, dedi. Sarah koridorun diğer ucunda belirdi, işittiği garip sesin onu oraya getirdiği şüphesizdi. Hannah, Bir araba kazası olmuş, diye seslendi. Gidip yardımcı olup olamayacağıma bakacağım. Sen biraz daha kalıp Molly’ye çayını içirebilir misin? Sarah, Tabii ki, dedi. Hannah koşturarak patikadan adamın artık tek tarafa iyiden iyiye yattığı bahçe kapısına doğru ilerledi. Onun gösterdiği tarafa yönelerek, Kötü mü yaralandı? diye sordu. Adam, Hiçbir fikrim yok, dedi. Hiç de umursamıyormuş gibiydi. Gidip doktor getirmeli miyim? En iyisi ona bir bakalım. Ben Bayan Preston’um, papazın karışıyım ve bugüne kadar çok sayıda yaralıyla karşılaştım. Adamdan yükselen alkol kokusunu aldı ve arkadaşının da onunla aynı durumda olduğunu düşündü. Hannah’nın edindiği deneyimlere göre, sarhoşlar çekici hayatlar sürdürüyor gibi görünürlerdi. İnşallah bu seferki şanslı çıkardı. Her ne kadar birkaç santim daha uzun olsa da, Hannah’nın refakatçisi ona ayak uydurmakta zorluk çekiyor gibi görünüyordu. Hannah birkaç soru daha sordu ama adam, arabaların yarıştığı gerçeği dışında, işe

yarar tek bir şey dahi söyleyemedi. Yolun dönemecini geçtiler ve olay mahalli bir anda gözleri önünde belirdi. 25 Atlar yaralanmamış gibi görünüyordu. Koşum kayışları hala takılı halde dikiliyorlar, kıpırdanıyorlardı ama bunun dışında sakindiler. At arabası, alengirli sarı bir fayton, artık tek tekerli bir araçtı, dingili yere dayanmıştı. Yakınına diğer bir at arabası bırakılmıştı, bu arabanın atları bir ağaç dalma bağlanmıştı. Etrafta kimse görünmüyordu. Hani, nerede? Hannah’nm rehberi gözlerini baykuş gibi kırptı. Şurada. Hannah’yı hafif bir yokuştan aşağı yürüttü, yoldan uzaklaştılar ve bir araziye doğru yöneldiler. Bir yaban-mersini çalısının altından mavi pantolonlu ve uzun cilalı çiz-meli bir çift bacak uzanıyordu. Adam, Buraya kadar yuvarlandı, diye açıkladı. Hannah, biraz daha yaklaşarak, Adı ne? diye sordu. Reece. Evet. Lord David Reece. Şu anda pek de lord gibi görünmüyordu. Hannah adamın yanına diz çöktü ve koyu renk saçlı başını görene kadar çalının dallarını yana doğru iteledi. Yüksek sesle, Lord David? dedi. Beni duyabiliyor musunuz Lord David? Refakatçisi, adamın çizmelerinden tekine teperek, Uyan Reece, diye seslendi. Yardım etmesi için birini getirdim. Lütfen ona tepmeyin bayım. Bacağı kırılmış olabilir. Hannah tekrar kazazedeye döndü, omuzundan nazikçe sallamak için uzandı. Lord David, beni... Daha omuzuna dokunur dokunmaz, adam aniden kıpırdandı, sonra da çalının altından öfkeli bir feryatla haykırdı. Lanet olsun, canım yanıyor! Beni kendi halime bırak! Hannah’yı korkmuş halde ve kendinden uzak tutacak şekilde, kolunu savurdu. Tekrar inledi. Lanet olsun! Koluma ne oldu? Bayım! Hannah dizleri üzerinde hareketlendi. Yardım etmek için buradayım, 26 Diğer adam, gülerek, Şimdi cehenneme gideceğin kesin Reece, dedi. Papazın karısına küfrediyorsun. Yaralı adam, kolunu bedenine yaslayarak, Özürlerimi kabul edin, dedi. Tanrım, çok ağrıyor! Hannah bunu duymazdan geldi. Nereniz ağrıyor? Adam, eğilerek, Kolum, diye inledi. Hannah elini tekrar uzattı ve adam kaçındı. Dokunmayın, sanıyorum kırıldı. Tüm bu olanlar senin suçun Percy! Arkadaşı, Aman ne kadar da hoş! diye haykırdı. Yarışmayı sen istedin. Yerdeki deliğe ise seni düşüren ben değilim. Lord David, suratı hafif kızararak, Bas git, diye homurdandı. Baylar! Hannah ikisine de baktı. Daha sonra istediğiniz kadar tartışabilirsiniz, ama şimdi yola çıkabilir miyiz lütfen? Kulübem hemen ilerde, sizi oraya taşıyacağız ve ben de kasabadan birilerini çağıracağım. Lord David başını hafifçe sallayarak onayladı. Hannah onun üzerine kusmamasını ümit etti. Peki o zaman. Bay Percy, arkadaşınızı ayağa kaldırmama yardım eder misiniz? Yaralı adamı ayağa kaldırdılar, ama suratı aniden kağıt gibi bembeyaz oldu ve bayılarak tekrar yere düştü. Hannah iç çekti, Bay Percy’ye Lord David’i tekrar kaldırmasını söyledi, kendisi de diğer yandan destek verdi. Adamın uzun kolu omuzundan aşağı sallanıyordu, kafası öne düşmüştü. Hannah onun ağırlığı altında sendeledi. Onu yukarı, sağlam arabaya sedyeyle taşımak gibi bir şansları kesinlikle yoktu, dolayısıyla yürümeliydiler. Tanrıya şükür ki Percy arkadaşı kadar uzundu ve yükün büyük çoğunluğunu sırtlanabilmişti, ama hala sarhoştu ve yavaş ilerliyorlardı. Sonunda kulübeye ulaştılar ve Hannah bahçe kapısını tekmeleyerek açtı. Lord David’in gevşek bedenini döndürerek bahçeden geçirdiler. Kapıya vardıklarında Hannah, Sarah’a seslendi. 27 Bay Percy’ye, oturma odasını işaret ederek, Şuraya, dedi. İçerde duran kanepenin Lord David’in boyuna uygun olduğundan emin değildi ama artık tek bir adım daha atacak hali kalmamıştı. Omuzu sanki kırılmış

gibiydi. Büyük bir gümbürtüyle Lord David’i kanepeye yatırdılar ve Hannah rahatlayarak bir sandalyeye çöktü. Tanrım. Sarah olan biteni kapı ağzından seyretti, elleri kalçasındaydı. Hiç çay kaldı mı? Hannah Sarah’nın o anda aklından geçenleri biliyordu: o görkemli kazayı görmeliydik! Sarah’nın kurnaz bir mizah anlayışı vardı. Hannah’nın sorusunu kafasını sallayarak yanıtladı. Gözleri hala kanepede yatan adamdaydı. Hannah, abartılı bir nezaketle, Lütfen bize çay getirebilir misin? diye sordu. Sarah ona baktı, alaycı bir şekilde sırıttı ve mutfağa geri döndü. Hannah konuğuna baktı. Bay Percy, oturun. Eltim Bayan Braden çay getirecek. Ben de Lord David’e yardım edip edemeyeceğime bakacağım. Ayağa kalktı ve daha rahat görebilmek için perdeleri ardına kadar açtı. İşık, çarpıcı derecede yakışıklı adamın üzerine düştü. Lord David Reece uzun boylu ve yapılıydı, Hannah zaten bu kadarını biliyordu, ama aynı zamanda da inanılmaz derecede çekiciydi. Koyu renk saçları neredeyse simsiyahtı, uzundu ve arkadan ince deri bir kayışla bağlanmıştı. Kara kirpikleri, yüksek kaşları, oyulmuş gibi duran elmacık kemikleri, dolgun, sıkı dudakları... Hannah kendisini etkilenmekten alamadı. Karşısındaki, her ne kadar damıtımevi gibi kokuyor olsa da, hayatında gördüğü en yakışıklı adamdı. Dikkatini adamın koluna verdi. Paltosu zarifçe dikilmişti ve bedenine mükemmel oturuyordu, bu da paltoyu onun üzerinden bilinçsizken çıkartmayı neredeyse imkansızlaştırıyordu. Adamın kolunu kumaşın gerisinden hissetmek için 28 oturdu ve anında omuzundaki biçimsiz çıkıntıyı fark etti. Büyük olasılıkla yerinden çıkmıştı, oldukça hafif bir yaralanmaydı ama Hannah’nm tek başına nasıl tedavi edebileceğini bildiği türden bir şey değildi. Sonra adamın bacağına baktı. Ayağının yerde yarattığı açıya ilişkin bir şeyler, onda burada da kırık olabileceği izlenimini doğurmuştu. Ayrıca, bu bacağın üzerine ağırlığını verir vermez bayılması da bu şüphesini güçlendirdi. Çizmeleri, paltosu gibi, bedeniyle mükemmel bir uyum içerisindeydi ama çıkartılmaları gerekiyordu. Eğer bacak, çizme içerisinde şiş-tiyse, çizmeyi daha fazla yaralamadan kesmek bile zor olacaktı. Bay Percy’ye döndü. Bacağının sakatlandığını düşünüyorum ya da belki de ayak bileğinin. Bence çizmenizi çıkartmak iyi olacak. Ne? Oh! Tamam. Percy, arkadaşının ayağına yaklaşarak, ellerini birbirine sürttü. Hannah, adamın niyetini anlayarak, Hayır! diye itiraz etti. Ayak bileği kırılmış olabilir. Çizmeyi kesmeliyiz. Bay Percy dehşete düşmüş gibi görünüyordu. Öfkeyle, Size bunu kesinlikle yapmamanızı söylemeliyim, dedi. Bu çizmeler Hoby’den. Reece onları hayatta kestirmezd'ı. Ben onları çıkartırım, korkmayın. Hannah, adam çizmeyi tutup asılırken, Hayır, lütfen Bay Percy, diye korkuyla sindi. Aahhhhh! Lord David bir haykırışla kendine geldi. Lanet olası orospu çocuğu Percy! Sen ne yaptığını zannediyorsun? Onun çizmeni kesmesini önlemeye çalışıyorum Reece. Bay Percy çizmeyi yere bıraktı, sandalyesine doğru ilerlerken ayakta sendeledi. Lord David, bacağını tutarak dönüp Hannah’ya baktı. Hannah hafif bir ses tonuyla, Bacağınız kırılmış olabilir, dedi. 29 Gerçekten de öyle mi düşünüyorsunuz? Lanet olsun, çok acıyor! Hannah adamın konuşma tarzı karşısında dudaklarını birbirine bastırdı. Bu arada, siz de kimsiniz? Hannah’ya kaşlarını çatıp baktı. Ben Bayan Preston’um. Burası da benim kulübem. Hannah kafasını kaldırınca Sarah’nın olanları, elinde bir çay tepsisi, kaşları saç hizasına kalkmış bir halde seyrettiğini fark etti. Teşekkürler Sarah. Çay ister misiniz Lord David? Adam homurdandı ve kolunu savurarak gözleri üzerine kapattı. Hannah Lord’un arkadaşına döndü. Bay Percy, belki de gidip atlara bakmalısınız. Beyaz Kuğu’daki Bay MacKenzie ya da Kralın Kolları’ndaki Bay Edvvards onları sizin için ahıra bağlayacaklardır.

Percy ayağa kalktı, yüzü rahatlamıştı. Çay tepsisine iğrenme ve teslimiyet karışımı bir ifadeyle baktı. Hannah adamın at arabasında daha başka likör bulundurup bulundurmadığını merak etti. Tamam. Çok teşekkürler hanımefendi. Reece... Ayağını sürüdü. Gidip yağız atlarının güzelce yerleştirildiklerinden emin olacağım. Lord David kolunun altından, Defol git Percy, diye homurdandı. Hannah, Sarah’mn yanına gitti. Doktora ihtiyacı var, diye fısıldadı. Sarah, Hannah’nın gerisine, kanepesine uzanmış adama baktı. Ben gidip çağırabilirim ama sen kendini rahat hissedecek misin? Hannah, Pekala, gerekirse kırık bacağına teperim, dedi. Bu onu, ırzıma geçmeye çalışması durumunda, büyük olasılıkla durduracaktır. Sarah şalına uzanarak kızgın kızgın söylendi. Acele edeceğim. Hannah oturma odasına geri döndü. Siz gerçekten de papazın eşi misiniz? Sesi kuşkulu geliyordu. Hannah bir bardak çay doldurdu ve bunu kanepeye taşıdı. 30 Öyleydim. Kocam altı ay kadar önce öldü. Lord David boğazını temizledi. Çok üzüldüm. Gözleri çaya kaydı. 0 çaya katacak örendiniz yok, öyle değil mi? Tedavi amaçlı yani? Sizi bu hale getiren şey likör, Lord David; size daha fazlasını vermem sakıncalı olur. Lord David, arkasına yaslanıp Hannah’nın yanındaki masaya bıraktığı çayı görmezden gelerek, Bana Reece deyin, dedi. Bu kasabanın adı ne? Middleborough. Buradan yaklaşık bir kilometre kadar uzakta. Doğru. Orta kasaba. Hannah’ya yalvaran gözlerle baktı. Sadece bir yudum brendi. Kolum korkunç... Çok ağrıyor. Hannah tereddüt etti. Doktorun gelmesi zaman alacaktı. Biraz şerim var. Lord David, hevesli bir şekilde, Harika, dedi. Şeri mükemmel olur. Hannah şöyle bir baktı, ama adamın acı çektiği belli oluyordu. Sarhoş olmak sorunları arasında şu anda en hafifiydi. Şeriyi getirmeye gitti. Geri döndüğünde, Lord David’in gözleri kapalıydı. Hannah kadehi ve şişeyi hemen çayının yanına bıraktı. Adam için yapabileceği pek fazla bir şey yoktu. Eğer doktor gelene kadar dinlenebilirse, bu elinden gelenin en iyisi olurdu. Tekrar mutfağa gitti, Molly çayını bitirmek üzereydi. Anne, o adam neden burada? Hannah masadaki ekmek kırıntılarını avucuna topladı ve pencereden dışarı silkeledi. At arabasıyla kaza yapmış. 0 da yaralanmış. Burası kaza yerine en yakın evdi, dolayısıyla onu buraya getirdik. Uzun kalacak mı? Pek sanmıyorum hayatım. Sarah Yenge Dr. March’ı getirmeye gitti. 31 Oh. Molly sessizdi. Hannah bardakları yıkadı ve kurumaları için süzgece bıraktı. O babamın şarabını içiyor. Hannah’nın elleri çaydanlığın tepesinde donup kaldı. Bir an için Stephen’ın Molly’nin sorularını yanıtlayan sesini işitti, kızını dizinde dengelerken gördü, kafaları birbirine güzelce yaslanmıştı. Ve şimdi onun şerisini başkası içiyordu. Evet. Beyefendinin bacağı çok ağrıyor, şarap da onun kendisini daha iyi hissetmesini sağlıyor. Molly bunu bir düşündü. Ama bu babamda işe yaramadı. Hannah’nm boğazı düğümlendi ve ilk başta karşılık veremedi. Bir çocuğa sağlıklı, aslan gibi babasının yağmurdan dolayı üşüttüğü ve bu yüzden öldüğü nasıl anlatılabilirdi? Molly, Stephen’ın ölümünden pek bahsetmemişti. Hannah’nın babasının cennete meleklerle birlikte yaşamaya gittiğini söylemesinin ardından, ikna olmuş, tüm merakı tatmin edilmiş gibi görünmüştü. Hannah bunun ona böyle gelip gelmediğini ise bilmiyordu. O da mı ölecek Anne? Hannah silkinerek kendine geldi. Molly sadece dört yaşındaydı.

Hayır Molly, öleceğini hiç sanmıyorum. Korkunç derecede hasta filan değil ve biz de ona evine gidebilecek hale gelene kadar güzelce bakacağız. Babamdan daha mı iyi bakacağız? Molly kafasını kaldırarak ona saf bir masumiyetle baktı, kolları masaya dayalıydı, küçük bacakları ise sallanıyordu. Hannah’nm göğsüne tekrar acı saplandı, kocasına yeterince iyi bakamamanın acısı. Bu sadece bir soğuk algınlığıydı, Allah aşkına... Evet Molly. Ona elimizden geldiğince iyi bakacağız ve hastalanmasına izin vermeyeceğiz. Molly başını salladı, rahatlamış görünüyordu. Gidip birkaç çiçek dikebilir miyim? Missy kazmak istiyor. Hannah başıyla onayladı, Molly sandalyesinden aşağı atladı ve bahçeye koştu, bez bebeği elindeydi. Hannah tabakları kaldırdı ve son kurabiyeleri de sarıp sarmaladı. 32 Tepsiyi almak için oturma odasına geri döndü. Lord David’in kolu hala suratının üzerine kapalıydı ama şeri şişesi boşalmıştı. Hannah bunu da tepsiye koydu ve her şeyi mutfağa geri taşıdı. Şişeyi kaldırdı ve iç çekti. Stephen’dan kalan son izler de gün be gün yok olmaktaydı. Kocasının giysilerini tıpkı onun bir zamanlar kendisinden istediği gibi fakirlere dağıtmış, kitapları ise yine onun talebi üzerine evde kalmıştı. Hannah vaaz ve dini metinlerden hoşlanmıyordu. Kısa bir süre sonra ondan ve yaşadıkları ortak hayatlarından geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Bu kez kendisi için çaydanlığa çay koydu. Molly eve Sarah Yenge’nin Dr. March ve Jamie Dayı ile birlikte geldiğini bağıra bağıra söyleyerek geri döndüğünde, Hannah kendisini çok daha iyi hissetti. Çaresizlik içerisinde geçen zamanı gittikçe seyrekleşmekteydi. Stephen’ı en çok andıran kişi olan kızı, mutfağa hoplayarak girdi, gözleri ışıl ışıldı. Jamie Dayı burada! Ona Tom Dayı ile tutuştukları iddiayı kazandığını söyledim ve o da bana bu şilini alabileceğimi söyledi! Hannah ağabeyine ters bir bakış attı. Bu ne kadar da soylu bir davranış Jamie. Adam sırıttı. Yeğenine göz kırparak, Kasabadaki Bayan Kimble’dan tatlı bir şey aldığından emin ol, dedi. Molly sevinç içerisinde haykırdı. Jamie küçük kızın lüle lüle saçlarını karıştırdı. Şimdi bahçeye koş çocuğum. Annenle konuşmam lazım. Molly kapıdan dışarı fırladı. Ne oldu? Dr. March nerede? Oturma odasında, Sarah’yla birlikte. Hannah iç çekti. At arabası yarışı. İkisinden biri yoldaki çukura düşüp devrilmiş. Sanıyorum bacağı kırık ve omuzu da yerinden çıkmış olabilir. Oturma odasından yüksek bir haykırma sesi işitildi. Arkadaşı yardım istemek için geldi. 33 İkisi de sarhoş. Jamie başıyla onayladı. Hannah koridor boyunca onu takip ederek oturma odasına geçti. Dr. March yaralı adamın koluna doğru eğilmişti. İçeri girdiklerinde kafasını kaldırıp onlara baktı. Ah, Bay Braden, yardımınıza ihtiyacım olacak. Bu kol yerinden çıkmış. Hannah hızla Lord David’in yanma doğru ilerledi. Adamın gözleri kapalıydı, kaşı ise ince bir ter parıltısıyla kaplıydı. Jamie ceketini çıkartırken ve Sarah da bandajlarını açarken, Nasılsınız? diye fısıldayıp ateşine baktı. Lord David dişlerinin arasından, Lanet derecede iyiyim, dedi, kanlı gözlerini kısarak Hannah’ya baktı. Ama size şeri için teşekkür ederim. Hannah gülümsedi ve doktorun kolu yerine oturtabilmesi için geriye doğru bir adım attı. Lord David’in suratı seyirdi, ama hiç ses çıkartmadı, hatta Jamie yanlışlıkla yaralı bacağına çarpınca bile. Doktor, İşte bu kadar bayım, dedi. Bir hafta kadar bandajda tutun ve kullanmayın, sorununuz kalmayacak. Şimdi bir de şu bacağa bakalım. Hannah hastanın yanma oturdu ve elini tuttu. Lord David ona baktı, şaşırmıştı. Dikkatini doktorun yaptığı muayeneden uzaklaştırmaya çalışarak, Londra’dan mı geldiniz bayım? diye sordu. Lord David başını tek bir kez salladı. Oradan ayrılıyorum. Ailem öyle talimat verdi.

O zaman aileniz yakınlarda yaşıyor, öyle mi? Hannah Dr. March’ın kaşlarını çatışını seyretti. Lord David homurdandı. Bir kız kardeşim ve üvey annem var ve Londra’da da bir erkek kardeşim. Hannah, doktorun ne yaptığını görmeye çalışarak, dalgın bir tavırla, Hı-hıı, dedi. Doktor, Lord David’in zarar görmeyen bacağını dümdüz uzatmıştı, şimdi de sanki iki bacağı bir-biriyle ölçüyor gibiydi. Sizce çok mu kötü? Hannah gözlerini doktordan ayırdı. 34 Anlayamadım? Lord David, Bacağım, karşılığını verdi. Yüzünün rengi, doktor bacağı çekiştirirken iyice gitti. Hannah tereddüt etti. Eminim ki düzelecektir. Dr. March iyi bir doktordur. O sırada doktor, Pekala, bayım, bacağınızda ciddi bir kırık var, dedi. İyileşmesi zaman alacak. Dört hafta boyunca kesinlikle üzerine ağırlık bindirmemelisiniz. Onu ince bir tahtayla sabitleyecek, ardından da bandajlayacağım. Gerisini doğa halledecek. Lord David başını sallayarak onayladı ve eli Hannah’nm avucunda rahatladı. Hannah adamın elinin bu kadar sıkılaştığını fark etmemişti bile. Doktor, Hannah’ya manidar bir bakış attı. Doktor giderken, Hannah da onu kapıya kadar geçirdi. Doktor alçak bir ses tonuyla, 0 yerinden kımıldatılmamak Bayan Preston, dedi. Onu burada bırakmak, korkunç derecede haksız bir talep mi olur? Hannah tereddüt etti. Tabii ki hayır. Jamie, Bana bakın Dr. March, diye haykırdı. Bu adam burada kalamaz. Hannah evde bir çocukla yalnız. Yaralı bir adama bakamaz. Doktor iç çekti. Pekala, sanıyorum ki ona kasabaya gitmesini sağlayacak miktarda lodanum verebilirim, ancak handa ona bakabilecek kimse olmayacaktır. Bir süre tek başına hiçbir şey yapamayacak. Hannah, tek elini koluna koyarak, Jamie, dedi. Tam da sana babamı Willy’yi bir süreliğine buraya göndermeye ikna edip edemeyeceğini sormak üzereydim. 0, Lord David’e yardım edebilir. Jamie ters ters, Ben onun burada kalmasını henüz kabul etmedim, dedi. Willy burada olsa bile, seni yabancı bir adamla birlikte burada bırakmayacağım. 0 nasıl biri, bilmiyoruz! Şu ana kadar bende kendisine dair iyi bir izlenim uyandırmadı. 35 Sarah tatlılıkla araya girdi. Jamie, adamın bacağı kırık ve burası da Hannah’nm evi. Jamie karısına ters ters baktı. Hannah, Onu dışarı atamam, dedi. Şu haliyle bile yeterince acı çekiyor. Doktor, Onunla aynı görüşteyim Bay Braden, dedi. Kasabaya götürülmesi bile adama şu andakinden daha büyük bir zarar verebilir. Hannah’nm erkek kardeşi nefesinin gerisinden kendilerini arabalarından aşağı atan sarhoş salaklara dair bir şeyler homurdandı ama itiraz etmeyi kesti. Doktor, Lord David’in bacağını sopayla sabitleyeme gitti. Jamie atlarla ilgilenmek için paldır küldür dışarı çıkınca, Hannah ve Sarah baş başa kaldı. Sarah, Pekala, bu Middleborough’da az rastlanılır türden bir heyecan, yorumunu yaptı. Kapının önünde kaza yapan sarhoş bir lord. Hannah iç çekti. Böylesi bir heyecan olmaksızın da yaşayabilirim. Kapıma bir sandık dolusu altın bırakılsa bana çok daha fazla faydası olurdu. Oturma odasına doğru bir göz attı. Ama, babam Willy’nin gelmesine izin vermesi durumunda, bu işin üstesinden gelebilirim. Sarah dudaklarını sarkıttı. Ona beyefendinin zengin göründüğünü söyleyeceğiz. Bu muhakkak işe yarayacaktır. Hannah atmak üzere olduğu kahkahayı dizginledi. Babası, en küçük oğlunu yardım etmesi için göndermek de dahil olmak üzere, maddi açıdan kendisine fayda sağlayabilecek her şeyi kabul edebilirdi. Teşekkür ederim. Sarah, Jamie kendisine seslenince gülümsedi. Bol şans. Hannah onu kapıya kadar takip etti ve giderlerken arkalarından el salladı. Kendi kendine, Şansa ihtiyacım olacak, dedi. Zaman akıp gidiyordu.

Yeni papaz bir aya kadar geldiğinde, başka bir çözüm bulamaması durumunda, tekrar babasının evine taşınması gerekecekti. Babasının evinde babası, 36 yeni karısı ve kendisinden küçük iki erkek kardeşiyle birlikte yaşayacaktı. Bir ay kulağa çok kısa bir süreymiş gibi geliyordu. Ayrıca şimdi bir de, o süre boyunca bir hastaya bakacaktı. İç çekip sessizce dua ederek, doktora yardımcı olmak için oturma odasına geri döndü. 37 Bölüm 2 Lord David bir misafir nasıl olur, kanıtladı. Allahtan 3İ ki, her ne kadar Lord David’den herhangi bir para-sal ödül alması durumunda babasının bunun yarısını istediğini itiraf etmiş olsa da, Willy’nin gelmesine izin verilmişti. Paranın Beyaz Kuğu’da kumara ya da içkiye harcanacağını bilen Hannah, Lord David’in Willy’ye hiçbir şey vermeyeceğini ümit etti. Ona kalırsa, Willy o çiftlikten kurtulduğu, atlarını kasabada gördüğü Lord David’e hizmet edeceği için mutluydu. Hannah’nın Willy’den işittiği her bir kelime o atlarla ve onlar gibi hayvanlara sahip olabilmeyi ne kadar umutsuzca istediğiyle ilintiliydi. Hannah, Willy bir sabah Molly’yi de yanına alarak kasabaya Lord David için bir şeyler almaya gittiğinde, onun ne kadar nazik olduğunu fark etti. Günaydın. Nasılsınız? Oturma odasına girerken misafirine gülümsedi. Lord David gazetesini indirdi. Bu Times iki gün öncesinin. Üzgünüm. Middleborough’ya gazeteler biraz geç gelir. Lord David gazeteyi bir yana fırlattı ve kafasını tekrar kanepeye koydu. Saçları çözülmüştü, omuzlarına kadar uzanıyordu. Çenesi de koyu renkli bir sakala bürünmüştü. Hannah, Stephen’m tıraş aynasını ve leğenini yerleştirdi. Size bir şey aldım. 38 Adam umursamaz görünüyordu. Bir şehir eşkıyasına benzemeye başlamaktan haz almaya başlamıştım. Hannah güldü. Lord David beyaz gömleği, boyunbağı ve yeleği içerisinde çok tehlikeli görünüyordu. Çok çekici bir adamdı ve ancak yakından bakıldığında çapkınlık izleri görünür bir hal alıyordu. Bunu ister kullanır, ister kullanmazsınız. Size kalmış. Arzu ettiğiniz başka bir şey var mı? Lord David, çarpıcı bir gülümsemeyle, Belki bir arkadaş? dedi. Eğer atlardan bahsetmeye devam etmek zorunda kalırsam, yemin ederim ki sonuçlarından sorumlu olmayacağım. Hannah iç çekerek, Willy çok ısrarcı, öyle değil mi? dedi. Bu sizin için çok sıkıcı olmalı. Belki de biraz bahçede oturmak istersiniz? Lord David suratını buruşturdu ama ardından koltuk değneğine uzandı. David o gün bahçede oturdu, çünkü bundan fazlasını yapamadı. Ertesi gün, sırf Willy’nin kendisini güneşte oturup gözlerini kapaması durumunda rahat bırakacağını keşfettiği için orada oturmaya devam etti. Bir sonraki gün, oturma odası bir şey okumak için çok karanlık olduğundan bahçede oturdu, bunu takip eden gün içerisi çok sıcak geldi ve bir sonraki gün de Bayan Preston oturma odasını temizlediği için dışarıdaydı. Ev sahibi çok çalışkan bir kadındı. Sırf onu seyretmek bile David’i bayıltacak derecede rahatsız etmişti. 0 Hannah’nm gülleri ve şifalı bitkileri arasında otururken, Hannah da ekmek pişirdi, çorap ördü, bahçeyle ilgilendi, kızma hikayeler okudu, yerleri sildi, fırçaladı, yıkadı, etrafı David’e artık düşüp bayılacağını düşündürtene kadar toparladı. Bu Lord David açısından etkileyiciydi; onun sınıfından kadınlar hayatları boyunca bunların yarısını dahi yapmamışlardı. At delisi Willy dışında, etrafta bir şeyler yapabilecek hiç kimse yoktu, dolayısıyla Hannah’nm başka şansının olmadığını düşündü. 39 Şaşırtıcı olan şey şuydu ki, Hannah bunu pek umursuyor gibi görünmüyordu. Percy onu oraya bırakıp gittiğinden beri, David de bu kasabada yapılabilecek diğer herhangi lanet olası bir şey görmemişti. İlk birkaç gün boyunca kelimenin tam anlamıyla orada öleceğini düşünmüştü, ama artık bu yerle arasında bir tür çekim hissetmeye başlıyordu. Tabii ki, iş hariç.

Havası temizdi. Geceleri sessizdi. Yiyecekleri sade ama lezzetli ve tazeydi. Bahçesi inkar edilemez derecede huzur doluydu, tıpkı Bayan Preston’un kendisi gibi. O, David’in o güne kadar tanıdığı, birisinin yanına oturup da hiç konuşmamayı başarabilen ilk kadındı. O gün Lord David’in tam karşısına oturmuştu, sessiz, huzur dolu bir halde örgü örüyordu. Dırdır etmiyor ya da kafa ütülemiyor veya şikayet etmiyor, sadece işiyle ilgileniyordu. Bu, David’de onunla konuşma isteği uyandırdı. Her şeyi tek başına mı yapıyorsun? Hannah kafasını kaldırıp ona baktı, hiç şaşırmamış, hoşnut da olmamıştı, düşünceliydi. Ev işlerini demek istedim. Erkek kardeşlerim tamiratlara yardımcı olurlar, eltim de arada sırada yardıma gelir. Bunun dışında, evet. Bu tek başına yaşayan bir kadın için zor olmalı. Hannah’nın parmakları örmeyi kesti. Kocam sadece altı ay önce öldü. Kendisini zorlayarak gülümsedi. Çalışmak o kadar da kötü bir şey değil. David söyleyecek bir şeyler aradı. Hannah hala arada sırada siyah giyiniyordu, bunun haricinde ise gri. Ne kadar da yazık, diye düşündü, çünkü o çok çekici bir kadın ve çok da yaşlı olmamalı. Tam aksine, ben bunun bazen çok zor olması gerektiğini düşünüyorum. Hannah’nın gözleri alaycı bir şekilde parladı. Çalışmaktan mı, yoksa Middleborough’da yaşamaktan mı bahsediyorsunuz? David, Hannah’nm gülümseyişinden haksız 40 göründüğünü anladı. Middleborough konusunda bu kadar sert olmamalısınız bayım. Londra’nın eğlencesini içinde barındırmıyor olabilir, ancak kırsal bölgedeki hayat çok sağlıklı ve dinlendiricidir. Sadece tek bir hafta içerisinde, yüzünüze çok sağlıklı bir renk yerleşti. Evet, güneş sanki şehirde bu kadar sık parlamıyor. David onun haklı olduğunu fark etti ve gözlerini kısıp gökyüzüne baktı. Middleborough gittikçe hoşuna gitmeye başlamıştı: Evin az sayıdaki eşyaları, bahçeden esip gelen taze meltem, insana düşüncelerini gözden geçirmek dışında başka hiçbir seçenek bırakmayan mutlak sessizlik. David uzun yıllar boyunca bu tür içgözlemlere dalmamıştı, belki de hiç ve her ne kadar bu durum bir papazın evinde yaşamanın beraberinde getirdiği etki olabilse de, kendisini sanki o taze havanın hayatına da akıp girmesine izin vermesi gerekiyormuş gibi hissetmeye başlamıştı. Sorumsuz bir çapkın olduğunun farkındaydı -bunu erkek kardeşi ona yıllardır söylüyordu ve Marcus hiçbir zaman hiçbir konuda yanılmazdı- ama David o güne kadar zaten hiçbir şeyi reddetmemişti ki. Belki de hayatının dönüm noktası, ileri doğru dört nala kat ettiği bu kavşaktı. Belki de bir papaz evinde mahsur kalmak onun kurtuluş şansıydı. Bayan Preston ekmeğini kontrol etmek için mutfağa gitti. David, Hannah’nın sakin soğukkanlılığının bir kısmını çekip almaktan memnuniyet duyacağını düşünerek, onu seyretti. Onun at satın alırken başkasının bedeli yükseltmesi üzerine öfkelendiğini ya da toprak bir yoldan aşağı yarışarak bacağını kırdığını hayal dahi edemedi. Hannah’nm yaptığı her şeyde bir sebep, bir amaç varmış gibi görünüyordu. I.ord David’in varlığı, o an, sanki beyhude gibi görünmeye başlamıştı. İlk defa, David kırılan at arabası tekerinin bir inayet olduğunu düşünmeye başladı. 41 Neden buradan taşınıyorsun? Hannah kafasını ondan gelen sesle birlikte şaşkınlık içerisinde kaldırdı. David onu kapının eşiğinden, koltuk değneğine yaslanmış bir halde seyrediyordu. Papaz kulübesinde geçirdiği iki hafta süresince aralarında bir tür arkadaşlık doğmuştu ve Hannah’dan kendisine ismiyle hitap etmesini istemişti. Hannah, Stephen kasabanın sarhoşlarına yardım ettiği ya da bir hizmetkarı bir çocukla birlikte olduğu için toplumdan dışladığında, bundan daha garip arkadaşlıkların geliştiğine şahit olmuştu. Her ne kadar bu ruhlar kadar umutsuz olmasa da, Hannah, David’in içinde derin bir güvensizlik hissetti, bunu saygısız, kibirli bir perdenin arkasına saklamak da içinde büyük acılara sebep oluyordu. Buna rağmen David komik, akıllı ve konuşulması kolay bir insandı. Hannah ondan gerçekten çok hoşlandığını hissetti. Niye etrafta dolaşıyorsun? Dr. March ağırlığını bacağına vermeden önce en azından iki hafta daha beklemen gerektiğini söyledi.

David hoplayarak içeri girdi ve eski püskü kanepeye güm diye kendisini bıraktı. Willy bana kısa bir süre sonra taşınacağını söyledi. Neden? Hannah yeniden kitaplarını paketlemeye başladı. Beraberinde hepsini birden götüremezdi, dolayısıyla içlerinden seçim yapmaya çalışıyordu. Burası papaz kulübesi. Önümüzdeki haftadan sonra yeni papaz gelecek. David sessizdi. Peki, sen nereye gideceksin? Babamın evine döneceğim. Hannah çok sevilen bir romanı tıbbi tedavi kitabıyla ağırlık bakımından kıyasladı, sonunda romanı büyük bir üzüntüyle bir kenara bıraktı. Okumayı seviyordu ve bu roman Stephen’m hediyesiydi. O kitabı neden bırakıyorsun? Daha Hannah ona engel olamadan romanı kaptı. Kapağını açtı, sayfadaki başlığı ve Stephen’m notunu gördü. 42 Her şeyi beraberimde götüremem. Hannah kitabı geri aldı. Bir şeye ihtiyacın var mı? Willy henüz kasabadan dönmedi mi? Lord David kırık tahtasıyla desteklenen bacağını kanepeye yaslayarak döndü. Sadece kendime arkadaş arıyordum. Bunu odamda buldum ve onun nasıl olup da oraya geldiğini bilebileceğini düşündüm. Ona bir tutam örgü çaput uzattı. Hannah gülümsedi. Bunları dişleri çıkarken Molly’ye yapmıştım. Acısına yardımcı olması için bunları çiğniyordu. Sanıyorum bacağın acıdığı için seni rahatlatsın diye bunu orada bıraktı. Ah. Lord David yumuşak oyuncağı elinde evirip çevirdi. Ne kadar da nazik bir davranış. Hannah, O çok sevecen küçük bir kızdır, dedi. Her ne kadar biraz utangaç olsa da, öyle. Lord David Hannah’yla birlikte güldü. Bence bunu annesinden öğrenmiş, dedi. Sevecenliği, çekingenliği değil. Sana ne beni evine aldığın için düzgün bir şekilde teşekkür ettim ne de tavrımdan dolayı özür diledim. Anlıyorum. Ağrın korkunç olmalıydı. Lord David omuz silkti. Babanın evinde ne yapacaksın? Hannah sayfalarının köşeleri kıvrılmış bir dergiyi kutusuna attı. İki yıllıktı ama Molly bir şişe mürekkebi dökmüş ve ellerini boyaya batırarak sayfanın her yerine bastırmıştı. Hannah bunu hayatı boyunca elinde tutmak istiyordu. Büyük bir cesaret. Dr. March kırığın temiz ama sıkıntılı olduğunu söylemişti. Tek bacaklı kalmak istemezsin sanırım. Lord David, ateşe yarı kapalı gözlerle bakarak, Hiç fark etmez, diye homurdandı. Topallamak ya da eksik bir bacak, hepsi aynı. Hannah onun kendisiyle konuşmadığını hissetti, nazik ve anlayışlı bir şekilde paketleme işine yoğunlaştı. Kısa bir süre sonra, Lord David kafasını salladı. Sorumu neden yanıtlamadın? 43 Hannah tek kaşını garip bir şekilde hareket ettirdi. Her soruna yanıt almaya mı alışıksın? Ben mi? Hayır. Ama bunun yanıtını bilmek isterdim. Hannah iç çekti. Pekala, üzücü gerçek şu ki, hiçbir fikrim yok. Başka gidecek yerim yok. Jamie’nin dört çocuğu var, Tom’un üç. Luke ve Willy ise hala babam ve yeni karısıyla birlikte yaşıyorlar. Kendimi pek düşünmüyorum, ama Molly... Sesi yavaş yavaş kaybolup gitti. Çocuğumu başka birisinin çatısı altında büyütmek istemiyorum, diye cümlesini bitirdi. Ateşin ışığı Lord David’in etrafında, yüz hatlarını aydınlatarak, titreşen gölgeler yarattı. Saçları gece kadar siyahtı. Gömlek ve pantolonunun üzerine mavi ipek bir robdöşambr geçirmişti. Canlı renkteki kumaş mücevher gibi parlıyordu. Sakin bir ses tonuyla, Tekrar evlenebilirsin, dedi. Hannah iç geçirdi ama bu kez suratında buruk bir gülümseme vardı. Mükemmel bir fikir. Talipli listem arasından en iyisini seçerim, tabii böyle bir listem olursa. Ben ciddiydim. Hannah ona azarlar gibi bir bakış attı. Ben de fikrin erdemini sorgulamadım, sadece uygulanabilirliğine takıldım. Lord David uzunca bir süre sessiz kaldı. Hannah da kitap ayıklama işine geri döndü. Bahçıvanlık takvimini kutuya attı, şiir kitabı ise bunu başaramadı. Hannah'nın en sevdiği iki roman kutuya girdi,

üzerlerinde el izi olmayan dergiler ile diğer şiir kitapları dışarıda kaldı. Rafların sadece üçte birini elden geçirebilmiş olmasına rağmen kutusunun yarısı çoktan dolmuştu. Büyük olasılıkla kutudakileri tekrar elemek zorunda kalacağım, diye büyük bir esefle düşündü. Eğer kendi kulübesi olsaydı... Benimle evlenebilirsin. Hannah tuttuğu kitabı yere düşürdü. David -ben- Hayır. Bu ciddi bir teklif ve sen de bunu cidden düşünmelisin. Lord David dirseklerini dizlerine yaslayarak öne 44 doğru uzandı. Hannah adamın koyu renkli gözlerine uzun süre baktı. Teşekkürler ama yapamam. Biz birbirimizi neredeyse hiç tanımıyoruz. Lord David, sanki Hannah hiçbir şey söylememiş gibi, Bu sorununu çözer, dedi. Sana destek olabilirim. Molly’yi çok seviyorum ve ona da iyi bir baba olmaya çalışırım. Hangi kitapları beraberinde götüreceğini seçmek zorunda kalmazsın ve kendi evinin hanımı olursun. Hannah, hissettiği güvensizlikten neredeyse haz duyarak, Evlilik bir eşi desteklemenin ötesinde şeyler gerektirir, dedi. Anlıyorum. Senden, bana vereceklerin haricinde herhangi bir konfor istemeyeceğim. Hannah boğazını temizledi ve önündeki kitaplarla meşgul olmaya başladı, kendisine neredeyse tamamen yabancı birisiyle evlilik konusunu tartıştığına inanamıyordu. Neden benimle evleneceksin ki? Sana ne verebilirim? Lord David, Belki de kurtuluşu, dedi. Hayatta eksikliğini çektiğim erdemliliği. Hiç sahip olmadığım o ahlaklı karakteri. Hannah, bu fikri bir gülümseyişle geri çevirerek, David, ben sana kurtuluş ya da erdem veremem, dedi. Bunları sen içinde bulmalısın. Neden bunu kendi başına yapamayacağını düşünüyorsun? Lord David çenesini kaşıdı, düşünüyordu. Çünkü ben bunlara hiç sahip olmadım. Soracak olursan, bunu yapmayı da hiç denemedim, o noktaya nasıl gelebileceğimin dahi farkında değilim. Bu herkes açısından farklıdır. Başka birisinin bunu senin yerine yapacağına güvenmek sadece işi geciktirir. Lord David güldü. Bunu otuz iki yıl geciktirdim zaten. Hiçbir zaman başlamak için geç değildir. Hannah diğer bir kitap yığınına doğru uzandı. Ama benden bunu istediğin için gurur duydum. 45 Ciddiydim. Belki de söylediklerin doğrudur ama teklifimi geri almıyorum. Seni gözetebilirim. Kocam seviyor muydun? Şaşıran Hannah başıyla onayladı. Boğuk bir sesle, Evet, dedi. Şanslı adammış. Başka birisini tekrar sevebileceğini düşünüyor musun? Hannah bunu düşünmeyi hiç istememişti. Stephen öldükten sonra, ona beslediği duygularını kalbinin derinliklerine gömmüş, Molly için cesur ve mutlu olmayı aklına koymuş, bunu da ekseriyetle başarmıştı. Ama bu soru onu hazırlıksız yakaladı. Başka bir erkeğe bir daha bu duyguları besleyebilir miydi? Stephen ölmüştü. Bir zamanlar kalbini o dolduruyordu ve her ne kadar onu hiçbir zaman unutmayacak olsa da, içindeki boşluk gün geçtikçe büyüyordu. Hannah ise bu hisle mücadele etmesi gerekli mi, değil mi, bilmiyordu. Belki, diye mırıldandı. Tek istediğim bu olasılık. Seni zorlamayacağım. Hannah hiçbir şey söylemedi. Kararın senin olacağına söz veriyorum. Ben hiçbir şey için söz veremem. Bunun imkan dahilinde olabileceğini düşünüyor muydu? Ve bunun işe yaramayacağını düşünürsem, teklifini de kabul edemem. Bu cümle ağzından pek de kararlı çıkmamıştı. Kulağa sanki düşünmek için zaman istiyormuş gibi gelmişti. Hannah, nazikçe, Sanıyorum bir daha düşünmelisin, diye ekledi. Teklifin beni onurlandırdı ama bunu bir şeyler hissettiğin kişiye saklamaksın. Lord David, yan yan bakarak, Sana karşı bir şeyler hissediyorum, dedi. Arkadaşlık. Saygı. Takdir. Beğeni. Bunları başka bir insanda bulmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musun? Tek elini saçları arasından geçirdi, hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu. Londra’ya dönebilir ve erkek kardeşimin tercih edeceği türden birisini eşim olarak seçebilirdim. Genç, aptal ve varlıklı birisini. Bu eş seçmekten ziyade at almaya benziyor. Seninle sadece arkadaş kalsak dahi, bana

46 çoğu insana kıyasla çok daha uygun bir eş olursun. Dolayısıyla bunu bir düşün. Koltuk değneğine uzandı ve ayağa kalktı. İyi geceler. Hannah karşılık olarak bir şeyler mırıldandı. Uzunca bir süre ateşin karşısında oturdu. David’in sarf ettiği son sözler zihninde çınlayıp duruyordu. Belki de bu acıma ya da suçluluktan dolayı yapılmış, fevri bir tekliften öteydi. Kırsal kesimde dahi, evlilikler aşktan çok daha gerçekçi noktalara dayandırılıyordu ve arkadaşlık da genelde aranılan özelliklerden biriydi. David yakışıklı bir adamdı. Hannah bunu inkar edemezdi. Zaman içerisinde tanıdıkça, ona karşı içinde bir çekim hissedebilirdi. Ve eğer ona ve kızma göz kulak olursa, her şey çok daha kolaylaşırdı. Her ne kadar malların kontrolünü bizzat elinde tutuyor olmasa da, David’in ailesinin varlıklı olduğundan emindi. Rahat ederlerdi. Hannah’nın babasının evinde yaşamasına gerek de kalmazdı. Evlenmeden önce, annesinin yerini doldurmuş, babasının ve erkek kardeşlerinin temizliklerini yapmış, yemeklerini pişirmiş, çamaşırlarını yıkamıştı. Şimdi ise tek başına olmaya, kendi küçük evini çekip çevirmeye alışmıştı. Babasının evinde diğerleriyle ilişkileri zayıf kalacak, istenmeyen kişi olacaktı. Şimdi tekrar evlendiğine göre, babası da onun yardımına ihtiyaç duymayacak, sadece Hannah ve Molly’nin sırtında yaratacağı yükü hissedecekti. Hannah babasının evindeki yaşamın amansız olacağından hiç şüphe duymuyordu. Ama David’i de çok az tanıyordu. Karar verdiği sadece kendi geleceği değildi, aynı zamanda Molly’nin hayatını da şekillendirecekti. Bu sorumluluğu sadece iki haftadır tanıdığı birisinin ellerine teslim etmekte zorlanıyordu. Ayağa kalktı ve eteğini silkeledi. Paketleme işine yarın, David’e teklifini kabul edebileceğini düşünmediğini söyledikten sonra, devam ede-« ekti. 47 Ama bunu unutmak zordu, özellikle de reddetmeyi bir kez daha denedikten ve David de onu dinlemek istemedikten sonra. David, Hannah’nın itirazlarının hepsini elinin tersiyle itmiş, bunun bir mantık evliliği olacağına söz vermiş ve Hannah’yı bunu bir süre daha düşünmesi için cesaretlendirmişti. Dolayısıyla Sarah’nın bir sonraki ziyaretinde, Hannah, Molly’yi bahçeye gönderdi ve eltisini mutfağa çekti. Keçileri kaçırıyor olabilirdi ama David’in önerisi içinde gittikçe kökleniyor, kulağa çok daha iyi geliyordu. En azından seçenekleri arasından en iyisi. İnşallah Sarah onu gerçek dünyaya geri döndürebilecekti. Ama Sarah bunu yapmadı. İlk yorumu, Pekala, bu da bir fikir, oldu. Hannah ona şaşkınlık içerisinde baktı. Ama mantıksız, aptalca bir fikir, öyle değil mi? Sarah dudaklarını sarkıttı. Pencereden, Molly’nin keskin bir sopayla taşları yerlerinden çıkarttığı, iyileşmekte olan bacağını yakınındaki bir kayaya yaslayarak güneşin altındaki bankta oturan David’Ie yüksek tonlu tatlı bir sesle çene çaldığı görülüyordu. Başka ne tür bir seçeneğin var ki? Hannah başını önüne eğdi. Bu sorunun yanıtını sen de biliyorsun. Bu daha cazip bir seçenek değil mi? Hannah karşılık vermeyince, Sarah masanın karşısına doğru uzanarak onun elini tuttu. Bunu sen de biliyorsun. Tekrar evlenmek sorunlarına getirebileceğin en iyi çözüm olacak. Aslında Middleboro-ugh’ya daha yakın birisiyle evleneceğini umuyordum. Londra’da büyük bir leydi olduğunda, bana mutlaka yazmalısın. Çaydanlığa uzanması için Hannah’nın elini bırakırken sırıttı. Evet, bence bu teklifi iyice düşünmelisin. Hannah dudaklarını ısırdı ve pencereden dışarı baktı. Molly şimdi taşları bahçenin karşısına, David’in yanına taşıyordu. Ona her yeni taş getirişinde, David bunu alıyor ve 48 ciddi bir şekilde inceliyordu. Sonunda bir şey söyledi ve taşlardan tekini havaya kaldırdı, Molly kahkahalara boğuldu. Kızının pis küçük parmaklarıyla David’in iri, zarif elinden taşı alışını seyrederken kalbi burkuldu. David, Molly her ne söylüyorsa onu büyük bir dikkatle dinledi, başını salladı ve taşı nazikçe diğerlerinin

arasına bıraktı. Molly’ye karşı çok sabırlıydı. İyi bir baba olabilir miydi? Bu riski alabilir miyim? diye kendi kendine mırıldandı. Sarah manalı bir tavırla, Alamaz mısın? diye sordu. Hannah yüzünü avuçları arasına bırakarak iç çekti. Sarah’mn ne demek istediğini biliyordu; eğer David’i reddederse, karşısına diğer bir teklif daha çıkmayabilirdi. Babasının çiftliğinde çok sayıda münasip adayla karşılaşmayacağı kesindi. Molly de, yeterince büyüdüğünde, orada kendisine uygun birisiyle karşılaşamayacaktı. David’in teklifi, Hannah kadar Molly açısından da çok farklı bir dünyaya açılan kapıydı. Bu fırsatı kaçırabilir miydi? Sarah, Belki de onunla Jamie konuşmalı, diye bir öneride bulundu. Teklifinin ne kadar akla yatkın olduğunu görmek için. Hannah derin bir nefes aldı ve başını sallayarak onayladı, lamie yapılanın bir hata olduğunu düşünürse bunu ona söylemekte kesinlikle tereddüt etmezdi, ama Hannah’nın babalarının çiftliğine dönmek konusunda ne kadar gönülsüz olduğunu da biliyordu. Sarah kocasını göndereceğine söz verdi ve ayrıldı. 0 gece Hannah David’i yakından izledi. Akşam yemeğinden sonra Molly’yi hayal ürünü bir hikayeyle mest etti ve I laıınah, Molly’nin ona ne kadar büyük bir mutlulukla iyi geceler dilediğini gözden kaçırmadı. Belki de David’le evlenmek o kadar da uygunsuz bir durum değildi. Belki de bu ettiği duala-ı m yanıtı olacaktı. Belki de David iyi bir baba ve iyi bir koca olacak, onu hayatının geri kalanı boyunca rahat içerisinde 49 yaşatacaktı. Ertesi gün Jamie geldiğinde ve David’le birlikte oturma odasına girip kapıyı arkasından kapattığında, Hannah beklerken neredeyse nefesini tuttu. Ayak sesleri kafasını kaldırıp bakmasına sebep oldu. Jamie, mutfaktan gürültülü adımlarla ilerlerken, Benimle gel, diye homurdandı. Yüreği ağzında, Hannah kabuklu bezelye sepetini elinden bıraktı ve onun arkasından koşturdu. Erkek kardeşi eğerini düzeltiyordu. Seni gözeteceğine yemin ediyor, diye mırıldandı. Bir aileyi geçindirmeye yetecek kadar parası var. Sahip olduğu küçük bir taşra evinin mülkiyetini bana vermeye söz verdi, böylece senin eğer... yani, olur ya, gidecek bir yerin olacak. Sanıyorum sen bir leydi olacaksın Han. Hannah, Ne düşünüyorsun Jamie? diye sordu. Adam omuz silkti. Sanırım bundan daha kötüsü de olabilirdi. Kız kardeşine baktı. Sen ne düşünüyorsun? Hannah dudağını ısırdı. Henüz bilmiyorum. O gece, herkes yatağına çekilince, Hannah önünde bir demlik çayla oturdu ve düşüncelerinin üzerinden elinden geldiğince sakin bir şekilde bir kez daha geçti. Bu kolay bir karar değildi, sonuç olarak elde çok sayıda sav vardı ve bunlar teklifi reddetmeye yeter oranda değillerdi. Sabah, doğru karar verdiğini umut ederek, David’e evet dedi. Evlilik ilamı ertesi Pazar okundu. 50 Bölüm 3 Percy bedenini sandalyeye inleyerek bıraktı. Lanet olsun Reece, işte bu sefer baltayı taşa vurdun. Özerinde tanıdık bir mühür olan zarfı ona doğru uzattı, bunu yatağın üzerine fırlattı ve ayağını kaşımaya devam etti. Şimdiye kadar tamamen iyileşeceğini bekliyordu. Bu bandajlar ve hala ihtiyaç duyduğu koltuk değneği canını sıkmaya başlamıştı. Bu seni ya da bir başkasını kesinlikle ilgilendirmez. Percy, Huh, diyerek homurdandı. Ondan üç hafta boyunca uzak kalabildim ve bunun da bedelini ödedim. Bir saat boyunca beni çalışma odasında tuttu Reece, bir saat! O gerçekten de senin kardeşin mi? David alçak sesle, Ne yazık ki, dedi. Percy bu yüzden, Londra’ya kaçıp gitmeden evvel isimlendirdiği üzere, alçak Middleborough’ya geri dönmüş olmalıydı. Çok teşekkürler Percy. Arkadaşı brendi şişesinin tıpasını açtı. David bir anlık tereddüdün ardından bir bardak içmeyi kabul etti. Papazın evinde bulunduğu süre zarfında neredeyse tüm içkileri bırakmıştı, ikinci bardakla birlikte o tanıdık

sıcaklık bedenini sarmalamaya başladı. Percy’de kasabaya dair birçok haber vardı: VValker’ın Ascot’ta koşturup aşırı yüksek bedellere çıkartmayı ümit ettiği yeni doru atları, Hadley’in bir opera dansçısı yüzünden Devere’la tutuştuğu kavga, Brixton’ın 51 bahse girmesi ve kendisine kalan mirasın yarısını tek bir gecede kaybetmesi ve ertesi gün de geri kazanması. David karamsar bir tavırla dinledi. Düğün için Percy’yi davet etmenin kötü bir fikir olduğunu biliyordu. Bu küçük kasabanın temiz havasına adım attığı andan itibaren, eski günlerine geri dönmeyi bir an olsun istememişti. Ancak Percy’nin hikayeleri, Hannah’nın yardımıyla kafasından söküp atacağına yemin ettiği içindeki o karanlık ve yabani dürtüleri tekrar su yüzüne çıkartmıştı. Eğer kocası olacaksa, artık at arabası yarıştırmak, fahişelere gitmek yoktu. Ama Percy konuştukça, içindeki rahatsızlık o kadar güçlendi, sanki teninin altında örümcekler dolanıyor gibiydi. Bir daha hiç içme-meyi başarabilir miydi? Ya bir geneleve gitmemeyi? Aklından geçen de neydi, henüz gençken evlenmek mi? Sanki düşüncelerini okuyormuşçasma, Percy sakat olmayan ayağına tepti. Bunu neden yaptın ki? Haydi evlenmek bir yana, ya bir papazın karısıyla evlenmek! Tanrım, adamım, sen de zaman içerisinde papaz olabilirsin. Kes şunu Percy. David, arkadaşının haklı olduğuna dair hissettiği iğnelenme hissini fark etmezden gelmeye çalıştı. Söz verdim. Percy güldü. Evlilik angaryasına teslimiyet. Hiçbir şey sensiz aynı olmayacak. Şişeyi bardağına boca etti. David, O harika bir kadın, diye itiraz etti. Eğer Percy çekip giderse, verdiği karardan dolayı kendini hala iyi hissedecekti. Hannah onu kurtarabilirdi. Tabii onun kurtarılmayı hala istediğini düşünerek, ki David de bunu istediğini düşünüyordu. Büyük olasılıkla. Bu her şeyin sonu demek. Percy kıs kıs güldü. Kadın yok, içki yok, kart oyunları ya da at yarışları veya kavga yok. Yakındaki vefatına! David ona bakarken bardağını şerefe kaldırdı. Sonra Percy aniden durdu, suratında keyifli bir ifade vardı. Öne doğru uzandı, pantolonuna brendi döktü. 52 Onunla kim evlenmeliydi, biliyor musun? Ekselansları! Çapkınlık yok, aşırıya kaçmak yok, eğlence yok! Birbirlerine mükemmel uyarlar! David, Kes sesini, diye homurdandı. Percy’nin sayesinde, içinde kötü arzular şerefli olanlarla çarpışmaya başlamıştı. Tamam. Percy sandalyesine geri çekildi. Hayatı kısa sürede öğreneceğinden, evde oturup vaazları okumak için tüm arkadaşlarından ve alışkanlıklarından vazgeçeceğinden hiç şüphem yok. Bir çift sigara hazırladı ve tekini David’e uzattı. Son bir sigara, ne dersin dostum? David bunu Percy’nin elinden kapıp aldı. Çek git Percy. Biz yarın evleniyoruz. Percy yine kıs kıs gülerek ayağa kalktı ve sendeleyerek odasına yöneldi. David sigarayı uzun uzun süzdü ve tabii Percy’nin sözlerini de. Pekala, işte Hannah’ya yaptığı tekliften pişmanlık duymaya başlıyordu. Ondan hala çok hoşlanıyordu ama son birkaç haftanın zorunlu yalnızlığıyla baştan çıkartılmıştı. Burada kaldığı sürece, Hannah’nın arkadaşlığı yeterli olabilirdi. Ama David hayatının geri kalanını Middleborough’da geçiremezdi ki. At yarışından ya da horoz dövüşünden bahsedildiğini işitmek kanını hızlandırıyordu, sessiz kırsal yaşam ona göre değildi. Ama Hannah’nın onu gözetecek birine ihtiyacı vardı, onu takdir edecek, Molly’yi sevecek ve ikisini de koruyacak birine. David bu kişinin kendisi olmasını istemiş ama sonunda bu kadar değişmeye hazır olmadığını fark etmişti. Hayatını en baştan şekillendirme ihtimali, ki bu düşünce ona iki hafta önce inanılmaz çekici gelmişti, şimdi kaçınılmaz derecede kasvetli görünüyordu. Ama şimdi bu işten paçayı nasıl sıyırabilirdi ki? Sözünü vermişti, evlilik ilanları okunmuştu, Hannah büyük olasılıkla şu anda elbisesini hazırlıyordu. David geri adım atarsa, 53 Hannah kendini küçük düşürülmüş hissedecekti. Tabii ki, bir centilmen sözünden vazgeçemezdi.

Gözleri Percy’nin getirdiği mektuba takıldı. Erkek kardeşi, her ne kadar büyük olasılıkla ne yaptığını işitmemiş olsa da, onun yerini tespit etmişti. Percy büyük olasılıkla vereceği haberlere Marcus’un göstereceği tepkiyi anlatmaktan büyük bir haz alırdı. David mektuba uzandı ve mührü kırdı. Bu uzun bir ithamnameydi. Suçlamalar başlamadan önce, neredeyse tek bir selamlaşma dahi yoktu. David yazılanları umursamadı, sayfanın en dibine doğru indi: Senin saygısız tavırların beni hayretler içerisinde bırakıyor. Tek bir kelime dahi etmeksizin haftalarca ortadan kaybolman ve hane halkını maaş ve ödeneklerini almaları için bana baş vurmaya yüreklendirmen yeterince kötüyken, diğer yandan da katılmaya resmen söz verdiğin Celia’nm doğum gününü önemsememen hürmetsizliğin de ötesinde bir tutum. 0, on yedi yaşında bir kız ve garip ama sana da çok düşkün. Senin onun duygularına karşı gösterdiğin aldırmazlıktan nefret ediyorum. Böyle davranarak ne kadar sorumsuz, düşüncesiz ve tamamen bencil olduğunu bir kez daha göstermiş oldun. Londra’ya geri döndüğünde senden yaptıklarının ve mazeretlerinin bütün hesabını vermeni isteyeceğim. Herhangi bir yardım almaksızın bu seyahati yapman, yeteneklerinin ötesinde göründüğü için, at arabam yarın gelip seni alacak. Exeter David mektubu yüzünü ekşiterek bir yana bıraktı. Erkek kardeşine yazdığı mektupta dahi, altına Exeter şeklinde imza atıyordu. Percy yarı haklıydı: Erkek kardeşi konu sorumluluktan açıldığında Hannah’yla eşdeğerdi. Marcus, sırf çekici, zeki ve sağduyuyla dolu diye, kesinlikle Hannah gibi bir kadına dönüp bakmazdı. Onun varlıklı ve asil soydan gelen, kendisi 54 gibi üst düzeyden bir kadınla birlikte olması şarttı. David, sırıtarak, ama böyle birisiyle ağız dalaşma girdiğini görmek eğlenceli olmaz mıydı? diye düşündü. Tabii kendisi en ufak bir zarar görmeden ikisini bir şekilde yan yana getirebilirse... Sonra akima cesurca bir fikir geldi. Yıllardır yapmadığı bir şey, Marcus'un bir daha denemesi durumunda onu öldürmekle tehdit ettiği bir şey. Ama bunu başarması durumunda, Hannah konusu çözümlenecek, kendisi serbest kalacak ve Marcus da hapı yutacaktı. Hepsi bir arada, kulağa çok güzel geliyordu. David kol değneğini kaptı ve Percy’nin arkasından aksayarak ilerledi. Percy’nin değerlendirmesi, Oh, hayır, şeklinde oldu. Gerçekten Reece. Bu çizmeyi aşmak olur. Seni kırbaçlayacağı kesin. Tabii ki ona senin bana yardım ettiğini söyleyeceğim. Percy küfretti. Hayır! Ben bile bunu yapmayacak kadar akıllıyım. David, fikre her geçen dakika daha da fazla ısınarak, Haydi ama Percy, diye tatlı bir şekilde kandırmaya çalıştı. Bu yaşlı Deveraux’u hanımının oğluyla yattığına ikna edişimizden çok daha güzel olacak. Nasıl olur da kaçırırsın? Hayatım benim için değerli, işte bu yüzden. O benim erkek kardeşim değil. Beni öldürür. O zaman gel İtalya’ya gidelim. Eğer Marcus olan biteni öğrenmeden uzaklaşmış olursak, sorun olmaz. Percy biraz daha homurdandı ama David onun gittikçe yelkenleri suya indirdiğini görebiliyordu. Böylesi kaba bir şaka yapmayalı çok zaman olmuştu ve belki de eğer Marcus ona bu işte güvenmiş olsaydı, David böyle bir şeyi yapmayı kesinlikle planlamazdı. Ama o beş para etmez küçük erkek kardeşti; Marcus ise sorumluluk sahibi, işin ehli ağabeydi ve yaptığı her şey mükemmeldi. David servet ve güç debdebesi içerisinde yetiştirilmişti ama bunlara sahip olmak yönünde gerçek bir umudu 55 yoktu. Marcus gibi bir kaba bir kişi tepesinde dikilirken, hayatın tadını elinden geldiğince almak dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Sonunda Percy, her zaman olduğu gibi, David’in önerisiyle hemfikir oldu ve mükemmel plan uğruna yeni bir şişe şarap açtılar. Hannah, David, seni rahatsız eden bir şey mi var? diye sordu. Middleborough’dan on kilometre kadar uzaktaydılar, sonunda düğüne gelen misafirlerden kurtulmuşlardı ve insana kendisini gizemli bir şekilde Beyaz Kuğu’da gibi hissettiren lüks bir faytonla Londra’ya doğru yol alıyorlardı. David sadece bunun erkek

kardeşinin arabası olduğunu, onları şehre geri götürmesi için gönderildiğini söylemişti. Hannah, her ne kadar düğüne bizzat katılmamış olsa da, bunun kocasının erkek kardeşi tarafından yapılan büyük bir jest olduğunu düşünmüş, bunu dile getirdiğinde ise David ona ilgi çekici fettan bir gülümsemeyle karşılık vermişti. Tıpkı Bay Percy gibi, tüm gün boyunca heyecan dolu bir enerjiyle sağa sola koşturmuştu. Eğer her ikisi de yetişkin birer erkek olmasalar ve bu tür şeyleri geçmişlerinde bırakmasalar, Hannah onların bir şeytanlık peşinde koştuklarından şüphelenebilirdi. Hayır. Hala iyileşmekte olan ayak bileğini Molly’nin uykucu bir yumak halinde kıvrılıp yattığı karşı koltuğa yasladı. Küçük kız oyuncak bebeğini reçel bulaşmış elbisesine sıkıca bastırmıştı. Neden sordun? Bir şeyden dolayı çok heyecanlıymış gibi görünüyorsun. David sırıttı. Neden olmayayım ki? Hannah kızardı. David, umarım ki... belki de ben. David, elini tutarak, Hannah, dedi. Sormayacağıma söz verdim. Söylemek istediğim bu değildi. Hannah hafifçe nefes aldı, bu kadar rahatladığı için kendisinden utandı. Evlilik gecesi düşüncesi onda tereddüt yaratmıştı. İlk evlilik gecesinde, 56 Stephen en az onun kadar gergindi ama aralarında bekleme düşüncesi yaşanmamıştı. David çok cömert davranıyordu. Teşekkürler. Bundan bahsettiğim için özür dilerim. David başını sallayarak onayladı, elini bıraktı. Hannah ellerini tekrar dizine yerleştirdi. Garip bir biçimde, onun dokunuşuyla hala herhangi bir çekim kıvılcımı hissetmediğini fark etti, sadece o garip his, tekrar birisinin karısı olduğuna inanama-dığı o duygu vardı. Yaşadığı coşkunluk eksikliğinin David’i hayal kırıklığına uğratmadığını umdu. Karanlık bastırdıktan kısa bir süre sonra Londra’ya vardıklarında, Hannah bitkin düşmüştü. Uykusundan uyanır uyanmaz, Molly de sabırsız ve öfkeli bir hal aldı. David onu, ejderhayı çilek turtalarıyla eğiten prenses hakkında uzun bir masal anlatarak sakinleştirmeyi başardı. Onunla gerçekten iyi geçiniyordu, ama sonunda Molly tam bir huysuzluk nöbetiyle patladı. Hannah nihayet güzel bir kasaba evinin önünde durduklarında hissettiği rahatlamayla neredeyse ağlayacaktı, Molly ise sızlanmayı kesti. David, Molly’nin elini tuttu ve yeni odasını görmeyi isteyip istemediğini sordu. Hannah bitkin bir şekilde arkada kaldı, muhitin zenginliğim fark edemeyecek kadar da yorgun değildi. David kapıya vurdu, kapıyı açan adam sanki yaşadığı şoktan bayılacakmış gibiydi. L-L-Lord David? Tabii ki benim Walters, hem de ta kendisi. İçeri girebilir miyim? Ağzı hala ardına kadar açık olan adam yana çekildi. David Molly’yi kucağına aldı ve içeri taşıdı. Küçük kız parmağı ağzında, kapıyı tutan adama bakıyordu. Bu Bayan Molly Preston, bu da annesi. Hannah, David’in merdivenleri çıkışını seyrederken tereddüt etti. İçinde bir şeylerin ters gittiğine dair rahatsız edici bir his vardı. Walters adlı adam, endişe içinde bakarak, Bayan Preston mı? diye sordu. Hannah, Reece, diye düzelti. David’in kendisini adama (anıştırmış olmasını dilerdi. Ama herkes yorgundu. David 57 benim kocam. David ve Molly artık gözden kaybolmuşlar, Hannah’yı yalnız bırakmışlardı. Siz Bay Walters mısınız? Adam yutkundu ve eğilerek selam verdi. Evet hanımefendi. İstediğiniz bir şey olursa, söylemeniz yeterli. Hannah zorla gülümseyerek başını salladı. Teşekkür ederim. Gidip kızıma bakmalıyım, diye mırıldandı ve David’in ardı sıra koşturdu. Onu büyük, şık bir odada, Molly’yi yatağına yatırırken buldu. Çocuk, pembe ipek kumaşlarla dekore edilmiş geniş yatağın ortasında küçücük ve yalnız görünüyordu. Pencereleri beyaz kadife perdeler örtüyordu, beyaz ve altın renkli eşyalar zarif oymalıydı. Burası kesinlikle kadınlara göre döşenmiş bir odaydı ve Hannah’nın kafasındaki alarm zillerinin çalmasına sebep oldu. Missy’nin Molly’yle birlikte yatağa girdiğinden emin olduktan sonra David’in arkasından koridora yöneldi. Bu ev kimin? diye sordu. O oda bir kadın için döşenmiş. Ve Bay VValters kim?

David kıkırdadı. David kahya. Ev erkek kardeşimin; benim bir kız kardeşim var, biliyorsun. Burası her zaman hazırdır ve benim odalarımdan da çok daha güzeldir, dolayısıyla burada kalmamız gerektiğini düşündüm. Sadece birkaç günlüğüne, diğer düzenlemelerim hazır olana kadar. Hannah kısmen yatışmış bir halde tereddüt etti. Özür dilerim. Ama bunu bana daha önceden söyleyebilirdin. Biliyorum. Pek de pişmanmış gibi görünmeksizin, Hannah’nın elini öptü. Valizlerinin hemen içeri getirilmesini sağlayacağım. Bay VValters bizi beklemiyor muydu? Görünce çok şaşırmış gibiydi. Yüzüne yine Hannah’yı daha önceden inanılmaz derecede rahatsız eden şu gizemli gülümseme yerleşti. Hayır, haber göndermeye vaktim olmadı. Ama ev her zaman emre amadedir, dolayısıyla eksik hiçbir şey olmamalı. Endişelenme 58 Hannah, her şey iyi olacak. Hannah’nın elini sıktı ve bıraktı. Sabaha görüşürüz. İyi uykular. Hannah, David’in hafif hafif ıslık çalarak merdivenlerden inişini seyretti ve onun kendisine söylemediği bir şeyler olduğu hissine tekrar kapıldı. Bay VValters valizini birkaç dakika sonra getirdi. Hannah hem kendisinin, hem de Molly’nin geceliğini çıkarttı, sonra uykulu kızım giydirdi. Kendisi için yatma vakti geldiğinde, Molly çoktan derin bir uykuya dalmıştı. Yatağa girmeden önce, Hannah pencereye gitti ve perdeyi yana doğru çekti. Ağır ve kalın kumaşı avuçları arasında hissetti, papaz evindeki odasının pamuklu perdelerine hiç benzemiyordu. Yeni kocasının ailesinin çok daha konforlu hayat şartlarına alışması oldukça uzun zaman alacaktı. Bir kahya, kadife perdeler, ipek yatak örtüleri. Pencereden dışarıya, kendisine hiçbir bakımdan tanıdık gelmeyen şehir ışıkları ve binalara baktı. Daha önce hiç Londra’ya gelmemiş, hatta oraya gideceğini dahi düşünmemişti. Belki de yeni yaşamının içinde barındırıyor olabileceği serüvenleri dikkate almaya başlamalıydı. Molly, ertesi sabah kahvaltının ardından, Bugün sirke gidebilir miyiz? diye sordu. David kahve fincanını masaya bırakarak güldü. Bugün olmaz çocuğum. İlgilenmem gereken işler var ve eminim ki annen de biraz etrafı dolaşmak isteyecektir. Hannah’ya baktı. Walters sana nerelere gidebileceğini söyleyebilir. Yakınlarda bir park ya da yeşillik alan var mı? Molly, Hannah’nın sabrını çoktan denemeye başlamıştı. Uyandığında kızını sevimli ancak tehlikeli bir sandalyenin tepesine çıkmış, içinde birtakım açık saçık giysiler bulunan gardırobu 59 karıştırırken yakalamıştı. Hannah bunların ne olduklarından pek emin değildi ama David’in kız kardeşi gibi genç bir kız için çok yoz olduklarından emindi. Kendi kendine, yargılanmamak için yargılama, diye hatırlatmış, Molly’yi kovalayarak gardırobun kapısını sıkı sıkı kapatmıştı. Evet, park günün bu saatinde güvenli olur. Git ve Walters’a oraya nasıl gidebileceğini sor Molly. Kız sandalyesinden kayarak aşağı indi ve Hannah’nm dikkatli yürümesi yönünde söylediklerini dikkate dahi almaksızın koşturarak odadan çıktı. David, neşesi sönerek, Hannah'ya döndü. Hannah. Birtakım işlerim var. Ne yazık ki Londra’dan ayrılmak zorundayım. Bu kadar çabuk mu? Hannah şaşırmıştı. David Middle-borough’da haftalarca sanki hiç kimseyle temas kurmaksızın kalmıştı ve geri dönmek için de pek acelesi yokmuş gibi görünüyordu. Ancak, belki de şu an yaşanan aciliyetin açıklaması da buydu. Ne zaman geri döneceksin? En azından birkaç gün boyunca burada olmayacağım. Üzgünüm. Şehirdeki ilk gününde seni yalnız bırakmaktan nefret ediyorum ama daha fazla bekleyemem. Umarım beni affedersin. Hannah hemen, Pekala, gitmen gerekiyorsa gitmelisin, buna engel olmam imkansız, dedi. Umarım beklediğinden uzun sürmez. Yüzü ani bir kaygıyla kaplandı.

Bunu senin ve Molly için yapıyorum. Sizlere rahat bir yaşam sağlamak istiyorum. Hannah, Aman Tanrım, David, anlıyorum, dedi. Seni özleyeceğiz ama seni sorumluluklarından uzak tutmak da istemem. Böyle söyleyeceğini biliyordum. Rahatlık içerisinde sırıttı ve Hannah da ona gülümsedi. Kahvaltıdan sonra David Molly’ye hoşçakal dedi ve ondan annesine iyi davranmasını istedi. O güzel, hadım edilmiş, gri bir hayvan olan atına binerken, Hannah olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Sadece el 60 sallayarak vedalaşmak ona bir tuhaf görünmüştü; ne de olsa o onun kocasıydı. David öne doğru eğildi. Hannah’yı yanağından öperek, Hoşçakal, diye fısıldadı. Umarım ki geri döndüğümde bana hala gülümsersin. Hannah, onun her şeyi kendisi açısından kolaylaştırmasından memnuniyet duyarak, Tabii ki gülümseyeceğim, karşılığını verdi. Molly ile öylece dikildi ve David’in uzaklaşmasını seyretti. O günün geri kalanında evi kolaçan etti. Aşçı Bayan Walters’dı ve Molly’ye hemen ısınmıştı. Molly yemek pişirmekte kendisine yardım edip edemeyeceğini sordu, bu aşçıyı şaşırtmış ve sevindirmiş gibi göründü. Günün sonunda ise iki yakın arkadaş olmuşlardı. Molly ekmek yaparken, Bay Walters da Hannah’ya evin geriye kalanını gezdirdi. Adam bir önceki gece yaşadığı şokun etkisinden kurtulmuş gibi görünüyordu. Hannah da hayalinde bir şeyler kurduğu için aptallık ettiğini kendi kendine itiraf etti. David hiç de onları zor şartlar altında bırakmış değildi. Her ne kadar neticede o kadar da şık olmayan bir odaya yerleştirilmiş olsalar da, o ana kadar David her ikisine de gereken özeni göstermişti. Ev Hannah’nın gözünde zengin bir yerdi ve Walters’lar da onlara çok yardımcıydılar. Takip eden birkaç gün süresince, muhiti gezdiler. Her gün parka gittiler ve vitrinlerindeki güzel şeylerle böbürlenen dükkanların boydan boya sıralandığı, Hannah’nın ancak Middleborough’dan geçerken gördüğü türden at arabalarıyla dolu sokaklarda yürüdüler. Hanımlar, tıpkı beyefendiler gibi, güzel giysiler içerisindeydiler ve Hannah, David’in Middlebo-rough’da inanılmaz derecede güzel görünen elbisesinin aslında burada sıradan olduğunu düşünmekten kendisini alamadı. Londra onun memleketinden dağlar kadar farklıydı. Bayan Waiters birkaç sokak ilerde bir pazar olduğunu söyledi ve Hannah da Molly’yi oraya götürmeye karar verdi. 61 Mutfaktan bir sepet ödünç aldılar, Hannah cebinde parasının olup olmadığını kontrol etti ve yola koyuldular. Molly’nin ısrarıyla bir kukla gösterisini tam üç kez seyrettiler, sonra da sebzeler, çiçekler ve meyvelerin yığıldığı tezgahlar arasında dolaştılar. Yıllardır ilk defa, Hannah akşam yemeği için alışveriş yapmak zorunda kalmadı; Bayan Walters bunu çoktan yapmıştı. Pazarda yavaş yavaş, amaçsızca yürümek, acele etmesi için fırçalamadan Molly’nin elinden tutmak çok güzeldi. Sonunda opera binasının yanında, şişman bir kadından çilek satın aldılar. Eve dönüşleri yavaştı çünkü Molly yorulmuştu ve oyalanıyordu. Hannah sonunda onu çay ve bisküvi sözüyle ikna etmeyi başardı. Molly daha eve girer girmez şalını yere attı ve hasır bonesini iki eliyle birden çekiştirerek, Çok açım Anne! dedi. Fiyonk çenesinin altına sıkışmış çıkmıyordu. Hannah, sepetini yere bırakıp fiyongu çözerken, Sabırlı ol, dedi. İşte, şimdi gidip Bayan Walters’dan çayını isteyebilirsin. Teşekkürler Anne! Molly büyük bir aceleyle mutfağa doğru koşturdu. Yürüyerek git Molly! Arkasına dahi bakmadan kızı aniden yavaşladı ve küçük edalı adımlar atmaya başladı. Köşeyi döndü ve Molly’nin hızlanarak tekrar koşmaya başlayan ayak seslerini işiten Hannah gülümseyerek başını iki yana salladı. Kendi şalını ve Molly’ninkini astı. Tam bonesini çıkartıyordu ki Bay Walters belirdi, çok kararsız görünüyordu. Boğazını temizledi. Pardon hanımefendi, sizi görmek isteyen birisi var.

Öyle mi? Hannah Londra’da kimseyi tanımıyordu. Memleketten birisi olabilir miydi? Teşekkürler Bay Walters. Lütfen şunları Bayan Walters’a götürebilir misiniz? Rüzgardan uçuşmuş lüleleri olabileceğini düşünerek saçlarını yokladı. Bay Walters çilek sepetini aldı. Tabii hanımefendi. Boğazını tekrar temizledi. 62 Hannah, Boğazınız mı ağrıyor? diye sordu. Sesi de çok çatlak çıkıyordu. Bir fincan papatya çayının faydası olabilir. Adamın gülümsemesi çok keyifsiz ve zayıftı. Teşekkür ederim hanımefendi, diye mırıldandı. Hannah eteğini çekiştirerek düzeltti ve misafir odasına gitti. İçeri girişiyle birlikte, uzun boylu bir adam pencereden ona doğru döndü. Hannah memnuniyet dolu bir şaşkınlıkla, Oh! dedi. Bugün geri döneceğini beklemiyordum. Ona baktı. Adam hareket etmedi. Hannah durdu ve daha yakından bir kez daha göz attı. İlk bakışta, bu adam David’i inanılmaz derecede andırıyordu. İkinci bir kez bakıldığında ise, aradaki farklılıklar, her ııe kadar belli belirsiz olsalar da seçilebiliyordu. Bu adamın ağzı daha sertti, David’de her zaman var olan o şeytani sırıtıştan ise eser dahi yoktu. Daha dik duruyordu, daha ince yapılıydı, saçı da daha kısaydı. Ve Hannah’ya doğru attığı adım panter asaletindeydi. David’in basit, salına salına yaptığı yürüyüşle uzaktan yakından alakası yoktu. Adamın gözleri kısılarak üzerine odaklanırken, Hannah Beni affedin efendim, diye özür diledi. Sizi başka birisine benzettim. Duraksadı, ardından da ilerledi. Ben Bayan Pr- Eski alışkanlıklardan kurtulmak zordu; acemice düzeltti, Reece. Adam Hannah’ya uzunca bir süre baktı, tek eli sırtınday-dı, diğeri ise kalçasına dayalı duran deri kaplı deftere vuruyordu. Sonunda, Sanırım bunun sorumlusu David, dedi. Bu mesafeli bir ses tonuydu, David’inkinden daha akıcı, aynı zamanda daha da güçlüydü. Hannah çenesini havaya kaldırdı. Evet, dedi. O zaman onu t emiyorsunuz, öyle mi? Adamın suratında kuru bir gülümseme belirdi, bakışlarında ise en ufak bir değişiklik olmamıştı. Bir zamanlar tanıdığımı düşündüğüm kadar değil, ama sanıyorum sizden çok daha iyi. 63 Hannah gerildi. David evde değil. Sizin kendisini aradığınızı söylemekten memnuniyet duyacağım. Adam Hannah’yı büyük bir dikkatle inceleyerek kafasını yana eğdi. Birdenbire, Hala bakire misiniz? diye sordu. Hannah eğer o kadar şaşırmamış olsaydı nefessiz kalabilirdi. Ağzı açık bir halde adama küçük dilini yutmuş bir öfkeyle bakakaldı. Adam, gözlerini yukarı doğru kaydırarak, Neyse, boş verin, diye iç çekti. Önemli değil. David size ne tür bir taahhütte bulundu? Hannah nazik olması zorunluluğu tamamen aklından çıkmış bir halde, Sanıyorum sizden evimi terk etmenizi istemek durumundayım, dedi. Adam bu sözlerden neşelenmiş gibi görünüyordu. Dudakları diğer bir gülümseyişle kıvrıldı. Sizin eviniz, diye tekrarladı. Gerçekten mi? Bay Walters’dan size kapıyı göstermesini isteyeceğim. Hannah sırtını adama döndü ve kapıya doğru emin adımlarla ilerledi. Adam, sanki bu her şeyi açıklayacakmış gibi, Ben Exeter’im, dedi. Hannah durdu, yavaş yavaş dönerek onunla yüz yüze geldi. Bay Walters’a arabanızı çağırmasını söyleyeyim mi Bay Exeter? Adam gözlerini kapatarak burnundan sert bir şekilde nefesini bıraktı. Bay Exeter değil kızım, Exeter Dükü. Hannah, Ne istiyorsunuz? diye beklenmedik bir şekilde sordu. Ona yıllardır hiç kimse kızım diye hitap etmemişti. Her şey bir yana, o yirmi altı yaşında bir kadın, bir eş ve bir anneydi. Bu adamın ona bu şekilde

hitap etmesinin bir sebebi olmalıydı. Her ne kadar içinden ona karşı nazik davranmak gelmiyor olsa da, bir dükü, özellikle de ona erkek kardeşi kadar benzeyen birisini evden atarak David’i kızdırmak istemiyordu. 64 Sizi görmek istedim. Sizinle birtakım temaslarımız olacak, Tanrı izin verirse de sorun kısa sürede çözülecek. David size tam olarak ne söyledi? Hannah, Size dair hiçbir şey anlatmadı, diye cevabı yapıştırdı. Ve tavır ve karakterinizden gördüğüm kadarıyla, buna hiç de şaşırmadım. Adamın koyu renk gözlerinde bir şeyler titreşti. Tavır ve karakterim, öyle mi? diye tekrarladı. Siz benim tavır ve karakterime saldırıyorsunuz. İşte bayan, bu tüm gün boyunca işittiğim en iyi şakaydı. Elindeki defteri kaldırıp açtı, içe işleyen soğuk bakışları aniden Hannah’yı ürküttü. Siz kimsiniz? Adam, gözlerini ondan bir an dahi ayır-maksızın kitabın sayfalarını açarak ona doğru yaklaşırken, Hannah geriledi. Adam, korkunç bir netlikle, Ben, dedi, Marcus Edvvard Fitzvvilliam Reece’im, Exeter Dükü ve David Charles Fitzvvilli-am Reece’in kendisinden on dakika büyük ağabeyiyim. Kitabı çevirdi ve görebilmesi için Hannah’nın önüne doğru iteledi. Middleborough semt kilisesi kaydını fark eden Hannah’nm ağzı kurudu. Sayfanın ortalarında kendi adım, Hannah Jane Preston’u gördü, bunu beş gün kadar önce imzalamıştı. Ama bunun hemen yanındaki imza... Ve Middleborough semt kilisesi kayıtlarına, dolayısıyla da İngiltere Kilisesi'ne göre... Orada David Charles Fitzvvilliam Reece’in adı değil, bunun yerine kusursuz, mükemmel bir el yazısıyla... Marcus Edvvard Fitzvvilliam Reece’in adı yazılmıştı. Kocanızım. Bölüm 4 Hannah bir süre önündeki deftere baktı. Sonra bunu bir yana iteledi ve gözleri adamınkilerle buluştu. Bu imkansız. Sırf isminiz orada diye kocam olamazsınız! Adam defteri büyük bir gürültüyle kapattı. Bu her şeyi aşırı derecede zorlaştırıyor ve düzeltmek de beni çok uğraştıracak. Şimdi, size tekrar soruyorum, David size ne taahhüt etti? Bunu bana şimdi söyleyin ki bir anlaşmaya varalım ve siz de geldiğiniz yere geri dönebilin. Hannah kime daha büyük bir öfke beslediğini tam olarak kestiremedi, David’e mi, kendini beğenmiş erkek kardeşine mi? Dişlerinin arasından, Lütfen gidin, diye fısıldadı. Burada dikilip evimde daha fazla aşağılanmayacağım. Aslında orasının kendi evi olmadığını hatırladığında ise artık çok geç kalmıştı. Adam acı dolu bir tarzda gülümsedi. Ah, evet, evinizde. Sizin kendi eviniz olarak nitelendirdiğiniz bu yer bana ait. Burada yaşayan ve binayı kendi evi olarak nitelendiren son kadın benim metresimdi. Onun odasında mı uyuyorsunuz hanımefendi? Monique’in zevki hoşunuza gitti mi? Aslına bakılırsa ben pembeyi hiçbir zaman o kadar sevmemişimdir. Hannah’nın ağzı, David’in öz kızını en son bu kendini beğenmiş, afra tafra satan, zina düşkünü hayvanın kullandığı çarşaflara yatırdığından dolayı hissettiği şok ve öfkeyle, 66 tekrar açık kaldı. Hayatında birisine vurmayı hiç bu kadar çok istememişti. Adamın suratında tekrar hafif bir gülümseme belirdi. David size bunu da mı söylemedi? Çok yazık. Eğer hemen şimdi çıkıp gitmezseniz, bunu ben yapacağım. Hannah arkasına döndü ve kapıya doğru hızla ilerledi. Adam konuştuğunda durmadı ama onun sert emrini işitmekten de kendini alamadı. Valizlerinizin yarın şafak vaktine kadar toplanıp gitmeye lıazır olmalarını istiyorum. Hannah eli kapı kolunda öylece kaldı. Yüzü hala kapıya dönükken, David’in şu taşra evi, dedi. O da mı sizin? David’in av kulübesi mi? Hayır, orası onun. Sizi orada mı ayarttı? Hannah kapıyı açtı ve dışarı çıktıktan sonra da büyük bir gürültüyle çarparak kapattı. Mutfağa gitti, öfkeden titriyordu. Molly, masanın yanındaki bir sandalyede dikilerek, ona şöyle bir baktı ve gözleri ışıldadı.

Anne! Ekmek yaptım! Hemen önünde duran ekmek hamuru öbeğine vurdu. Gülümseyerek, İçinde tarçın var! diye fısıldadı. Bayan Walters üzerine tereyağı sürüldüğünde bunun tadının harika olacağını söylüyor! Hannah kendini zorlayarak gülümsedi. Aşçı onun suratına tek bir kez baktı ve arkasını döndü. Bu harika tatlım. Bayan Walters, sizinle kısa bir süre görüşebilir miyim? Kadın, ellerini önlüğüne büyük bir dikkatle silerek, başıyla onayladı. Hannah onu köşeye, Molly’nin meraklı kulaklarının işitemeyeceği bir uzaklığa kadar takip etti. Bu ev kimin? Bayan Walters boğazını temizledi. Pekala, Ekselansları’ nın. Ama Lord David geri dönüp açıkladığında, her şey yoluna girecek. Kafanızı bu konuda yormayın, endişelenmeyin. Hannah kendisini güçlükle kontrol etti. İçinde, David’i vakın zaman süresince hiç kimsenin görmeyeceğine dair bir his vardı. Ve sizin son... 67 Durdu, metres kelimesini kullanmaya utanmıştı. Burada en son kim yaşadı? Bayan Walters suratını buruşturdu. Bir Fransız kadın. Memnun edilmesi imkansız ve şeytan kadar da değersiz. Ondan kurtulduğuma çok memnun olmuştum. Hannah başını sallayarak onayladı. Bu kadının iyi noktalarının önem taşımayacak kadar az olduğunun bir göstergesiydi. David ona yalan söylemiş ve salak yerine koymuştu. Ellerini yanaklarına bastırdı. Nasıl bu kadar aptal olabilmişti? Bu işe nasıl olmuş da bulaşmıştı? Hanımefendi, sakın umutsuzluğa kapılmayın. Ekselansları huysuz bir adamdır, kesinlikle öyle, ama adildir. Ailesine de bağlıdır. Bayan Walters’ın yuvarlak yüzü endişeyle buruştu. Hannah nefesini büyük bir dikkatle bıraktı. Etrafa bir şeyler fırlatmak istedi. David’in suratına çok kaba bir isimle haykırmak istedi. Aşağılanma ve öfke hisleriyle çığlık atmak ve ağlamak istedi, ama bunların yerine aşçının omuzunun üzerinden bakarak Molly’nin büyük kahverengi gözleriyle buluştu ve öfkesini yuttu. Teşekkürler Bayan Walters. Artık gözleri gülümsemeye başlayan kadın, Sizinle tanıştığımdan çok memnunum, diye fısıldadı. Çapkın ve dolandırıcı herkesin aklı başında bir kadına ihtiyacı vardır. Cesaretli ol hayatım; Lord David seni dükle karşılaş diye bırakmakla hata yaptı ama geri döndüğünde her şeyi yoluna sokacaktır. Hannah kendisini zorlayarak tekrar gülümsedi. Bayan Walters eline hafifçe vurdu ve pişirme işine koşturarak geri döndü. Hannah, Molly’yi mutfakta bıraktı ve merdivenleri tırmanarak yatak odasına çıktı. Kapıyı arkasından kapattı ve yüzünü elleriyle örttü. Şimdi ne yapacaktı? David onu nasıl bu şekilde kandırmıştı? Bu şekilde aldatılmaya nasıl olmuş da izin vermişti? Çok iyi bir şeymiş gibi görünen şartlar aslında gerçek değildi. Yakışıklı, hali vakti yerinde bir beyefendi, 68 Hannah’nın hayatına bir anda dalmış, onu ayaklarını yerden kesecek kadar heyecanlandırmış, ardından da Londra’daki o sık eve sürüklemişti, öyle mi? Bunu tahmin etmeliydi. Ama neden, çığlık atmak istedi. Neden David böyle bir şey yapmıştı? Bu ona ne kazandırmıştı? Hannah onun yatağına girmemiş ya da ona herhangi bir çeyiz getirmemişti. Titreyen ellerinin ayalarını gözlerine bastırdı. David’in yaptığı tek şey, Hannah’nın hayatını alt üst etmek olmuştu. Hannah ve bir de erkek kardeşini öfkelendirmek, diye düşündü, ki bu onun en baştan beri kafasına koyduğu hedef olmalıydı. Ellerini indirdi ve gözlerini sildi. Eve geri dönmekten başka yapılabilecek bir şey yoktu. O iyi bir kadın terzisi ve aşçıydı; belki bir iş bulabilir ve bir yerde oda kiralayabilirdi. Herkese David’in öldüğünü söyleyecekti, buna büyük bir kin içerisinde karar verdi, hem de fena bir şekilde ölmüştü. Onun için korkunç birtakım ölüm senaryoları yaratmakta hiç sorun yaşamayacaktı. Gardıroba gitti ve giysilerini çekip çıkartmaya başladı. Molly ile birlikte Londra’dan ne kadar erken ayrılırlarsa, o kadar iyiydi. Marcus kayıt defterini hemen yanındaki araba koltuğuna, bunun kör olası erkek kardeşinin kafası olmasını dileyerek, fırlattı. David bunun hesabını ciddi şekilde ödeyecekti. Kadın onu gördüğüne şaşırmış görünmüştü ve hesaplaşmayı önerdiğinde de oltaya gelmemişti, ama gelecekti. Ona başka seçenek bırakmayacaktı. Londra’dan ne kadar erken ayrılırsa, o kadar iyiydi.

Cebinden David’in notunu çıkarttı ve katlarını açtı. Metindeki küstahça üslup onu çileden çıkartmıştı. Kadını Holly I ane evinde görene kadar, Marcus içten içe bunun sadece bir şaka olduğunu düşünmüştü. Mektubu pencereye doğru kaldırdı. 69 Biricik ağabeyim; Bana sayısız başarısızlıklarımı hatırlatan notun için çok teşekkür ederim. Sorumluluk hissimi uyandırdın. Bu tür konularda çok daha bilinçli davranmaya çalışacağım. Aslına bakılırsa, iki kardeş olarak her zaman birbirimizi kollamamız gerektiğinden, senin küçük bir hatana çare bulma özgürlüğünü üstlenmiş bulunmaktayım. Bir düşes bulma göreviyle henüz ilgilenmediğinden, senin yerine bunu ben yaptım. Detaylar için Middleborough papazına baş vur. Şehre geri dönünce teşekkürlerini kabul etmeye can atıyorum. Hürmetlerimle, DR Marcus mektubu kayıt defterinin üzerine attı. Middlebo-rough’ya yapılan seyahat ve geri dönüş yorucuydu. Gözleri uykusuzluktan yanıyordu. Şu noktada onu ayakta tutan tek şey öfkeydi: Elini sıkan ve gelinin nasıl olduğunu soran papaza duyduğu öfke, ona kendi evinden çıkıp gitmesini söyleyen kadına duyduğu öfke, bunu ona yapabilen kardeşin duyduğu öfke. Marcus bir ikizi olduğu için gerçek manada pişmanlık duymayalı çok zaman olmuştu. David’in bundan önceki şakaları, borçlarını alacaklıları kandırarak Marcus’a aktartmakla ve Oxford’da okuldan atılmamak için Marcus’muş gibi davranmakla sınırlıydı. Marcus böyle bir şeyi tekrarlaması durumunda onun boğazını keseceğine söz vermiş, David de bir daha şaka yapmamıştı, ta bugüne kadar. David’in en azından imkansızlığı alenen belli olan, ait olduğu yerin farkında ve oraya geri dönmekten memnuniyet duyacak birisini seçme nezaketini göstermiş olmasını dilerdi. Bunun yerine David, bir düşesin özgüvenine ve duruş biçimine sahip, orta boydan biraz uzun, gösterişli siyah lüleleri, çarpıcı mavi gözleri ve Marcus’un farklı şartlar altında çekici bulabileceği türden dolgun dudakları olan bir kadın seçmişti. 70 Sonuç olarak, ondan kurtulmaya çalışmalı ve başka hiç kimsenin haberi olmadan kayıtları değiştirtmeliydi. Araba Exeter Malikanesi’nin önünde durdu ve uşak kapıyı sertçe açtı. Marcus, kayıt defterini ve mektubu alarak, koltuğundan doğruldu. Kahya o kapıdan geçerken eğilip selamladı, uşak çıkarttığı eldivenlerini aldı, diğer bir hizmetkar da şapkasını bekliyordu. Sessiz bir hızla çalıştılar. Marcus’un tercihi buydu. Tam basamaklara doğru yönelmişti ki kahya kuralı yıktı. Boğazını temizledi. Ekselansları, Leydi NVilloughby burada. Marcus döndü ve kahyaya baktı. Harper kafasını önüne eğdi ve bekledi. Kendisine eve geldiğim söylendi mi? Hayır Ekselansları. Beklemekte ısrar etti. Marcus bekledi. Kahya öne doğru daha da eğildi. Ona günün geri kalanında da evde olmayacağınızı söyleyeceğim. Marcus başını yana doğru eğdi ve gitmek için arkasını döndü. Harper onun, eve döndüğünde kendisini bekleyen birilerinin olmasından hoşlanmadığını biliyordu. Marcus tam devasa koridorun ortasındaydı ki misafir odasının kapısı yankılanan bir gürültüyle açıldı. Susannah, yani Leydi NVilloughby, dramatik bir ses tonuyla, Buna nasıl cüret edersin! diye haykırdı. Marcus durdu, ona buz gibi gözlerle baktı. Tanrım, kadın tiyatrallarmdan nefret ediyordu. Susannah koridorda akıcı, düzenli adımlarla ilerledi, dar eteği bacaklarını sıkıca kavrıyordu. Bir kol mesafesine kadar yaklaşıp durdu, elini geriye doğru açtı ve Marcus’un suratının ortasına kocaman bir tokat patlattı. Yakın mesafeden, Bunu bana yapmaya nasıl cüret edersin! diye tısladı. Seni yalancı, kibirli, çıkarcı alçak herif! Marcus o güne kadar ona hiçbir şey vaat etmediğine memnundu. Susannah ona ondan kurtulmak için mükemmel bir zemin hazırlamıştı. Topukları üzerinde dönerek, buz gibi bir sesle, O zaman size iyi bir gün dilerim hanımefendi, dedi. 71

Kadın, kendisini ona doğru atarak, Exeter! Bekle! diye haykırdı. Bunu nasıl yaparsın? Birbirimiz için ne kadar önemli olduğumuz göz önüne alındığında -bunu bu şekilde öğrenmek- toplum önünde küçük düşürüldüm! Yüzünü ve göğüslerini kollarının arasına atıldığı adama yasladı ve hıçkırdı, elleri Marcus’un bileği etrafında demir bir kelepçe gibiydi. Ve aynı zamanda, hizmetkarlarımın önünde kendini gülünç duruma düşürmeye de karar verdin, öyle mi? Tüm bunların içinde bulunduğun durumu nasıl iyileştirdiğini anlayamıyorum. İçinde kadının neyi öğrendiğine dair berbat bir his vardı ve bunu nasıl öğrendiğini de bilmek istedi. Kadın ondan ayrıldı, göğsü hızla inip kalkıyordu. Aynı trajik ses tonuyla, Times da dahil her yerde bu haber var, diye sözlerine devam etti. Herkes benim senin düşesin olmayacağımı öğrenecek. Başımı nasıl dik tutabilirim? Benden buna katlanmamı nasıl beklersin? Marcus ağzının içerisinde geveleyerek, Düşesimin sen olacağını ben dahi bilmiyordum, dedi. Londra’dakilerin bunu nasıl bildiklerini merak ettim doğrusu. Aniden geriye doğru çekildi, gözlerinde büyük bir can sıkıntısı vardı. Belki de arkadaşlarına umutlarından bahsederek boşboğazlık yapmış, sabırsız davranmışsındır, çünkü bunlar gerçekten de umudun ötesinde şeyler değillerdi. Ortada tutmadığım bir söz olmadığı için, senden özür dilemeyeceğim. Kadın alçak sesle, Çok soğuksun, dedi. Damarlarında, tıpkı herkesin söylediği gibi, buz var. Eğer Exeter olmasaydın, seni kesinlikle yatağıma sokmazdım. Marcus, aynı türden alçak bir sesle, Ben de, eğer bu kadar kolay elde edilir olmasaydın, kesinlikle bu ilişkiye karışmazdım, dedi. İyi günler. Arkasını dönüp uzaklaştı. Susannah kahyaya bağırarak gidip arabasını getirmesini söyledi. Marcus çalışma odasının kapısını açık tutan uşağa elini sallayarak çekilmesini işaret etti ve gazetenin durduğu masaya 72 doğru ilerledi. Açtı ve ilanı görene kadar da sayfaları çevirmeye devam etti. David küçük şakasını alenen ilan etmişti. Marcus küfretti; bu aşamada caymak en az bir bu kadar daha aşağılayıcı olacak, daha fazla dedikodu çıkartacaktı, ancak kadın çekip gider gitmez yine de bunu yapacaktı. Sandalyesine çöküp kaldı, tek eliyle yüzünü ovaladı. Bu sorun en azından bir işe yaramıştı: Susannah artık sorumluluğundan çıkmıştı. Şehirdeki herkes onların gönül ilişkisini biliyordu ancak etrafa evliliklerinin eli kulağında olduğuna dair dedikodu yaymaya başladığında çizgiyi aşmıştı. Marcus, kocaları olması için çeşitli alavere dalavere denemelerinin kadınlara ne kazandırdığını hiçbir zaman anlayamamıştı. Önce Susannah, sonra şu Hannah Preston. İkisinin de sonunda Exeter Düşesi olmayı gerçekten beklemedikleri kesindi. Keşke Kent’e şu safkan atları görmek için hiç gitmeseydi. Keşke sekreteri hastalanıp işlerin tümünü Walters’ın David’in Holly Lane’de olduğuna dair gönderdiği mesajını iletmeyi ihmal eden o Adams adlı salağa bırakmasaydı. O zaman bu felaketi en başından engelleyebilir, Times’daki ilanın önüne geçebilir ve David’i ortadan kaybolup sırra kadem basmadan önce enseleyebilirdi. Oturup erkek kardeşi için bir dizi kötü son planlarken, kapı hafifçe tıklatıldı. Evet? diye homurdandı. Eşikte Harper belirdi. Bay Tinmiş geldi Ekselansları. Marcus gözlerini kapattı ve isteksiz bir onay eşliğinde tek elini salladı. Harper çıktı ve bundan kısa bir süre sonra içeri ismi kulağa bir kadın adıymış gibi gelen ancak kesinlikle kadına benzemeyen, güçlü kuvvetli, samimi bir beyefendi girdi. Pekala Exeter, eminim ki yapacak bir yığın işin vardır. Tebrikler sırasıyla geliyor olmalı. Marcus adama bakmak için gözlerini açtı. Lanet olasıca Timms kıkırdadı. Özel ilişkilerimin özel kalmasını tercih ederdim Timms. 73 Tamam! O zaman bunu Times’da yayınlatmamalıydın. Timms’in bakışları masanın üzerinde açık duran gazeteye takıldı ve sırıttı. Şu durumda Leydi Willoughby hakkındaki araştırmalarının tamamlandığını düşünüyorum. Onun dışarı çıktığını gördüm, hiç de halinden memnun gibi değildi.

O hiçbir zaman hiçbir şeyden memnun olmayacak, en azından bu seçim tarzıyla... Marcus zarif bir şekilde idareyi ele alarak ayağa kalktı. Fakat temelde, evet, araştırmalarım tamamlandı. O hiçbir şey bilmiyor ve kendi rahatından ötesini de umursamıyor. Para, çay yapraklarına basılmış olsa bile, bunu fark etmez. O zaman kullanıldı demektir. Marcus başını sallayarak onayladı. Sanıyorum öyle. Bu konunun içeriğine dahi akıl erdirebilecek düzeyde zekaya sahip değil. Timms iç çekti. Memnun mu olmalıyım, bilemiyorum. Suçluyu bulmak iyi olurdu. Marcus omuz silkti. Aramaya devam et. Etrafa yalan yanlış şeyler aktaran tek kişi Susannah Willoughby değil. Aklına Hannah Preston’un David’den herhangi bir meblağda para alıp almadığını kontrol etmek geldi ama bu düşünceyi kendisine sakladı. Timms ve diğer banka yöneticileri, son zamanlarda Londra’da sürüme çıkartılan korkunç miktardaki sahte paraya bulaşması durumunda David’in ceza almayacağı yönünde söz vermişlerdi ama Marcus erkek kardeşini töhmet altında bırakmak zahmetine dahi katlanmayacaktı. David son birkaç haftadır ondan uzak durmak yönünde iyi iş çıkartmıştı, ki bu hiç de olağandışı bir durum değildi, ama içinde bulunulan şartlar altında ürkütücüydü. Sanıyorum başka seçeneğimiz yok. Timms gazeteye tekrar göz attı. Bunu senin takdirine bırakıyorum o zaman. İyi günler Exeter. 74 Marcus ters bir tavırla başını salladı. Timms gittiğinde, masasının arkasına dolandı ve oradaki dolabın kilidini açtı. İnce bir dosya aldı ve içinden çıkarttığı sayfaları masaya bıraktı. Sandalyesini çekerek notlarını inceledi. Birincisi, Susannah’nın üzerini çizebilirdi. Marcus onun adının yanına birtakım notlar aldı, onu bir sevgili olarak kaybetmekten sanki suçlular arasından adını çizip çıkanmışçasına memnundu. Aslında onunla gönül ilişkisine girmek istememişti. Susannah ona bunu teklif ettiğinde ise kazanacağı avantajları düşünmüştü. Marcus art niyetinden dolayı bir an olsun suçluluk hissetmedi; bugünkü ziyaretine bakılırsa, Susannah için durum hiç de öyle değildi. Eğer banknotları o basmıyorsa -ki Marcus bunu Susan-nah’nın yaptığından emindi- onlar nasıl eline geçmişti? Gözleri gazeteye, iki düzineden fazla ismin kümeler halinde düzenlendiği kısma kaydı. İçlerinden bazılarına dair beraat, bazılarına dair ise suçlayıcı ifadeler kaleme alınmıştı, ancak Marcus’u tek bir isim ilgilendiriyordu: Sayfanın ortasına yazılmış David Reece. Gazetedeki diğer isimler David’le ilişkilendirilebilirdi, hatta çoğu oldukça yakından. Hiç kimsenin elinde David’in sahte para dağıttığına dair kesin bir kanıt yoktu, ama arkadaşlarının ve dostlarının çoğunluğu bunu yapmaktaydı. Marcus bu aşikar rastlantıdan hoşnutsuzdu. Kalpazanlığın cezası ölüm ya da zenginler sınıfından insanlar için sürgündü. David’in şahsi zaafları her ne olursa olsun, Marcus erkek kardeşi bunlarla yüzleşirken olanlara seyirci kalamazdı. Timms, önsezileri ve karısının David’le kumar oynayıp bir avuç dolusu sahte banknotla ortada kalan erkek kardeşinin şikayetleri doğrultusunda hareket ederek Marcus’a gelmiş ve ona anlaşmayı önermişti. Eğer Marcus sahtekarın bulunması için forsunu ve pozisyonunu kullanır, bu soruna nokta koyarsa, Timms de David’in entrikadaki rolü yüzünden kamusal cezalara çarptırılmamasının bir yolunu 75 bulacaktı. Marcus, David’le bizzat hesaplaşmayı tercih ederek, öneriyi kabul etti. Her zaman olduğu gibi. Listedeki diğer şüphelilerin üzerinden geçti. Hepsi de toplumun üst tabakalarına yükselmiş insanlardı; sahte banknotlar Londra’daki en kaliteli kurumlara kadar ulaşmıştı. Herkesin David’le bağlantısı vardı: Arkadaşları, sınıf arkadaşları, eski aşıkları. Bunun dışında herhangi bir ortak payda yoktu, en cızından Marcus başka bir şey fark etmemişti. Her ne kadar Marcus çoğunun bu konudan en ufak bir haberinin olmadığından emin olsa da, hepsi de sahte parayla bağlantılıydı. Sahte banknotları her kim basıyorsa, bunda inanılmaz derecede başarılıydı.

Ama ya bu işin arkasında David varsa ne olacaktı? Marcus, erkek kardeşinin yokluğunu ve hizmetkarların aldıkları düşük ücreti fırsat bilerek, David’in şehirdeki evini tepeden tırnağa araştırmış, hiçbir şey bulamamıştı. Tabii ki parayı oturma odasında basan bir adama salak denirdi ama Marcus en ufak bir mürekkep lekesine dahi rastlamamıştı. Hizmetkarlar ona, David’in her zamanki kadar çok para harcadığı ama bunun eskisine kıyasla artmadığı dışında, işe yarar hiçbir şey söylememişlerdi. Şarap mahzeni hala doluydu, kasaptan hala haftada bir teslimat yapılıyordu. Marcus David’in attığı her bir adımı üç ay boyunca izlemiş, Leydi Barlow potundan David’in terzi değiştirmesine kadar her şeyi en ince ayrıntılarına kadar gözden geçirmişti. Ufacık bile olsa dikkate değer hiçbir şeyle karşılaşmamıştı. Ama yine de Marcus, David’in bu işte parmağı olduğunu hissediyordu. Erkek kardeşi son zamanlarda iyice umursamaz, saldığı namın çok ötesinde dikkatsiz olmuştu. Leydi Barlovv onun en belirgin patavatsızlığıydı. Marcus kalemini yerine bıraktı ve iç çekti. David’in şehirden uzaklaşmasının sorunların çözümüne yardımcı olacağını ummuştu. Sahte para akışının kontrolsüz gitmeye devam edeceğini ümit etmişti. 76 Bu David’in şerefine düşürülen bir utanç olurdu. Ama Marcus’un anladığı kadarıyla, arz inanılmaz düşük seviyelere inmişti. En azından şimdi David’in nerelerde olduğunu ve neler yaptığını biliyordu. Preston adlı şu kadın onun sessizce yürüttüğü araştırmalarını saptırmak için yapılmış bir girişim miydi, yoksa Marcus tarafından Londra’dan sürülmesinin karşılığında alınan bir intikam mı? İkinci olasılık Marcus için bir anlam ifade etmedi -kadın nasıl olsa yarın sabah gitmiş olacaktı-ama ilk olasılık onu endişelendirdi. David salak değildi ve şüphelenmiş olabilirdi. Kadının onun dikkatini dağıtmak için oraya gönderilmesi olasıydı. David’i haberi olmaksızın takip etmek yeterince zordu. Bunu olan bitenin farkına varması durumunda yapmak ise büyük olasılıkla imkansız olurdu. Gidip bunu doğrudan David’e sormayı hiç düşünmemişti. Erkek kardeşi konuşma talebine şiddetli bir kabalıkla tepki vermiş, Marcus ise David’in sonunda tam anlamıyla aklanacağını yürekten umut etmiş ve bu konuyu bir daha açmamıştı. Ayrıca David’i tanıyordu. Sorun ne kadar büyükse, erkek kardeşinin de o konuda gerçeği söylemeye bir o kadar uzak duracağını biliyordu. Eğer sormuş olsaydı, David mutlaka inkar ederdi ve Marcus da bunu yine kendi kendine ispatlamak mecburiyetinde kalırdı. Ayağa kalktı ve bir içki aldı. İlk olarak şu Preston adlı kadının icabına bakmalıydı. Görünüşe bakılırsa sıradan bir taşra hizmetçisiydi; yeterince yüklü bir nafaka verilmesi durumunda hemen çekip giderdi. Times’daki ilan mutlaka biraz ilgi çekecekti ama ortada gelin olmazsa ve Marcus da gazeteyi yalan haber yazmakla suçlarsa, dedikodular kısa sürede uçup gidecekti. En azından o öyle olacağını umdu. 77 Bölüm 5 Hannah oradan kendi kendine ayrılmaya niyetlenmiş, Walters da ona at arabasının çağrılmasını istediği sade araç olmadığını söylememişti. Ancak kapı kapandıktan sonra Hannah arabanın kiralık olamayacak kadar lüks olduğunu fark etti. Sürücü kapısına vurdu ama yanıt alamadı. At arabası devasa bir konağın önünde durunca ve üniformalı bir uşak inmesi için basamakları yerleştirince en büyük korkularının gerçekleştiği teyit edilmiş oldu. Başka seçeneği olmayan Hannah, Molly’nin elini tuttu ve öfkeden köpürerek hizmetkarın önünden yürüyüp hızla yol göstermesine göz yumdu. Bu hayatı boyunca gördüğü en büyük binaydı. Tavan üç kat yükseklikteydi, fresk kaplı yüzeyi gökyüzü kadar uzakta ve güzeldi. Yerler süt beyazı, damarlı, Hannah’nın mermer olduğuna karar verdiği, uçsuz bucaksız taşlarla kaplıydı. Hizmetkar onları orada tek başlarına bıraktı. Hannah bu evin sahibinden her zamankinden daha çok nefret etti. O olsa, bir misafiri kesinlikle kapı girişinde bu şekilde bekletmezdi. Birisini kaçırmak bir yana, onu hiçbir şeye de zorlamazdı.

Anne? Molly’nin fısıltısı koridorda yankılandı. Burası neresi? Gözleri yusyuvarlak açılmış ve kocamandı, Missy’yi de sıkıca göğsüne bastırmıştı. Hannah kızın elini sıktı. Alçak sesle, iğrenç dükün bir yerden kendilerini dinleyip dinlemediğini merak ederek, Birisine hoşçakal demeliyiz, 78 dedi. Mezarı andıran sessizlikteki bu evde, fısıltıları dahi etrafa sanki çığlıklar gibi yüksek seste yayılmaktaydı. Kısa bir süre sonra gideceğiz. David burada mı? Molly, Hannah’nın, ölmemesine rağmen David’in geri dönmeyeceğine dair yaptığı açıklamayı anlamamıştı. Hannah David Reece’i hayatı boyunca bir daha lıiç görmeyeceğini ümit etti. Hannah, Hayır, değil, diye konuşmaya başladı ama ayak sesleri durmasına sebep oldu. Tekrar hizmetkarı göreceğini düşünerek doğruldu ve dükün kibirli bakışlarıyla karşılaştı. Burnuyla Molly’yi işaret ederek, Aman Tanrım, sakın bana bunun David’in piçi olduğunu söyleme, dedi. Hannah’ nın göğsü anaç bir öfkeyle kabardı ve Molly’ye takip eden dakikalar içerisinde çok kötü bir kelime öğretme korkusuyla ellerini kızının kulaklarına kapattı. Sıktığı dişlerinin arasından, Bavullarımın hemen şu dakika arabadan indirilmesini talep ediyorum, dedi. Ben sizin kaprisleriniz doğrultusunda bir oraya bir buraya sürüklenip götürülecek türden bir nesne değilim. Kızımdan özür dileyeceksiniz ve bizim için bir araba çağıracaksınız, yoksa yaşanacaklardan dolayı ben özür dilemek durumunda kalacağım. Adamın sert bakışları bir an olsun duraksamadı. Yumuşak bir ses tonuyla, Arka çıkamayacağın tehditler savurma kızım, dedi. Blöfünü görebilirim. Hannah mutlak bir içtenlikle, Oh, lütfen görün, dedi. Adamın gözlerinde bir şeyler oynaştı ve bakışlarını ilk kaçıran da o oldu. Bir kağıt uzatarak, İki yüz paund, dedi. Sessiz kalman ve ebediyen ortadan yok olmana karşılık. Hannah kağıda bakmamak için ayak diredi. Bavullarım lütfen. Kendisini eve götürecek kadar parası vardı ve adamın teklif ettiği her bir kuruşu reddedecek kadar da öfkeliydi. 79 Kağıt geri çekilmedi. Adam yumuşak bir sesle, Bunu al, dedi, aksi takdirde bir daha hiç görmeyeceksin. Dilerim aynı şey sizin başınıza da gelir. Hannah, Molly’nin elinden tutarak arkasını döndü. Gel Molly, gidip bavullarımızı alalım ve kendi arabamızı kendimiz çağıralım. Tam o sırada kapıya gürültülü bir şekilde vuruldu ve diğer bir hizmetkar onu açmak için Hannah’nın önünden geçti. Güzel genç bir kadın haykıra haykıra içeri daldı ve doğrudan düke doğru yaklaştı. Fırfır ve kurdele yumağı halindeki bedenini ona doğru savurarak, Oh, Marcus! diye bağırdı. Seni yaramaz adam, böyle bir sırrı nasıl da gizledin! Bunu David’den işitmemize nasıl oldu da izin verebildin? Yemin ederim ki, onun mektubunu okuduğumda neredeyse bayılıyordum. Annem bunun David’in şakalarından biri olması gerektiğini düşündü, ama yine de buraya gelmek ve her şeyi kendi gözlerimizle görmek istedik! Dük, kadının boynunun etrafına dolanan kollarını gevşetmekle meşguldü, suratı asıktı, Hannah eteğine sıkı sıkı yapışan Molly ile birlikte yavaşça kapıya yaklaştı. Pekala Celia, sen neden bahsediyorsun? Hannah dükün insani bir nezakete bürünebileceğim görerek şaşırdı. Ses tonu hafif bir içtenlikle neredeyse cana yakındı. Karından! Genç kadın güldü, gözleri ışıl ışıldı. Dükten uzaklaştı ve kendi etrafında şöyle bir dönüverdi. Gözleri bir aıı için Hannah’ya odaklandı. Yüzü büyük bir gülümsemeyle aydınlanarak, Siz Hannah olmalısınız, dedi. Tanıştığımıza çok sevindim. Ve Hannah’yı sıkı sıkı kucaklamak için büyük bir aceleyle koşturdu. Hannah donup kaldı. Kızın omuzunun üzerinden, bakışları dükünkiyle buluştu. Adamın suratı olağanüstü derecede ifadesizdi. Hannah onun inanılmaz derecede öfkeli olduğunu biliyordu. Pekala, bu yaşananlar onun hatası değildi ve orada daha uzun kalıp bu öfkeyle yüzleşmeye de niyeti 80 yoktu. Geriye doğru bir adım attı. Korkarım bir yanlışlık

oldu. Kız, yüzü hala ışıl ışıl, ellerini önünde kavuşturdu, sanki onu daha fazla kucaklamamak için kendi kendini engelliyordu. Özür dilerim, kendimi tanıtmadım! Benim adım Celia Reece, Marcus’un kız kardeşiyim. David bize mektubunda sizden uzun uzun bahsetti. Marcus, bize eşinden erkek kardeşinin bahsetmesine göz yumacak kadar ayıplanası bir çapkınsın. Dükü fırçalamak için şöyle bir duraksadı. Ama tüm bunlar geçmişte kaldı, siz ve tabii Marcus için çok mutluyum! Annem ve ben sevinçten neredeyse ağlıyorduk! Hayır, bence, Hannah konuşmaya çalıştı ama Celia en ufak bir ara vermeksizin sözlerine devam etti. Ve umarım ki bizim şehre gelişimizi bağışlarsınız ama sizinle tanışmalıydık. Ve tabii ki, Londra’lı olmadığınız için, nereden alışveriş yapabileceğiniz türünden birtakım tavsiyelere ihtiyaç duyabilirsiniz! Annem hemen herkesi tanır! Oh, Marcus! Onun için bir balo düzenleyebilir misin? Tekrar erkek kardeşine doğru döndü ve Hannah dağılan düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Molly eteği arasına gömülmüş mızırdanıyordu. Dükün kız kardeşinin saçma önerisine vereceği yanıtı önemsemeyerek kızını rahatlatmak için eğildi. Korkma, diye fısıldadı. Yakında buradan gideceğiz. Molly, Acıktım Anne, dedi. Gözleri ışıldıyor, çenesi titriyordu. Ne zaman çay içeceğiz? Bir hışırtı işitildi, Celia tekrar burunlarının dibinde bitmişti, bu kez diz çökmüştü. Yumuşak ve kibar bir şekilde, Sen Molly olmalısın, dedi. Ben senin yeni halan Celia’yım. Sana bir hediye aldık. Görmek ister misin? Molly yaşlarla dolu iri gözlerini tereddüt içerisindeki I lannah’ya çevirdi. Hannah genç hanımı gücendirmek ya da Molly’yi korkutmak istemedi, ama şu ‘Celia Hala’ saçmalığı bu 81 şekilde daha fazla süremezdi. Molly, parmağını ağzından çıkartarak, Tamam, dedi. Annesinin eteğini bıraktı. Hannah, Celia’yı takip eden diğer bir kadının daha olduğunu fark etti. Ondan daha yaşlıydı, annesi olmalıydı. Celia elini Molly’ye uzatırken o da onlara doğru yaklaştı. Samimi bir içtenlikle, Hoş geldin canım, dedi. Hannah’mn elini hafifçe sıktı. Seninle ve kızınla tanıştığım için çok sevindim. 0 sevimli bir çocuk. Hannah şansını tekrar denedi. Bu sizin düşündüğünüz gibi... Celia içeri diğer bir hizmetkar tarafından getirilen büyük kutuyu uzatınca Molly yüksek sesle çığlık attı. Hannah durdu, donakalmıştı. Kullanılan ambalaj dahi hayatı boyunca gördüğü diğer her şeyden daha güzeldi. Anne, bak! Molly kağıdı ve kurdeleyi büyük bir heyecanla yırtmaya başladı. Hannah koşturarak yanma gitti, Molly’nin ellerini tuttu. Bekle Molly. Bence açmamalısın. Biz, biz şimdi gideceğiz. Ama Anne. Molly’nin gözleri güzel kutuya bakarken tekrar yaşlarla doldu. Celia kızın yanma diz çöktü. Haydi ama, ağlama. Bu senin, gerçekten. Molly’nin kafasının üzerinden Hannah’ya endişeli bir şekilde baktı. Usulca, Bunu onun için kendi ellerimle seçtim, diyerek yalvardı. Hannah ’nm ümitsiz bakışları odayı taradı, bir tür yardım arar gibiydi. Dük, kaşlarını çatmış, elindeki mektuba bakıyordu. Celia’nın annesi ise endişeli bir surat ifadesiyle onu seyretmekteydi. Hannah düke bakarken, adam gerildi, mektubu garip bir tavırla cebine tıkıştırdı. İki uzun adımla koridorun karşısına geçti. Celia, çocuğu al. Kısa bir süreliğine bize izin vermenizi rica ediyorum. Hannah’yı bileğinden yakaladı ve çekerek uzaklaştırmaya başladı. Hannah tereddüt etti, gözleri Celia ve annesinin etekleri arkasında kaybolan Molly’yi aradı. 82 Kızının, Anne? diye seslendiğini işitti. Annemi istiyorum! Dük ardı sıra onu sürüklerken bile, Sorun yok hayatım, diye seslendi. Buradayım Molly. Her şey yolunda.

Anne? Anne! Molly, kendisini rahatlatmaya çalışan Celia’nın kolları arasında kurtulmak için çabalıyordu. Anne! diye haykırdı. Hannah bileğindeki elden kurtulmaya çalıştı, gerçekten direniyordu. Bırak gideyim! Molly çok korktu! Dük gitmesine izin vermedi. Molly kaçarak gelip bacaklarına yapıştığında, Hannah çaresizce ileri doğru atıldı, dükün göğsüne çarptı. Hannah ürkek bir haykırışla içgüdüsel olarak omuzlarını yakalayınca, Marcus da onu sıkı sıkı tuttu. Yere öbek halinde yığılıp kaldılar, Molly kıvrıla kıvrıla ilerleyip Hannah’nın kolları arasına daldı. Her şeyi unutan Hannah kızını göğsüne bastırdı ve kulağına sakinleştirici bir şarkı mırıldandı. Molly’nin hıçkırıkları sonunda kesildiğinde, yavaş yavaş dükün kucağında oturduğunu, onun göğsüne yaslandığını, adamın elinin de o küçücük sırtta durduğunu fark etti. Molly’nin kolları boynuna sıkı sıkı sarılıydı ve birkaç küçük hıçkırık dışında, koridor tamamen sessizdi. Kafasını kaldırdı. Celia ellerini dudaklarına bastırmıştı, gözleri dehşetle fal taşı gibi açıktı. Annesi şaşırmış görünüyordu, hatta kahyanın ağzı bile açık kalmıştı. Ve dük... Hannah ona bakmaya cesaret dahi edemiyordu; kızgın bakışları hissedilecek derecede yakıcıydı. Bozum olmuş bir halde güçlükle ayağa kalktı, Molly hala kollarındaydı. Küçük bir itelemenin haricinde, dük hiçbir şey söylemedi ve ona yardımcı olacak hiçbir şey yapmadı. I lannah dudaklarını ıslattı. Bir hata oldu. Celia öne doğru atıldı. Oh, hayır! diye itiraz etti, gözleri ışıl ışıldı. Hata benim. Çok üzgünüm, Molly’yi korkutmak istememiştim, sadece çok heyecanlıydım! Canınız yanmadı, öyle değil mi? Endişeli gözleri Hannah ve Molly üzerinde dolaştı. 83 Yavaşça ayağa kalkarken erkek kardeşine dönerek, Çok özür dilerim Marcus, dedi. Dük, rencide olmuş ancak bunu kabullenmeyen birisinin gergin ses tonuyla, Sorun değil Celia, dedi. Sanıyorum kimsenin canı yanmadı, öyle değil mi? Hiddetli bakışları Hannah’ya odaklandı. O zaman umarım bizim kusurumuza bakmazsınız. Ziyaretiniz çok beklenmedikti, biz de tam bugün çözüme kavuşturulması gereken birtakım düzenlemeleri tartışıyorduk. Hannah itiraz etmek için ağzını açtı ama karşısındaki iki bayan bu tür davranışlara alışkın gibi görünüyorlardı, başlarını sallayarak onayladılar. Molly yere indi, hala burnunu çekiyordu, Celia’nın yere düşen Missy’sini vermesine izin verdi. Bu kez dük Hannah’nm kolunu tuttu, hem de çok sıkı ve onu yakındaki bir odaya soktu. Bir an için öfkesi uçup gitmiş gibiydi. Tek elini koyu renkli saçları arasından geçirdi ve bahçeye tepeden bakan büyük pencerelere doğru ilerleyerek alçak sesle küfretti. Hannah, her şeyi tekrar uygun bir zemine oturtmak için, daha sert bir ses tonu kullanmayı denemeye karar verdi. Sanıyorum ortada yanlış anlama olduğunu herkese açıklamak zaruri bir hal aldı. Marcus arkasına döndü, surat ifadesi sertti. Olanlar dikkate alınırsa hanımefendi, buna inanılacağından şüphedeyim. Birer birer saymak için parmaklarını havaya kaldırdı. Birincisi, evlilik kaydında benim adım var, benim senin evlendiğin adam olduğuma yemin etmeye gönüllü bir papazın yürüttüğü törende, benimkinden ayırt edilemez bir el yazısıyla imzalanmış. İkincisi, London Times’ûa evlendiğimize dair bir bildiri var, benim el yazımla, benim kullandığım mektup kağıdı ve zarfla gönderildiğinden ise en ufak bir şüphem yok. Üçüncüsü, David’den gelen bir mektup var -Hannah’nın daha önce okuduğuna şahit olduğu buruşturul84 muş mektubu çekip çıkarttı- bizim sözde ‘hızlı aşkımızın’ detaylarını dayanılmaz bir detayda, Rosalind ve Celia’nın bayılacağı tarzda aktarıyor. Kendi gözleriyle görmek için buraya geldiklerinde, tıpkı David’in seni betimlediği gibi kar-şılarındaydın. Hannah, Marcus’un dudaklarından dökülen kelimelerin şokuyla irkilirken, o da aniden pencereye doğru döndü. Şu durumda, olanları yanlış anlayan biri varsa o da benim, diye homurdandı. Hannah, Pekala, artık bunun kökünden düzeltilmesi gerekli, diye itiraz etti. Marcus omuzunun üzerinden geriye esrarlı bir bakış attı. Gerçek etrafa yayılsın mı istiyorsun? Benim böyle bir arzum yok.

Hannah, Elimizde başka ne tür bir seçenek var ki? diye haykırdı. İkimiz de çok acımasız bir eşek şakasının kurbanlarıyız ve hiç kimse de doğruyu aktardığımız için bizi hor görmeyecektir. Marcus sabırsızca iç çekti. Hiç de o kadar basit değil. Hannah kaşlarını kaldırdı. Oh, öyle mi? Arkasına döndü ve hızlı adımlarla koridora çıktı. Çok üzgünüm hanımefendi, Bayan Reece, ama ortada bir yanlış anlama var. Dük ve ben gerçekten evli değiliz. Gözünün kenarından onun arkasında, kapı ağzında dikildiğini fark etti. Sert bakışları üzerine kenetlenmişti. Hannah, gözlerinde 'görüyor musun, ne kadar kolaymış’ diyen kendini beğenmiş bir ifadeyle, kafasını ona doğru eğdi. Şaşkınlıktan kaynaklı kısa bir sessizliğinin ardından Celia soluklandı. Tabii ki! O haklı Anne, sadece basit bir kasaba kilisesi töreni yapıldı. Burada, sosyetenin önünde, gerçek bir düğün düzenlenmeli. Aman Tanrım, sence bu sezona bir şey ıvarlayabilir miyiz? Bir ayı çoktan geçti bile! Hannah kafasını salladı. Hayır, söylemek istediğim kesinlikle bu değildi. 85 Celia koşturarak koluna hafifçe vurdu. Hey, sorun değil! Doğrusunu söylemek gerekirse bu çok hoşumuza gider! Annemin Marcus’un hiç evlenmeyeceğinden ne kadar korktuğunu bilemezsin. Anne, sence elbisesi mavi mi olmalı? Gözleriyle inanılmaz derecede uyuşacaktır. Hannah telaş içerisinde, Ben mavi bir elbise istemiyorum, dedi. Hatta elbise de istemiyorum. Celia’nın annesi güldü. Çok hoşsun tatlım, sakın Marcus’un sana zorbalık etmesine izin verme! O hiçbir masraftan kaçınmamalı; Celia haklı, düzgün bir düğün yapılmalı. Marcus, hemen kiliseye haber yolla. Marcus, Hannah düğün istemiyor, dedi ve Hannah ismi onun dudaklarından dökülürken irkildi. Hızla ona doğru döndü ve Marcus da sanki ‘o kadar da basit değilmiş, öyle değil mi?’ dermişçesine tek kaşını havaya kaldırdı. İkimizi de hazırlıksız yakaladın Rosalind. Belki de seyahatinizin ardından dinlenmek istersiniz? Celia ve annesi hemfikir oldular. Hannah dudaklarını birbirine bastırdı. Yüksek sesle, Burada kalmayacağım, dedi. Ve bu adamla da evlenmeyeceğim! Rosalind kolunu Hannah’ya dolayarak iç çekti. Haydi ama tatlım, Marcus o kadar da kötü biri değildir. Öfkelendiğinde hemen parladığını ve kaşlarını çattığını biliyorum, ama bunun seni kandırmasına izin vermemelisin. Onunla aslında neden evlendiğini sorgula. Herkes sabırsızlıkla, düelloya başlayacak iki düşman gibi birbirleriyle karşı karşıya duran Hannah’ya ve düke bakarken kısa bir süre geçti. Rosalind apar topar düke döndü. Marcus, orada bir salak gibi dikilme. Onu ikna etmek için bir şeyler söyle. Marcus soğuk bir ses tonuyla, Söyleyecek hiçbir şeyim yok, dedi. Gitmek istiyorsa, bırakın gitsin. Marcus! Bunu nasıl yaparsın! 86 Teşekkürler Hannah ona baktı. Her şey bir yana, o an orada bulunmak kendi hatası değil, Marcus’un hatasıydı. Şimdi de o Hannah’nın bir budala gibi görünmesine sebep oluyordu. Annesinin sesi yükselince Molly ağlamaya başladı. Çocuğunu rahatlatmak için yere çömeldi. Kesinlikle gidiyorum! Molly’nin elini tutarak kapıya doğru yürüdü. Kahyanın meraklı gözleri Hannah’nm öfkeli bakışlarından omuzlarının arkasındaki diğer bir noktaya, yani düke kaydı. Hannah bunu umursamadı; kapıyı bizzat kendi elleriyle kırmak ve valizler sırtında Middleborough’ya yürümek zorunda kalsa dahi oradan ayrılacaktı. Oh, Hannah, bekle! Gidemezsin! Celia kendisini kapının önüne attı. Gitme, lütfen! Hannah, Onun ne dediğini işittiniz, diye karşılık verdi. Gitmek istiyorum ve o da beni durdurmayacak. Rosalind ilerleyerek kızının yanma gelip, Kesinlikle haklısın, diye hemfikir oldu. Marcus’un nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu bilmiyorum ama onun çocukluktan beri içinde bir tür zalimlik barındırdığını bilmelisin. David’e pek benzemez, biraz haddini bilmez bir yapısı vardır. Dikkate almamalısın. Hannah’ya iki çift mavi göz gülümsedi, bunlardan teki heyecandan, diğeri ise inattan ışıl ışıldı. Hannah, büyük bir şaşkınlıkla, bir romantik ile çöpçatanın kontrolüne girdiğini fark etti. Eğer şimdi çekip gitmezse, sonsuza kadar kapana kısılıp orada kalabilirdi. Dükün müdahale edip sert bir dille uyarmasını bekleyerek

omuzunun üzerinde arkasına baktı. Adam bir süre onunla göz göze geldi, bakışları sert ve aşılmazdı. Ardından tek omuzunu hafifçe havaya kaldırdı. Harper, odaları hazırlat. Eminim ki hanımefendiler dinlenip rahatlamak, soğuk bir şeyler içmek isteyeceklerdir. Anne kız arasında muzaffer bir bakışma yaşandı. Uşak devasa valizleri taşımaya başlayarak basamaklara doğru yöneldiler. 87 Onların geçmesine izin verecek şekilde geri çekilen Hannah, hemen arkalarından kapıdan sıvışabileceğim düşündü. Hiç kimse farkına bile varmayacaktı, kendi valizinin geçtiğini görene kadar bekledi. Etrafındaki herkesin inatçı ilgisizliğinden gittikçe bıkan bir tavırla, aniden dönüverdi. Dükü arıyordu. Adam basamakların dibinde dikilmekteydi, bu mermer, helezon şeklinde, koridor etrafından dolanan, çok gösterişli ve güzel bir merdivendi. Bakışları buluştu ve Hannah onun orada kendisini beklediğini fark etti. Diğer iki hanımefendi basamakları tırmanmaktaydılar, konuşuyor ve gülüyorlardı. Hannah, Molly’ nin onların yanında olduğunu şaşkınlık içerisinde fark etti. Yumrukları bedeninin iki yanında sıkılı, merdivene doğru sert adımlarla ilerledi. Dük, Hannah yanından ayaklarını yere vura vura geçip giderken, Birazdan seninle konuşacağız, diye mırıldandı. Hannah ikinci basamakta durdu, ona tepeden baktığı için halinden çok hoşnuttu. Size söyleyecek başka hiçbir şeyim yok. Marcus, yüzünde onun nefret etmeye başladığı kederli bir aşağılama ifadesiyle, gözlerini kapatarak iç çekti. Ne yazık ki benim sana söyleyeceklerim var. Hannah burnundan soluyarak arkasına döndü. Marcus, alçak sesle, Parayı almalıydın, dedi. Hannah ona öldürücü bir bakış attı. İnanın bana, eğer diğer seçeneği bilseydim, kesinlikle alırdım. Celia ve Rosalind’i bulduğu oda olağanüstü denilebilecek derecede güzeldi. O fahişenin pembe döşeli odasını düşündü, en azından bu odaya kıyasla, oldukça zevksizdi. Birincisi, burası kocaman, belki de papaz evi kadar büyüktü. Celia ve Rosalind’in örtülerini büyük bir aceleyle açmaya başladıkları eşyalar, büyük bir özenle hoş, havalı çizgilerde oyulmuş-tu. Duvarlar soluk mavi ipekle kaplıydı, yüksek tavan ise 88 koridorunkinden çok daha olağanüstü bir şekilde boyanmıştı. Celia perdeleri çekip açtığında ve gün ışığı tüm odayı doldurduğunda, Hannah’nın ağzı açık kaldı. Anne! Molly üzeri örtülü bir masanın altından emekleyerek çıktı, gözleri ışıl ışıldı. Ben saklanıyorum! Molly gözden tekrar kaybolurken, Celia’nm attığı kahkaha içeride çınladı. Oh, bu inanılmaz derecede sevimli bir çocuk! Celia, Molly’yi dikizlemek için, masanın diğer tarafında dizlerinin üzerine çöktü. Molly’nin yeni oyun arkadaşından aldığı hazla attığı çığlık tüm sesleri bastırdı. Rosalind şefkatle, Celia’nm o yaşlardaki haline çok benziyor, dedi. Gözleri hariç. Hannah nazikçe oynayarak bir şeyler mırıldandı. Belki de dükün, Molly’nin David’in çocuğu olabileceği varsayımı buradan kaynaklanmıştı. Ama hiçbir şey onun bu soruyu dile getiriş şekli için uygun bir mazeret olamazdı. Rosalind, Marcus’un bu odaları neden hazırlatmadığını bilemiyorum, diye sözlerine devam etti. Bunu hemen hallettirmesini sağlayacağım. Burayı hemen dekore ettirmek isteyecek misin? Hannah’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Bu muhteşem odayı en baştan dekore etmek mi, hem de henüz eşyalar eskimeden? Mümkün olan en kısa zamanda buradan ayrılmayı planlamıyor olsa bile, bunu kesinlikle düşünmezdi. Bence burası bugüne kadar gördüğüm en güzel oda, dedi. Rosalind büyük bir memnuniyetle gülümsedi. Teşekkürler hayatım. Ben de bu maviye bayılıyorum. Hannah, bu ifadede neyin kendisini endişelendirdiğini merak ederek kaşlarını çattı ama tam o sırada uşak içeri valizleriyle birlikte girdi. Hannah’nm iki küçük valizi bu güzel odada pis ve yakışıksız görünüyordu. Molly eteğini çekiştirdi. Anne, bu benim olabilir mi? Celia’nın yukarı taşıdığı hediye kutusunu işaret etti. Hannah derin bir nefes aldı. 89

İçinden korkunç derecede pahalı olmayan bir şeyin çıkmasını ümit etti. Bu nazik hanımların kutuyu Molly’ye, Hannah’nın dükün karısı olduğuna inanma yanılgısına düşerek vermelerine göz yumamazdı. Molly, Bayan Celia’nın bunu sana getirmesi çok büyük bir nezaket, fakat... Molly’nin suratı, tıpkı Celia’nınki gibi, o kadar endişe ve umut doluydu ki, Hannah tereddüt etti. Rosalind omuzuna dokundu. Hannah. Marcus’la aranızda ne tür bir anlaşmazlık olursa olsun, bu Celia’nm Molly’ye aldığı hediyeyi etkilemez. Biz onun bunu almasını istiyoruz. Daha fazla itiraz çok kaba kaçacaktı; Hannah daha şimdiden gereğinden fazla kabalık yaptığından korkuyordu. Bozguna uğramış bir halde Molly’ye başını sallayarak onay verdi. Molly’nin suratı tıpkı bir mum gibi aydınlandı ve odanın karşısına, kutuya doğru koşturdu. Celia en az kutunun kağıdını yırtarak açan Molly kadar heyecanlı görünüyordu. Bu yüzü ve elleri porselen bir oyuncak bebekti. Saçları uzun altın rengi lüleler halinde omuzundan aşağı dökülüyordu, Molly’nin saçlarından sadece bir ton daha açıktı, boyanmış gözleri ise kahverengiydi. Hannah kızının kendinden geçmiş bir halde, büyük bir beğeniyle güzel bebeğe bakışını seyretti. Celia bebeğin kolları ve bacaklarını oynattı, ardından tıpkı bebeğin üzerindeki pembe saten elbise kadar güzel birkaç elbise çıkarttı. Rosalind, Celia hep küçük bir kız kardeş istemiştir, diye mırıldandı. Molly’yle tanışmayı büyük bir heyecanla bekliyordu, Umarım davetsiz ziyaretimiz için bizi affedersin. Hannah başını iki yana salladı. Affetmek de ne demek. Ben... Asıl ben sizden özür dilemeliyim. Bu çok güzel ve cömert bir hediye ama yaşananlar, yani, sizin dük ve benim aramdaki olayları yanlış anlamanızı istemiyorum. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. 90 Rosalind’in gülümsemesi çok cana yakındı. Hiçbir zaman öyle değildir hayatım. Ama David bize senin olağanüstü zeki bir kadın olduğunu ve Marcus’a mükemmel derecede uyduğunu yazdı. 0 kendi bildiğini okumaya alışkındır ve hayatı boyunca herkes onun isteklerine boyun eğmiştir. Sen güçlü olmalı ve ona karşı direnmelisin, çünkü onun ihtiyaç duyduğu şey temelde bu. Hannah zekasına dair dile getirilen ifadeye hafifçe gülümsedi. Eğer gerçekten zeki olsaydı, David’in yalanlarını fark eder ve kendisini bu karmaşanın içerisinde bulmazdı. Ama Rosalind tek bir konuda haklıydı: Düke karşı kesinlikle direnecekti. Marcus onun donuk gri elbisesi bacaklarına sürtünerek yanından geçişini, merdivenleri tırmanışını ve süitine doğru ilerleyişini seyretti. Harper yakın bir mesafede verilecek emirleri bekleyerek dikiliyordu. Marcus herhangi bir şey söylemedi. Allah belanı versin David. Bir yandan bir papaz karısını onun kucağına atmış -çocuklu olması da vurgulanması gereken çarpıcı bir noktaydı- diğer yandan da Marcus’u sadece Londra sosyetesi önünde aptal konumuna düşürmüş ve üvey annesiyle kız kardeşini başka şartlar altında kesinlikle inanmayacakları bir masalla kandırmıştı. David bir papaz karısıyla nerede karşılaşmış olabilirdi ki? Marcus, David’in bu tür bir kadından çığlıklar atarak kaçacağına yemin edebilirdi. Ama işte Hannah oradaydı ve onu doğruları söylemeye teşvik ediyordu. Ne yazık ki gerçekler Marcus’un gerçekten sevdiği kişilerin kalplerini kıracak türdendi ve o bunu yapmak istemiyordu. Arzu etmemesine rağmen, Harper’a çeşitli emirler yağdırdı. Marcus istem dışı bir şeyler yapmaktan nefret ederdi ve kahya daha koşturarak uzaklaşır uzaklaşmaz, zihninde içinde bulunduğu durumu evire çevire değerlendirmeye, bunu kendi yararına kullanma yollarını aramaya başladı. 91 Eğer Preston adlı kadın orada kalırsa, onu karısı olarak kabullenmek, desteklemek, giydirmek, ona iyi davranmak zorunda kalacaktı. Aynı zamanda Hannah’nm Celia’ya kız kardeşi kadar benzeyen bir de kızı vardı; Marcus bu rastlantıdan kaynaklanacak dedikoduların başlarını ne kadar ağrıtacağını biliyordu. Bu evde üç kadın ve bir çocukla birlikte olmak en kibar tabiriyle can sıkıcı olacaktı, ama eğer isterse evden uzakta daha çok zaman geçirebilir, araştırmalarını sürdürebilir ve sıkıntılarla üzüntülerden kaçınabilirdi.

Eğer Preston adlı kadın giderse, bunun sebebini Celia ve Rosalind’e açıklamak zorunda kalacaktı. Biraz önce gördükleri hesaba katılırsa, onlar anlatılacakları kolayca kabullenme-yeceklerdi. Eğer Bayan Preston kartlarını doğru oynarsa, kısa süre içerisinde bu ailede iki sadık müttefik kazanacaktı. Marcus kaşlarını hafifçe çattı. Her ne kadar bundan hoşlanmasa da, belki de onun burada kalmasına izin vermek en iyisi olacaktı. Hannah Rosalind’in dikkatini başka yöne çekecekti, ki üvey annesinin hatırı sayılır enerjisini karı koca arasındaki anlaşmazlığı onarmaya harcaması muhtemelen tercih edilir bir durumdu. Marcus en fazla onun iyi niyetine ve istenmeyen çöpçatanlığına katlanmak zorunda kalır, en kötü ihtimalle de, gerçeği keşfedebilirdi. İç çekti. Ne gariptir ki, üvey annesi ve kız kardeşine yalan söylemek, David'in Bayan Preston’u Londra’ya sırf onu rahatsız edip utandırmak için getirdiği gerçeğini saklamak ona çok daha kolay gelmişti. En azından sansasyon yatışana, onu hem zihninden hem de gözlerden uzaklaştırıp atana kadar. İşte bundan sonra, David’le alakalı kargaşa sonlanınca Rosalind’le ilgilenebilirdi. Kendi kendine, her ne kadar David’in kıçını kurtarmak her geçen gün daha da zor bir hal alıyor olsa da, bunun çok daha önemli olduğunu hatırlattı. Yukarıya, süitine çıktı. Yan kapıdan mırıldanan tanımadık kadın sesleri geliyordu. Marcus onları uyarmak için kapıyı 92 ııklattı ve ardından da iteleyip açtı. Üç kadın ona doğru döndü. Dördüncüsü yatakta zıplamaktaydı ancak annesinin rahatsız bakışlarıyla birlikte hemen aşağı atladı. Marcus karısı olarak kalmasına karar verdiği kadını kısa bir an için inceledi. Gri elbisesi burada, uçuk mavi odada, her ne kadar hala itici olsa da, göze o kadar da donuk görünmüyordu. Elbisenin uzun kapalı kolları vardı, resmi bir l arzda boyundan düğmeliydi. Koyu renk saçlarının lüle lüle hitamları topuzdan kurtulmuş, yüzünü çevreliyor ve ensesine sürtünüyordu. Gözleri ise öfkeli parlaklıklarını birazcık kaybetmişti. Kızını omuzlarından tutarak Marcus’a doğru döndüğünde, yüzüne hafif tereddütlü bir gölge yerleşti. Rosalind, kapıya doğru hareketlenerek, Lütfen sana yardımcı olabileceğimiz herhangi bir konu olursa, bize söyle, dedi. Celia da onu takip etti. Marcus küçük kızın gözlerinin onu takip ettiğini gördü. Celia kapı ağzında döndü. Hannah, Molly’nin benimle birlikte gelerek etrafı biraz gezmesine izin verir misin? Sadece birazcık. Çocuk, annesinin yanıtını beklemeden, gözleri parlayan Celia’ya doğru koşturdu. Kızı Celia’nm elini kocaman bir gülümsemeyle tutunca bayan Preston’un soğukkanlılığı tekrar büyük bir yara aldı una küçük kız arkasına dönüp el sallayınca sadece gülümse-ınekle yetindi. Celia kapıyı arkalarından kapatırken, Hoşçakal Anne, diye haykırdı. Sonunda sözüm ona karısı olan kadınla yalnız kalan Marcus, zorlama gülümsemenin onun suratından yavaşça silinip kayboluşunu seyretti. Hannah derin bir nefes aldı, omuzlarını dikleştirdi ve ona doğru döndü. Bunun ne kadar daha bu şekilde devam etmesine izin vereceksiniz? Hannah hayal kırıklığına artık engel olamıyordu. Eğer onlara bir anda söylemiş olsaydınız, tatsızlık şimdiye kadar çoktan geride kalmış olurdu ve ben de evime geri dönebilirdim. Marcus hiçbir şey söylemedi, sadece kapının yanında olduğu yerde öylece kaldı. Hannah yorgundu, açtı, Molly tarafından beklenmedik bir şekilde terk edilmenin şaşkınlığını yaşıyordu, hazırlıksız yakalanmıştı, ayrıca kaba, aristokrat düke karşı sabrının da sonuna gelmişti. Dürüst ve samimi olmak için elinden geleni kesinlikle yapmıştı. Marcus ise, her ne kadar Hannah bunun onun da yararına olacağını düşünmüş olsa da, ona yardımcı olacak hiçbir şey yapmamıştı. Benim buradan iki yüz kilometre uzakta olmamı dileyen birisi olarak, her şeyi rayına koymak konusunda utanç verici bir başarı sergiliyorsunuz. Bana senin Londra’da kalman daha avantajlı olacak gibi geliyor. Marcus kapıdan uzaklaştı, elleri arkasında kenetliydi. Birincisi ve en önemlisi, bu ikimiz açısından da yaşayacağımız utancı olabildiğince engelleyecek. İtiraz etmeden önce, o tuhaf küçük kasabana iki haftadan daha kısa bir süre sonra tek başına

ve bekar bir halde dönmen nasıl karşılanacak, bir an için düşün. David’in alçak bir adam olarak damgalanacağı kesin, ancak senin bu işten yara almadan kurtulacağından şüphedeyim. Bana gelince, bir eşim olduğunu kabullenmenin erkek kardeşimi sırf beni utandırmak için bir kadını oyuna getirip evlenen bir düzenbaz ve yalancı olarak isimlendirmekten daha az sakınca taşıdığını itiraf ediyorum. Ne yazık ki, her ne kadar yıllardır yapmamış olsa da, David benim davranışlarımı ve el yazımı kolayca taklit edebiliyor. Dolayısıyla onun suçlu olduğuna inanmayan çok sayıda kişi olacaktır. Kendimi aceleyle yapılmış bir evlilikten kurtarma girişimim herkese bencilce bir yaklaşımmış gibi görünecektir. Hannah inanmaz bir tavırla, Bu yalanı sürdürmeyi gerçekten istiyor olamazsınız, dedi. Marcus kısa bir kahkaha attı. Sonsuza kadar değil, sana söz veriyorum. Bir ay gibi bir süre yeterli olacaktır. Bundan 94 sonra senin geldiğin yere geri döndüğünü görmek beni çok memnun edecektir. Hannah, buz gibi bir ses tonuyla, Korkarım sizi anlamıyorum efendim, dedi. Neden bir ay beklensin ki? Hemen bugün buradan ayrılabilsem çok memnun olacağım. Marcus pencereden ona doğru döndü. Evliliği yok saymak niyetinde değilim. Hannah, büyük bir öfkeyle, Ortada evlilik diye bir şey yok, dedi. Beni burada tutamazsınız! Marcus ona alaycı bir ifadeyle baktı. Gitmene yardımcı olmayacağım. Hannah dudaklarını birbirine bastırdı. Cümlenin gerisine devam etmesine gerek yoktu. Herkes onun dükün karısı olduğunu düşündüğünden, ona yardımcı olabilecek başka kimse de yoktu. Orada, bırakın bir ayı, bir gün dahi yaşamak istemiyordu. Herkes birkaç saat içerisinde bizim evli olmadığımızı anlayacak. 0 zaman onlara ne söyleyeceksiniz? Marcus tek omuzunu havaya kaldırdı. Onlara evli olduğumuzu söyledim bile; neden birisi çıkıp bundan şüphe duysun ki? Hannah, Çünkü biz birbirimizi tanımıyoruz, diye haykırdı. Birisi bunu fark edecektir! David bunun icabına çoktan baktı. Ona doğru ilerlemeyi' başladı, Hannah neredeyse geriye bir adım kaçacaktı. Kosalind ve Celia’ya birbirimize daha ilk görüşte aşık olduğumuzu söyledi. İki insan bir ya da iki hafta içerisinde ne kadar birbirlerini tanırlar ki? İnsanlar bunun farkına varabilirler mıa garip karşılamayacaklardır. Hannah kuşkuyla, Siz çılgınsınız, dedi. Neden bu insanlara doğruyu aktarmaktan daha kolay olsun ki? Marcus kafasını eğerek Hannah’ya soğuk soğuk baktı, İleri hala arkasında kenetliydi. Celia ve Rosalind’e gerçeği soylemek istemiyorum. 95 Bunun hoş olmayacağını biliyorum fakat... Marcus, Onlar David’e tapıyorlar, diye araya girdi. O, kadınların sevgisini kazanmakta çok iyidir ve her ne kadar bu sorgulanabilir bir yetenek olsa da, ben onların kalplerini kırmak istemiyorum. Hannah sustu. Bu üzerinde tartışılması zor bir konuydu. Dükün birilerine bu türden şefkat yüklü hisler besleyebileceğine inanmakta zorlanıyordu, ama Marcus aşağıda kız kardeşine karşı da çok nazik davranmıştı. Kendisi de Rosalind ve Celia’dan hoşlanmıştı ve David’in ne kadar kötü bir şey yaptığını öğrenmek ikisi açısından da kesinlikle büyük bir darbe olacaktı. Hannah, biraz daha nazik bir ses tonuyla, O zaman suçu ben üstüme alacağım, dedi. Onlara evimi özlediğimi söyleyeceğim ya da maymun iştahlı olduğumu veya buna benzer başka bir şey bulacağım. Sizi onları korumak istediğiniz için suçlayamam, ama ben de onlara bir ay süreyle yalan söyleyemem. O zaman ben söylerim. Hannah’nın etrafından dolandı ve girdiği kapıya doğru yöneldi. Bu onların hislerini nasıl koruyacak? Hannah onu peşi sıra takip etti, her zamankinden daha öfkeliydi. Düke dair hissettiği bir anlık sempati o an kayboldu; belki ailesine saygı duyuyordu ama Hannah’nm hislerini ya da fikirlerini dikkate dahi almadığı kesindi. Peki, David’in ikimizi de kandırdığından ziyade karınızın sizi çok soğuk ve duygusuz bulduğu için terk ettiğini düşünmelerini mi tercih edersiniz?

Dükün gülümseyişi buz gibiydi. İkincisine birincisinden çok daha çabuk inanacaklardır. Pekala, fakat... Hannah karşılık vermek için bekledi. Bu nasıl bir mantıktı? Sizin evli olduğunuzu düşünmekten çok memnun görünüyorlar. Evli olmadığınızı ve onlara yalan söylediğinizi öğrendiklerinde hayal kırıklığına uğramayacaklar mı? 96 Öyle olacağından hiç şüphe yok. Dük kapıyı açtı ve arkasına baktı. Burası benim soyunma odam. Eğer bir sebepten dolayı içeri girmen gerekirse, mutlaka kapıyı tıklat. Hannah öfkeyle gerildi ve dük kapıyı onun yüzüne kapattı. Hannah, alçak sesle, Alçak herif! dedi, kapıdan uzaklaştı. Onun soyunma odasına girmek için ne tür bir sebebi... donup kaldı. Soyunma odası mı? O zaman bu oda da... düşesin odası olmalıydı. Etrafına, ardından da kapıya dehşet içerisinde bir kez daha baktı. Üzerinde kilit olmadığı kesindi. Doğal olarak Celia ve Rosalind, eğer dükün karısıysa, diye düşünmüşlerdi... Ama değildi ve Marcus’un onun öyleymiş gibi davranmasını neden istediğini de anlayamıyordu. Celia ve Rosalind’in bugün hissedebilecekleri herhangi bir incinmenin, gerçekleri hiçbir zaman öğrenmeseler ve sadece evliliğin dağılıp gittiğini düşünseler bile, ilerleyen günlerde on katma çıkacağından emindi. Dükün söylediklerinden suçun onun üzerine atılacağı açıktı. Peki bu da onların kalbini en az gerçekler kadar kırmayacak mıydı? Hannah onun, David’i kurtarmak uğruna, kendini kurban ettiğini fark etti. 97 Bölüm 6 Hannah’nın ilk eğilimi her şeyi bırakıp çekip gitmekti. Temkinli bir şekilde koridora çıktı, kendisine bir araba çağırmak, kızını ve valizlerini almak ve gitmek niyetindeydi. Dük ona gitmesine yardımcı olmayacağını söylemişti ama onun zaten böyle bir yardıma ihtiyacı yoktu ki. Ancak o henüz basamaklara ulaşmadan, saray mensubunu andıran, ancak hizmetkardan öte bir şey olmayan bir adam beliriverdi ve ona nasıl yardımcı olabileceğini sordu. Hannah tereddüt etti. Belki de, sadece bir araba çağrılmasına ihtiyaç duyduğunu söyleseydi, adam bunu yapacaktı. Eğer onun düşes olduğunu düşünüyorlarsa, ona itaat etmek zorundaydılar, öyle değil mi? Ama Hannah’nın artık bunu yapmaya cesareti yoktu. Ayrıca adamın başının dükle -büyük olasılıkla o en ufak bir şey yüzünden insanları işten atabilecek birisiydi- belaya girmesini de istemiyordu. Dolayısıyla sadece başını olumsuz manada sallamakla yetindi ve odaya gerisingeri girmek zorunda kaldı. Güzel, mavi odaya kapanmış halde, öfkesini yatıştırmaya ve düşünmeye çalıştı. Dük her ne demiş olursa olsun, oradan ne kadar erken ayrılırsa o kadar iyi olacaktı. Her ne kadar Marcus onun ne düşündüğünü umursamıyor gibi görünse de, Hannah oıııııı düşüncelerinin kendisini endişelendirmemesi gerekliğine karar verdi. Öylece çekip gidecekti, o da olan biteni üvey annesi ve kız kardeşine anlatmak için nasıl istiyorsa 98 öyle bir hikaye uydurabilirdi. Ama nasıl gidecekti? Parmaklarını alnına bastırdı. Sahip olduğu her şey kapının yanındaki iki küçük ama ağır valize sığdırılmıştı. Hiç kimsenin dikkatini çekmeden ve durdurulmadan bunları aşağıya ve ardından da sokağa nasıl taşıyacağını bilmiyordu, liiraz kafa patlattı; eğer ikna edici bir hikayesi, bir sebebi olursa, birisinin ona yardım edeceği kesindi. Ama ne demeliydi? O an Sarah’mn hayal gücünün bir kısmına sahip olabilmeyi diledi. Bir süre sonra kapı açıldığında, daha henüz çözüm yolu bulamamıştı. Hannah hızla arkasına döndü, gelenin Molly olduğunu görünce rahatladı. Sonra Molly’nin arkasından Celia Reece içeri girdi. Hannah tekrar garip bir ruh haline büründü. Küçük kız onu gördüğüne çok sevinmiş görünüyordu, güzel yüzü ışıl ışıldı. Hannah da rahatsız bir şekilde gülümseyerek karşılık verdi. Anne! Molly ona doğru koştu ve Hannah da içgüdüsel olarak onu tutup havaya kaldırdı. Celia bana ayna kaplı bir oda gösterdi Anne! Kocaman, neredeyse tavana kadar uzanan, devasa aynalar! Bana orada dans

edeceğimizi ve benim yeni bir elbisem olabileceğini söyledi. Olabilir mi Anne? Bu sen evlenirken giydiğim elbiseden daha mı güzel? Oh, Molly! Hannah biraz yüksek bir sesle haykırdı. Bunu Molly’ye açıklamaya henüz pek hazır değildi, en azından ne yapacağına karar verene kadar. Sabırlı ol. Sen bu kadar heye-< anlanmadan önce, gidip yeni bir elbiseye ihtiyacının olup olmadığına bakmalıyız. Ya şu nezaket kurallarına ne oldu? diye fısıltıyla ekledi. Molly omuzunun üzerinden arkasına baktı. Teşekkürler Celia Hala. Hannah, Celia mutlu bir şekilde, Hiç önemli değil Molly, karşılığını verirken, hitapta kullanılan terimden dolayı gözlerini kapattı. Celia sözlerine devam ederken ise tekrar 99 açtı. Hannah, Annem bizimle çay içmek isteyip istemediğini bilmek istiyor. Yaptığın seyahatin ardından aç olmalısın. Molly ümitle gülümseyerek Hannah’nın kolları arasında zıpladı. Hannah’nın omuzları çöktü. Telaş içerisinde Molly’yi yere indirdi, düşünceliydi. Düşesle bir çay! Başına böyle bir şey geleceğini kim bilebilirdi? Düşes her ne kadar tatlı birisi gibi görünse de, Hannah böyle bir şeyden haz almayı nasıl başarabileceğini bilemedi, tabii eğer... Eğer bu fırsatı her şey daha da arapsaçına dönmeden değerlendiremezse. Dük, üvey annesiyle kız kardeşini kırmak istemiyordu. Hannah’nın da, dük açısından olmasa bile Rosalind ve Celia’nın iyiliği için, buna saygısı sonsuzdu. Marcus onlara yalan söylemekte bir sakınca görmüyordu. Hatta onu bile aynısını yapmak yönünde cesaretlendirmişti. Yüzünde amansız bir gülümseme belirdi. Pekala, o zaman, o da onlara yalan söyleyecekti, ama dükün ondan yapmasını beklediği tarzda değil: Dikleşip Molly’nin elini tutarak, Çay harika olur, dedi. Teşekkürler. Celia’nın suratı aydınlandı. Annem terasta gerekli düzenlemeleri çoktan yaptı bile. Gidelim mi? Hannah başıyla onayladı ve Celia’yı takip ederek dışarı çıktılar. Evde yürürlerken, Hannah ağzının şaşkınlık içerisinde tekrar açılmasına zar zor engel oldu. Etraf rüyalarında görmediği kadar muhteşemdi. Gazetelerde Prens Regent tarafından verilen büyük eğlenceler ve akşam yemekleri ile Carlton Malikanesi’ndeki zengin eşyalar hakkında çok sayıda hikaye okumuştu, burasının da en az orası kadar muhteşem olduğu kesindi. Yerler mermerdi, halılar kalındı, pencereler uzun ve bir kristal kadar renksizdi. Her şey pırıl pırıl, tertemizdi. Hatta önlerinden geçerken reverans yapıp eğilen hizmetkarlar bile. Hannah kendisini yine çok basit ve fakir hissetti ama başını dik tuttu ve söyleyeceklerini kafasında toparlamaya çalıştı. 100 İşte buradasınız. Terasa çıktıklarında, Rosalind muhteşem bir gülümsemeyle onları karşılamaya geldi. Hannah’nm ellerini avucuna aldı. Hava çok güzel olduğu için burada oturabileceğimizi düşündüm. Ayrıca, biz bir aileyiz. Resmi davranmaya ihtiyacımız yok. Hannah’nm yapabildiği tek şey nazik bir tavırla mırıldanmak oldu. Birden bire David’in kendisini kandırmış olmaması ve gerçekten evlenmiş olmaları durumunda, kayınvalidesinin yine Rosalind, kız kardeşinin de Celia olacağını fark etti. O /aman onların gösterdikleri nezaketin tümünü kabullenebilir ve kendisini ailenin bir parçası olarak adlandırmaktan haz alabilirdi. Ama David’e ve kahrolası erkek kardeşine şükürler olsun ki, bunu yapamamıştı. Ve Molly! Rosalind Molly’nin gözlerine bakabilmek için » ğildi. Yüksek tonlu bir fısıltıyla, Celia sana gizli geçidi gös-lerdi mi? diye sordu. Molly’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Terasa vardıklarında parmağını ağzına sokmuştu, bu onun Hannah’nın fark ettiği kadar çok korktuğunun bir göstergesiydi. Kafasını sessizce salladı. Çaydan sonra, ondan bunu yapmasını istemelisin. Bu ev değişik değişik gizli dolaplarla da dolu. Celia senin yaşındayken bunları bulmaktan büyük bir zevk alırdı. Celia güldü. Evet ve David de her zaman beni bir gün bir yere sıkışıp kalacağımı söyleyerek kızdırırdı. Molly parmağını ağzından çıkarttı. Hafif bir sesle, Peki, hiç sıkıştın mı? diye sordu.

Rosalind gülerken Celia suratını buruşturdu. Evet. Eğer Marcus gelip beni bulmasaydı ve çekip çıkartmasaydı, şu anda hala orada olurdum. Rosalind, gülümseyerek, Marcus onu herkesten çabuk özlerdi, dedi. Celia’yı kütüphanedeki gizli bir dolapta bulana kadar evi baştan aşağı aramıştı. 101 Pekala, bu kadar yeter Anne. Celia gözlerini yuvarladı. Çay içelim mi? Ben çok acıktım. Evet, tabii. Rosalind onları üzerine dört kişilik servis açılmış enfes bir masaya götürdü. Hannah şaşkınlığını bir kez daha gizlemek zorunda kalmıştı. Çimenler terastan etrafa mükemmel şekilde kesilmiş bir kadife gibi uzanıyordu. Ortasında bir fıskiye olan büyük bir bahçeyle karşı karşıyaydı, yandan nehir akıyor, güneş ışığı altında ışıldıyordu. Burası en az ev kadar muhteşemdi. Sersemlemiş bir halde, kendisini sandalyesine bıraktı. Beğendin mi? Rosalind ona bir fincan çay uzattı. Hannah, gözlerini manzaradan ayıramayarak, Çok çarpıcı, dedi. Tıpkı ev gibi. Ben hayatım boyunca hiç... Asıl amacının hayran kalmak olmadığını anımsayarak aniden sessizleşti. Sandalyesinde hafifçe aşağı kaydı ve çayını karıştırdı. Rosalind, herkese birer fincan çay verdikten sonra, Şimdi Hannah, senden özür dilemeliyim, dedi. Celia ile Molly çoktan kafa kafaya verip kıkırdaşmaya başlamışlardı. David’in mektubunu aldığımızda o kadar heyecanlandık ki, seninle tanışmak için daha fazla bekleyemedik. Ve sen, henüz buraya yerleşemeden, tüm aileyi ağırlamak zorunda kalmamalıydın. Senin bugün geleceğinden haberim dahi yoktu. Umarım bizi affedersin. Hannah çay fincanına doğru, Tabii ki, diye mırıldandı. Neticesinde orada bulunmak kendisinden çok onların hakkıydı. Şimdi... Rosalind masanın karşısına şöyle bir göz atarak ses tonunu alçalttı. Sana yaptığınız evliliğin dualarıma bir tür yanıt olduğunu söylemeliyim. Marcus bana hep hiç evlenmeyeceğini söylerdi, oysa ki bu onun yapması gereken bir şeydi; düşünmesi gereken bir dükalık var. Ve her ne kadar bu evlilik bizi biraz şaşırtmış olsa da, aslında öyle olmamalıydı. Hannah göz ucuyla kadına baktı. Rosalind eğilip ona iyice yaklaştı, mavi gözleri pırıldıyordu. Marcus bir şeyi istediğinde 102 kesinlikle tereddüt yaşamayan türden bir adamdır. Bu muhteşem bir şey değil mi, yani bir erkeğin sana kendini bu kadar isteniyor hissettirmesi? Hannah, eğer bozum olmasaydı, orada yüksek sesle büyük bir kahkaha atardı. Dükün ondan istediği tek bir şey varsa, o da bir an önce oradan çekip gitmesiydi. Hannah bu karışık durumdan bir an önce kurtulmalıydı. İtiraf ediyorum ki, Londra hakkında en ufak bir bilgim yok. Sorun değil. Öğrenebilirsin. Rosalind şeker kaplı menekşelerle süslenmiş küçük keklerin yer aldığı bir tabağı ona doğru uzattı. Hannah’nm ağzı onlara bakarken dahi sulandı. Bir tane aldı ve bu dilinde erirken hazdan neredeyse kendinden geçti. Düşes olmanın birkaç açıdan iyi yönleri olduğu kesindi. Rosalind, Yarın gardırobunu elden geçirir, eksiklikleri gideririz, diye devam etti. Hannah’nın şaşkın bakışları karşısında, Seni rencide etmek istemedim, dedi. David senin bir kasabada büyüdüğünü, şehirde çok az zaman geçirdiğini yazmış. Orada giyim tarzının buradan bir şekilde farklı olduğunu zaten düşünüyordum. Celia, büyük bir istekle, Oh, Anne, ben de alışveriş yapabilir miyim? diye sordu. Hannah’ya döndü. Molly’ye birkaç hediye alabilir miyim? diye fısıldadı. Sadece birkaç tane. Hannah, bu efsanevi alışveriş koşturmacasına katılmayı planlamadığı için, itiraz etmedi. Onların heyecanlarını yatıştırmayı tekrar denedi. Belki de sizinle gelmemeliyim. Düşes olmanın nasıl bir şey olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. Rosalind neşe içerisinde, Düşes olmak harika bir şeydir, diye onu temin etti. Hiç kimse seni eleştirmek istemez, dolayısıyla dilediğin her şekilde davranabilirsin. Celia, Devonshire düşesi tüm erkeklerden daha beter kumar oynuyor, buna rağmen her yere çağrılıyor, diye ekledi. Hiç kimse Marcus’un karısını dışlamaya cesaret edemeyecektir. 103

Annesi, Celia, bu bir dedikodu, diye azarladı. Hannah, sonunda kafasında bir plan oluşturarak, Ben onun dük olduğunu dahi bilmiyordum, dedi. Eğer dükün Hannah’yı kimliği konusunda kandırdığını düşündülerse, onun oradan ayrılma arzusunu da şüphesiz anlarlardı. Tüm bunlardan kesinlikle haberim yoktu. Tek elini, çimeni yeni kesilmiş araziye, etrafına ışık saçan eve, ince porselen tabaklara doğru salladı. O bana hayatına dair hiçbir şey anlatmadı. Bunlar benim alıştıklarımdan çok farklı. Rosalind’in kaşları havaya kalktı. Celia çay fincanını çınlama sesi çıkartacak şekilde masaya bıraktı, gözleri fal taşı gibi açıktı. Hannah dudağını ısırdı ve ihanete uğramış gibi görünmeye çalıştı. Rosalind, Aman Tanrım, diye mırıldandı. Marcus aklını tamamen kaçırmış olmalı. Onun dük olduğundan gerçekten de haberin yok muydu? Hannah kafasını iki yana salladı. Bu Rosalind’in hoşuna gitmiş gibiydi. Gülümsemesi yüzüne iyice yayıldı. Bu senin için ne kadar da hoş bir sürpriz olmuştur. Peki, gerçeği ne zaman fark ettin? Hannah, tedirgin bir tavırla, Ah, pekala, bana bunu o söyledi... yani, ancak Londra’ya ulaştıktan sonra, dedi. Sohbet hiç de yolunda gidiyor gibi görünmüyordu. Her ne kadar kızı annesinin tedirginliğinden tamamen bihaber halde reçel kaplı bir pastaya yumulmuş tek başına yiyor olsa da, Hannah telaşlı bir lıalde, Molly’nin çenesini silmek için ileri doğru uzandı. Celia kıkırdadı, elleri çenesinin altında kenetlenmişti. Annesine dönerek, Oh, inanılmaz derecede aşık olmalı, diye bağırdı. Bir düşünsene, bunu ona evlenene kadar söylememiş! Dükün, bırakın Hannah’yı, herhangi birisine bu kadar aşık olamayacağı düşüncesiyle, Hannah peçetesini fırlatıp bir yana attı. Sert bir ses tonuyla, Bunu bana söylemeliydi, dedi. Onun beni kandırmış olmasından dolayı inanılmaz derecede mutsuzum. Tartıştık. 104 Oh, ama sen bunu bir kompliman olarak düşünmelisin. Marcus genelde mevkisinin farkındadır. Eğer onun sıradan bir beyefendi olduğunu düşünmeni sağladıysa, kendisini fazlasıyla aşağılamış demektir. Bir kadın için bunu yapan adamlara I»ayılırım. Celia kafasını onunla hemfikir olduğunu gösterecek tarzda salladı, gözleri dumanlıydı. Hannah umutsuzluk içerisinde, Bu korkunç bir tartışmaydı, diye devam etti. Onu bir daha affedebilir miyim, bilmiyorum. Onun bu sabah ne kadar soğuk davrandığını görmeliydiniz. Burada kalmamı istemiyor! Bunun üzerine, bu işe nasıl devam edebiliriz, bilmiyorum. Bu korkunç bir hataydı. İşte, oradan gideceği dışında her şeyi söylemişti. Rosalind söylenenleri elini sallayarak es geçti. Marcus başkalarının önünde sevgisini gösteren birisi değildir. Bunu kişisel bir sitem olarak algılamamaksın. Tartışmaya gelince, unutulup gidecektir. Her şeyden önemlisi, Marcus barışı sever. Bunun seni ne kadar üzdüğünü gördüğünde, telafi etmeye çalışacaktır. Şimdi, eğer bu sezon düzgün bir düğün vapmak istiyorsak, bir an önce işe girişmeliyiz. Hannah ayağa fırladı, cesareti kırılmıştı. Hayır, ben... ben bu konuyu daha fazla tartışabileceğimi gerçekten sanmıyorum. Celia, Tabii ki tatlım, dedi. Anne, gerçekten de ilk olarak şu alışveriş işini gerçekleştirmeliyiz. Eğer elbiseleri olmazsa, nasıl etrafta dolaşacak ki? Rosalind hemen hemfikir oldu ve aralarında Hannah’nın gardırobu tamamlanır tamamlanmaz düğün hazırlıklarına girişmeye, hatta belki de onu sosye-leye tanıştırmak için bir balo düzenlemeye karar verdiler. I lannah kafasını önüne eğdi ve her ne kadar oradan nasıl ayrılacağını hala bilmiyor olsa da -bildiği tek şey gideceğiydi-vapılacak düzenlemelerin hiçbir aşamasında orada olmayacağının bilinciyle onların kendisi hakkında konuşmalarına ses ç ıkartmadı. Dükün kendisinden söylemesini istediği yalanlar ile David’in ihanetinin verdiği acıların yanı sıra, Rosalind ve 105 Celia’ya bağlanmanın, ardından da onlardan ayrılmanın kendisini inanılmaz derecede inciteceğinden endişelendi.

Hannah, Molly’nin ellerini masaya dayayıp yanağını da onların üzerine yaslamasını fırsat bildi. Molly, dinlenme zamanın geldi. Ama benim uykum yok Anne. Molly ağzından çıkanları büyük bir esneyişle zayıflattı. Hannah, Rosalind gülümseyip Celia kıkırdarken, ayağa kalktı. Kızını kaldırarak, Lütfen bize izin verir misiniz? diye mırıldandı, ikna etmek maksadıyla, Gizli dolapları biraz uyuduktan sonra keşfedebilirsin, dedi. Molly’nin yüzü o zaman aydınlandı ve Hannah’yla birlikte eve girerken Celia ve Rosalind’e el salladı. Anne? Molly, Hannah’nın göğsüne kıvrılıp sokulmuştu, küçük vücudu annesinin kollarında her zamanki o tanıdık ağırlığı oluşturmuştu. Evet tatlım? Terasa nasıl geldiklerini anımsamaya çalıştı. Oradaki merdivenleri görebiliyordu... Artık burada mı yaşayacağız? Hannah, merdivenleri tırmanırken, Molly’nin sorusunu yanıtlamadı. Bu konuda Molly’ye ne demeliydi? Molly Hannah’nın evlendiğini düşündüğü kişinin dük değil David olduğunu düşündüğünü ima ettikten sonra, ona bir şeyler söylemek zorundaydı. Ama Molly’yi anlayabileceğinin ötesinde bir şeylerle rahatsız etmek de istemiyordu. Hayır, dedi. Sadece ziyaret için buradayız. Oh! Valizlerin durduğu odaya vardılar ve Hannah kapıyı iteleyerek açtı. Yatağın örtülerini çekip sıyırdı, yeni yıkanmış, hafif lavanta kokan çarşaflarla karşılaşınca şaşırdı. Oda, çay içtikleri kısa süre içerisinde, temizlenmişti. Bunu yapmak onun bir haftasını alırdı. Molly’nin ayakkabılarını çıkarttı ve yatağa bıraktı. Missy yatağın yanındaki sandalyede durmaktaydı. Molly kıpır kıpır 106' hareketlenerek yastıklara gömülmeden önce bebeğini kolları arasına aldı. Elizabeth adı verilen yeni bebek tuvalet masasındaki şeref yerini almıştı, gözle görülür bir noktadaydı ama dokunulamazdı. Tek gözlü ve ayakkabıları dahi olmayan bez bebek Missy, Molly’nin kolları arasındaydı. Hannah bundan dolayı kendisini bir şekilde güvende hissediyordu. Molly, David nerede? diye tekrar sordu. Hannah iç çekti. Uzaklara gitti. Ne zaman döneceğini, ya da o döndüğünde bizim burada olup olmayacağımızı ise bilmiyorum. Ama ben artık onunla birlikte yaşayacağımızı ve onun da benim yeni babam olacağını sanıyordum. Hannah içinde yeni bir öfke dalgasının kabardığını hissetti. Yanılmışım. O fikrini değiştirdi. Molly’yi alnından öptü. Şimdi, gözlerini kapat ve dinlen. Uyandığında etrafı dolaşmak için yeterince vaktin olacak. Buradan yarın ayrılıyoruz, öyle değil mi Anne? Henüz emin değilim. Hannah ayağa kalktı ve kapıya doğru yöneldi. İşte, buradan olabildiğince erken ayrılmak için en önde gelen sebeplerden birisi de buydu; ne kadar uzun kalırsa, ayrılmak kızı açısından bir o kadar zor olacaktı. Molly’nin uykulu çıkan sesi onun, eli kapı kolunda, olduğu yerde duraklamasına sebep oldu. Umarım kalırız. Buradan hoşlandım. Bir kez daha esneyerek gözlerini kapattı ve parmağını ağzına soktu. Hannah karşılık vermek için ağzını açtı, sonra bunu bir kez daha düşündü. Bakışları boyalı tavan, oyma eşyalar, duvarlardaki metrelerce ipek üzerinde dolaştı. Onun bir yanı da buradan hoşlanmıştı, ama sadece küçük bir yanı. Kısa süreliğine de olsa, kim bir kraliçe ya da bir düşes gibi yaşamak istemezdi ki? Silkinerek düşüncelerinden sıyrıldı. Bu tür saçmalıklara kafa yoramazdı. Ev ne kadar güzel olursa olsun, Rosalind ve 107 Celia onlara ne kadar nazik davranırlarsa davransınlar, o buraya ait değildi ve burada kalmaması herkes açısından en iyisi olacaktı. Bu yaşantının aşırı lüksü Hannah’ya şunu düşündürtüyordu: Sahip olamayacağı şeylere aşırı derecede alışmamak en iyisiydi. Başını öne eğerek kendisine baktı. Sade yünlü seyahat elbisesine pasta parçacıklarının ve reçelin bulaşmış olmasına hiç de şaşırmadı. Onun hayatı buydu, etrafını çevreleyen ipek kaplı, mermer harika varoluş değil.

Birisi valizini boşaltmış, gri ve siyah elbiseleri köşedeki büyük bir gardırobun arka köşelerine düzgün bir şekilde kaldırılmıştı. Bunlara ek olarak sadece iki elbisesi daha vardı, en sevdiği mavi muslin ve kırmızı yünlü kışlık elbise. Üzerindeki-ni çıkartıp mavi elbisesini giydi, tekrar temiz ve derli toplu bir hal alınca rahatladı. Kurtulup düşen lüleyi kulağının arkasına iteleyerek aynadan kendisine hızlı bir bakış attı, sonra sessizce odadan dışarı süzüldü ve dükü aramaya başladı. 108 Bölüm 7 Exeter Dükü her gününü aynı şekilde geçiriyordu: Masasında çalışarak. Kahvaltısını orada, gazetesini okurken yapıyordu. Kahvaltıdan sonra, sekreteri postaları getiriyor, bunlar aciliyetlerine ve içeriklerine göre gruplandırılmış oluyordu. Marcus vereceği yanıtları yazdırıyor, sekreteri mektupları kopyalamak için çekildiğinde, görüşmesi gereken emlak komisyoncuları, aracılar, bankacılar ya da diğer çalışanlarla buluşuyordu. Sonra sekreteri, kahya öğle yemeğini yine aynı masaya servis ettikten sonra, mektupları imzalaması için getiriyordu. Nasıl olsa disiplin ve düzen sorumluluk sahibi bir insanın özellikleriydi, Marcus da disiplinli ve düzenli olmaya büyük özen gösteriyordu. Ya da daha ziyadesiyle, bu noktayı gözden kaçırmamaya çalışıyordu. Sekreterinin, yetenekli Bay Cole’un ani rahatsızlığı, Marcus’un düzenli günlerini alt üst etmişti. Bay Cole yerine şimdi ona Bay Cole’un kuzeni olan genç Roger Adams, hizmet etmekteydi. Bay Adams çok iyi bir iş çıkartmıştı ve onu memnun etmeye istekliydi, fakat bunlar sanki onun doldurduğu pozisyona dair sahip olduğu tek niteliği gibiydi. Adams müzikal ve soirees davetiyelerini önemli mektuplarla karıştırmıştı. Ayrıca Marcus’un Parlamento’da para takviyesi yaptığı ödemelerin takibini de kaybetmiş, dilekçelerin tümünü karşıt (asanların lehine kullanmıştı. Sanki Adams’m sürekli olarak 109 önünde üstesinden gelebileceğinden daha fazla bir şeyler var gibiydi, boğazını temizlemeye aşırı derecede eğilimliydi ve en berbatı da, kesin emir almış olmasına rağmen David’in mektubu geldiğinde Marcus’u hemen o dakika bilgilendirmeyi ihmal etmişti. Tabii ki geriye düzen diye bir şey kalmamış, tüm sabahını papazın karısıyla ne yapacağı üzerine kafa patlatarak harcamıştı. Fakat hala yapılması gereken işler vardı ve Marcus da her zamanki gibi devam etmek için elinden geleni yapıyordu. Adams da öyle; özür dilemesi gereken bir şey daha yaşanmış, bu sefer de Leydi Morley’nin av davetini kabul etmişti ki Marcus’un buna katılmak gibi bir niyeti kesinlikle yoktu. Marcus adama, sekreter sonunda kekeleyerek orada kulakları kıpkırmızı bir halde oturup kalana kadar, sert bir şekilde baktı. Bay Adams. Evet Ekselansları? Genç adam tıpkı köşeye kıstırılmış bir tilki gibi soluklandı. Leydi Morley’ye, beklenmedik bir yükümlülüğün benim ava katılımımı engelleyeceğini belirten üzüntülü bir mesaj yollayabilirsiniz. Adams başını salladı. Evet efendim. Bunun benim hatam olduğunu açıkça... Hayır. Marcus Cole’un bir an önce işinin başına dönmesi gerektiğini düşündü. Davetini hatayla kabul ettiğimi vurgulamak büyük kabalık olur. Bundan sakın bahsetme. Sadece iizgün olduğumu ilet. Son cümle ağzından oldukça sert çıktı, Adams’ın rengi soldu. Marcus umutsuzluk içerisinde ellerini havaya kaldırmak istedi. Adams’m her şeyi o ana kadar yaptığından daha berbat bir hale getireceğinden en ufak bir şüphe dahi yoktu. Marcus şu lanet olası notu kendisi yazmak zorunda kalacaktı. Eğer her şeyi kendisi yapmak zorunda kalacaksa, sekreterinin olmasının ne anlamı vardı? 110 Adams önündeki kağıt yığınım karıştırarak başını tekrar salladı. Sayfalardan bazıları yere düştü, bunları almak için edildi, bu sırada diğer birkaçı daha etrafa saçıldı. Özür dilerim Ekselansları, diye mırıldandı. Kusuruma bakmayın... Kapıya hafifçe vuruldu. Bahtsız Adams’m elinden birkaç sayfa daha yere düşerken,

Marcus Girin, diye seslendi. Sekreterini oradan defetmekle o günkü yazışma işinin tümünü bitirene kadar beklemek arasında kararsız kalarak, bitkin bir lıalde alnını ovaladı. Yumuşak bir boğaz temizleme sesi onu düşüncelerinden sıyırdı. Sözde karısı kapı girişinde dikiliyordu. Tanrı’ya şükürler olsun ki o soluk gri elbisesini giymekten vazgeçmişti. Marcus kadınların soluk renklerde giyinmelerinden hoşlanmıyordu, özellikle de eğer güzellerse ve bu elbise ona şaşırtıcı derecede yakışmıştı. Koyu mavi elbisesi basit ancak göz okşayıcıydı. Ayrıca teninin sıcak tonlarıyla da uyum içerisindeydi. Lüle lüle inen koyu renk saçları, herhangi bir mücevherle süslenmemiş olsa bile, ense ve omuzlarının endamlı hatlarını meydana çıkartacak şekilde arkadan toplanmıştı. Ne yazık ki gözlerinde en ufak bir değişiklik yoktu; aslına bakılırsa, ona başkaldırmaya her zamankinden çok daha hazır görünüyordu. Sizinle konuşabilir miyiz bayım? diye sordu. Adams, mektup ve davetiyeleri dikkatsiz bir tavırla çiğneyerek ayağa fırladı. Marcus mahkemede dahi görülemeyecek tarzda bir baş işareti yapmadan önce ona umutsuz bir bakış attı. Orada çalışıyorlardı ya da bunu yapmayı deniyorlardı, Hannah her 11e diyecekse bekleyebilirdi. Ona, Belki birkaç dakika sonra, dedi. Birazdan kütüphanede sizinle görüşebilirim. Hannah’nın duruşu sertleşti. Fazlasıyla itaatkar bir reveransla, Tabii ki, dedi. Umarım verdiğim rahatsızlık için beni bağışlarsınız efendim. Tekrar reverans yaptı, bu kez Adams ona büyük bir merakla baktı. Dük sessizce lanet okudu. 111 Marcus’u utandırmak için biraz çaba harcamalıydı, öyle değil mi? Hannah gitmek için arkasını dönünce, Marcus, Gitme, diye haykırdı. Adams, bize izin ver. Sekreter Hannah’ya gergin bir gülümsemeyle bakarak kendini dışarı attı ve kapıyı da arkasından büyük bir gürültüyle çarptı. Bu adam en basit emirleri dahi aklında tutamıyordu. Marcus davetsiz misafire soğuk bir bakış attı. Arkasına yaslanıp parmaklarını göbeği üzerinde kavuşturarak, Söyleyeceğin şey bu kadar mı önemliydi de bekleye-medi? diye ağır ağır konuştu. Hannah da aynı tür bir bakışla karşılık verdi. Sekreteri ondan korkuyor olabilirdi ama o korkmuyordu, özellikle de geçirdiği o günün ardından. Rosalind tarafından terzi konusunda tekrar esir alındıktan, Molly enerji dolu uyandıktan, ardından da bir sessiz hizmetkar ordusu tarafından katedrali andıran yemek odasında öğlen yemeği servis edildikten sonra onu arayıp bulmak oldukça zamanını almıştı. Şükürler olsun ki Celia, Molly’yi evi keşfetsin diye tekrar alıp gitmişti. Hannah sonunda dükü bulabilmek için Rosalind’in yardımına başvurmuş, Rosalind de bunu yapmaktan büyük bir mutluluk duymuştu. Hannah kadının üvey oğlu evlendiği için bulutların üzerinde uçtuğunu görebiliyordu. Ne yazık ki bu pek uzun sürmeyecekti. Hannah canlı bir tarzda, Eğer aklınızla hareket edemiyorsanız, diye başladı, belki para işe yarar. Üvey anneniz düşese yakışır bir gardırop oluşturmak için alışverişe başlamaya niyetli. Hem de hemen. Eğer ona bunu yapmamasını söylemezseniz ya da benim bunu yapmama izin vermezseniz, paranızdan oldukça büyük bir meblağ harcayacak. Yüzlerce paund Miktar sadece bir tahmindi. Hannah’nm, etekleri kürk kaplı pelerinler ya da Rosalind’in büyük bir heyecanla bahsettiği saten terlikler bir yana, ipek bir balo elbise112 sinin dahi ne kadara patlayacağı konusunda en ufak bir fikri yoktu. Bir mahsuru mu var? Yüz ifadesi ufacık da olsa değişmemişti. Hannah, Sizin itiraz edeceğinizden eminim, diye haykırdı. Bu tam bir para israfı olacaktır! Marcus tek omuzunu silkti. Para senin değil nasılsa. Bundan neden bu kadar endişe duyuyorsun ki? Tabii ki duyarım! Onu bu şekilde nasıl kandırabilirim? Daha şimdiden baloya dair planlarından bahsetmeye başladı, işte! Eğer onun bu giysileri satın almasına göz yumarsanız, bir sonraki aşamada orkide sipariş edecek! Ve bu oyun onun evlilik için üzerinde düşündüğü şeyin yakınından dahi geçmiyor. Bu sefer yasal bir evlilik olacak! Hannah adamı tutup silkelemek istedi, o kadar öfkeliydi.

Marcus, sanki karşısındaki kadın sabrını tüm gücüyle deni-yormuş gibi, iç çekti. Kaim kafalı bir çocukla konuşuyormuşça-sına ses tonunu yumuşatarak, Bırak Rosalind ve Celia istediklerini yapsınlar, dedi. Bu benim param, benim evim ve benim ailem. İster bundan zevk alıyormuşsun gibi yap, istersen de somurt, umurumda bile değil. Ama seni uyarıyorum ki, onların gerçeği öğrenmelerini istemiyorum ve eğer beni buna zorlarsan, sana bir kez daha düşün derim. Beni zorlarsan ben de seni zorlarım, hem de düşündüğünden de fazla. Hannah, sesi titreyerek, Çok fazla şey istiyorsunuz, dedi. Marcus’un bakışları bocalamadı. İstediğim tek şey bir gerçeği kendine saklaman. Bir düşes gibi yumuşak davrandığın sürece, herkes de sana sanki öyleymişsin gibi davranacaktır. Ben ise kocalara yakışır baskımı sergilemek zorunda kalmamayı tercih ederim. Hannah’nın dudakları aralandı, ardından da öfkeyle tekrar kapandı. Kocalık baskısı! Sinir bozucu! Gitmek için arkasını dönerken dişlerinin arasından, Nasıl isterseniz efendim, dedi. Marcus açıkça, Ekselansları, dedi. Hannah donup kaldı. Bu da ne demekti? Ona doğru döndü, gözlerini şüphe içerisinde kıstı. Marcus, İnsanlar dük ya da düşese ‘Ekselansları’ diye hitap ederler, dedi. ‘Efendim’ ya da ‘leydim’ diye değil. Hannah’nm öfkesi işittiği azarla birlikte yavaş yavaş şiddetlenmeye başladı. Hayatı boyunca hiçbir dükle karşılaşacağını, hatta tanışacağını düşünmemişti. Hatta şu anda karşısında duranla bile. Çenesini havaya kaldırarak tekrar arkasına döndü. Ben kocamı ismiyle çağırmaya alışıktım, dedi. Marcus sabırsızlıkla hafifçe kıpırdandı. Çok güzel. O zaman beni Exeter adıyla çağırabilirsin. Hannah, Bu sizin sıfatınız, adınız değil, dedi. Marcus, Ama ben buyum, karşılığını verdi. Sesi daha öncekinden de soğuktu. Bundan daha candan bir sıfatla çağrılmaya izin vermeyeceğim. Hannah başını yana eğdi. Pekala. Rosalind sizin mesafeli hitap tarzınıza dair bir daha yorumda bulunduğunda, ona bunun bizim yakın olmayışımızdan kaynaklandığını söyleyeceğim. Marcus kaşla göz arasında ayağa fırladı. Aramızdaki ilişkiyi onunla kesinlikle konuşmayacaksın. Neden olmasın? Onun bahsetmek istediği tek konu bu. Nasıl tanıştık, kalbimi nasıl kazandınız, sizi sevdiğimi ilk kez ne zaman fark ettim? Hannah ona sataşmaktan haz almaya başlamıştı. Gözlerini masum bir tavırla fal taşı gibi açtı ve hafifçe gülümsedi. Ayrıca, eğer evliliğimizin cinsellikten yoksun olduğuna inanırsa, buradan ayrılıp gittiğimde olan biteni çok daha rahat kabullenmez mi? Bu onun kibrini kıracak ve daha iyi bir insan olmasını sağlayacaktı. Marcus onun küstahlığına inanamadı. Sadece onu ismiyle çağırmayı önermekle kalmamış -bu hiç kimsenin cesaret edebileceği bir şey değildi- aynı zamanda onu bununla tehdit etmişti! Çeyizi yoktu, malı mülkü yoktu, tanınan birisi değildi, 114 soyu yoktu, herhangi bir itibarı da yoktu; onun konumundaki bir adamın Hannah’nm konumundaki birisiyle evlenmesinin i ek sebebi aşk ya da arzu olabilirdi. İnsanların onun kimseye aşık olamayacağını düşünmeleri Marcus açısından sorun yaratmıyordu ama şehirdeki hiçbir erkek onun arzu konusunda masum olduğuna inanmazdı, özellikle de Hannah’mn suratındaki şu muzip, nazenin bakışı görünce. Onu büyük bir dikkatle inceleyerek Hannah’nın etrafında döndü. Vücudu, her ne kadar muhteşem olmasa da, güzeldi; doğrusunu söylemek gerekirse oldukça güzel. Marcus’a bakmadığı zamanlarda, gözleri de güzeldi. Ayrıca, onu ilk gördüğünde yüzünü aydınlatan o gülümsemeyi de anımsadı. O oldukça çekici bir kadındı. Marcus, onunla evlendiği ancak yatağa girmediği yönünde yayınlanacak haberlerden kaynaklanacak tonlarca hazdan dolayı acı çekmeye niyetli değildi. Hannah’nın arkasında durdu, o kadar yakınındaydı ki kadının eteği çizmelerine sürtündü. Hannah böyle incelenmeye tek kelime etmeksizin tahammül etti ancak arkasına dönme girişiminde bulununca, Marcus onu durdurmak için elini ensesine yerleştirdi, baş parmağı koyu renkli lülelerin yumuşak tutamlarına hafifçe sürtündü. Kadının teni yumuşak ve sıcak, altın rengindeydi. Kulağına, Kocanla başka neler yapmaya

alışıktın? diye fısıldadı. Hannah onun elinin dokunuşuyla kendisini ne kadar hoş hissettiğine şaşırdı. Marcus daha detaylı düşünmeye fırsat bulamadan diğer elinin avuç içiyle Hannah’nm omuzunu sıvazladı. Belki de, eğer birbirimize daha... yakın olsaydık, bana ismimle hitap etmen çok daha doğal kaçardı. Hannah, onun dokunduğu yerde teninin ürperme şeklinden ürkerek, hemen uzaklaştı. Marcus’un güzel elleri vardı, büyük ve güçlü ve şaşırtıcı derecede kibar olabiliyordu. Eğer benzer bir inceliği karakterinde de barındırıyor olsaydı... O zaman ne olurdu? Daha nazik olsaydı, ne değişirdi ki? 115 Hiçbir şey, özellikle de tüm bu yaşananların sadece düşsel olduğu dikkate alınırsa. Marcus sadece şöyle bir ortaya atılmıştı. Buna nasıl cüret edersiniz! Hannah adamın gözlerinin öfkeyle içten içe yandığını düşündü. Mahrem ilişkilerimizi söz konusu yapan sensin. Hannah, Bizim mahrem ilişkimiz filan yok! diye tısladı. Ve de olmayacak! Siz benim kocam değilsiniz. Bunun mahrem ilişkilerle ne alakası var ki? Marcus ileri doğru bir adım attı, onu korkutmak amacındaydı, ancak Hannah dikildiği noktadan kımıldamadı, çenesi yukardaydı, gözleri büyük bir isyankarlıkla parlamaktaydı. Haklısınız, diye çıkıştı. Kocam dahi olsaydınız, sizi kesinlikle yatağıma almazdım. Marcus, yumuşak bir tonla, Ama eğer ben senin kocan olsaydım, dedi, seni baştan çıkartmak görevim olurdu, öyle değil mi? Ve Hannah’ya, sanki bunu hemen orada, o anda düşünüyormuşçasına attığı bakış, kadının midesinde korkunç bir hissiyatı alevlendirdi; bu öfke değil, daha da kötü bir şeydi: Merak. Hannah orada, onun imasına gösterdiği tepkiden dehşete düşmüş bir halde dikilirken, kurtuluş kendiliğinden geldi. Kapıda hafif bir tıkırtı sesi işitildi. Dük, Girin, dedi. Yüzü kızaran Hannah geriye doğru bir adım attı, yanan suratını kapıdaki her kimse ondan saklamak için arkasına döndü. Kapı açıldı ve kahyanın sakin, alçak tonlu sesi, Bay Joseph Braden sizi görmek istiyor Ekselansları, dedi. Dük kaşlarını çattı. Hannah inledi. İkisi de kahyaya baktılar, sonra dük sert bir şekilde, Kim? dedi. Harper, Bay Joseph Braden, diye tekrarladı. Gözleri kısa bir an için Hannah’ya kaydı. Eşinizin babası olduğunu iddia ediyor. 116 Buz gibi bakışlar Hannah’ya yöneldi. Hannah dudaklarını gergin bir tavırla yaladı. Evet, dedi. Öyle. Dükün kaşları, Hannah’ya şüpheyle bakarken, hafifçe havaya kalktı. Hannah kapıya doğru bir adım attı. Onu, onu ben göreceğim. Olduğun yerde kal. Onu durdurmak için tek elini havaya kaldırdı, delici bakışları bir an olsun bocalamadı. Beyefendiyi içeri al Harper. Kahya eğilip reverans yaparak dışarı çıktı, Hannah suratının utançtan kıpkırmızı olduğunu hissetti. Pekala? Sorudaki hor görü onda sakınma hissi yarattı. Marcus daha babasıyla tanışmamıştı bile! Ne istiyor olabilirdi! Bu hiç de önemli değildi; oradaki varlığı sadece her şeyi daha da kötüleştirirdi. Hannah, Eğer onunla yalnız görüşebilirsem çok daha iyi olacaktır, diye şansını bir kez daha denedi. Bana evden haber getirdiğinden en ufak bir şüphem yok, ya da... ya da... Haber mi? Yoksa senin şu küçük kasaban, babanın hemen yola çıkıp Londra’ya gelmesini gerektirecek türden bir şeyler mi üretiyor? Bu çok uzun bir yolculuk. Ses tonu tekrar keskinleşmişti. Hannah, kapıya doğru yaklaşarak, Pekala, bunu birazdan anlayacağım, dedi. Belki babasının önünü kesebilirdi, koridorda... Çok geçti. Harper, Bay Braden efendim, diye anons etti ve Hannah’nın babası içeriye ağır adımlarla girerken yana doğru çekildi. Kapı, menteşelerden yükselen diğer bir dizi iniltiyle, adamın arkasından kapandı ve oda sessizleşti.

Babası, her ne kadar uzun boylu olmasa da, geniş omuzları ve kalın kollarıyla cüsseliydi. Şimdi dükün şık çalışma odasında dikiliyor, eski, kaba giysileri ve kirli çizmeleriyle sanki doğrudan tarladan çıkıp gelmişçesine etrafına bakınıyordu. Ya da eğer Hannah’nm burnu onu yanıltmıyorsa, meyhaneden. Uzun boylu, aristokrat dükle meyhane kavgacısı 117 babası arasındaki zıtlık, babası henüz konuşmaya başlamadan dahi, olduğundan daha fazla göze çarpamazdı. Adam, sanki saldırıya geçmeye niyetliymiş gibi, Sanıyorum bana bir özür borçlusun, dedi. Hannah gözlerini kapattı, olanlardan dolayı rezil olmuştu. Ne sebeple? Dükün ses tonu buz gibi soğuktu. Dük olman sebebiyle. Hannah dükün gözlerinin kendi-ninkileri delip geçtiğini hissedebiliyordu. Gözlerini açtı, babasının kabalığı için özür dilemekle her şeyi daha beter bir hale getirmeden önce onu apar topar dışarı çıkartmak arasında sıkışıp kalmıştı. Her ne kadar dükün gururunun dengelenebilir olduğunu düşünüyor olsa da, babasından gelecek bir azarlamanın bu yönde işe yarayacağını düşünmüyordu. Daha Hannah hiçbir şey söyleyemeden, babası konuşmaya devam etti. Sanıyorum kızıma kur yaparken bu sıfatı işitmeyi beklemek çok fazla olurdu. Herkesin senin cebi delik bir beyefendi olduğunu düşünmelerine göz yummak senin açından gerçekten yapılabilecek büyük bir şaka olmalıydı. Pekala, buraya sana bunun hiç de komik bir şey olmadığını düşündüğümü ve senin de olan biten her şeyi düzeltmeye hazır olman gerektiğini söylemeye geldim. Hannah, Baba! diye haykırdı. Adamın, dükün David olmadığını fark etmediği açıktı. İkisi de birbirlerine çok benziyorlardı cima Hannah belirgin farklılıkları açıkça görebiliyordu. Babası o güne kadar hiç tanışmadığı bir adamı aşağılıyordu. Yalvarırım söyleyin, tam olarak ne gibi şeyleri düzeltmem gerekiyor? Yüzünün sakin ifadesi sözlerindeki tehditle çelişiyordu. Onunla evlenmek için benden izin almadın. Dük tek omuzunu havaya kaldırdı. Bu itirazı yapmak için biraz geç kaldınız. O hala benim kızım. Baba çenesini havaya kaldırdı. Onunla henüz bir evlilik sözleşmesi imzalamadın. Hannah, 118 babasının neden Londra’ya geldiğini anlayınca, midesinin bulandığını hissetti. David’le evlenmeye karar verdiğinde, babasının verdiği temel tepki onu ve Molly’yi beslemek ve evinde barındırmak zorunda kalmayacağı için rahatlamaktı. Ama şimdi onun varlıklı bir adamla evlendiğinin açıkça farkındaydı. Hannah ileri doğru atıldı ve babasını kolundan yakaladı. Büyük bir öfkeyle, Bu kesinlikle seni ilgilendiren bir durum değil! diye fısıldadı. Jamie bu konuyu düzenledi. Adam, Jamie kötü bir iş çıkartmış, diye lafı yapıştırdı. Onun gibi adamlar eş sahibi olmanın pahalıya patladığını bilirler ve ben de kandırılmaktan hoşlanmam. Kandırılmak mı! Nasıl olur da... Adam, Kızım, sen git de kadınları ilgilendiren konularda yorum yap, diye araya girdi. Benim burada kocanla görmem gereken bir işim var. Ama Baba... Git artık. Burada sana gerek olmadığını göremiyor musun? Hannah’nm elinden silkinerek kurtuldu ve ciddiye almaksızın ona sırtını döndü. Kısa bir an için, Hannah’nm hisleri suratına yansıdı. Marcus ona karşı beklenmedik bir acıma duygusu hissetti; bu bakışı daha önce de görmüştü, bu babasının onu istemediğini fark eden bir oğlanın bakışlarıydı. Çocuğuna bu şekilde muamele eden bir adamın içgüdüsel kırgınlığını hissetmekten kendini alamadı. Zorlama bir gülümsemeyle, Evet hayatım, bizi baş başa bırakabilirsin, dedi. Seni sıkmak istemem. Hannah, onu şaşırtacak kadar keskin bir şiddetle, Marcus’a baktı. Aynı derecede yapmacık bir ses tonuyla, Pekala,

dedi. Sizi rahatsız etmek istemem. Arkasına döndü ve kapıyı kapatarak dışarı çıktı. Marcus dikkatini tekrar karşısındaki çelimsiz, artık herhangi bir baskı altında olmayan çiftçiye çevirdi. 119 Benden tam olarak ne kadar kopartacağınızı düşünüyorsunuz? Misafirine oturmasını söylemeksizin koltuğuna yerleşti, bir tane daha servis edilmesi için zili çalmaya tenezzül dahi etmeden kahvesini yudumladı. Bu adamı görmeyi o istememişti ve ona hiçbir ödeme yapmayacağı da kesindi. Braden ve David arasında neler yaşandığını bilmiyordu ama Braden’in onun David olduğunu düşündüğü aşikardı ve Marcus bu hatayı yapan insanları affetmekte her zaman zorlanmıştı. Bin paund’un bir eş için adil bir bedel olacağını düşünüyorum. Yaşlı adamın amansız bakışları bocalamadı. Marcus neredeyse gülecekti. Bin paund üç kuruşluk bir bedeldi. Londra’ya kadar onca yolu bu kadarlık bir meblağ için mi kat etmişti? Marcus, Neden size ödeme yapayım ki? diye sordu. Ağzının kenarı havaya kalkmıştı. Gerçekte, bu bir itiraz dahi değildi. O sizinle yaşamıyor, evinizin idaresine en ufak bir katkıda bulunmuyordu. Aslına bakılırsa, yapılan bu evliliğin sizi ona bakma masraflarından kurtardığına dahi inanıyorum. Braden, Bunun bir önemi yok, diye haykırdı. 0 benim kızım. İlk seferinde, o lanet olası papazla evlendiğinde de hiçbir kazancım olmadı. Kızlar evlendikleri gün haricinde beş para etmezler. Bu kez iyi bir iş çıkarttı. Senden bin paund alacağım. Hayır. Adam neredeyse gözle görülür bir şekilde öfkelenince, Marcus az daha gülümseyiverecekti. Ben haklarımı biliyorum. Haklarınızı mı? Marcus tekrar ayağa kalktı, ağzından çıkan kelimeleri vurgulamak için öne doğru uzandı. Evlilik sözleşmeleri evlenmeden önce karşılıklı anlaşmayla neticelendirilir. Bundan sonra, kız bana aittir. Bir sözleşme talep etme hakkınız, tabii eğer vardıysa, onun benimle evlendiği gün geçerliliğini yitirdi ve karımla arama girmek 120 ıV i11 atacağınız her bir adım, her tür girişim, sizin açınızdan .ıgır sonuçlara sebebiyet verecektir. Söylediklerinin yerine nlurması için kısa bir süre bekledi. Size şu noktada, daha • nice hiç istememiş olmanız da göz önüne alındığında, bin l>aund ödemek için bir sebep göremiyorum. Braden, tombul ellerini yumruk yaparak, Daha önce l>ana lanet olası bir dük olduğunu hiç söylememiştin, diye hırladı. Marcus’un gülümseyişi, bir bıçak ağzı kadar inceydi. Ne kadar da dikkatsizim. Zili çaldı. Braden dişlerini gıcırdattı. Öfkeyle, Kibirli züppe, dedi. Kızımı evinden çekip al, ama ailesine karşı görevlerini yerine getirme. Harper odaya süzülerek girdi. Harper, Bay Braden’e yolu göster. Marcus dikkatini tekrar masasındaki kağıtlara odakladı. Braden, Harper kendisini beklerken, neredeyse öfkeden inledi. Kızımı tekrar göreceğim! O doğru olan şeyi yapacaktır. Marcus, kelimeleri vurgulayarak, Harper, Bay Braden’e yolu göster, diye tekrarladı. İyi günler bayım. Braden diğer bir öfkeli bakışla odadan ayrıldı. Marcus önündeki kağıtlara bakarak oturdu. Gümüş çaydanlıktan biraz daha kahve doldurdu ve yudumladı. Sonra sandalyesini çevirdi ve masasının arkasındaki pencerelere baktı. Kaşlarını çattı. Sürgünün kapalı olması lazımdı ama değildi. Ayağa kalkıp sürgüyü çekti, sonra masasına hala yayılı duran çalışma kağıtlarına bakarak dikildi. Zili Harper için tekrar çaldı. Düşes nerede? Hannah’yı ev personeline bu şekilde tanıtmamıştı ancak bu sabah yaşananların ardından, hane halkı arasında onun düşes olmadığını düşünecek tek bir kişi kalmamış olmalıydı. Açıkçası, eğer bu maskaralığın sonlanma-sını istiyorsa, kendisinin de bunu desteklemesi gerekiyordu. Harper, Sanıyorum hanımefendi bahçeye indi, diye mırıldandı. 121 Marcus iç çekti ve yol boyunca attığı her adımda kendi kendisiyle tartışarak onu bulmaya gitti. Öz babasının kızının hislerini incitmiş olması kesinlikle onu ilgilendiren bir konu değildi. Tüm bunları Hannah

ayarlamış, adama ne yapacağını bizzat kendisi söylemiş olabilirdi. Belki de bin paundu isteyen oydu. Marcus’u rahatsız eden şey, Hannah’nın gözlerindeki o lanet olası yaralı bakıştı. Bu ona David’i, babalarının hemen her zaman onu işe yaramaz ve gereksiz görüp bir kenara itmesinden dolayı can evinden vurulan kardeşini düşündürtmüştü. Hannah taş bir bankta oturmaktaydı, sırtı dikti, gözleri doğrudan ileriye odaklanmıştı. Marcus gelip onun yanında durdu. Hannah, kısa bir sürenin ardından, Çok güzel bir bahçeniz var, dedi. Marcus etrafına bakındı. Evet. Hannah ona bakmaksızın başıyla işaret etti. Marcus da bankın diğer ucuna yerleşti. Ona her ne kadar ödediyseniz, bunu size geri iade edeceğim. Hannah’nın ağzından dökülen kelimeler o kadar yumuşaktı ki, Marcus bunları zor bela işitebildi. Ona ödeme yaptığımı sana düşündürten şey de nedir? Hannah’nm elleri kucağında birbirine kenetliydi, eklem yerleri beyazlaşmıştı. Onun para istemek için geldiğini biliyorum. Ve sırf istedi diye, ona ödeme yapacağımı mı düşündün? Hannah hala ona bakmamıştı; Marcus onun gözlerini kırptığından dahi emin değildi. Herkesin bizim evli olduğumuzu düşünmelerini istediğinizi biliyorum. Bugüne kadar hiç görmediğim bir adama nasıl olup da ödeme yapabileceğimi hala anlamış değilim. Hannah’nm göz kapakları aşağı doğru kaydı ve iç çekti. Ödemezseniz başınıza bela olmaya devam edecektir. 122 Şüpheliyim. Hannah sadece kafasını sallamakla yetindi, gözleri hala kapalıydı. Saçlarının etrafından bir arı vızıldayarak dolandı, ama Hannah bunun farkında değildi. Marcus, bu bahar buraya tek bir kez olsun çıkmadığını fark ederek, gözlerini etraflarını çevreleyen bahçede dolaştırdı. Bahçıvan eskiden leylakların durduğu yere gül dikmişti. Ona, karımla arama birisinin girmesi durumunda keyfimin ne kadar kaçacağını ilettim. O, herhangi bir sıkıntı yaratması durumunda, bundan feci şekilde pişman olacak. O benim babam. Bu itirazdan çok bir özür dilemeydi. Sen, görünüş itibariyle, benim karımsın. Marcus, duyarsız sahiplenici vurgulamayı saklamaya gerek dahi duymadı. Bunun beraberinde getirdiği çeşitli faydaları var ve sen de bunlardan yararlanabilirsin. Hannah hiçbir şey söylemedi ve yerinden de kımıldamadı, ama ağlamıyordu da. Marcus, onu gözünün kenarından seyrederek, kollarını göğsünde kavuşturdu. Marcus istediği her şeyi konumundan ve isminden kaynaklanan güçle insanlardan almaya alışkındı. Gerektiğinde onlara gözdağı da veriyordu. Bu yüksek tabakadaki insanlar, ondan bir şey isteyenler ya da en azından onlara bir şey yapabileceğinden korkanlarda işe yaramıştı. Ama bu kadın, David’in yalanlarını gizli tutmak için işbirliğine ihtiyaç duyduğu bu hanım, avantajı elinden hiç bırakmamıştı. Canının istediği her an, her şeyi mahvedebilirdi. Onunla daha farklı bir şekilde uğraşmalıydı, bunu fark etmişti. Hannah’ya, basitçe toplanmış saçlarından sade elbisesine kadar bir kez daha büyük bir dikkatle baktı. Kasaba papazının karısının ilgisini ne çekerdi? Aniden, Aramızdaki konularda henüz bir anlaşmaya varmadık, dedi. Bu akşamki ziyaret ışığında, bence bunu yapmanın tam zamanı. Hannah temkinli bir şekilde döndü. Kendi kendisine dükün ne kadar rencide edildiği ya da aşağılandığının umurunda 123 olmadığını söylemiş olsa da, babasının sarf ettiği sözlerin ve hareketlerinin kendisini utandırdığı aşikardı. Babasının kendisini hala bu kadar üzebiliyor olmasından nefret ediyordu. Onun açısından, beklenen bir oğlanın yerine dünyaya gelmek kesinlikle tam bir hayal kırıklığı olmuştu. Dükün söylediklerine odaklanmaya çalıştı. Konularda anlaşmak mı?

Senin... tazminatın hakkında. Hannah iç çekti, başı ağrımaya başlamıştı. Bu nasıl da berbat bir karmaşa halini almaya başlamıştı, ilk başta daha önce hiç karşılaşmadığı bir adamla evliymiş gibi davranmak, bir üvey anneyle eltiye ona deli gibi aşık olduğunu ifade ederek yalan söylemek ve şimdi de babasının kızının onu bir şekilde kandırdığını düşündüğünü bilmek. Paranızı istemiyorum. Marcus tek elini havaya kaldırdı, bakışları bahçenin diğer ucuna çevrilmişti. Yardımlarının karşılığında bir şeyler almayı hak ettin. Reddetmeden önce beni dinle. Hannah bitkin bir tavırla başını sallayıp onayladı, hala kendi kulübesinde olabilmeyi ve sadece kendi vicdanıyla baş başa kalabilmeyi ne kadar da çok dilerdi. David’in yaptıklarını gizli tutma arzum hala değişmedi. Ama bunu senin yardımın olmaksızın yapamam ve bu yardımdan dolayı sana ne kadar minnettar olacağımı ifade etmekte de çok yetersiz kaldım. Sanıyorum, David sana evlenme teklif etmeseydi, baban sana destek olacaktı. O koyu renkli, insanın içine işleyen gözlerini Hannah’ya çevirdi. Hannah, aslına bakılırsa onun bunu en başından beri bildiğinden bir şekilde emin olarak, tekrar başıyla onayladı. Marcus da başını salladı. O zaman ben sana bağımsızlık öneriyorum. Kasabada bir konak ya da kulübe, hangisini tercih edersen, artı ev idaresi için gereken harcamalarının karşılanması. Seni büyük bir meblağı kabule zorlayarak aşağılamak istemiyorum -ağzı sahte bir gülümsemeyle büküldü- ama bağlanacak miktar senin gereksinimlerini karşılamana yetecek. 124 Akıllı bir şekilde yatırım yapman durumunda, bir daha başka birisine bel bağlamak zorunda kalmayacaksın. Hannah, Bu çok cömertçe bir öneri, diyerek mırıldandı. Şakakları güm güm atıyordu. Ayrıca Rosalind ve Celia’nın kızma ya da sana verdikleri giysileri ve diğer hediyeleri de tutabilirsin. Bedel konusunda endişelenmene gerek olmayacak; eğer sorgulanması gereken bir şey olursa, ben bunu Rosalind’le doğrudan hallederim. Hannah hiçbir şey söylemedi. Sadece evine gitmek istiyordu, ama evi neresiydi? O an David’in Jamie’ye tapusunu verdiği küçük mülkü anımsadı. David erkek kardeşime, evlilik anlaşması olarak, bir taşra evinin tapusunu vermişti, dedi. Eğer orası gerçekten onunsa ve verebiliyorsa, orada yaşayacağım. Ah, David’in av kulübesi. Orası onundu ve tabii ki, eğer istiyorsan, şimdi de senin. Seni David’in orayı hiçbir zaman düzgün tutmadığı konusunda uyarmalıyım, eğer doğru hatırlıyorsam küçük, ilkel bir barınaktı. Hannah kendi güzel papaz evinin de bu adama ilkel görüneceğini düşündü, gidip David’in mülkünü görmeye zamanı olmamıştı, dolayısıyla bu uyarıyı dikkate almalıydı. Ne de olsa Hannah’ya kadının ihtiyaç duymadığı bir ev vermek hiç de David’in menfaatine olmazdı, tabii eğer... Eğer evin sahibi hala David ise, o zaman Hannah onun geçici hevesinin ve fantezisinin kurbanı olacaktı. Marcus, sanki onun aklından geçenleri okumuşçasma, Aslına bakılırsa biz evli olduğumuza göre, sana bir drahoma vermek zorundayım, dedi. Ben yaşadığım sürece bu evin sahibi sen olacaksın ve kızın için, bu evin mirasçısı olarak da seni atayacağım. Peki, bunun karşılığında ben ne yapmalıyım? Direnme isteği yok olup gitmişti. Her şey ve herkes ona karşıydı. Hannah ilk kez, David Reece’i o yabanmersini çalısının dibinde olduğu gibi terk etmiş olmayı büyük bir içtenlikle diledi. 125 Etrafında evliliğinden memnunmuşsun gibi bir imaj yarat. Rosalind ve benim gideceğimiz türden sosyal işlere katılmaya hazır olduğun sürece, zamanını nasıl geçirdiğin umurumda bile değil. İşlerim çoğunlukla başımı aşıyor, dolayısıyla senden büyük taleplerim olmayacaktır. Evliliklerin büyük çoğunluğu mesafelidir, bizimkinin de bundan farklı görünmesine gerek yok. Sessizleşti, bakışları sertleşti. Dile getiremeyeceğin tek şey, bu evliliğin gerçek niteliği. Buna Rosalind’in senin benimle yatağını paylaştığını ya da geçmişte bunu yaptığını düşünmesi de dahil. Hannah’nın başka bir seçeneği yoktu. En cızından iyi bir seçeneği. Bu ne kadar sürecek? diye sorduğunu işitti.

Marcus omuzunu silkti. Bir ay, en fazla iki. O zamana kadar sezon da sonlanacak, Rosalind ve Celia Ainsley Park’a geri dönecekler. Eğer istersen onlarla temas halinde kalabilirsin, ancak gerçekleri kesinlikle dile getirmemek şartıyla. Hannah, bu kararın beraberinde getireceği sonuçlar üzerine David’le evlenmeye karar verirken yaptığından çok daha iyi düşünerek, Ya siz? diye sordu. Eğer gerçeği hiçbir zaman açıklayamayacaksa, Marcus’un kontrolünden de tam manasıyla hiçbir zaman kurtulamayacak demekti. Boşansa bile, herkes onun hala Marcus’un düşesi olduğunu düşünecek, dolayısıyla da dük istediği şeyleri yapmaya devam edecekti. Sizinle ne tür bir temasım olacak? Marcus kaba bir şekilde, Gereken seviyenin ötesinde değil, dedi. İkimiz de başkalarıyla evlenemeyeceğiz. Hannah sırrı açıklamadan tekrar evlenemezdi, oysa henüz başka birisine tekrar aşık olmayacağına dair herhangi bir umudu ya da arzusu olmayacak kadar yaşlı değildi. Dükün tek bir varisi dahi yoktu ve Hannah, onun sadece mal, mülk ve servet değil aynı zamanda unvan sahibi olduğu da düşünüldüğünde, Marcus’un 126 bir varis istemeyişine inanamıyordu. Bunun için gerçek bir eşe ihtiyaç duyacağı da aşikardı. Marcus bacaklarını ileri doğru uzattı, güneş çizmelerinde ışıldıyordu, tekini diğeri üzerine atmıştı. Hannah onlara baktı, bu çizmeler büyük olasılıkla Hannah’nın hayatı boyunca giysilerine harcadığı toplam paradan çok daha fazla ederdi, öyle bir cilalanmışlardı ki üzerlerine düşen ışığı yansıtıyorlardı. Stephen da günün bitiminde bahçede bu şekilde, tek ayağını sallayarak otururdu. Hannah bu konuda ona, yorgunken dahi hareketsiz oturamadığını söyleyerek sataşmaya bayılırdı. Dükün ayakları ise tamamen hareketsizdi. Marcus çok iradeli ve kontrollü bir insana benziyordu, her bir hareketi ve ağzından dökülen her bir kelime planlı ve hesaplıydı. Hannah, ama, diye düşündü, bunu hesaba katamadı. Onun da kendisini en az kendisi kadar karanlıklar içerisinde kaybolmuş gibi hissettiğini fark etti, farklı yönlerde ancak gittiği yoldan ondan daha fazla emin olmadan ilerliyordu. Bu, yani karşısındaki istediği şeyi istediği anda almaya alışkın şu adamın en az kendisi kadar sıkıntılı olduğunu görmek, Hannah’ya kendisini bir yerde daha iyi hissettirdi. Belki de olasılıklar tamamen onun lehine değildi. Bu düşünce gülümsemesine sebep oldu. Hemen yanında duran adam, Bunu anlaşmaya vardık olarak algılıyorum, dedi. Hannah gözlerini kırpıştırdı. Dinlemiyordu, dolayısıyla onun ne söylediğini yakalayamamıştı. Özür dilerim, aklım başka yerlerdeydi. Marcus yavaşça, sanki Hannah sabrını sınıyormuşçasına burnundan nefes aldı. Hannah öfkelendi. Bu çok yorucu bir gündü, diye çıkıştı. Özür dilerim. Marcus, olabildiğince yavaş, Dedim ki, dedi, benim evlenmek gibi bir planım yok. Eğer bir gün gelir de sen evlenmek istersen en ufak bir itirazım olmaz, ancak Rosalind ve Celia’yla bağlarını kopartman gerekir. Ayrıca sözleşmemizi de 127 değiştirme sağduyusunu göstermemiz gerekir; belki son bir düzenleme yaparız. Ama bir gün siz de evlenmek isteyebilirsiniz. İstemeyeceğim. Ardından dükün dudakları alaycı bir şekil aldı. Bunu senin paranı kesmek için bir bahane olarak kullanacağımdan mı korkuyorsun? Hannah, adamın her şeyin kendi istediği gibi gideceği yönündeki sonsuz özgüvenine sinirlenerek, Hayır, sadece fikrinizi değiştireceğinizi düşünüyorum, dedi. Herhangi bir varisiniz yok. Adam hiçbir şey söylemedi ama gözleri kısıldı. Hannah, Hayır, diye yavaşça düzeltti. Varisiniz David. Marcus, Evet, dedi. Varisim David. Bu kulağa çok adil geliyor, öyle değil mi? Eğer bir on dakika sonra doğsaydım, dük o olacaktı. Kendisine kolayca bir eş bulabileceğini zaten ispatladı, aslına bakılırsa bir çocuğa babalık yapabileceği gerçeğinin de farkındayım. Hannah öfkeyle ayağa fırladı. 0 adam gibi, dürüst bir koca olabilecek kadar şerefli olduğunu ispatlamadı! O bir yalancı ve alçak. Ayrıca, değer verdiği bir şeyin David’in eline geçmesini isteyecek tek bir kişinin olduğundan dahi şüphedeyim!

Dük ayağa kalktı, ışıl ışıl, güneşli bahçede korkunç ve teh-ditkar bir endamdaydı. Benim konumumdaki bir erkeğin evlenmek için birtakım sebepleri olabilir: Servet, ilişki ya da akrabalık. Ben kendi başıma oluşturduğum servetten tam manasıyla tatminkarım, istediğim kadar ilişkiye girebiliyorum, daha fazla akraba edinerek sırtıma ek yük almayı ise hiç düşünmüyorum. Fikrimi değiştirmeyeceğim. Hannah’nm ağzı şaşkınlık içerisinde açık kaldı. Marcus sanki bir şey dinliyor-muşçasına kafasını yana yatırdı. Yoksa kulaklarım yanlış mı duyuyor? Karşımda aşkın, bir evlenme sebebi olduğunu söyleme şansını kaçıran bir kadın mı var yoksa? Hannah, Hayır, yanlış duymadınız, ama kadınlar hakkın-daki bilginizin az olduğu hiç şüphesiz, diyebildi. Sadece arkadaşlık diyecektim, aşk değil. En azından söz konusu siz olduğunuzda. ‘ Öyle mi? Marcus ilgi duymuş gibiydi, şaşırmış ya da aşağılanmış gibi görünmüyordu. Hannah, Siz sevilmek istemiyorsunuz, diye açıkladı. Sizi sorgusuz sualsiz seven insanları, onlara yalan söyleyerek rahatlatmak için büyük bir çaba harcıyorsunuz. Onların olan biteni öğrendiklerinde ne kadar incineceklerini tahmin dahi... Ne zaman? Gözlerinde, küçümseyen alaycılığın yerine, aniden gazap ışıltıları canlandı. Eminim ki cümlende ‘eğer’ kelimesini kullanmayı unuttun. Hannah bakışlarını başka bir yere çevirmeyecekti. Ona karşı durmaya azimliydi. Marcus bu savaşı kazanacaktı, ama Hannah’nın gözünü korkuttuğunu ya da ona karşı hissettiği saygı yüklü korkuyla suspus olduğunu kesinlikle düşünemeyecekti. Sırf başka seçeneği olmadığı için olsa da, bu Hannah’mn düşüncesiydi. Hannah sonunda, Evet, dedi. Eğer’ kelimesini kullanmalıydım. Çünkü Londra’da kalacak ve annenle kız kardeşin de dahil olmak üzere, herkesin evli olduğumuzu düşünmelerini sağlayacağım. Kudretli bir düşese yakışır şekilde davranacak, ikimizi de utandırmayacağım. Bunun karşılığında, önerdiğiniz kulübeyi ve geliri kabul ediyor, artı bir söz daha istiyorum. Marcus’un kurnaz gözleri şüpheyle sertleşti. Hannah ona baktı. Kızım büyüdüğünde, eğer tekrar evlenmediysem ve hala sizin karınız olarak görülüyorsam, onun drahomasını üstlenecek, kendisinin istemesi durumunda sezon için onu Londra’ya getirmeme izin vereceksiniz. Marcus, Ne kadarlık bir drahoma? diye lafı yapıştırdı. Hannah’nın dudakları arasından büyük bir meblağ döküldü. Beş bin paund. Molly hiçbir zaman annesi gibi evsiz ve beş parasız kalmayacaktı. Eğer Hannah kendisinden isteneni yapmak zorundaysa, Molly’nin bağımsızlığını da kazanacaktı. 129 Dük rahatladı. Anlaştık, dedi. Hannah başını sallayarak onayladı. Dük kuru bir gülümsemeyle elini uzattı. Hannah eli tuttu, Marcus’un parmakları sanki elleri birbirine uyacak şekilde yapılmışçasına Hannah'nınkinin etrafına dolandı. Hannah’nın kolundan yukarı tekrar garip bir ürperti yükseldi. Şaşırmıştı, elini hemen geri çekti. Ona karşı böylesi garip ve aşırı derecede nahoş bir tepki vermiş olması ne kadar da korkunçtu. Evet. Peki o zaman. Şimdi gidip... Ne yapacaktı? Kafası bomboştu. Valizimi boşaltayım, diye büyük bir hızla devam etti. Marcus ona korkunç, sabit gözlerle baktı. Hannah'nm neden bu kadar telaşlandığını biliyor muydu yoksa? Çalışma odasında mahrem ilişkiler hakkında söylediklerinden sonra... Hannah, soluk soluğa, İzninizle, dedi, ardından daha fazla sıkıntıya düşmeden, arkasını döndü ve koşturarak dışarı çıktı. 130 Bölüm 8 Marcus, büyük bir hata yapmadığını ümit ederek, J İ onun kaçarcasına dışarı çıkışını seyretti. Son ana, sanki yanmışçasına elini ondan çekene kadar böyle düşünmemişti. Kısa bir an için, sanki Hannah’nın gözlerinden büyük bir hızla bir şeylerin geçtiğini düşündü, bu öfke değildi, hoşnutsuzluk ise hiç değil. Bu daha çok, kendi hislerine de uygun düşen türden alarm gibi bir şeydi. Hemen o saniye, onun akşam üzeri ışıltısıyla aydınlanan yukarı kaldırılmış suratına bakarken, Hannah’nın yaptığı teklifi kesinlikle kabul ettiğinden neredeyse emindi. Ama bunda yanılmıştı.

Çalışma odasında ona dokunmak büyük bir hataydı. Sinsice beliren onu yatağa götürme düşüncesini kafasına sokmak niyetinde ise kesinlikle değildi. Bu katiyen yapamayacağı bir şeydi; eğer karısıymış rolü oynarken hamile kalırsa, onu başından bir daha atamaz, hatta onunla gerçek anlamda evlenmesi dahi gerekebilirdi. Düşüncesi bile ne kadar baştan çıkartıcı olursa olsun, onu ayartmak yapabileceği en beter şeydi. Bunu aklından hiç çıkartmamalıydı. Adams çalışma odasının önünde dikiliyordu, yüzü endişeliydi. Marcus yaklaşınca hazır ola geçti ve reverans yaptı. Marcus, kapıyı ardına kadar iteleyip masasının gerisindeki sandalyeye yerleşirken, Evet, gel, dedi, hala istenmeyen arzularla doluydu. Bunun acısını, hırslı bir tempoyla mektuplar 131 yazdırarak ve uzun yönerge listesini ezberden okuyarak, sekreterden çıkarttı. Adams hiç durmaksızın başını sallayıp onayladı, her ne kadar ağzından çıkanların yarıdan fazlasının doğru bir şekilde tamamlanmış olacağından ümitli olmasa da, deli gibi not aldı. Sonunda genç adamı gönderdi, Adams notlarını ve dokümanlarını bir araya toparlayıp bu kez dışarı kapıyı arkasından gürültülü bir şekilde kapatarak çıkarken Marcus onu canı sıkkın bir sessizlik içerisinde seyretti. Bacaklarını masanın altından ileri doğru uzattı. Adams’a söylemeyi ihmal ettiği bir şey varsa, o da düşesi için cep harçlığı ayarlamasıydı. Hannah’nın o akşam oradan büyük bir aceleyle uzaklaşmasının ardından, bunu yapmalı mı, yapmamalı mı, pek o kadar emin değildi. Gerçek bir düşesin cep harçlığı, onu hiç kuşkusuz dehşete düşürürdü. Hannah’nın harcamalar konusundaki öfkesini düşününce yüzüne kuru bir gülümseme yerleşti. Gerçekten de giysilere yüzlerce paund harcanmıştı. Marcus, Rosalind’in faturalarını yıllarca ödemişti ve şimdi de cebinden en azından birkaç bin paund çıkacağını biliyordu. Rosalind, onun sözde karısına Londra’daki en güzel gardırobu oluşturmak için hiçbir harcamadan kaçınmayacak kadar cömertti. Ama Marcus bu seçimi kendisi yapmıştı. Rosalind bunu yapmaktan büyük bir haz alacaktı ve eğer bir sandığı dolduracak kadar elbise sipariş etmek üvey annesi ve papazın karısını yolundan uzak tutacaksa, Marcus gelecek faturayı büyük bir iç rahatlığıyla ödemeye razıydı. İki kadın alış veriş yapacak, Celia çocukla oynayacak, o da kendi hayatına olabildiğince sakin bir şekilde devam edecekti. Şu... çetrefilli çekimin planlarını aksatmasına izin vermek için hiçbir sebep yoktu. Yukarda bir yerde kapıların çarpıldığı, kahkaha ve çığlıkların yankılandığı koridora çıktı. Durup kaşlarını çattı. Harper. Uzun süredir henüz sorulmamış soruları yanıtlamaya alışmış olan kahya, Leydi Celia küçük Molly ile saklambaç oynuyor, dedi. Marcus iç çekti. Atımı getirt. Bir kapı daha büyük bir hızla çarpıldı, ardından da yüksek tonlu bir kahkaha silsilesi işitildi. Marcus yüzünü buruşturdu. Bir daha düşündüm de, en iyisi arabayı hazırlat. Akşam yemeğini White’da yiyeceğim. Harper, reverans yapıp çekilirken, Peki Ekselansları, diye mırıldandı. Marcus, kendi evinden kovalandığına dair şikayet ederek, merdivenleri tırmandı. Koridordan odasına doğru döndüğünde, neredeyse kız kardeşi tepesine çıkıyordu. Celia’nın suratı kızarmış, altın rengi lüleleri dağılmıştı. Marcus’un kolunu yakaladı, göğsü hızla inip kalkıyordu. On yedi yerine on iki yaşında gibiydi. Oh, Marcus, diye haykırdı. O buradan geçti mi? Merdivenlerden aşağı mı indi? Ben kimseyi görmedim. Kız kardeşinin ellerinden kurtuldu. Bugün hiç de bir hanımefendi gibi davranmıyorsun, öyle değil mi Celia? Bunu söylerken kız kardeşinin çenesini sıktı. Burada neler oluyor böyle? Celia, kıkırdayarak, Saklambaç oynuyoruz, diye açıkladı. Haydi gel, sen de bize katıl! Marcus, Hayır, teşekkürler, dedi. Ben size ayak uydu-ramam. Gözünün köşesinden küçük bir karaltının koridorun karşısına koştuğunu fark etti. Avın kaçıyor, diye mırıldandı. Celia’nm gözleri fal taşı gibi açıldı, hızla arkasına döndü, artık kıkırdamaya başlayan çocuğun arkasından koşturdu. Marcus onun küçük kızı

yakalayışını, kolları arasına alışını ve döndürüşünü seyretti. Sevecen bir tavırla kafasını sallayarak giyinme odasına girdi ve zili çalıp Telman’ı çağırdı. İtiraf etmeliydi ki Celia’yı tekrar görmek çok güzeldi, aynı zamanda da sevindirici. Kapı arkasında açılıp sessizce olmasa da makul bir şekilde kapatıldığında, ceketini çıkartmakla meşguldü. Arkasına dönmeden, uyaran bir ses tonuyla, Telman, dedi. 133 Yoksa evindeki herkes ellerinden geldiğince gürültü yapmaya mı karar vermişti? Yanıt gelmedi. Omuzunun üzerinden arkasına baktı. Bu küçük kızdı, kapıya yaslanmış dikiliyordu. Kızgın bir tavırla iç çekti. Molly parmağını dudakları üzerine yerleştirdi. Marcus, sertçe, Burada saklambaç oynamak yok, dedi. Gidip Celia’yı bul ve ona başka bir yerde oynamanız gerektiğini söyle. Kız, hafif bir sesle, Sen David misin? diye sordu. Marcus küfretmemek için dişlerini sıktı. Buz gibi bir tavırla, Hayır, değilim, dedi. Annen nerede? Molly, gözlerini ondan ayırmaksızın, O zaman sen Marcus’sun, dedi. Celia Hala senin çok güzel bir atının olduğunu söylüyor. Marcus tekrar iç çekti ve onu görebilmek için çömeldi. Kız tedbirliydi ama korkmamıştı. Celia’ya ne kadar da benziyordu, inanılmazdı. Bana Exeter ya da beyefendi diyebilirsin. Oh. İri kahverengi gözlerini bir kez olsun kırpmadı. Ama senin adın Marcus. Annesinin izinden gittiği kesindi. Marcus, onun düşünce tarzını kabullenmiş gibi görünerek, Senin adın ne? diye sordu. Mary Rebecca Preston. Pekala, seni iyi tanımadığım için, sana Mary ya da Molly şeklinde hitap etmem haddini bilmezlik olur. Ben sana Bayan Preston demeliyim. Celia benim kız kardeşim, dolayısıyla beni çok iyi tanıyor, bu yüzden bana Marcus şeklinde hitap ediyor. Peki, ben de iyi tanıdığımda sana Marcus diyebilir miyim? Marcus kaşlarını çattı. Molly, Sen bana şimdiden Molly diyebilirsin, diye ekledi. 134 Marcus doğruldu ve kapıya doğru yürüdü, açtı ve koridora çıktı. Celia! Kız kardeşi koridorun ilerisindeki bir masanın altından fırlayıp çıktı. Koşturarak kendisine doğru yaklaşırken, Oyun arkadaşın yolunu kaybetmiş, diye ekledi. Aman Tanrım! Celia ağzım eliyle kapattı. Çok özür dilerim Marcus. Ona hangi kapılardan içeri girmemesi gerektiğini söylemiştim ama unutmuş olmalı. Çocuk, koridora doğru süzülerek, Annemin odasını arıyordum, dedi. Burası zannettim. Celia, nazikçe, düşesin süitine açılan kapıyı işaret ederek, Hayır, annenin odası şurası, dedi. Marcus’un suratına baktı. Gel Molly, gidip atlara bakalım. Molly, Celia’nın elini yakaladı. Oh, evet! Hoşçakal Exte-ra! Marcus’a el salladı. Celia neredeyse kıkırdamaktan boğulacaktı. Extera mı? Marcus ona ters ters baktı. Hoşça kalın Bayan Preston. Kız kardeşi neşeli neşeli sırıtarak güldü ama kızı da hemen oradan uzaklaştırdı. Marcus soyunma odasına geri döndü ve akşam için hazırlıklarını tamamladı, artık Telman da oradaydı. Extera, öyle mi? Preston soyadlı kadınların ikisi de onunla ellerinden gelen her şekilde alay etmeye kararlı görünüyor İçirdi. Belki de onları oradan uzaklaştırmak en iyisiydi. Çıkacak dedikodular ne kadar sürebilirdi ki? Yıllarca, diye itiraf etti ve Celia’nm sosyeteye takdimi gelecek seneydi. Her ne kadar olanlardan dolayı hiç kimse onu suçlamayacak olsa da, yaşanacak bir skandal onu cemiyet içerisinde mutlaka lekeleyecekti. Ayrı yaşayan bir eş hiç de ender rastlanılır bir durum değildi; erkeklerin büyük çoğunluğu karılarını ve ailelerini taşrada tutuyorlardı. Marcus’un sadece onlara birkaç hafta boyunca tahammül etmesi gerekecekti.

135 Tabii ki bunu yapmanın en iyi yolu onların yakınında olabildiğince az zaman geçirmekti. Merdivenlerden inerek kendisini bekleyen arabasına bindi ve oradan ayrıldı. Ancak, evden uzaklaşmak ona nefes alacak zaman tanımadı. Aslına bakılırsa, Marcus dışarı çıkmakla tam anlamıyla yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu kendi kendisine acımasızca itiraf etmek zorunda kaldı. Neredeyse hiç tanımadığı ve kesinlikle konuşmadığı insanlar merhabalaşmak için onu durdurdu. Onu tebrik ediyormuş gibi görünen ancak aslında ani evliliğinden dolayı dedikodu türetme peşinde olan insanlar yüzünden akşam yemeğini defalarca yarıda kesmek zorunda kaldı. Yemeğini bitirdiğinde, Marcus öfkeden köpürüyordu. Burası bir erkek kulübü mü, yoksa kadınların dedikodu meclisi miydi? Arabasını çağırttı ve Times 'da yayınlanan herhangi bir şeyi fark etmeyecek kadar uçarı ve hovarda erkeklerin arkadaşlığına sığınma ihtiyacıyla, en adı çıkmış kumar cehennemlerinden tekine doğru yola çıktı. Azıcık bir tanışıklıkları olan Robert Milleman, Exeter! dedi. Bize katılmaya ne dersin? Dördüncüye ihtiyacımız var. Marcus kapının yanındaki masaya bakarak talebi tarttı. Masada saçları seyrelmeye başlayan iri yarı bir beyefendi olan Milleman ve Sör Henry Trevenham vardı. Trevenham onun olası şüpheliler listesinde yer almaktaydı. Marcus bu üstede bulunmayan hiç kimseyle kumar oynamazdı. Milleman’m karşısındaki sandalyeye geçerek, kafasını bir kez salladı. Burada diye umdu, huzur bulacak, faydalı bir şey yapabilecekti. İçinde bulunduğu öfkeli ruh haliyle, Trevenham’ı sahte banknotlarla yakalamaktan büyük bir haz alabilirdi. Böylece birisini tartaklamak için iyi bir sebebi olurdu. Milleman desteyi kesti ve yanındaki iri yarı adam da kağıtları dağıttı. Masa, oyuncular kartlarını inceler ve bir 136 hizmetkar da herkesin bardağını tekrar şarapla doldururken, kısa süreliğine sessiz kaldı. Marcus solundaki Trevenham’a kaçamak bir bakış attı. Adam bir sahtekar olabilirdi; onda bir kumarbazın zalim bakışları vardı ve parmakları da kartları büyük bir aşinalıkla okşuyordu. Belki de hayal kırıklıklarıyla dolu geçen günü artık bir şekilde pes edip düzene girmeye başlayacaktı. Trevenham, yavaşça Camden’in safkan atlarıyla ilgilendiğini duydum, dedi. Marcus ilk eli başlattı. Olabilir. Saf kanlar. Trevenham oynadı. Dashing Dancer’ı iki yıl önce Ascot’ta derece kazandı, dedi. Diğer adam büyük bir hevesle, Starry Night’tan olma Dashing Dancer mı? diye sordu. Trevenham başını sallayarak onayladı. Starry Night ne kadar da hoş bir kısraktı. Trevenham purosundan derin bir nefes çekti. Damızlıklarının arasına ekleme yapmayı mı düşünüyorsun Exeter? Marcus yine, Olabilir, dedi. Trevenham eli aldı. Oyun devam ederken Marcus gözünü adamdan ayırmadı. Trevenham bu kez Milleman gibi pas geçti. Marcus eli aldı. İri yarı adam cebinden çekip bir mendil çıkarttı ve alnını sildi. Milleman güldü. Şimdiden ısınmaya mı başladın Redley? Redley korkunç bir şekilde sırıttı. Marcus onun uzunca bir süredir masada oturduğu hissine kapıldı. Tıpkı bezip çökmüş ancak toparlanmaya çabalayan birisini andırıyordu. Onu küçümseyerek dikkatini tekrar Trevenham’a yöneltti. Redley batmıştı; ortaya para koyarken vızıldadı. Ortaya para koyması gereken Milleman ise sadece sırıtmakla yetindi. Redley kesti, yeni turu Marcus dağıttı. Neyse ki Trevenham ve Redley gerçek birer kumarbazdı. Kumarla dolaylı yoldan alakasız konuların tümü anında susturuldu. Haftalar boyunca yaptığı araştırmalara şükürler olsun 137

ki, Marcus’un olduğu gibi kaldığım farz ettiler. Yeni eşine dair birkaç müstehcen yorumun dışında -ki Marcus söylenenlere canı sıkkın bir sessizlikle müsamaha gösterdi- sohbet genelde atlar, kartlar ve o anki diğer birtakım değişik ilgi alanları üzerine odaklandı. Bir noktadan sonra yirmi bir oyununa döndüler. Milleman saat biri vurunca ayrıldı, diğer iki beyefendi Bowden ve Lane, onlara katıldı. Bunlar Marcus’un listesinde değillerdi, ancak olabildiğince ciddi oynadılar ve çıtayı sürekli olarak yükselttiler, yükselttiler. Marcus onlara içten içe teşekkür etti; kısa zamanda oldukça yüksek meblağda para el değiştirebilirdi ve o tüm geceyi masalarda harcamamayı tercih ederdi. Ama Trevenham, biraz kazanıp çok kaybetmeyerek, sağlam bir rota takip etti. Çok içmiş olduğu şaraba rağmen, sakin ve kayıtsız kaldı. Marcus, karlı çıkıp çıkmadığını dikkate dahi almaksızın, bir şeytan gibi oynadı. Trevenham’m parasını istedi. Adamın elinin ne renk olduğunu ve Timms’in onları yetersiz ilan edip etmeyeceğini görmek istedi. Redley ecel terleri döküyordu, yakası terden sırılsıklam, kartları ise tombul ellerinden dolayı nemliydi. Bir el daha. Trevenham o dakika oyundan çekildi. Marcus, sırf adamı şüpheye düşürmek için oyunda kaldı. Bowden sıradaki kağıdı çevirdi. Marcus kazandığını hayal meyal fark etti. Usanmış ve sabırsızlanmış bir halde, kazanılanları çekip topladı ve Trevenham’ın parasını nasıl ütebileceğini düşündü. Belki de adamı pikete alabilirdi... Trevenham sandalyesini geriye doğru iteledi. Kocaman esneyip kabaca kaşınarak, İyi geceler, dedi. Korkarım benim burada işim bitti. Parasını tekrar cüzdanına doldurdu. Marcus da ayağa kalktı. Sırtı tembel tembel yayıldığı onca zamandan dolayı gerilmişti. Benim de gitme zamanım geldi. Trevenham’a doğru şöyle bir göz attı. Birkaç el piket atmaya ne dersin Trevenham? İçinden, Evet de, diye geçirdi. 138 Trevenham güldü. Bu gece değil, değil mi? Bu lanet olası büyük bir salaklık olur. Şaşırmış gibi görünerek ceplerini yokladı, sonra zaferane bir tavırla gülümsedi. En iyisi fırsatını yakalamışken buradan ayrılayım, dedi. Reverans yapma girişimi, dengesini kaybedince, zarafetten yoksun bir şekilde sonlandı. Belki başka bir gece. Marcus, Trevenham kapıya doğru istikrarsız bir yol takip ederken, kafasını yana doğru eğdi. Lanet olsun; kaybedilen diğer bir fırsat. Yoksa Trevenham planını çınlamış mıydı? Eğer anladıysa, Marcus Trevenham’ın cebinden, bırakın taze, yeni basılmış banknot destelerini, tek bir peni kapabilirse şanslıydı. Gereğinden fazla bir hiddetle, kendi kazandıklarına doğru uzandı. Bundan inanılmaz derecede usanmıştı. Exeter. Elinin üzerini, solgun tombul bir el kapladı. Marcus buz gibi bir tavırla kafasını kaldırıp baktı. Redley’in suratı, Marcus’un uzatılmış elinin altındaki para yığınına bakarken, neredeyse yemyeşil görünüyordu. Üst dudağı seğiriyordu. Eğer mümkünse... Boğazını temizledi. Eğer mümkünse, bir el daha oynasak... Ses tonu umutsuzluk doluydu, yağcılığı bunun fırkasında gizlenmişti. Bu gece olmaz. Elini Redley’in avucundan çekip kurtardı. Redley ısrar etti. Şcinsımı değiştirme fırsatını hak ediyorum, öyle değil mi? Marcus ona baktı. Redley şemsini, saatler önce masadan kalkarak değiştirmiş olmalıydı. Marcus aslında onun parasını keızanmak istememişti ama Redley bunu kaybedip birisine vermekte kararlı görünüyordu. Buz gibi bir sesle, Başka bir gece, dedi. Redley sallanarak ayağa kalktı. Yüzü kıpkırmızıydı. Sesini yükselterek, Görmüyor musun? dedi. Bahis paramı geri kazanma şansını hak ettim, bu kesin! Saatler boyunca sayısız fırsatla karşılaştın. 139 Lanet olası hilebaz. Redley yüksek sesle bağırdı. Düzenbaz! Zalim! Marcus doğruldu ve adama buz gibi gözlerini dikti. Sanki hile yaptığımı ima ediyor gibisin, dedi. Redley yutkundu. Yapmak istemişti, bunu herkes görebilirdi, ama cesaret edememişti. Gözleri hala masada duran paraya odaklandı. Tapum, diye hıçkırdı. Tapum.

Marcus kafasını eğip baktı ve adamın, hangi ara bilinmez, masaya bir tapu senedi atmış olduğunu fark etti. Tanrım. Eğer herkes onlara bakmıyor olsaydı, bunu alır o küçük çakalın suratına fırlatırdı. Ama Exeter Dükü ağız dalaşına girmedi ve tehditlere karşılık vermedi. Marcus düşünüp taşınarak, tapu senedi de dahil olmak üzere, kazandığı her şeyi aldı. Tanrı biliyordu ya kazanmak için en ufak bir çaba dahi harcamamıştı; neden şimdi kendini suçlu hissedecekti ki? Redley bunu bahis konusu yapmaması gerektiğini daha en başından bilmeliydi. Redley’in gözleri yerlerinden fırladı ve tekrar sesini yükseltti. Aşağılık herif, diyerek inledi. Redley dizlerinin üzerine düşüp kıvrılmadan önce, ağzından çıkan kelimeler kısa bir an için havada asılı kaldı. Marcus yürüyüp uzaklaşmadan evvel, Redley ona birkaç küfür daha salladı, bazıları İngilizce kelimeler bile değildi. Marcus, suratı laş gibi ifadesiz, yürümeye devam etti. Adamın feryat figanı tüm sokak boyunca peşini bırakmadı. Marcus bekleyen arabasına arkasına bakmaksızın tırmandı Trevenham’a daha saf davranmadığı, Redley’e ise çok kolay kandırıldığı için öfkeliydi. Tanrım, işte kumardan bu yüzden nefret ediyordu. İşte bu kadar pis, onur kırıcı bir şeydi; David’in buna nasıl dayanabildiğini bilmiyordu. Eve vardığında hizmetkarları gönderdi ve süitine geçti. Düşesin odasına açılan kapıya kaçamak bir bakış attı, ancak evin diğer her yeri gibi, orası da sessiz, sakindi. Tann’ya 140 şükürler olsun. Bırakın yabancı olmasını, herhangi bir kadının evinin odalarında serbestçe koşturabilmesi fikrinden dahi hoşlanmıyordu. Göğsü David’e dair diğer bir küskünlük ve kızgınlıkla doldu. Sahip olduğu tek erkek kardeşinin sürüleceği ya da asılacağından endişelenmek zorunda kalması yeterince kötü bir durumdu. Artık evini kendisininmiş gibi dahi hissetmiyordu. Düşesin kapısına büyük bir nefretle baktı, bunun, varlığı korkunç bir acizlik hissi içeren kapının gerisindeki kadınla pek bir alakası yoktu. Marcus’un şahsına karşı tam bir hareket üstünlüğü sağlanmış, bir kutuya kapatılmış, olaylar ve insanlar tarafından kontrolü dışında idare edilmeye başlanmıştı ve o da bundan hiç hoşnut değildi. Bir ışık daha yaktı ve kazandıklarını masaya döktü. Normalde her bir banknotu inceler, hepsini Timms’den aldığı örnek sahte banknotlarla kıyaslayıp kontrol ederdi. Sonra öğrendiklerini dosyasına sosyete üyesine dair kanıtlarla birlikte ekler, bunu David’den başka birisinin boğazına sıkı sıkıya dolanacağını ümit ettiği bir ilmek gibi görürdü. Ama şu anda buna odaklanmakta zorlanıyordu. Kapıya tekrar baktı. Bu gece David suçlu bulunsa bile umursayacağını zannetmiyordu. Erkek kardeşinin bir yalancı, baş belası ve hırsız olduğu ortaya çıksa bile umurunda değildi. Yeter ki tekrar biraz huzur bulsun. Ellerini kavuşturarak masanın kenarına iliştirdi ve kafasının bitkin bir şekilde öne düşmesine göz yumdu. Omuzları yaşadığı gerilimden dolayı taş gibiydi, gözleri kumarhanenin kapalı, dumanlı havası yüzünden batıyordu. Karanlıkta yönünü el yordamıyla bulan kör bir adam gibi yorgun, kırgın, keyifsizdi. Başkası adına çözmesi gereken diğer bir probleme bir daha ne zaman hazırlıksız yakalanacağını bilmiyordu. Saat sabahın dört buçuğuydu. Öylece yatağa gidebilmeyi ve hiçbir konuda endişelenmemeyi diledi, sadece bu geceliğine olsa bile... 141 Ama yapamadı. Eğer o tüm bunlardan endişelenmezse, başka hiç kimse endişelenmezdi. Erkek kardeşi hapse girerdi. Exeter adı yıllar boyu lekelenir, kız kardeşinin ve üvey annesinin itibarları yerle bir olurdu. Ailesinin sorumluluğu Marcus’un omuzlarında büyük bir yük oluşturuyordu. Yapması gereken şeyi geçiştirerek sadece kendisini daha da fazla yoruyordu. Bezgin bir iç çekişle, sandalyesini çekti, büyütecini çıkarttı ve para tomarına doğru eğildi. 142 Bölüm 9 Takip eden iki hafta Hannah’nın hayatındaki en uzun ve yorucu zaman dilimiydi. Bir düşes gibi davran-mak oldukça zorlu bir işti, bu kesindi.

Dük hizmetlilerin tümünü bir araya topladı ve onu hepsine evin yeni düşesi olarak tanıttı. Gülümseyiş tarzı belli belirsiz ince bir alayla doluydu ama Hannah onu dikkate dahi almadı, öne doğru bir adım attı ve elinden geldiğince çok ismi öğrenmeye çalıştı. Ancak, ilk yirminin ardından, karşısındaki kişilerin görevlerini öğrenmenin çok daha iyi olacağını fark etti, çünkü merdivenler arası hizmetçi bir yana, neyin bir kızı alt kat hizmetçisi ve diğer bir tanesini de üst kat hizmetçisi yaptığına dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Hepsi de mavi ve griler içerisinde düzgünce giyinmişlerdi. Bunlar Rosalind’in söylediğine göre Exeter renkleriydi ve Hannah kızların elbiselerinin kendisininkinden çok daha zarif olduğunu kendiliğinden fark etti. Nihayet sona ulaşınca, bundan sonra ne yapması gerektiğinden pek de emin olmayan bir tavırla, dükün yanında dikildi. Marcus kahyasına baktı ve herkes hızlı adımlarla oradan ayrıldı. Hannah, diğer herhangi bir grup insandan çıkacağını beklediği konuşmalar ya da fısıldaşmalar olmaksızın mesailerine geri dönen düzinelerce hizmetkarı seyrederek, Aman Tanrım, diye mırıldandı. Dük, hafif bir şaşkınlıkla, İyi iş çıkarttın, dedi. 143 Hannah, İsimlerin tümünü hiçbir zaman anımsayamaya-cağım, diye fısıldadı. Marcus kaşlarını çattı. Buna gerek yok. Çoğunlukla temasa geçmen gereken kişiler kahya, idareci ve senin kadın hizmetlin olacak. Nasıl olur da adlarım bilemezsiniz. Hepsi de sizin evinizde yaşıyor. Bu tümüyle konuştuğum anlamına gelmiyor. Ben sadece ev düzeninin sorunsuz yürütülmesini istiyorum ve bu da, hizmetkarlardan Harper’ın sorumlu olması durumunda, çok daha kolay oluyor. Dükün diğer bir bakışıyla, kahya öne doğru bir adım attı. Ekselansları Leydi’nin hizmetkarlığını kim yapacak? Harper, Bayan Potts Lily’yi önerdi, diye mırıldandı. Dük başıyla onayladı. Kahya döndü, koridorun gerisinde dikilen sıska kıza doğru baktı. Kız ilerledi ve reverans yaptı. Hannah da ona neredeyse aynı şekilde karşılık verdi. Kahya kıza, Lily, Ekselansları Leydi’nin hizmetkarlığını sen yapacaksın, dedi. Kız başını salladı. Hannah, sessiz iletişimden cesareti kırılmış bir halde, Teşekkürler Harper, dedi. Bu insanların sesleri yok muydu? Seninle tanıştığıma çok sevindim Lily. Kız şaşırmış göründü, ama başını sallayarak karşılık verdi ve cevaben bir şeyler mırıldandı. Harper’ın diğer bir bakışıyla birlikte geri çekilerek uzaklaştı, tekrar reverans yaptı ve çıkıp gitti. Bunların tümünü tam bir sessizlik içerisinde gerçekleştirmişti. Anne! Molly’nin çığlığı sessizlikte yankılandı. Celia bana çocuk odasını gösterdi! Anne, orada oyuncaklar var! Gel de bir bak! Kollarını merdivenlerin tepesindeki korkulukların arasından uzatıp salladı. Hannah’nın yanında dikilen dük canı sıkkın bir iç çekişle karşılık verdi. Hannah kızına, Geliyorum tatlım, diye seslendi. Düke, Böyle yapmayın, diye öfkeyle fısıldadı. Dük sadece ona bakmakla yetindi ve onu öfkelendirdi. Sanki Molly’nin ve benim 144 yaptığım hiçbir şeye dayanamıyormuşsunuz gibi iç çekip gözlerinizi kapatmayın. Tüm bunlar sizin fikrinizdi. Eğer birisi hata yaptıysa, o da sizsiniz, dolayısıyla rahatsız oluyormuşsu-nuz gibi davranmaktan vazgeçin! Marcus, Ben evinde istenmeyen dört kadın bulunan herhangi bir erkek gibi davranıyorum! diye lafı yapıştırdı. Korkma, tüm olanlardan tamamen David’i sorumlu tutuyorum ama bu durumdan da memnun olduğum söylenemez! Hannah, suratları birbirinden sadece üç santim uzak kalana kadar çenesini uzatarak, ileri doğru bir adım attı. Tüm bunların başlamasından o sorumlu olabilir ama olayları devam ettiren sizsiniz! Ben eve gitmek istedim, ama siz kalmamı sağladınız. Kadında küstahlık hiç de hoş karşılanmayan bir niteliktir, dedi. Ardından, tam Hannah ağzını onun tavırlarına dair düşüncelerini dile getirmek için açmıştı ki, Marcus uzandı ve sert bakışlarla parmağını Hannah’nın çenesine yasladı. Ne yazık, çünkü bu sana çok yakışıyor. Hannah ağzını büyük bir şaşkınlıkla kapattı. Marcus topuklan üzerinde döndü ve Harper peşinde, oradan uzaklaştı. Hannah onun arkasından bakakaldı. İltifatta mı bulunmuştu, hakaret mi etmişti? Sanırım her ikisi

de, diye düşündü. Molly ona tekrar seslendi. Hannah oyuncakları görmek için merdivenleri aceleyle tırmandı, bir yandan da Marcus’un ne demek istediği üzerine kafa yoruyordu. Ertesi sabah Hannah tam giyinmek için geceliğinin düğmelerini çözüyordu ki, gözü hafif bir hareketlenmeye takıldı. Arkasına hızla dönüp, elinde tepelemesine dolu bir tepsiyle kapının girişinde dikilen Lily’yi görünce rahatlayarak inledi. Geceliğini çekip sıkı sıkı kapatarak, Tanrım, beni çok şaşırttın, dedi. Yoksa kız kapıyı tıklatmış da Hannah mı duymamıştı? Lily, tepsiyi tuvalet masasına koymak için odanın diğer ucuna doğru yürürken gözlerini yere indirip, Özür dilerim 145 Ekselansları, diye mırıldandı. Harper, her ne kadar henüz zili çalıp istemiş olmasanız da, bana kahvaltınızı getirmemi emretti. Sizin erken uyanan birisi olduğunuzu söyledi. Hannah, düğmelerini çılgınca kapatırken, söylenenlere sadece dikkatinin yarısını verebildi. Ah, teşekkürler, çok naziksiniz. Geceliğine, bunu bedenine koruyucu bir şekilde sararak, büyük bir aceleyle büründü. Gecelikliyken ziyaretçilerinin olmasına hiç de alışkın değildi. Lily odada sessiz bir hızla dolaşıyordu, perdeleri çekip araladı, Hannah’nm küçük elbise koleksiyonunu incelemek için gardırobunu açtı. Hannah yatağın uzak tarafında kaldı, ne yapacağından tam olarak emin değildi. Kahvaltınızı etmeden evvel giyinecek misiniz Ekselansları? Lily elbiselerinden en güzelini çıkartıp yatağa yaydı, bu yine o mavi muslin olanıydı. Çorap ve iç çamaşırlarını, sanki çekmecelerde neyin nerede olduğunu tam manasıyla biliyor gibi ayırarak, almaya davrandı. Pekala, ben hiç... Hannah tekrar tepsiye, buharları sabah güneşinde ağır ağır yükselen yiyeceklere baktı. Çocukluğundan itibaren kafasına yatakta uyanık yatmanın miskinlik olduğu, bu davranışın sadece yatalak ve tembellere uyduğu işlenmişti. Yine de bu, tepsinin halihazırda orada olduğu ve etrafa midesini guruldatan güzel kokular yaydığı göz önüne alındığında, kulağa oldukça cazip geliyordu. Tepsinin durduğu masaya yönelerek, Sonra, dedi. Yatağa uzanıp bir şey yiyemezdi ancak tuvalet masasında yemek yemek o kadar da günah olmamalıydı. Tabii Ekselansları. Lily odanın karşısındaydı, yemeklerin üzerlerini açıyor ve etrafı düzenliyordu. Hannah her şeyin ne kadar temiz ve hoş yerleştirildiğini görerek şaşırdı. Sosisi andıran bir parçayı almak için çatalına el attı ancak Lily’nin odayı toparladığını görerek durdu. Gerçekten de buna gerek yok, dedi. Lütfen biraz otur. 146 Lily duraklayıp baktı, kolları çarşaf doluydu. Ekselansları? Hannah masanın yanında duran diğer sandalyeyi işaret etti. Lütfen otur. Kısa bir tereddüdün ardından Lily, şaşkınlığı olağan sakinliğinin gerisinde kaybolarak, söylenene itaat etti. Sandalyesinin ucuna ayağını altına toplayarak ve sanki kısa bir süre sonra tekrar ayağa kalkma olasılığı varmışçasına ellerini kucağında birleştirerek oturdu. Hannah sosisi bitirdi ve çayından bir yudum aldı. Yaptığının uygun olup olmadığını düşünmeden, Sence dük iyi bir işveren mi? dedi aniden. Her ne kadar hiçbirisi mağdurmuş gibi görünmeseler de, Exeter’in hizmetkarlarında hiç de doğal olmayan bir şeyler vardı. Lily gözlerini kırpmadı. O iyi bir patron Ekselansları. Onun hanesine hizmet verdiğim için gururluyum. İyi ama sen burada olmaktan memnun musun? Oldukça hanımefendi. Umarım sizi de memnun ediyo-rumdur. Allah allah, düke dair abartılı düşünceler beslendiğinden en ufak bir şüphe yoktu. Etrafı neredeyse çizmelerini öpen insanlarla doluydu, hatta yokluğunda bile. Hannah sirkeli suda pişirilmiş yumurtaları yana doğru itti ve bir dilim kızartılmış ekmek aldı. Aşçı gerçekten de harikulade bir ekmek yapmıştı, oradan ayrılmadan önce muhakkak tarifini almalıydı. Lily’nin gözleri hemen tepsiye doğru hareketlendi, sanki neleri yediğini, neleri de hiç dokunmaksızın bıraktığını kafasına kaydediyor gibiydi. Hannah, Lily’nin yarın

getireceği tepside -ki yapmaması söylenmediği durumda kızın bu hizmeti tekrarlayacağını hissediyordu- bir şekilde sadece yediği şeylerin yer alacağından adı kadar emindi. Pekala Lily, eğer beni memnun etmek istiyorsan... Hannah sustu. Hayatı boyunca hiç başka birisine istediğini yapınasım emretmemiş, bunu yaptığında ise isteğinin gerçekleştirileceğinden emin olmamıştı. Kendinden emin bir tavırla, 147 Fikrini sorduğumda, hep aklından geçeni söylemelisin, dedi. Ben dük değilim ve sen de benim yanımda fısıldamak zorunda değilsin. Her şey için senin yardımına ihtiyacım olmayacak ve ihtiyacım olduğunda da zili çalacağım. Bunun dışında, sen kendi işlerinle ilgilenebilirsin. Bu Hannah açısından fazlasıyla mantıklı göründü. Lily’nin giyinmesine yardım etmek ya da kahvaltısını getirmek için her sabah odasına gelmesine ihtiyacı yoktu ve bunu gerçekten de istemiyordu. Bunlar, eğer önceki hayatına hiçbir zorluk çekmeksizin geri dönmek istiyorsa, kaçınacak kadar akıllı davranması gereken lükslerdi. Kendi kendisine, bu sadece birkaç hafta sürecek, diye hatırlattı. Lily gözlerini kırptı. Ekselansları, benim niyetim size her açıdan yardım etmek... Ve böyle bir şeye ihtiyaç duyduğumda da, bunu senden ben isteyeceğim. Hizmetkarın gözleri fal taşı gibi açıldı. Peki hanımefendi. Hannah, Aslına bakılırsa, diye itiraf etti, ben bir leydi-nin hizmetkarının ne yaptığını dahi bilmiyorum. Senden ne yapmanı isteyeceğimi de öyle. Ne isterseniz Ekselansları. Saç yapmak konusunda yetenekliyim ve kuzenim de dul, zengin ve yaşlı bir düşesin hizmetkarı. Size nasıl hizmet vereceğime dair beni o eğitti. Lily hala, orada bulunmayan hiç kimse tarafından duyulamayacak kadar yumuşak, sakin bir ses tonuyla konuşmaktaydı. Burada neden herkes fısıldıyor? Soru henüz Hannah üzerinde tam manasıyla düşünemeden ağzından çıkıvermişti. Lily’nin ifadesiz suratı değişmedi. Ekselansları hizmetkarların dikkatleri üzerlerine çekmemelerini tercih eder hanımefendi. Hannah kayıtsızca, Hay allah, kendinizi görünmez yapamıyor olmanıza ne kadar da üzülüyordur, dedi. Lily hiçbir 148 şey söylemedi ancak solumasında hissedilen ufak bir duraksama onun söylenenleri işittiğinin göstergesiydi. Hannah irkildi; dükle arkasından alay ederek kendisi hakkında hiç de iyi bir izlenim oluşturmamıştı. Aniden, sahte evliliğin bitmesiyle birlikte, Lily’nin işsiz kalacağını fark etti. Daha önce ne iş yapıyordun? Çamaşırhanede hassas ürünlerden mesuldüm hanımefendi. Ayrıca, Londra’da bulundukları süre dahilinde, yaşlı dul düşesin ve Leydi Celia’nın hizmetkarlarına yardımcı oluyordum. Aman Tanrım, hizmetkarların bile hizmetkarları vardı. Ama bu aynı zamanda Lily’nin yeni görevine terfi ederek geldiği anlamını taşıyordu. Hannah kızın yeni konumunu oldukça kısa bir süre içerisinde kaybedeceği için kendisini çok kötü hissetmeye başlamıştı. Tepsideki kapları, canı yaptığı anlaşmadan gittikçe daha fazla sıkılarak, toparladı. Lily konusunda kendisini sorumlu hissetmek istemiyordu, ancak kızın onun ayrılışıyla birlikte mağdur olacağı gerçeği inkar edilemez derecede açıktı. Peki, üstlendiğin bu yeni görevin senin açından anlamı nedir? Sonunda Lily şaşırmış göründü. Ne bakımdan Ekselansları? Mesela maaşın arttı mı? Hannah hiçbir şey söylememiş olmayı dilerdi. Lily kadrosu düşürülerek çizme boyayıp parlatma görevine verilse bile elinden ne gelirdi ki? Daha iyi bir dairede kalmak ya da... ya da böyle bir şey? Hizmetkar şimdi adamakıllı ambale olmuş gibi görünüyordu. Odam ya da maaşım konusunda en ufak bir şikayetim dahi yok Ekselansları.

Pekala, çok güzel! Telaş içerisinde, Hannah çay fincanını kafasına dikti ve tepsiyi iteledi. Sanıyorum artık giyineceğim. Hiç düşünmeden tepsiyi toparlamaya, örtüleri aldığı yere geri koyup kapları aşağı kata taşınırken düşmeyecekleri tarzda üst üste yığmaya başladı. Dük, bir şeylerin kırılması durumunda, büyük olasılıkla kızı oluşacak hasarlardan dolayı sorgulardı. Lily ayağa fırladı ve tepsiye doğru uzandı. Ben icabına bakarım Ekselansları. Oh, evet, tabii. Hannah odanın karşısına ilerledi, keyfi tamamen kaçmıştı. Düke hizmetkar istemediğini söyleyebilir miydi? Görüntüyü kurtarmak uğruna, büyük olasılıkla kızı göndermemekte ısrar edecekti. Gardırobu açtı ve kalın gri yünlü elbisesiyle yürüyüş botlarını çıkarttı. Belki de Molly’yi yürüyüşe çıkartmak gibi sıradan bir şey yapmak hayatına bir tür düzen katardı. Tam geceliğinin düğmelerini bir kez daha çözmüştü İd kapı tekrar çalındı. Sonra açıldı ve Rosalind henüz Hannah hiçbir şey söyleyemeden içeri süzüldü. Neşe içerisinde, Harika, üyemmişsin! dedi. Madam Lescaut, benim terzim, kısa bir süre sonra burada olacak. Gardırobunu hazırlamaya başlamalıyız. Oh, ama... ama... Hannah elbisesini vücudunu koruyacak tarzda önünde topladı. Molly’yi parka götürmeyi planlıyordum. Aman Tanrım, hiç zamanımız yok! Belki daha sonra dolaşmaya biraz vakit ayırabiliriz. Hannah’nın elleri arasında tuttuğu gri elbiseye bir göz attı. Çok daha sonra. Kapı bir kez daha çalındı ve Rosalind, Girin! diye seslendi, iki hizmetkar içeri büyük bakır bir küvet taşıdı, bunları üzerlerinden buhar tüten kova kova su taşıyan diğerleri takip etti. Rosalind sessizce, Banyo yapmak isteyebileceğini düşündüm, diye itiraf etti. Banyo yapma fikri kulağa çok hoş geliyordu ama parka gitme isteğinin bu kadar sert bir şekilde reddedilmesinden hiç hoşlanmamıştı. Banyo yaptıktan sonra Molly düşesin odasını çocuk odasına bağlayan özel merdivenlerden aşağı inerek koşup içeri daldı. Küçük kız kendisine ait bir oda ve şahsi merdivenlerinin 150 olması fikriyle mest olmuştu. Hannah onu minnetle yakalayıp havaya kaldırdı; kızı kendisini kucaklarken Molly’nin kokusunu ciğerlerine çekerek, bu çok normal, diye düşündü. Anne, bugün parka gidebilir miyiz? Molly’nin kahverengi gözleri parladı. Celia orada ördekli bir gölet olduğunu söylüyor. Hannah gülümsedi. Tabii ki gidebiliriz. Rosalind arkadan hafifçe homurdandı ve Hannah irkildi. Kısa bir an için, neredeyse gardırop hazırlamak filan istemediğini söyleyiverecekti. Ama öyle bir şey yapması durumunda Rosalind büyük olasılıkla düke gider ve o da kesinlikle gelip Hannah’yı azarlardı. Duygularını gizlemeye çalışarak Molly’ye, Daha sonra, dedi. Molly dudaklarını bükerek somurttu. Şimdi gidelim Anne. Yemek yapman gerekmiyor. Ayrıca Celia bana bahçeyi kazmamamız gerektiğini de söyledi, çünkü Bay Griggs -o bahçıvan Anne- bize kızarmış, ama bahçe Extera’ya ait ve gidip ondan orayı kazmak için izin... Hannah, Daha sonra Molly, diyerek araya girdi. Extera mı? Molly’nin ondan o güzel, düzgün bahçesini kazmak için izin istemesi durumunda dükün ne diyeceğini bilmek dahi istemiyordu. Rosalind alçak sesle, Bir de çocuk bakıcısı ayarlamalıyız, dedi. Hannah hemen, Hayır, diye karşılık verdi. Düşesin kaşları havaya kalktı. Ama Hannah, sen çok meşgul olacaksın. Molly kendisine bakacak birisine ihtiyaç duyacak. Hannah, kendinden emin bir şekilde, Ona ben bakarım, dedi. Ben onun annesiyim. Rosalind ona bir merak ve şaşkınlık ifadesiyle baktı. Molly açısından hiçbir sorun olmayacak. Celia’nın bir çocuk bakıcısı vardı ve ben de kendimi hiçbir zaman anne değilmişim gibi hissetmedim. 151

Hayır, hayır, ben öyle demek istemedim. Hannah ağzını hayal kırıklığı içerisinde kapattı. Molly’nin kendisiyle ilgilenen, ona göz kulak olan başka birisine alışmasını istemiyordu. Ayrıca kendisini gerçek yaşama bağlayan son bağı kaybetmekten de korkuyordu. Ne de olsa, bazı şeyler kutsaldı. Molly ona kocaman gözlerle baktı. Çocuk bakıcısı ne demek? Rosalind, Seninle oynayan, çayını getiren, seni yıkayan ve giyinmene yardım eden birisi, dedi. Molly kaşlarını çattı. Ama bu Annem. Hannah Molly’nin yanıtıyla kelimelerin ötesinde hoşnut bir halde gülümserken, Rosalind iç çekti. Pekala, buna daha sonra karar veririz. Şimdilik. Lily’ye döndü. Bayan Molly’yi bu sabah yukarıdaki çocuk odasına götür. Yapacak çok işimiz var. Lily reverans yaptı. Evet Ekselansları. Hannah kendisini biraz daha iyi hissetti. Bu Lily’ye Hannah’nm ona ihtiyacının olmadığı durumlarda diğer bir meşgale daha yaratacaktı. Aynı zamanda dükün hane halkı arasında yer alan ve konumu geçici olan diğer bir çalışanını da kurtaracaktı. Lily elini Hannah’nın kolları arasından kayıp kurtulan ve büyük bir umutla ona yönelen Molly’ye doğru uzattı. Dışarı çıkabilir miyiz? diye sordu. Lily’nin suratına hafif bir gülümseme yerleşti. Sakin bir ses tonuyla, Belki, dedi. Üstünü başını kirletmemeliyiz. Molly’nin suratı aydınlandı. Oh, Annem bunun için kızmaz! Tabii içeri girmeden ayakkabılarımızın altını sildiğimiz sürece. Gidebilir miyiz Anne? Hannah güldü ve Molly’yi alnından öpmek için eğildi. Gidebilirsin ama Lily’nin sözünden dışarı çıkma. Terbiyeli ol Bayan Preston. Molly başını sallayarak onayladı, sarı lüleleri bir yukarı bir aşağı zıpladı. Lily’nin elini tuttu ve kızı odadan dışarı sürükledi. Rosalind, Bu mükemmel bir çözüm değil ama şimdilik işe yarayacaktır, dedi. Lily’ye burada ihtiyaç olacak. Gel! Yapmamız gereken çok şey var. Hannah, çocuk bakıcısı konusunda kazandığı zaferle tatmin olmuş bir halde, uysal bir tavırla onu takip etti. Bunun takip eden iki hafta süresince Rosalind’in boyun eğeceği son taviz olacağının farkında dahi değildi. Görünüşe bakılırsa düşes olmak, dük karısı olmak ya da hatta dük karısıymış gibi davranmaktan çok daha karmaşık bir şeydi. Kişi düşese yakışır bir görünüm sergilemek zorundaydı. Hannah’nın uzun süredir kesilmeyen saçları, modaya çok daha uygun lüleler haline dönüşecek tarzda kesildi. Tuvalet masasının üzeri kısa bir süre içerisinde, çalışmaktan sertleşen ellerini, güneşten bronzlaşan suratını ve ensesini bir düşesin yumuşak, beyaz tenine dönüştürecek kremler de dahil olmak üzere, çok çeşitli kozmetik ve parfümlerle kaplandı. Hannah’ya göre bunlar gerekli değildi ama Rosalind ısrarcıydı. Rolünü oynamalıydı. Rosalind, görgülü davranmak yeterli değil, demişti. Onun sadece bir kişinin konumunu değil, aynı zamanda onların sosyal statülerini ve herhangi bir skandala karışıp karışmadıklarını bilmesi de şarttı. İlişkilendirildiği dedikodulardan bazıları Hamıah’nın kulaklarının kızarmasına sebep oldu. Tabii ki Middleborough’da da çeşitli dedikodular vardı ama Stephen bunların oldukça aşağılık olduklarına inanmıştı. Dedikoducu tavukların çoğunluğu, papaz ve karısı hakkında gevezelik etmekten kaçınmışlardı. Hannah, Rosalind’in de aynısını yapacağını ümit etti. Ama söz vermişti ve kendisini utandırmak istemedi, dolayısıyla Londra’dan ayrıldığında en rezil noktaları unutacağını ümit ederek dinledi. Görünüşe bakılırsa, en önemlisi düşesin giydirilmesi gerekliliğiydi. Terzi her gün geldi, Hannah’yı ona hayatı boyunca giyemeyeceği kadar çok sayıda giysi hazırlamak için 153 ölçüp biçti. Hannah, sırf dük yapılacak herhangi bir bütçe aşımını Rosalind’le müzakere edeceğini söylediği için, sesini çıkartmadı. Hannah onun ilk fatura eline geçer geçmez bu işe el atacağından ve olan bitene bir nokta koyacağından emindi. Dük içeri girdiğinde, Hannah terzi taburesinde dikiliyordu, üzerinde iğnelenmiş yeni bir elbise vardı. Bu onu son bir hafta içerisinde ilk görüşüydü. Büyük yemek masasının diğer tarafm-daydı, Rosalind ve Celia

arada tampon oluşturuyorlardı, dük bir düzine hizmetkar arasında hiçbir şey söylemedi. Öfkeli sessizliği tüm masayı kasıp kavurdu; Celia’nın frenlenemez dırdırı dahi kesilip yok oldu. Bu Rosalind’in yarattığı yeknesak yapıyı yarıda kesen o günkü ilk olaydı. Hannah ilk başta buna en ufak bir tepki dahi vermedi. Sadece orada dikildi, düke boş boş baktı, aklından tek bir şey geçiyordu: sonunda. Rosalind, terzi ve yardımcıları dükün varlığını fark edince, oda garip bir sessizliğe büründü. Hannah bir odaya kapıyı vurmaksızın girmenin ve insanların onun gelişiyle birlikte susacaklarını bilmenin ne tür bir soğukkanlılık olduğunu merak etti. Marcus, oldukça net hatırladığı o sakin ve derin ses tonuyla, Konuşabilir miyiz? dedi. Sırrı çözülemez koyu renk gözleri Hannah’nm üzerindeydi. Madam Lescaut ve kadın terzileri, kapıya doğru büyük bir aceleyle koşturunca, Hannah kızardı. Rosalind, Hannah’ya şeytanca gülümseyerek, Tabii ki! diye söylendi. Anlıyorum. Diğerleriyle birlikte, kapıyı arkasından kapatarak dışarı çıktı. Kısa bir an için Hannah yerinden kımıldamadı, garip bir sessizlik içerisinde donup kalmıştı. Dük ona öylece bakıyordu, yüz ifadesini okumak mümkün değildi, ellerini arkasında kenetlemişti. Hannah, yarısı dikili elbisesini bir arada tutan iğnelerden hasar almadan sıyrılmaya çalışarak, tabureden aşağı indi. Evet? 154 Gardırobunun gittikçe genişlediğini görüyorum. Hannah tek omuzunu kaldırmaya başladı ama durmak zorunda kaldı. Sizi uyarmıştım. Rosalind bir düşesin çok fazla elbisesinin olamayacağını sanki hiç düşünemiyor gibi. Dük tek kaşını kaldırdı. Öyle mi. Ve sen de henüz bu zorlanmalar altında son nefesini vermemişsin. Dikkate şayan bir durum. Sert bir yanıt henüz o kendisini neredeyse durduramadan Hannah’nm dudaklarının ucuna kadar geldi. Ancak bunu engellemeyi başardı, hem de tam zamanında. Marcus’un gözlerindeki tuhaf ışığı yakaladı ve onun kendisini iğnelemekte olduğunu fark etti. Dolayısıyla hemen karşılık vermemeyi denedi. Sakin bir tavırla, Henüz değil, hayır, diye hemfikir oldu. Ancak şunu ifade etmeliyim ki oldukça yakındım. Marcus’un gözleri ışıldadı. O zaman sosyete arasına çıkma zamanın gelmiş demektir. Odanın karşısından ilerledi ve Hannah’ya kalın fildişi renginde bir kart verdi. Bu, iki gün sonra Lord ve Leydi Throckmorton tarafından verilecek bir balo davetiyesiydi. Hannah, enfes kaligrafiyi inceleyerek, alt dudağını dişleri arasında dolaştırdı. Bir Londra balosu! Kendisi de bir düşes kadar güzel giyinerek oraya gidecekti. Dudaklarına hüzünlü bir kıvrım katması yeterli olmuştu. Bunun, senin açından kabul göreceğini umuyorum. Hannah dükün ses tonundaki iğnelemeyle birlikte kafasını kaldırdı. Kabul edeceğini sanıyordu, çünkü böyle bir şeye karşı çıkmak için bir sebebi yoktu. Eğer dışarı çıkıp onlar arasında yer almayacaksa, bunca elbisenin ne anlamı oiacaktı ki? Ama dük onunla göz göze gelmedi. Bakışları daha da aşağılara takılmıştı. Elbiseyi arkadan tutan iğneler kaymış olmalıydı. Elbisenin üst kısmı aşağı düşmüştü. Yeni korse Hannah’ya imkansız olduğunu düşündüğü bir görünüm kazandırmıştı ve şimdi de 155 vücudu tamamen açıktaydı. Dükün gözleri iyice belirginleşen göğüslerine odaklanmıştı. Bedenini kapatmayı deneme cesaretini göstermedi. Elbisenin üstü iğnelerle dolu olduğu için sadece kollarını zar zor kımıldatabildi. Daha da hareketlenmesi durumunda, elbisenin tümünün dağılıp gideceğinden en ufak bir şüphesi yoktu. Hannah sadece sessiz bir farkındalıkla dikildi, gözleri dükünkilerle tekrar buluşmak için yavaşça kalkarken nefesi garip bir şekilde yüzeyselleşti. Dük, Hannah’nın bakışlarını yakalamasından hiç de utanmış gibi değildi. Hannah’nın teni karıncalandı. Gözlerindeki o ateşle kendisine bakarken acaba ne düşünüyordu? Şimdi ne yapacaktı? Bu soru neden Hannah’nm kalbinin deli gibi atmasına ve midesinin düğümlenmesine sebep olmuştu? Düke karşı gösterdiği tepkiden dolayı tekrar dehşete düşmüştü, ağırlığını tek ayağından diğerine aktardı. Aman Tanrım, sorunu neydi? Bu adamı neredeyse hiç tanımıyordu ve ondan hoşlanmıyordu bile. Ama şimdi için için yanan, şeytani bir tavırla ona şöyle bir bakmasıyla dahi Hannah’nm tüm sinirleri beklenti içerisinde

gerilmişti. Davetiyeyi sıkı sıkı tutarak, kendi kendisine sert bir şekilde, bu da bir anlam ifade etmeyecek, dedi. Marcus, Tamam mı? diye mırıldandı. Hannah başını kaldırarak gözlerini kırpıştırdı. Kabul mü? Her ne kadar ses tonu her zamanki kadar ilgisiz olsa da, Hannah adamın berbat hislerinin hemen hepsinin farkında olduğundan emindi. Ona bu şekilde baktığında, dükün aklından geçenleri doğrudan görebileceğinden emindi. Bu durum, onun kendisini bu şekilde yarı çıplak görmesinden daha kötüydü. Evet! Davetiyeyi geri uzattı. Evet, bu harika olur. Dük davetiyeyi almadı. Sende kalabilir. Adams yemeği çoktan ajandama aldı. Hannah kafasını önüne eğdi. Oh. Evet, tabii. Ben, ben Rosalind’e de söylerim. 156 O zaten biliyor. Bu baloyu o seçti. Hannah’nın suratı kıpkırmızı oldu. Rosalind ona hiçbir şey söylememişti. Marcus’un bunu Hannah’ya bizzat söylemesi konusunda ısrarcı davranmış olmalıydı. Hannah dudaklarını birbirine bastırdı. Bu işten, sadece Rosalind’in ısrarcı çöpçatanlığından vazgeçmesi durumunda, sağ salim sıyrılabilirdi. Bu utanç vericiydi ve Rosalind’i de ilgilendirmezdi. Hannah, Rosalind onu işe yaramaz bir şekilde bu noktaya itelenmeden dahi, düşüncelerini tehlikeli kulvarlardan uzak tutmakta zorlanıyordu. Dükü tekrar kendisine bakarken yakalayarak, Pekala, başka nelere karar verdiniz? diye lafı yapıştırdı. Eğer topluluk içerisinde benimle birlikte görülmekten acı duyuyorsanız, şunu bilin ki elimden gelenin en iyisini yapacağım. Marcus’un ağzının sert çizgileri birazcık olsun yumuşadı. Yumuşak bir ses tonuyla, Tam aksine sevgili karıcığım, dedi. Böyle bir şey aklımın ucundan dahi geçmedi. Sonra topukları üzerinde döndü ve onu orada, nutku tutulmuş, sersemlemiş bir halde bırakarak uzaklaştı. Hannah, bunu yapmakta çok usta, diye itiraf etti, elbisesinin eteğini toparladı, kapıya doğru yürüdü, Rosalind ve Madam Lescaut’u geri çağırdı. Onunla yaptığı konuşmayı bir kez olsun kendini dili bağlanmış ya da aptal hissetmeden bitirmeyi isterdi. Ya da belki de sadece bu hislerle dolu olmayı, o aşağılık adama herhangi bir çekim hissetmemeyi dilemeliydi. Terzi sonunda elbiseyi üzerinden soyup çıkartırken, davetiyeyi Rosalind’e gösterdi. Rosalind, bunu sanki daha önce hiç görmemiş gibi, Hey, ne kadar da harika, diye haykırdı. Seni sosyeteye göstermek için çok istekli olmalı. Hannah, Bana bunu sizin seçtiğinizi söyledi, dedi. Rosalind’in suratı asıldı. Kısa bir an için delicesine öfkelenmiş gibi göründü ama hemen ardından diğer bir neşeli Gülümseyişe büründü. Evet, unutmuşum. Hangi elbiseni 157 giyeceksin? Madam Lescaut, Brüksel dantelli mavi ipek olanı bitirdi. Hannah alçak bir sesle, dudaklarını neredeyse hiç kımıl-datmaksızın, Lütfen onu benim yüzümden sıkboğaz etmeyin, dedi. Madam Lescaut ve maiyeti odanın diğer tarafm-daydılar, ancak ses bu yüksek tavanlı, zemini cilalı ve devasa pencereleri olan odalarda oldukça iyi taşınmaktaydı. Saçma. Rosalind tek elini salladı. Her erkeğin hafifçe dürtüklenmeye ihtiyacı vardır. Hannah, öfke ve vicdanıyla savaşırken, kafasını sanki davetiyeyi tekrar okuyacakmışçasına önüne eğdi ve nefesini yavaşça boşalttı. Dükten bahsederken Rosalind’in ses tonunda samimi bir sıcaklık vardı ve Hannah kadının sadece onun -ve Hannah’nın- mutluluğunu sağlamaya çalışmak dışında hiçbir amacının olmadığından adı gibi emindi. Kadın her şeyin bir kandırmaca olduğunu bilmiyordu. Ona yalan söylediklerinin bilincinde değildi. Hannah birden hissettiği suçluluk hissi altında ezildi. Rosalind, Hannah’yı iyi tavırlı, güzel giyimli bir düşes haline getirmek için olağanüstü bir çaba sarf ediyor, hatta dükü ona aşık olması için zorlamaya uğraşıyordu. Karşılığında da, her açıdan şiddetli bir hayal kırıklığına mahkum edilmişti. Rosalind, size şunu söylemeliyim ki... Kelimeler daha o kendisini durduramadan dudakları arasından fırlayıp çıkmıştı. Evet? Rosalind gülümsedi.

Dük ve ben... Hannah bunu yapamadı, bir türlü olmadı. Söz vermişti. Dükün üvey annesinin cömert ve sevecen biri olması onun suçu değildi. Yani, o bana bazı gönül ilişkilerinin beni kesinlikle ilgilendirmediğini söyledi, diye ağzında geveledi. Korkarım ki, korkarım ki siz bizim evlilik yapımızı yanlış anlıyorsunuz. Rosalind, sorgulayıcı bakışlarla, Hangi açıdan hayatım? diye sordu. Hannah ağzını kapattı, kapana kısılmıştı. 158 Rosalind, sakinleştirici bir ses tonuyla, Bak, bazı şüphelerim var, dedi. Ben kör değilim, biliyorsun ve görüyorum ki her şeyin... pekala, diyelim ki biraz dürtüklemenin faydalı olabileceğini düşündüm. Evliliğinize karışmak istemem ancak eğer Marcus seni sosyete evliliklerine dair birtakım saçmalıklarla doldurduysa, onu kesinlikle dinlememelisin. Hannah garip bir tavırla, Öyle mi? diye haykırdı. Sesi içerde yankılandı. Rosalind kendinden emin halde, Hayır, dedi. Sosyetenin Marcus gibi bir adamın bir karısı ve bir de metresinin olmasını beklemesi hiç de güzel bir şey değil ve sen de bunu kabullenmemelisin. Hannah kendisini tek bacağını tuzağa kaptırmış bir tavşan gibi hissetti, makhum olduğunun farkındaydı ve kendisini kurtarmaktan da acizdi. Çılgıncasına konuyu değiştirmenin bir yolunu arayarak, Onun aklını çelmek için gereken güce sahip olduğumu düşünmüyorum, dedi. Belki de baloya ne giyeceğinden bahsetmeliydi... Rosalind güldü. Gücün mü yok! Bir kadının kendisini isteyen bir erkek üzerinde her zaman büyük bir gücü vardır ve tabii aynı zamanda onu seven bir erkek üzerinde! Marcus birisinden ya hoşlanır ya da en ufak bir özen göstermez. İkinizi evliliğe yönelten duyguları besleyip büyüt, böylece hiçbir zaman yanından ayrılmayacaktır. Hannah, mutlak bir dürüstlükle konuşarak, Eğer sadık olmak umurunda değilse, yanımda durmadığı için kafasının etini yememeliyim, dedi. Eğer böyle bir şey önerirse, dük suratına gülerdi. Dükün bir metres sahibi olmayı ve gönül ilişkileriyle böbürlenmeyi istemesi durumunda, Hannah’nm yapabileceği pek bir şey olmazdı, özellikle de adamın ilgisinden dahi hoşlanmadığı şu günlerde. Hayır. Hafifçe kaşını çattı. Bu kulağa yanlış geliyordu; daha doğrusu, adamın sürekli ilgi eksikliğinden acı çekmeyeceği kesindi. Hem de ufacık dahi olsa. 159 Rosalind, Onun seni aldatmak istediğine inanmıyorum, diye devam etti. Erkeklerin bunu yapmaları beklenir, hatta eşlerine saygı duyduklarını ifade edenlerin bile. Ancak bir erkeğin istekleri ve onu mutlu edecek şeyler genelde iki farklı şeydir. Söyleyeceklerimi iyi dinle, gecelerini başka bir kadının kolları arasında geçirmemesi durumunda çok daha mutlu olacaktır. Hannah’nın zihni, en ufak bir uyarı vermeksizin, dükün geceyi kendi kolları arasında geçirmesi düşüncesiyle doluverdi. Hannah, dinginliğini kaybetmeden önce bu hayali akimdan çıkartmaya çalışarak, omuzunu silkti. Eğer yapmak istediği buysa, onu nasıl engelleyebilirim, bilemiyorum. Rosalind hemen, Her gece yatağında, yanında olduğundan emin ol, dedi. Hannah neredeyse boğuluyordu. Pekala, ben... konu bu değil... Rosalind hafifçe güldü. Saçmalama tatlım. O benim üvey oğlum olabilir ama yine de bir erkek. Evet, yarısı teyellenmiş elbisesine büyük bir ilgiyle bakarak dikilen bir erkek. Özel ilişkiler paylaşabileceklerini söyleyen birisi. Tek bir bakışla kalbinin hoplamasına ve teninin karıncalanmasına sebep olan bir erkek. O Hannah’nm, her gece bir yana, tek bir gece boyunca dahi yatağında tutabileceğini düşünebileceği en son erkekti. Sohbeti balo giysilerine ve çok daha az tehlikeli konulara büyük bir zorlukla çevirmeden önce, Tavsiyeniz için teşekkürler, diye tiz bir sesle karşılık verdi. 160 Bölüm 10 Tam olarak saat dokuza iki kala, Marcus süitinden ayrıldı ve aşağı indi. Bu akşamı dört gözle beklediği söylenemezdi. Rosalind'in çalışma odasına büyük

bir hışımla girmesi ve düşesini bir yere götürmesini talep etmesi de bunu değiştirmemişti. Rosalind, İnanılmaz derecede zeki ve aklı başında bir kadınla evlisin Marcus, ama ona bir çocuk gibi davranıyorsun, diye onu suçladı. İnsanlar ondan utanç duyduğunu konuşmaya başladılar. Marcus bunun doğru olabileceğini söylememek için dilini ısırdı. Papazın karısı gerçekten çok çekici olabilirdi ama sosyete leydisi olmadığı açıktı. David’e tekrar lanet okuyarak, hatta o bir leydi bile değil, diye kendi kendisine öfkeyle söylendi. Hizmetkarlara kendisinin dengiymiş gibi davranıyor ve çocuğunun çocuk odasına tıkılması yerine evde ve bahçede delicesine koşturmasına göz yumuyordu. Marcus, hanımefendilerle akşam yemeği yediğinde, Hannah’nm aslında pek de eğitimli olmadığını keşfederek dehşete düşmüştü. Sohbetleri yönetip yönlendirmek için en ufak bir çaba harcamıyordu, nüktedan, dedikoducu sosyetenin bir düşesten bekleyeceği hiçbir şeyi içinde barındırıp sergilemiyordu. I ler ne kadar Marcus toplumun ne düşündüğünü pek dikkate almasa, bir aptal gibi görünmeyi o kadar önemsemese de, llaıınah Preston’u yanında tutmanın aslında çok aptalca bir 161 karar olabileceği yönünde içinde kötü bir his barındırıyordu. Yine de, Throckmorton balosuna katılacaklarını söylemek için yanına gittiğinde -bu yine Rosalind’in dürtüklemesiyle olmuştu- Hannah ona inanılmaz derecede ilerleme kaydetmiş gibi görünmüştü. İstemeye istemeye, şaşırtıcı derecede değişmiş, diye itiraf etti. Dışarı çıkma olasılığından dolayı onun gözü korkmuş gibi durmadığını görmek dükü biraz rahatlattı. Bu akşamın en ufak bir felaket yaşanmadan sonlanacağını umdu. Rosalind’in Hannah’ya başarılı olabileceği kadar şey öğrettiğini ümit etti. Her şeyin çabucak bitmesini diledi. Ama koridor boştu. Kısa bir süreliğine bekledi, sonra başıyla Harper’ı çağırdı. Düşes ve zengin dul düşes nerede? Rosalind dükün oradan biran önce ayrılmak istediğini biliyordu. Harper tam ağzını açarken, merdivenin tepesinde Rosalind belirdi. Marcus! Sonunda gelebildin. Büyük bir aceleyle aşağı indi. Marcus kaşlarını çattı. Rosalind henüz balo için giyinmemişti. Celia’nm karnı korkunç derecede ağrıyor. Onu yalnız bırakamam. Dükün kaş çatışı daha da yırtıcı bir hal aldı. Rosalind, diye uyardı. Kadın, dükün kolunu hafifçe sıvazladı. Hannah konusunda endişelendiğini biliyorum. Dışarı çıkıp kumar oynamamaya bir geceliğine dayanabilirsin, öyle değil mi? Bu onun ilk balosu hayatım. Onu sosyeteye tanıtmanın senin açından ne kadar önem taşıdığını biliyor olmalısın. Dük derin bir iç çekti. Rosalind, tüm gece boyunca onun yanında dikilmemi benden bekleyemezsin. Celia iyileşecektir. Senin giyinmeni bekleyeceğim. Dükün yaşanan gecikmeyi alışılmadık bir şekilde kabullenmesi üvey annesini şaşırtmıştı ama kadın bunu belli etmedi. Marcus, o kendisini çaresiz hissediyor. Erkekler böyle şeyleri anlamaz. Dük, üvey annesinin kendisine numara 162 yaptığını fark ederek, eldivenlerini sertçe avucuna çarptı. Rosalind’in gelinini sosyeteye tanıtmaktan alacağı hazza o kadar güvenmişti ki, onun arabuluculuk içgüdülerini hafife almıştı. Aynı hatanın ikinci kez tekrarlamasına izin veremezdi. Rosalind dükün omuzunun üzerinden geriye doğru bakarak gülümsedi. Oh, Hannah, ne kadar da hoş görünüyorsun! Marcus yavaşça, gönülsüzce döndü. Hannah, ipek eteğini büyük bir dikkatle tutarak, farkında olmaksızın bacaklarını neredeyse dizlerine kadar göstererek, merdivenlerden aşağı iniyordu. Rosalind’in selamıyla gülümsedi. Ne kadar da naziksiniz. Kendimi sanki sırf bu akşam için prenses olmuşum gibi hissediyorum. Son basamaktan da aşağı indi ve eteğini serbest bıraktı. Marcus bakışlarını Hannah’nın suratına doğru kaldırdı, muhteşem derecede hoş bacaklarıyla gözlerine ziyafet çekmişti. Ne yazık ki, bu manzara da en az bir önceki kadar tedirgin ediciydi. Kenarları beyaz dantelle süslü gece mavisi elbisesi derin dekolteli ve daracıktı, bedeninin güzelliğini inanılmaz derecede ortaya çıkartıyordu. Saçları sade bir şekilde toplanmamıştı. Çok

daha gevşekti, lüleler zarif boynuna hoş bir şekilde dokunuyordu. Bu gece çekici olarak kabul edilebilirliğin çok ötesindeydi. Düke baktı. İyi akşamlar efendim. Hanımefendi. Rosalind’in dikkatli bakışlarının farkında olarak, dük Hannah’nın elini neredeyse dudaklarına kadar kaldırdı. Hannah’nın parmakları hafifçe çekildi ama direnmedi. Gidelim mi? Harper şapkası ve ceketiyle bir adını öne çıktı, bir uşak da omuzlarının etrafına saten bir pelerin sardı. Rosalind, ikisine de ışıl ışıl gözlerle bakarak, Güle güle! İyi akşamlar, dedi. Hannah taş kesti. Siz gelmiyor musunuz? diye sordu. Marcus onun sesindeki dehşetten dolayı neredeyse gülümseyecekti. Rosalind llannah’yı kapıya doğru yönelterek iç çekti. 163 Hayır, üzgünüm. Celia iyi değil ve annesini yanında istemeyecek kadar da büyük sayılmaz. Sosyeteye tanıştırılmanı kaçıracağım için çok üzgünüm, ama bunu benim namıma Marcus yapacak. Aslına bakılırsa, seni kocanın tanıtmasından daha iyi ne olabilir ki? Ama... Hızla arkasına doğru döndü, dehşet yüklü bakışları dükünkileri aradı. Marcus, Rosalind’in ne yapmaya çalıştığını ondan daha iyi bilen birisi olarak, tek kaşını garip bir şekilde hareket ettirdi ve sadece kolunu uzatmakla yetindi. Hannah ondan ne yapmasını bekliyordu ki, herkesin Celia ile birlikte evde oturması kararını vermesini mi? Rosalind, Leydi Throckmorton’a üzüntülerimi iletin, diye ekledi. Hannah elini yavaşça dükün koluna bıraktı. Harper kapıyı açtı ve Marcus da onu arabaya doğru geçirdi. Hannah arabaya binişine yardım edilmesine izin verdi. Erilin değildi ama biraz önce kandırıldığından şüpheleniyordu. Rosalind, Celia için pek de endişeleniyor gibi görünmüyordu ve dükün suratında da memnuniyetsiz olduğu anlarda takındığı o amansız ifade yer almaktaydı. Kapı kapatılıp yalnız kaldıklarında, Celia gerçekten rahatsız mı? diye sordu. Sorulması durumunda, öyle olduğunu söyleyeceğinden en ufak bir şüphe yok. Bu kulağa bir doğrulama gibi geliyordu. Hannah hüsran dolu bir tavırla oflamaktan kendisini alamadı. Bu şekilde kandırılmaktan bıkıp usandım. Dük, Hangimiz aynı durumda değiliz ki, diye homurdandı. Hannah dudaklarını büktü. Durumu onun aleyhine çevirebiliriz, biliyorsunuz. Eve erken dönebilir ya da baloya hiç gitmeyebiliriz. Dük hareketsiz oturdu. Anlayamadım. Hannah, Ne de olsa, diye kayıtsızca devam etti, Rosalind bizi kandırdı, neden ona aynı şekilde karşılık vermeyelim 164 ki? Eğer eve geri döner ve hizmetkarların merdiveninden sessizce tırmanırsak, kimse ne yaptığımızı bilemez. Dük, tatsız bir tavırla, Tabii hizmetkarlar hariç, diye yanıtladı. Hannah tek elini şöyle bir salladı. O zaman benim penceremin önündeki büyük ağaca tırmanabiliriz. Yatmak için kesinlikle bir hizmetkar çağırmam gerekmiyor. Dük inanmaz bir tavırla, Ağaca tırmanmak mı? dedi. Kendi evime girmek için mi? Hannah kocaman bir kahkahayla, Tabii ki, dedi. Çocukken bunu mutlaka yapmışsınızdır. Aslında yapmadım. Dük sustu. Küçük bir kızken senin de böyle bir şey yapmadığından eminim. Kesinlikle yaptım. Bunu bana erkek kardeşlerim öğretmişti. Her ne kadar üzerindeki muhteşem ipek elbiseyi ağaca tırmanarak liğme liğme yırtamayacağını bilse de, bu fikre gittikçe daha sıcak bakmaya başlamıştı. Ağır bir adam olan Ekselanslarına bu konuda sataşmak garip bir şekilde eğlenceliydi. Masumca bir tavırla, Nasıl yapılacağım size göstermek için ben önden giderim, diye önerdi. Marcus yanıt vermemek için dudaklarını birbirine iyice bastırdı. Hannah’yı, eteklerini toplamış, o beyaz ipek çoraplı, uzun, ince bacaklarıyla ağaca tırmanırken gözünün önüne getirebiliyordu. Karanlık bahçede onunla birlikte gizlice gezdiğini, ardından da onu ağaca tırmanıp yatak odası penceresinden içeri girerken

seyrettiğini hayal ettiği için kendisinden iğrendi. Tabii, dükün süitinin önünde diğer bir ağaç olmadığı için, o da buradan tırmanarak içeri girmek zorunda kalacaktı. Ve sonra... Soyunmak için gerçekten de bir hizmetkara ihtiyarı yok muydu? Hedeflediğinden daha da sert bir şekilde, Throckmor-lun’lara gidiyoruz, dedi. Hannah’nın dudakları aralandı, .adından da sımsıkı kapanarak ince bir çizgi halini aldı. 165 Pencereye dönüp dışarı baktı. Marcus, karşısında oturan kadının koyu renk lüleleri ve narin beyaz boynundaki ay ışığını seyrederek, üvey annesine tekrar içten içe küfretti. Hannah’nın teni ay ışığı altında neredeyse fosforlu gibiydi ancak dük geçen hafta çalışma odasında gördüğü o ılık aydınlık, hafif rengi anımsadı. Teninin ne kadarının altuni olduğunu merak etti ve her şey bir yana dışarıda, güneşin altında ne işi vardı? Bakışlarını çevirdi. Alçak sesle, Ne kadar da büyük bir hata, diye homurdandı. Hannah’nm kafası aniden ona doğru çevrildi. Ne? Neden? Marcus iç çekti. Hannah’nın bunu duymasını amaçlama-mıştı. Sertçe, Bir şey yok, dedi. Sizi utandıracağımdan mı korkuyorsunuz? Ses tonu öfkeli bir şaşkınlıkla yükseldi. Eğer öyleyse, sizi temin ederim ki herkesi mutlu bir evliliğimiz olduğuna inandırmak için sizden çok daha az rol yapmam yeterli olacaktır. Dük, Gerçekten de öyle, dedi, Çünkü ben kendim olacağım. Hannah burnundan soludu. Tıpkı benim gibi. Dük, Bana söz verdin, diye onu uyardı. Ve sözümü tutmaya da kararlıyım. Dük, her ne kadar bir an için onun ağzından dökülen kelimelerin tamamen masum olduğuna inanmamış olsa da, Hannah’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Bu, düke sanki tam bir tehdit gibi görünmüştü. Kendine beni örnek al. Benim yaptığımı yap, böylece bu işten sağ sağlim kurtuluruz. Bu kez gülen Hannah oldu. Pekala, işte rol yapmak diye buna denir! İnsanlar, evli olmak bir yana, aynı odada bir arada olmaya bile nasıl dayandığımızı düşünüp merak edeceklerdir. Marcus gücenmiş bir tarzda kaşlarını çattı. Çok meşguldüm. 166 Hannah kafasını yana doğru eğdi, yüzünde bir gülümseme vardı. Marcus birden bire endişelendi; Hannah düşesten /iyade insanı baştan çıkartan bir kadını andırıyordu. Sebep hu mu? Ne kadar da rahatladım. Oysa ben benden uzak durmaya çalıştığınızdan emindim. Dük ağzım ince bir çizgi oluşturacak kadar sıkı kapattı. Hannah’yı pek o kadar sık arayıp sormadığı için, ondan sakınmaya da ihtiyaç duymamıştı. Pekala, korkmanızı gerektirecek hiçbir şey yok, diye devam etti. Dengeli, kibar, mutlu evliliği olan bir düşes gibi davranmak için elimden geleni yapacağım. İşte, dük tekrar bir hata yaptığından korkmuştu. İkisi de bir şey söyleyemeden Throckmoton’lara vardılar Marcus yürümekten haz etmezdi. Sürücü arabayı durdurmadan önce geniş taş basamaklara doğru sert bir manevra yaptı. Dük inmesine yardım ederken Hannah onunla göz göze gelmemeye çalıştı, merdivenleri tırmanırken eteğini büyük bir dikkatle tekrar havaya kaldırdı. Bu kez dük aşağıya bakmamaya çalıştı. Uşak giriş koridorunda pelerinini aldı ve Hannah elbisesini son bir kez düzeltirken. Marcus evde, Hannah ’nın eteğini kaldırarak dikkatini dağıttığı o dakikada kaçırdığı bir şeyi fark etti. Kolunu uzatıp kabul sırasına doğru ilerlerken, alçak sesle, İnciler nerede? diye sordu. Hannah şaşkın şaşkın baktı. Ne incisi? Dük, Tabii ki Exeter incileri, diye tısladı. Bu inciler üç yüz yıldan eskiydi ve mükemmel parlaklığıyla olağandışıydı-lar. Herkes düşesinin onları takıyor olmasını bekleyecekti, oysa Hannah’da bunların tek bir sırası dahi yoktu. Dük cimri bir zengin gibi görünecekti, gelinine bir nişan yüzüğü dahi takmamıştı. Onlar da ne? Kimse bana onlardan bahsetmedi.

Dük, Rosalind’in bunları kendisinden istemeyi unutmamış olmasını dileyerek iç çekti. Boş ver. Artık yapılabilecek 167 hiçbir şey yok. Davetiyeyi verdi ve sıraya girdi. Bir daha dışarı çıktığımızda, incileri takmaksın. Bunlar Exeter Düşesi’ne aittir. Hannah, Ama ben aslında o kişi değilim, diye fısıldadı. Sizin gerdanlığınızı takıp onu kaybetme riskine girmesem daha iyi olur. Yine de, o insanmış gibi görünmelisin. Hannah, alçak sesle, Pekala, insanları kandırmak için inci bir gerdanlığın yeterli olacağını bilseydim her şey ne kadar daha basit olurdu, dedi. Marcus, kafasını onunkine iyice yaklaştırarak, onları seyreden herkesin menfaatine zoraki hafifçe gülümsedi. Kes şunu. Hannah da kocaman gülümsedi. Neyi keseyim? Bana alçak sesle efelenmeyi ve gıyabımda konuşmayı. Hannah, her ne kadar hemen o dakika ona arkasını dönerek kapıdan dışarı çıkıp gitmeyi arzulasa da, yüz ifadesini sabit tuttu. Ona nasıl efelenmiş olabilirdi ki? Alçak adam, her şeyi kendi istediği gibi yönlendiriyor, uyumun tümünü de Hannah göstermek zorunda kalıyordu! Kafasını kaldırıp ona tatlı tatlı gülümseyerek, Bunu yüzünüze karşı yapmamı mı tercih edersiniz? diye fısıldadı. Dükün karşılık veren bakışları ölümcüldü. Yapma. Kasırga kadar güçlü romantizmimizi unutma hayatım, diye tehlikeli bir gülümseyişle ekledi. Hannah ona inanamıyordu. ilişkileri, romantik filan değil gerçekten tam bir kasırgaydı. Hannah’ya bakış şekli diğer insanları ikna edebilecek düzeyde dahi değildi. Birlikte Throckmorton’ların önüne vardılar, Hannah kendisini zorlayarak gülümsedi. Ev sahibi, İyi akşamlar Exeter, diye gürledi. Varlığınızla bize şeref verdiğiniz için çok memnunum. Hannah dükün, sanki böyle bir karşılamaya layıkmış gibi, 168 ..idece kafasını hafifçe eğdiğini fark etti. Elini kolunun üzerindi1 duran Hannah’nın eline bırakıp parmaklarını hafifçe sıkarak, Size düşesimi takdim edebilir miyim efendim, dedi. I layatım; Lord ve Leydi Throckmorton. Ne büyük bir zevk. Lord Throckmorton, Hannah’nın « line doğru eğilerek başıyla selamladı. Leydi Throckmorton, Hannah’yı hırslı bir şekilde inceleyerek, Olağanüstü bir zevk, diye araya girdi. Sosyete tanıtımınız için bizim balomuzu seçmiş olmanızdan büyük şeref duyduk Düşes. Tam Hannah karşılık vermek üzere ağzını açmıştı ki, dük Annem de bizimle birlikte gelmeyi çok istemişti, dedi. Samimi üzüntülerini iletti ve benden size kendisini hatırlatmamı istedi. Sanki sevgili Rosalind’i unutabilirmişim gibi! Leydi Throckmorton hafifçe güldü. Hannah, hemen hemen Kosalind’in yaşlarında, diye tahmin etti. Arkadaşmış gibi de görünüyorlardı; Rosalind’in burayı tercih etmesinin bir sebebi olmalıydı. Leydi Throckmorton hafifçe ileri doğru uzanıp gözleri ışıldayarak, Peki, vaftiz kızım Celia nasıl? diye sorunca, izlenim iyice pekişti. Dük, yine Hannah’nın vereceği yanıtı yarıda keserek, Çok iyi hanımefendi, dedi. Hannah, açıp ardından da tek bir kelime etmeksizin kapattığı için balık gibi görünmediğini ümit ederek, hemen ağzını kapattı. Balolarınızdan tekine katılma fırsatını da büyük bir heyecanla bekliyor. Leydi Throckmorton güldü. O zaman gelecek sene sırf ona özel bir balo düzenleyeceğim! Sanki Leydi Throckmorton biraz daha konuşacak gibiydi ama diğer misafirler bekliyordu ve dük de onu ilerlemesi için dürtüklüyordu, dolayısıyla Hannah sadece gülümsedi ve başıyla selamladı, hayatı boyunca gördüğünü anımsadığı en büyük, en güzel odaya yönlendirilmeye ses çıkartmadı. 169

Gökkuşağı renklerinde muhteşem elbiseler giyinmiş hanımlar dans edip dönüyor ve şık takım elbiseler içerisindeki beyefendilere diz bükerek reverans yapıyorlardı. Muazzam kristal avizeler düzinelerce mumla birlikte tepelerinde ışıldıyordu. Duvarlar dalgalı soluk yeşil ipek panellerle kaplanmıştı ve yeşilliğin sebep olduğu sanal orman, balo salonunun bahçe gibi görünmesine sebep oluyordu. Kırmızı ceketli hizmetkarlar odada ışıl ışıl parlayan gümüş şarap tepsiler gezdiriyorlardı. Hannah’nm adımları farkında olmaksızın yavaşladı. Hayatı boyunca hiçbir zaman bu kadar muhteşem bir manzaraya şahit olmamıştı. Dük, ağzının kenarından, Sorun ne? diye sordu. Hannah, her şeyi görebilmek için başını geriye doğru eğerek, Burası çok güzel, diye fısıldadı. Dük alçak sesle, Ağzı açık etrafa bakınmayı kes, dedi. ‘Görgüsüz görünüyorsun. Hannah öfkeyle dudaklarını sarkıttı ama tavana bakmaya çalışmayı da bıraktı. Bunun yerine gözlerini odada gezdirdi. Aman Tanrım, baloların tümü böyle midir? Evet. Dük durdu ve uşaklardan tekinin tepsisinden iki bardak aldı. Allah aşkına, etrafa bakınmayı bırak. Hannah, şapkasında bir düzine turuncu tüy sallanan aşırı derecede şişman bir kadının hantal hantal yürüyerek önlerinden geçişini seyrederek, Bakınmıyorum, dedi. Böyle bir şeyin Middleborough’da görülemeyeceği kesindi. Bakmıyorsun. Dük Hannah’ya bardaklardan tekini uzattı. Hannah bardağı, dükün emirlerini zihninde gözden geçirerek, aldı. Etrafa bakınma. Ağzın açık durma. Görünüşe bakılırsa, konuşması bile yasaktı. Hannah onun tüm gece boyunca sadece koluna girip etrafta dolaşmasını, gülümsemesini ve hiç konuşmamasını mı istediğini merak etti. İçinden yükselen homurdanma hissini bastırdı. Dük mutlu bir gelin istemiyordu, onun aradığı iplerle kontrol altında tutabileceği mekanik 170 bir kuklaydı. Hannah, şarabından bir yudum alarak, Yapmamı istediğiniz başka bir şey var mı? diye sordu. Kabarcıklar boğazını gıdıkladı, şaşkınlıktan neredeyse sesli bir şekilde soluyacaktı. Daha önce hiç şampanya içmemişti. Dük, salona onun kafasının üzerinden şöyle bir göz atarak, Hannah’ya bir an için dahi olsun bakmadı. Sen bu sorunun yanıtını biliyorsun. Aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum. Bu kez Hannah burnundan solumayı engelleyemedi. Dük başını eğdi, gözleri kısıktı. Çok hızlı içme. Seni çarpar. Hannah itaat etmek yerine, Marcus’un yaşadığı rahatsızlığa rağmen, içkisinden bir yudum daha aldı ve kaşlarını havaya kaldırarak ona baktı. İnsanları mutlu bir evliliğimiz olduğuna inandırmanın yolu kesinlikle bu değil. Dük kaşlarını çattı sonra hemen kendisini kaşlarını düzeltmeye zorladı. Sen ne demek istiyorsun? Hannah, yarısı boşalan kadehine büyük bir memnuniyetle bakarak, biraz daha içti. Bana korkunç bir fırça atmaya hazır gibi görünüyorsunuz. Ev sahipleriyle konuşmama dahi izin vermediniz. İçerideki herkes sizin burada olmaktansa başka bir yerde bulunmayı tercih edeceğinizi rahatça görebilir. Aslına bakılırsa o an kumar odasında olmayı isterdi. O güne kadar izlerini takip edip yakalamayı başaramadığı iki adı çıkmış çapkın olan Grentham ve Evans’ın da orada olduklarını görmüştü. Eğer papazın karısıyla birlikte olmak zorunda kal-rnasaydı, içeriye onlarla birlikte geçebilir, onların paralarını ütebilir, büyük bir dikkatle gönül ilişkilerinden bahsedebilirdi. Rosalind’in oyunuyla iyice gerilen ruh hali, Hannah’yı azarlamaya tahammül edebilecek bir durumda değildi. Bana ders mi veriyorsun hanımefendi? Hannah, dükü şaşırtırcasına, ona daha da yaklaştı, yüzünde haylaz bir gülümseme vardı. Bu ne işe yarar ki? Yapsam bile dinler misiniz? Sadece size yardımcı olmaya çalışıyordum. 171 Dük ona baktı. Hannah onu yine zorluyordu. O da kendisini tekrar zorluğun üstesinden gelmeye çalışırken buldu. Hannah’yı dirseğinden yakalayıp kalabalıktan uzaklaştırıp kendisine daha da yaklaştırırken, Ne açıdan? diye sordu. Birbirlerine o kadar yakındılar ki Hannah’nın saçları neredeyse çenesine sürtünüyordu. Hannah göründüğü kadar baştan çıkartıcı kokuyordu. Hannah’nın gülümsemesi yüzüne yayıldı, çenesini havaya kaldırdı, gözleri yarı kapalıydı. Eğer bana bir salak gibi davranırsanız, insanlar da sizin benden utandığınızı düşüneceklerdir, diye mırıldandı. Eğer bana

her bakışınızda kaşlarınızı çatıp somurtursanız, insanlar büyük bir aceleyle gerçekleştirilen evliliğimizden pişmanlık duyduğunuzu düşüneceklerdir. Hımm. Marcus kafasını tek tarafa yatırdı, Hannah’nın şampanyasını bariz bir hazla bitirişini seyretti. Hannah dudağının kenarında gezinen damlayı yalamak için dilini çıkardığında, dükün boğazı düğümlenir gibi oldu. Hannah kafasını kaldırıp ona baktı, gözleri ışıl ışıldı, dük konuşmaya başladı. İnandırıcı olmadığımı mı düşünüyorsun? Hannah kafasını geriye doğru yatırdı ve kocaman bir kahkaha attı. Her ne kadar burnunu sürtmek için Hannah’nın bu şekilde davrandığını anlamış olsa da, Marcus onu durduramadığını fark etti. Hannah doğrudan onun gözlerinin içine baktı. Evet. Uzun eldivenlerden teki yere atılmıştı. Marcus, olası herhangi bir sonucu ya da etkiyi dikkate almaksızın, eğilip bunu aldı. Bazı şeyler göz ardı edilemezdi. Grentham ya da Evans konusunda hiçbir şey yapamamıştı ama bu konuda bir şeyler yapabilirdi. İzninle. Elini kaldırıp dudaklarına götürerek sustu. Alçak sesle, Yanıldığını ispatlayayım, diyerek cümlesini tamamladı. Bugüne kadar onu aşağılayan hiç kimsenin yanına yaptığı kar kalmamıştı. Hannah da ona bakışlarıyla karşılık verdi. Sizi denerken görmekten haz alacağım. Dükün akima, gerçek manada yapmayı denemek isteyeceği şeyin düşüncesi tüm uygunsuz detaylarıyla davetsiz bir şekilde gelip yerleşti. Marcus bu düşünceyi bastırdı ve yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirdi. Gidelim mi? Hannah’yı ileri doğru itelemek için kolunu omuzuna dolayarak, kalabalığa doğru eliyle işaret etti. Düşkün bir koca olduğunu ispatlamak onun Hannah’ya göz kulak olmasını da sağlayacaktı, ki bu da iyi bir şeydi. Kadın o ihtiraslı bakışlarını diğer bir beyefendiye dikerse, daha ne tür bir kargaşaya sebep olurdu, kim bilir? Hannah, kendisini inceliyor gibi görünen meraklı suratlar denizi karşısında, yüzünün yanmaya başladığını hissetti. Bir an için orada, dük gayretli bir şekilde tüm dikkatini ona odak-lamışken, nerede olduklarını ve ne yapması gerektiğini tamamen unuttu. Kızgınlık ve rahatsızlığının kendisini alt etmesine izin vermiş ve dükü bir şey yapmaya kışkırtmıştı. Dükün eli sırtında gezinirken, Hannah sinirli bir şekilde ben ne yaptım diye düşündü. Dük durakladı, Hannah için şampanya dolu yeni bir kadeh aldı, tek kaşını kaldırarak ona tartıp biçen bir bakış attı. Hannah kadehi aldı, cesareti tekrar yerine gelmişti ve yüzsüzce misafir topluluğunun arasına karıştı. Bu ne kadar zor olabilirdi ki? Bir süre sonra, bu sorunun yanıtı kişinin bakış açısıyla ilintili, diye düşündü. Onları çok sayıda kişi durdurdu, alışıldık görgülü tutumları hepsini tatmin etmeye yeterli göründü. Her ne kadar Hannah içlerinden birçoğunun bunları öğrenmek için öldüklerinden emin olsa da, hiç kimse onun geçmişi ya da görünüşteki evliliklerine dair doğrudan pek fazla soru sormak ister gibi görünmüyordu. Kimse bir şey sormadı ve Hannah da kendi isteğiyle herhangi bir açıklama yapmadı. Dük, karısının yanından bir an olsun ayrılmadı, eli sürekli olarak belinde ya da dirseğindeydi. Sorgulanması gereken diğer kişi de oydu. Her ne kadar tavırları resmi olsa da, dükte o güne kadar görmediği bir yumuşaklık vardı. Hannah’ya gülümsedi. Herkese onu sevgilisi olarak tanıttı. Sanki söyledikleri kendisini ilgilendiriyormuş-çasına, konuştuğunda onu dinledi. Aslında ona oldukça iyi davranıyordu, Hannah onu bunu yapmaya zorlamamış olmayı dileme noktasındaydı. Her şey ona inanılmaz derecede güzel gelmeye başlamıştı. Hannah, bezginlik içerisinde, bir şeyler kafamı karıştırmış olmalı, dedi. Adam, sırf herkesi kandırmak istediği için nazik olmaya çalışıyordu. Sabırsız davranmıyordu, Hannah'nın yeterince içip içmediğini ya da bir yere oturmak isteyip istemediğini sürekli olarak tartıyordu. Hannah, ne kadar rol yaptığının artık farkında dahi olmaksızın, kendi kendisine, o da benim gibi mimara yapıyor, dedi. Tavırlarını değiştirdiğinin kesinlikle farkında değildi, bunun sebebi belki de şampanyaydı. Aslında bir kadehten fazla içmeye alışkın da değildi. Yine de, tuvalet tazeleme odasına gitmek için izin istediğinde, üzerinde bir rahatlama dalgası hissetti. Bayanlar için şık bir oda tahsis edilmişti. Sessiz bir köşeye çekilerek rahatladı. Görünüşe bakılırsa saatlerdir oradaydılar; saçı aşağı düşmüştü, henüz hiç dans etmemiş olmalarına rağmen ayakları da ağrıyordu. Hannah

dans etmeye bayılıyordu, bu yüzden Rosalirıd’in tuttuğu dans öğretmeninin ona sadece birkaç ek dans öğretmesi yeterli olmuştu. Hannah dans etmeyi dört gözle beklediğini itiraf etmeliydi. Dükün kendisini kollarının arasına aldığını, kafasını eğerek o tuhaf küçük gülümsemesiyle kendisine baktığını hayal etmek, bedeninde çözümlemek istemediği bir ürperti yarattı. Gözlerini açtı ve saçlarını düzeltmeye başladı. Hannah isyankar lülelerini Lily’nin büyük bir ustalıkla kafasına yerleştirdiği tokalara tekrar yerleştirmeye çalışırken, bölmenin gerisinden bir ses, Ne kadar gösterişsiz olduğunu gördün mü? diye alaycı alaycı tısladı. 174 Diğer bir ses, yaşanan utançtan hoşnut bir halde, Tek bir incisi dahi yok, dedi. Bir tane bile! Üçüncü ses, Ama Exeter tüm gece boyunca onu bir an olsun yalnız bırakmadı, dedi. Hannah'nın parmakları, dikkatini kendisine dair konuşulanlara yoğunlaştırınca yavaşladı. Onda bir şey bulmuş olmalı. İlk ses, Sıkıcı, donuk küçük bir fare, diye burun kıvırdı. Korkunç derecede yaşlı görünüyor. Üçüncü ses, aldırmaksızın, Sıkıcı, belki, dedi. Ancak kesinlikle benden daha yaşlı durmuyor. İşte ben de bunu demek istiyorum! Londra’da istediği kişiyle birlikte olabilirdi; neden onu seçti? İkinci ses, Hamile filan olmalı, yorumunu yaptı. Dükü baştan çıkarttığına iddiaya girerim. İlk kadın kocaman bir kahkaha attı. Nasıl? Exeter’i onu yatağa atmaya ne zorlayabilir ki? Üçüncü katlın, ilgisizce, Erkekleri mürebbiye ya da hizmetçilerle birlikte olmaya iten şey her neyse o, dedi. Bunu yapabilecekleri için yaparlar. Daha ziyadesiyle onunla evlenmesine neyin sebep olduğunu düşünmelisin. İlk kadın küfretti ve İkincisi de kıkırdadı. Exeter’i boş ver; nasıl olsa taş gibi bir kalbi var Susannah. Kontrol altında tutabileceğin birisini seç. Şimdi, diğer taraftan benim şehre yeni dönen bir çapkın hakkında söyleyeceklerimi dinleyin... Hannah, arkasından yükselen sohbetin konusu başkalarına yönelince, aşağı dökülen saçlarını toparlamayı unutmuş halde, oturduğu yerde öylece kalakaldı. Demek insanlar onun hakkında böyle düşünüyorlardı: Sıkıcı, donuk, sade ve yaşlı, düke tuzak kurarak onunla evlenen bir düzenbaz. Birdenbire balodan haz alıp almadığından o kadar da emin olamadı. Yardıma ihtiyacınız var mı hanımefendi? Hemen dirseğinin yanında bir hizmetkar belirmiş, Hannah’yı şaşırtıp düşüncelerinden kurtarmıştı. Belki bir fincan çay? 175 Aaa... Göremediği kadınlardan kocaman bir kahkaha yükseldi. Hannah ayağa fırladı. Teşekkürler, hayır, yok. reverans yapan hizmetkarın yanından şu kadınlarla karşılaşmayı istemeyerek geçti ve dükün kendisini beklediği yöne, büyük merdivenlerin dibine doğru aceleyle ilerledi. Adam orada dikiliyordu, uzun boylu ve şıktı, gözleri kalabalığı tepeden tarıyordu. Hannah yanına varınca döndü, gergin bakışlarını ona odakladı. Hannah saçlarının dibine kadar kızararak adamın uzattığı kola girdi. Marcus’un kendisini neden koruduğunu fark etmiş bir halde, tüm akşam yanından ayrılmadığı için düke minnettar kaldı. Başını yukarda tuttu ve meraklı bakışlarıyla kendisini münasebetsiz, beceriksiz ve inanılmaz derecede inceleme altında hissettiren diğer misafirlerin karşısında kibarca gülümsemeye çalıştı. Herkes bizden bahsediyor. Dük ona kısa bir an için baktı. Evet, dedi. Bu gece buraya gelmemizin tek nedeni, bu insanlara konuşacak bir şey vermekti. Hannah fısıldayarak, Aradıklarını buldukları kesin, dedi. Ne zaman gideceğiz? Marcus kaşlarının çatılmasını güç bela engelledi. Şimdi sorun neydi? Her şey o dakikaya kadar, onu şaşırtacak derecede iyi gitmişti. Papazın karısının tavırları mükemmeldi. Çoğu kadın gibi dır dır etme eğiliminden yoksun görünüyordu. Bir ara onlara dair hissedilen, salondaki merak dolu genel ruh halinin yön değiştirmeye başladığını hissedebiliyordu. İnsanlar ortaya koydukları yanılsamaya bayılmışlar, onlara ilişkin ilgilerini kaybetmeye başlamışlardı. Bu bile tek başına o gece orada bulunmanın akıllıca bir karar olduğunun ispatı gibi nitelendirilebilirdi. Akşam o kadar büyük bir başarıyla devam ediyordu ki, kumar odasında Grenthanı ve Evans’la birlikte olamamanın sebep olduğu pişmanlığı dahi bastırabi-lecek nitelikteydi. Henüz saat erken. diye yanıtladı. Yemek servisi yapılmadı.

176 Hannah ona daha da yaklaştı. Ben gitmek istiyorum. Dük bu kez kaşlarının çatılmasını engelleyemedi ve Hannah’yı kuytu bir köşeye yönlendirmek üzere salonda attıkları turu kısa kesti. Neden? Yoruldum. Marcus kaşlarından tekini oynattı ve Hannah kızardı. Sürekli olarak bana bakılmasından ve fısıltılarla benden bahsedilmesinden yoruldum. Baloya katıldık ve herkesin gözünde ikimize dair uygun bir izlenim yarattık. Ne kadar daha beklememiz lazım? Marcus etrafa hızlı bir bakış attı. Oraya çekilmişken bile, herkes onları seyrediyordu. Dük de bundan nefret etmekteydi ve Hannah’yla çekip gitmek konusunda tartışmak isteğinde de değildi. Ancak, toplumun genel fikri henüz oluşmamışken, erkenden oradan ayrılmak anlamsız olurdu. Biraz daha, dedi. Henüz dans etmedik. Hannah kafasını kaldırarak ona sert mavi gözlerle baktı. Eğer dans etmek istiyorduysanız, daha önceden bir şey söylemeliydiniz. Yapacağımız dans, şu ana kadar yapılmayan ııeyin yerini dolduracak, ne işe yarayacak? Bence insanlar sizin sıkıcı, donuk, taşralı düşesinize dair yeterince fikir sahibi oldular! Marcus ona baktı. Eğer karşısındaki başka bir kadın olsaydı, kendisinden iltifat beklediğini düşünürdü. Sıkıcı ve donuk mu? Başka her şey olabilirdi, ama oradaki hiç kimse bunları onun için düşünemezdi. Dük Hannah’nm salondaki en çekici kadınlardan biri olduğunu fark ederek biraz şaşırdı, özellikle de öfkeden canlandığında. Yüzü kıpkırmızıydı, dolgun dudakları bastırılıp ince bir çizgiye dönüştürüldüğünden dolayı al aldı, göğsü de aldığı her bir nefesle inip kalkıyordu. Saçları dahi ayartıcıydı. Kömür karası lülelerden bazıları fildişi boynundan aşağı dökülmekteydi, sanki sabırsız bir aşık onu... böylesi kuytu bir köşeye çektikten sonra... çılgınca bir öpücükle altüst etmiş gibiydi... Dükün kafasında 177 belli belirsiz bir alarm çaldı. Belki de gerçekten gitme zamanları gelmişti. Ah, kuzen! Bunun sen olduğunu biliyordum. Marcus büyük bir şaşkınlıkla düşüncelerinden sıyrıldı. Hemen önünde dikilen Hannah inledi, yanakları daha da pembeleşmişti. Marcus ona içgüdüsel bir hamleyle uzandı, arkasına dönmeden evvel Hannah’yı yanına doğru çekti. İyi akşamlar Bentley. Kuzeni güldü. Sana da iyi akşamlar Exeter! Görüyorum ki düşesini saklamaktan vazgeçip insan arasına çıkartmışsın. Evet, öyle. Aslına bakılırsa Marcus, Bentley’den hiçbir zaman çok haz etmemişti, ancak insan ailesinden birisine kaba davranamazdı. Hayatım, seni kuzenim Bentley Reece’le tanıştırayım. Bentley, karım. Hannah, Bentley’nin eline doğru eğilmesine göz yumarak, Nasılsınız, diye mırıldandı. Marcus kuzeninin gözlerinin Hannah’nın suratında nasıl gezindiğini ve ardından aşağılara doğru nasıl kaydığını gördü, yüzünde beliren ilgiyi fark etti. İçsel ve içgüdüsel bir şey Marcus’ta bu ilgiyi silip yok etme isteği uyandırdı. Hannah onun gerçek eşi olmayabilirdi ama Bentley bunu bilmiyordu. Marcus arkasına yaslanıp, kuzeninin Londra’daki herkesin onun tapındığı karısı olduğu düşünülen kadına kur yapışını seyretmesine kesinlikle izin veremezdi. Bentley Hannah’ya, Sizinle tanışmak ne kadar da büyük bir şeref, dedi. Uzun bir süre kuzenimin inzivaya çekildiğinden şüphelenilmişti; o umut yüklü pek çok genç hanımı hayal kırıklığına uğrattı. Ancak şimdi görüyorum ki, aslında hayatının en hoş kadınının yoluna çıkacağı anı bekliyormuş. Marcus ona ters ters baktı ancak Bentley’nin hayranlık dolu ilgisi bir an olsun eksilmedi. Hemen yanında dikilen Hannah’nın eli koluna dolandı. Teşekkürler efendim, dedi. Gece boyunca dükün işittiğinden çok daha soluk soluğa ve telaşlıydı. 178 Bentley çapkın bir gülümseyişle, Kutlarım Exeter, dedi. Görünüşe bakılırsa, şansının sonu yok. İşte Bentley böyley- ek yıl boyunca akşamları sadece çorba yemek zorunda kala-rağım. Hannah dudağını ısırdı. Dükün bu paraya ihtiyacının 207 olabileceğini hiç düşünmemişti. Öyle olsa bile bu gereksinimin zavallı Leydi Redley ve çocuklarından daha fazla olmayacağı aşikardı. Sonra zihnen şöyle bir silkelendi. Exeter Dükü, para sıkıntısı mı çekiyordu? Saçma. Rosalind sanki altın basan bir kadın gibi alışveriş yapıyordu ve sırf ev idaresinde dahi tasarruf yapılabilecek çok sayıda nokta vardı. Dük hareketlerinden dolayı onu tedirgin ediyor, yaptığı şeyle aralarındaki anlaşmayı ihlal ettiğini anlamasını sağlamaya çalışıyordu. Ama bu yine de yapılacak en doğru şeydi. Ne yapmamı istiyorsunuz? Dük Hannah'yı inanılmaz derecede zor bir pozisyon almaya zorladığının ve onu kendisini itip defetmekten kurtardığının gerçekten de farkında olmalıydı. Her ne kadar yalancı bir düzenbaz olsa da, cazip ve arkadaşça davranan David’e nasıl olmuş da neredeyse hiç tepki vermemiş, diğer

yandan şu korkunç erkek kardeşiyle bu kadar uğraşmıştı, anlaşılır gibi değildi. Sizin için yerleri mi sileyim? Yemek pişirebilirim, biliyorsunuz, çamaşır yıkayabilirim ve etrafı düzeltebilirim. Dükün kaşları havalandı. Takdire şayan beceriler. Ne var ki, elimin altında bu işleri yapan başka insanlar mevcut. Halihazırda yapılmayan ancak senin yeteneklerin dahilinde olan başka bir şey bulmalıyız. Hannah’nın hiçbir fikri yoktu. Ona kaybettirdiği parayı geri ödeyebilmek için ne yapabileceğini düşünemiyordu. Dük ona doğru bu şekilde eğilmiş dururken, koyu renk gözleri Hannah’nın dikkate almasına dahi olanak vermeyen bir şeyin umuduyla doluyken, aklına hiçbir şey gelmiyordu. Bir kurtuluş yolu arayarak, Aklıma, yapılması için en az üç hizmetkarınızın olmadığı tek bir şey dahi gelmiyor, dedi. Dük sırıttı, aniden yüzünde Hannah’yı hazırlıksız yakalayan gösterişli bir ifade belirdi. Yoksa Hannah onu daha önce hiç gülümserken görmemiş miydi? Gerçekten mi? 208 Ben savsaklanmış birkaç şey sayabilirim... Bakışları Hannah’nın ağzına odaklandı. Yaşanan kayba uygun bir karşılık olabilecek şeyler. Hannah, dükün suratının sırıtışla birlikte uğradığı değişime haz içerisinde bayılmış bir halde, kendini tuttu. Her ne kadar karşısındaki adamın akimdan geçenleri bildiğinden şüpheleniyor olsa da, ona aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermek istedi. Her ne kadar bu yaşananlar yanlış olsa ve Hannah’nın bunun bu şekilde sürmesine izin vermemesi gerekse de, konuşmak için ağzını açınca çıkan şey bir itiraz olmadı. Ne gibi? Dük ona biraz daha yaklaştı, kolları şimdi Hannah’nın belinin iki yanındaydı. Hannah dengesini kaybettiğini hissetti, tehlikeli bir şekilde yana yatmıştı. Aslına bakılırsa dük onu kolları arasında tutmaktaydı; Hannah’nın ayakları yere neredeyse değmiyordu, sadece kendisini yukarda tutmaktaydı. Dük ona dans ederken de sarılmıştı, ama bu farklıydı. O zaman topluluk içerisindeydiler ve mutlu bir evlilikleri varmış gibi davranıyorlardı. Şimdi ise yalnızdılar. Yaşanacak her şey ise sadece ikisi arasındaydı. Dükün gözleri koyu renkli ve derindi, boynundaki damar en az Hannah’nınki kadar hızlı atıyordu. Hannah midesine bir ağrının saplandığını ve kalbinin yerinden zıpladığını hissetti. Ilğer dük onu öperse, bu her şeyi değiştirirdi. Buna izin veremezdi. Yapamazdı. Dudaklarını yaladı ve konuşmak için kelimeler aradı. Hafif bir sırıtış tekrar dükün dudaklarının bükülmesine sebep oldu. Mesela bu. Hannah’nın alnındaki yerinden düşüp kurtulmuş bir lüleyi düzeltti. Bu. Yanağını okşadı ve I lannah onun kendisini öpmesini bekledi. Onun bunu yapmasını neden beklediğini tam manasıyla bilmiyordu, çünkü bu sadece sorun yaratırdı, ancak orada öylece dikildi ve bunun gerçekleşmesini tıpkı Noel pudingini bekleyen, onu alamadan 209 bir köşeye gönderileceğinden korkup hiç kımıldamayan, ama içten içe dört gözle bekleyen bir çocuk gibi bekledi. Dükün parmakları çenesine baştan aşağıya sürtündü ve Hannah gözlerini kapattı. Kocası olmayan ve hiçbir zaman da olmayacak bu adama karşı bir tür çekim hissettiği için budalanın tekiydi. Dükün döşeli ve yeni metreslerin yerleşmelerini bekleyen bir evi vardı. Marcus annesine, kız kardeşine, tüm arkadaşlarına ve tanıdıklarına yalan söylemişti. Leydi Redley ve ailesine ait evi ise altlarından alıp satacaktı. Soğuk ve erişilmezdi, mahcubiyetten kaçınmak için onu kesinlikle kullanırdı. Onun çoktan kendi ailesine, onun ailesine ve düzinelerce yabancıya yalan söylemesine sebep olmuştu. Hannah, dükün dudaklarının kendisinınkilere hafif dokunuşunu hisseder hissetmez, Bir öpücük yirmi bin paund mu? diye ağzından kaçırdı. Marcus tamamen hareketsiz «aldı. Hannah onunla göz göze gelmek için gözlerini açtı. Adamın bakışları yine donuk ve mesafeliydi. Bin paund. Hannah'tim güzel hislerinin hepsi uçup gitmişti. Kaba sorusundan, hem diğer bir insana uygunsuz davrandığı, hem de dükü inanılmaz derecede nefret ettiği o soğuk şahsiyete tekrar büründürdüğü için, çoktan pişman olmuştu. Dükün içindeki sıcak kişiyi kısa süreliğine de olsa görmek, onu itiraf etmek isteyeceğinin çok ötesinde sarsmış, çekmişti.

Gözlerini aşağı indirerek. Üzgünüm, diye mırıldandı. Dük dikleşti, ellerini masadan çekti ve geri adımla ondan uzaklaştı. Sorun değil, Hannah dükün ses tonunun, bu kelimeler ağzından buz gibi dökülene kadar, ne kadar sıcak olduğunu fark etmemişti. Aniden adamın ilettiği özrünü yanlış yorumladığını fark ederek kafasını yukarı doğru kaldırdı. Dük manşetlerini düzeltti ve ona baktı. Çok daha zahmetsiz bir geri ödeme yöntemi geliştirebileceğimizden eminim. Dük dolaba doğru ilerleyip bir kadehle viski şişesini çıkartırken, Öpücüğün maliyetinin ne kadar olduğunu sorduı'um için özür dilerim, dedi. Çok kaba davrandım. Özür dilerim. Dük kadehinin yarısından fazlasını doldurdu. Hayır, hayır, ben bu konuda tamamen dürüst olmak istiyorum. Hiçbir şey bedava değildir, öyle değil mi? Dükün ağzı gergin, keyifsiz bir gülümsemeyle kavislendi. Bu Hannah’nm birkaç dakika önce şahit olduğu gibi çekici değildi. Hannah kendisini mümkün olabileceğini düşündüğünden daha kötü hissetti ama artık ne diyebilirdi ki? Lütfen nazik olamaz mısınız, yani, iınkı ben her şeyi berbat etmeden hemen önce yaptığınız gibi? Kadehini Hannah’ya kaldırdı, güneş ışığı mühürlü yüzüğünde ışıldadı ve sonra arkasını döndü, yüzü pencereye bakıyordu. Hannah çaresizce, Özgünüm, dedi. Dük hiçbir şey söylemedi ve Hannah büyük bir aceleyle kapıya yöneldi, odadan akmadan önce de son bir kez dönüp arkasına baktı. Dükü çevreleyen güneş ışığı gözleri kör edecek kadar parlaktı, adamın bedensel duruşu dışında her şeyi saklıyordu, dimdik dikiliyordu, uzun boyluydu ve kesinlikle yalnızdı. O yalnız olmak istiyordu. Marcus, viskisinin verdiği soğuk rahatlığı ağzında dolaştırarak, pencereden aşağıdaki sokağa baktı Ne bekliyordu, papazın karısıyla flört etmeyi mi? Onun kendisine şüphe ve güvensizlik haricinde bir duyguyla yaklaşmayacağı kesinken, onu öpebileceğini mi? Delirmiş olmalıydı. I iannah Redley’e sempati duymuş olabilirdi. Susannah’ı aşa-m lamaya yeter bir cesarete de sahip olabilirdi ama onun Hannah açısından hala soğukkanlı bir canavardan öte bir şey olmadığı açıktı. Garip, bu düşünce nası! bu derece moral bozucu olabiliyordu. Onun, gözleri kapalı, dudakları aralanmış, ne pahasına oiursa olsun öpülmeye hazır bir kadın gibi görünen, kemen aiinde kavis almış bedenini gözlerinin önünden silmeye çah-,.!.ak kafasını salladı. Sadece kendisini öpmesini istediği ek o değildi. 211 Hannah’nın David’e karşı bir şeyler hissedip hissetmediğini merak etti. Erkek kardeşinin ona hiçbir şey hissetmediği aşikardı, sadece onu suistimal etmişti, ama kadınlar maymun iştahlı yaratıklardı ve her zaman mantık çerçevesinde tepki vermezlerdi. Ama Hannah çoğundan daha iyiydi ya da dük öyle olduğunu düşünüyordu. Yirmi bin paundluk bir borcu affetmek, Marcus’a göre hiç de mantıklı değildi. Ayrıca sadece üç haftalık bir tanışıklığın ardından David’le evlenmeye karar vermişti. Bir yerde, Marcus onun bunu açgözlülükten dolayı yaptığı teorisini bir köşeye atmıştı; açgözlü bir kadın onun vermeyi önerdiği parayı hiç tereddütsüz kabul ederdi. Şu anda neredeyse, onun bir gece, ki bunun için tam yirmi bin paund önerebilirdi, tek bir gece yatağına girmesini diler durumdaydı... Kadehi boşalmıştı. Marcus bunu iç çekerek tepsiye geri bıraktı. Üç parmak kadar bir viski... Ve şimdi neredeyse çay zamanıydı. Gün geçtikçe David’e birçok yönden daha fazla benzemeye başlıyordu. Arkasına döndü ve sekreterini bulmaya gitti. 212 Bolüm 13 Hannah, günün geri kalanında öpücüğe benzer o dokunuşu düşünmeden edemedi. Bu dükün alenen kendisini öpmesini isteyişinden değil, kendisinin onu öpmek istemesinden kaynaklıydı. Bir süredir ona karşı hissettiği çekime bahane bulmaya çalışıyordu; bu tamamen fiziksel bir çekimdi, ona yakın yaşamak ve aralarında sanki bir mahremiyet varmış gibi davranmaktan kaynaklanıyordu. Her ne kadar kendi kendisine gerçekten onun karısı olmadığını tekrarlıyor olsa da, ondan sanki gerçek eşmiş gibi davranmasını ve bunun

yanı sıra da birtakım dizginlenemez düşüncelere saplanmamasını beklemek çok fazlaydı. O daha önce evlenmiş ve sevişmenin tadını almış bir kadındı. Ama son birkaç aydır bundan mahrum kalmıştı ve belki de bu eksiklik onun sevişmeyi özlemesine sebep olmaktaydı. Her ne kadar ihtiraslı bir dul olduğunu kabullenmek istemese de, kendi kendine, dükün beni öpmesini bu yüzden istemiş olmalıyım, dedi. Marcus’un onu beğendiğini bilmek kadınlık gururunu okşamıştı ve bu beğeni Hannah’nm zihninde bir kocanın ilgisiyle yakından bağlantılandırıldığından, bedeni de o alışıldık tepkiyi vermişti. Evet. Alışkanlık, başka bir şey değil! Dolayısıyla, her ne kadar kendisini olmaması gereken şeylerin olmasına izin vermekten alıkoysa da, bu konuda hala aşırı derecede hassas ve huzursuzdu. Bahsi geçen adamın günün geri kalanı boyunca ortadan kaybolması her şeyi daha da beter bir hale sokmuştu. Hannah ilk başta rahatlamıştı. Ona söyleyecek neyi olabilirdi ki? En iyisi sakinleşmek için bir süre tek başına kalmak ve bir sonraki buluşmalarında nasıl davranacağını düşünmekti. Ardından, gün ilerledikçe, o da dükün nerede olabileceği ve ne düşündüğü haricinde hiçbir şeye tam manasıyla odaklana-maymca, kendini rahatsız hissetti. Belki de Hannah’mn davranışlarından dolayı Marcus’un canı belli ettiğinden çok daha fazla sıkılmıştı. Belki ona öfkeliydi. Belki olanlar umurunda bile değildi. Hannah bunun kendisini neden bu kadar allak bullak ettiğini dahi bilmiyordu. Eğer öfkelenmesi gereken birisi varsa, o da Hannah’ydı. Dükün yapmayı denediği şeyden sonra... Hannah, olanları birden bire anımsayarak, sandalyesinde endişeli bir şekilde kımıldandı. Dük sadece kendisinin günlerdir merak ettiği şeyi yapmayı denemişti ve onun da bunu kısa süre içerisinde unutamayacağı açıktı. Marcus’un tepkisini, her bir küçük detaya endişeyle odaklanarak, düşündü. Onu durdurduğu için Hannah ya kızgın mıydı? Onun gibi bir adamın kollarına atılan çok sayıda kadın olmalıydı. Belki de incinen sadece gururuydu. Pekala, o zaman Hannah’mn utanmasını gerektiren hiçbir şey yok demekti! Ama belki de... belki de incinen gururu değildi. Belki de başka bir şeydi, ki bu olasılık Hannah’nın midesinin burulmasına yol açtı. Bu olanları açıklıyordu. Hemen gidip onunla konuşmalı ve özür dilemeliydi. Bu sahte gösterinin o istediği sürece -dürüst olması durumunda, daha da fazla- başarılı bir şekilde sürdürülmesi gerekliydi. Böylece o da her şeyi yoluna koyma fırsatını yakalayabilecekti. Son yarım saattir elinde tutmaktan başka bir şey yapmadığı kitabı bir tarafa attı ve ayağa kalktı. Molly ve Celia, Hannah’nın dikildiği terasın altındaki bahçede uçurtma uçuruyorlardı. Arkasını dönüp eve girmeden önce 214 onlara el salladı. Nereden çıktığı belli olmayan bir uşak gelip ona kapıyı açtı. Hannah içeri girerken mırıldanarak teşekkür etti, bu tür şeylere ne kadar da alışmaya başlamıştı. Koridordan çalışma odasına doğru ilerlerken avuçları nemliydi. Dükün, çalışmasını böldüğü son seferde yaptığı gibi, öfkelenmeyeceğini umdu. Bu her şeyin daha en başından yanlış bir noktadan başlamasına sebep olurdu. Eğer Hannah yanlış tahminde bulunduysa ve Marcus sırf Hannah hemen orada, o kütüphane masasında kendisi için eteklerini havaya kaldırmadığından dolayı sinirlendiyse, o dakika aptal durumuna düşeceği aşikardı. Kapının önüne gelince durdu, elleri yumruk olmuştu, tekrar tereddüt etti. Bunun vicdanım rahatlatacağını kendisine hatırlattı, gerçeği bilmenin bilmemekten daha iyi olduğunun farkındaydı, kendisini zorlayarak kapıyı tıklattı. Kapı hemen o dakika açıldı. Bay Adams kağıt tomarının tepesinden gözlerini kırparak ona baktı, ardından da reverans yaptı. İçtendi. Hannah şüpheyle gülümsedi. Adamın kendisini nasıl hissettiğini biliyordu. Hata yapmaktan korkuyordu ve gergindi. ‘İyi günler Bay Adams. Bugün nasılsınız? Adam telaş içerisinde kıpırdanarak, Çok iyiyim madam, diye karşılık verdi, Size nasıl yardımcı olabilirim? Durdu, etekleri tutuşmuş gibiydi. Yani, umarım siz de iyisinizdir. Size nasıl yardımcı olabilirim? diye endişeyle tekrarladı.

Hannah’mn dudakları titredi. Çok iyiyim, teşekkür edenin. Bay Adams, sanki başka ne yapabileceğini bilmiyormuş çasına, düzensiz hareketlerle tekrar eğildi. Kucağından birkaç mektup kayıp yere düştü ama bunu fark etmedi. Ben, Hannah sustu; her ne kadar öyleymiş gibi davranıyorsa da Marcus’u kocası olarak isimlendirmek Hannah’ya garip geliyordu. Yine de onun asıl ismini kullanmaya cesaret edemedi. Dükü arıyordum, dedi. Bana ayıracak kısa bir zamanı var mı? 215 Adams ağırlığım bir bacağından diğerine aktararak dudaklarını yaladı. Birkaç kağıt daha düştü. Hayır hanımefendi. Yani, sanıyorum o şu anda evde değil. Hannah, Oh, dedi. Şaşırmıştı. Her nedense kendisini rahatlamış hissedemedi. Adams, Sanıyorum akşamın geri kalanında da dışarıda olacaklar, diye devam etti. Kendisi bana işimi bitirmemi ve yarın tekrar uğramamı emretti. Hannah tekrar, Oh, dedi. Dışarıda akşam yemeği yiyor. Onunla karşılaşmaktan kaçınıyor olabilir miydi? Ya da belki de... Hannah gözlerini kırpıştırdı. Belki de öpücüğe engel koymayan bir kadına gitmişti. Bu tabii ki Hannah’yı rahatsız etmiyordu. Ayrıca bunu bilmek hakkına da sahip değildi, sadece onu önemsiyordu, o kadar. Bu düşünceleri kendisini zorlayarak bir tarafa attı. Teşekkürler. O zaman kendisiyle başka bir zaman konuşurum. Adams gergin gergin gülümsedi, tekrar eğilip reverans yaptı. Yere iki mektup daha düştü ve bu kez olanı fark etti, yüzü bembeyaz kesildi. Hannah adama acıdı ve yere saçılanları toplamasına yardım etmek için çömeldi. Ekselansları! Genç adam, dehşet yüklü bir haykırışla, Hannah’mn yanında dizleri üzerine çöktü, düşürdüğü kağıtlara doğru atıldı. Hannah topladığı kağıtları ona uzatmaya başladı, sonra durdu, dikkati içlerinden tekine odaklanmıştı. Bu Redley Hall’ın tapu senedi. Bay Adams’a soru dolu gözlerle baktı. Sekreter gözlerini ardı ardına kırpıştırdı ve başını sallayarak onayladı. Evet hanımefendi. Ekselansları bana bunu Lord Redley’e iade etmemi emretti. Onu, tıpkı Ekselanslarfnın talep ettiği üzere, hemen göndermek için çalışma odasından biraz önce aldım. Hannah sekreterin tapu senedini elinden çekip almasına itiraz etmeksizin boyun eğdi. Adams, Benden bunu ona sizin selamlarınızla göndermemi istedi hanımefendi, diye 216 utangaç bir tavırla ekledi. Hannah kısa bir an için ona baktı, nutku tutulmuştu. Teşekkürler Bay Adams. Adam iki kez daha reverans yaptı ve koridor boyunca büyük bir aceleyle ilerledi. Hannah onun uzaklaşmasını seyretti, sonra döndü ve tekrar terasa çıktı. Bay Adams, Redley’in tapu senedini geri gönderiyordu, hem de onun selamlarıyla! Onca söylediğinin ardından, Hannah dükün bunu yapacağını hiç sanmıyordu. Marcus’un söylediklerini ve neredeyse yapmak üzere olduğu şeyi anımsayınca adımları hafifçe duraksadı. Tabii ki düşünmemişti, yani, Hannah’nın karşılık olarak bunu yapacağını beklememişti, öyle değil mi...? Anne! Uçurtmam! Hannah hayallerinden sıyrıldı. Molly bahçeyi işaret ederek elinden çekiştiriyordu. Anne, bak, uçurtmam ağaca takıldı! Molly’nin endişeli küçük suratı, kafasını kaldırmış Hannah’ya bakarken pespembeydi. Lütfen onu indirir misin Anne? Molly’nin elini tutarak gülümsedi. Elimden geleni yaparım. Celia indiremedi mi? Hayır, indiremedi! Celia senin gibi ağaca tırmanamıyor anne. Yardımına ihtiyacımız var. Hannah güldü ve elinden çekiştirilerek bahçeye, Celia’nın takılan uçurtmaya süklüm püklüm baktığı yere sürüklenmeye göz yumdu. Kendi kendine, düke sadece tapu senedini soracağını söyledi. Ardından da özür dileyecekti. Ayrıca gelecekte, en azından diğer insanların önünde, çok daha tedbirli davranacağına da söz verecekti. Gelecekte, baş başa kaldıklarında ne yapacaklarını ise düşünmeye çalışmadı. Beklediği fırsatı yakaladığında gecenin oldukça geç bir saatiydi.

Tıpkı Bay Adams’m söylediği gibi bütün bir akşam dışarıda kalmıştı ama eninde sonunda evine gelmek zorundaydı. Saat çok geçti, ama Hannah uyuyamamıştı. Sabahlığıyla bir ileri bir geri yürüdü durdu. Gözü dükün süit kapısındaydı. Marcus onu, içeri girmesi gerektiğinde kapıyı çalması konusunda uyarmıştı. Tereddütle dudağını ısırdı. Girmek için sebebi var mıydı? Bunu ona şimdi söylemek iyi bir fikir miydi? Hatta ona yaklaşmak iyi bir fikir miydi? En nihayetinde, odada dolaşan birisinin aşikar ayak seslerini, yüksek tonlu konuşmasını işitti. Telman’la konuştuğundan en ufak bir şüphe yoktu. Kulağını kapıya yasladığında diğer bir kapının açıldığını ve ardından da yavaşça kapandığını işitti. Artık içerisi sessizdi. Midesi pır pır etti. Kendi kendisine, Bunu yap ve kurtul, dedi. Derin bir nefes aldı ve kapıyı çaldı. Yanıt gelmedi. Dük çoktan yatak odasına geçmiş olabilirdi. Kalbi sıkıştı. Kapıya bir kez daha vurdu, ardından da yavaşça açtı. Yatağa temiz bir vicdanla girmeden evvel, dükün orada olmadığından emin olmak için içeri hızlıca bir göz attı. Marcus masanın yanındaki sandalyesinde kafasını kaldırıp baktı. Önünde, banknot ve bozukluklar şeklinde gruplanmış kocaman bir para öbeği vardı. Bal renkli sıvıyla dolu küçük bardağın yanında ince bir kitap açılmış duruyordu. Hannah’yı görür görmez kalemini bıraktı, kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı. Hannah dudaklarını yaladı. İyi akşamlar. Dükü daha önce hiç böyle görmemişti. Üzerinde sadece gömleği, pantolonu ve bunların üstüne geçirilmiş ipek robdöşambırı vardı. Sizinle kısa bir süre konuşabilir miyiz? Dük bir süre hiçbir şey söylemedi, ardından başım tek bir kez salladı. Ayağa kalktı ve bekledi, suratı ifadesizdi. Hannah, ellerini birleştirerek, odaya girdi ve kendi odasını arşınlarken yapmayı planladığı konuşmaya başladı. Bugünkü davranışlarımdan dolayı özür dilemek istiyorum. Yaptıklarını kesinlikle hoş görülemez ve sadece benim ne kadar üzgün 218 olduğumu bilmenizi istiyorum. Bu bir daha olmayacak. Size söz veriyorum. Dük başını tek tarafa doğru eğdi ve Hannah’ya aşikar bir kinizmle baktı. Aman yarabbi. Hannah aceleyle devam etti. Sadece şunu söyleyebilirim ki, kendi evini kaybetmiş birisi olarak, Leydi Redley’in yüz yüze kaldığı zor durumdan inanılmaz derecede etkilendim. Ve bana çocuklarından bahsettiğinde, ben... Ellerini aciz bir biçimde havaya kaldırdı. Kendime engel olamadım. Ancak bu borcu affetmek benim yetkimde değildi. Size otoritenizi bir daha bu şekilde çiğnemeyeceğime dair söz veriyorum. Dük, sakince, Ah, dedi. Şu Redley’ler. Hannah, henüz dükün sarf ettiği kelimeler yerlerine oturmadan, büyük bir aceleyle, Ama aynı zamanda tapu senedini onlara geri gönderdiğiniz için, nezaketinizden dolayı size en içten teşekkürlerimi de iletmek isterim, diye ekledi. Dükün ne dediğini ve ne ima ettiğini fark edince, yanakları pembeleşti. Yoksa öpücük yüzünden özür dilediğini mi düşünmüştü? Ya da kendisini öpmesini engellediği için mi? Oh! Hannah üzgün olduğunu dile getirmiş, bunun bir daha olmayacağına da yemin etmişti! Gülmesi mi yoksa utançtan odasına koşturması mı gerektiğini bilemedi. Marcus gözlerini yere dikti ve iç geçirdi, sanki üzerinde menekşe rengi ipek ve dantellerden oluşan parlak bir sabahlık taşıyan, siyah lüleleri omuzlarına dağınık bir şekilde saçılmış duran Hannah’ya gözlerini dikmemeye çalışıyor gibiydi. Onu geceliği içerisinde görmek istemiyordu, özellikle de tüm gün boyunca Hannah’yı çırılçıplak, hayal etmeyi denedikten sonra. Bu konuda ne kadar başarısız olduğu ortadaydı ve bu çok ürkütücü bir durumdu. 0 Exeter Dükü’ydü; bugüne kadar kadınlar onu kovalamıştı, tersi yaşanmamıştı. Ama bugün düşüncelerini kontrol etmekte başarısızdı. Kütüphanede engellenmemesi durumunda, bir kez daha Hannah’ya onu 219

öpecek kadar yaklaştığında, onu bir şekilde yatağa atma şansım yakaladığında neler olabileceğini düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. İşin gerçekten korkutucu olan tarafı bunların tümünü yapmak istiyor oluşu değil, o anlarda bunların gerçekleşmesi durumunda ne tür zorluklarla karşılaşılacağını anımsamakta zorlanıyor olmasıydı. Bu çok rahatsızlık vericiydi. Mesafesini ve muhakemesini korumak maksadıyla tüm gün evinden uzak kalmıştı. Ama işte Hannah orada durmuş, Redley’lerden bahsediyordu. Özrünü kabul ediyorum, dedi, ve bu konuyu kapanmış olarak addediyorum. Şansı varsa leb demeden leblebiyi anlar ve odasına geri döner, sabahlığını çıkartır, düşesin geniş, yumuşak yatağına tek başına yatardı... Dük düşüncelerinin hemen önüne geçti. Fakat yine de şunu göz önünde bulundurmalısın ki, Redley tapu senedini kendi özgür iradesiyle rehine koydu ve ailesinin arkasına saklanmak yerine sözünü tutmalıydı. Hannah, hemen, Elbette, diyerek hemfikir oldu. Sizi tamamen anlıyorum. Sonra orada öylece dikildi, Marcus’un sessiz kalarak onun odayı terk etmesini beklediğinden bihaberdi. Dük, Hannah’nın derin mavi bakışlarından kurtulmaya çalışarak döndü ve Başka bir şey var mı? diye sordu. Hannah’nm tereddütlü yanıtı, Evet, kelimesi eşliğinde geldi. Bay Adams’a evin tapusunu neden benim selamlarımla gönderttiğinizi merak ediyorum. Dük, lanet olası Adams, diye düşündü. Bu adam dilini tutmayı öğrenmeliydi. O tapu artık bir işime yaramaz. Hannah. Tabii ki, diye mırıldandı. Fakat... Marcus kendisini ona duygularına kapılmadan bakacak gibi hissedene kadar bekledi. Tapuyu Redley’e geri göndert-tim çünkü sen ona borcunun affedildiğini söyledin. Benim düşesim olarak, kelimeyi dile getirdikten sonra uzunca bir 220 süre bekledi verdiğin sözler benim sözlerim demektir. Eğer iyi niyetli sözlerine hürmet göstermezsem, bu senin açından çok aşağılayıcı ve utanç verici bir şey olur. Karımı hiçbir zaman bu şekilde küçük düşürmem. Hannah kalbinin rahatladığını hissetti. Kendisini aşağılanmaya ya da en azından aralarındaki anlaşmayı ihlal ettiğinin ve dilini tutması gerektiğinin anımsatıldığı küçük bir ihtara hazırlamıştı. Dük, sırf onu rencide etmek istemediği için, yirmi bin paundluk bir borcu affetmişti, hem de onun gerçek karısı olmamasına rağmen. Bu çok etkileyici, muhteşem ve tehlikeli bir davranıştı. Yumuşak bir ses tonuyla, Teşekkürler, dedi. Dükün bakışları gözlerinden bir an olsun ayrılmadı. Benim için bir zevkti. Tabii ki öyle olamazdı, Hannah bunu ona ilk söylediğinde kızmıştı. Ama sonra, tıpkı şimdi olduğu gibi, dükün suratına farklı bir bakış yerleşmişti. Bu bakışta, Hannah’y1 kaygılandırması gereken yoğun bir güç vardı. Hannah, dükün oraya onun kendisini öpmesini engellediği için özür dilemek maksadıyla geldiğini düşündüğünü biliyordu, ki bu da Marcus’un bunu daha Hannah odasından içeri adım attığı andan itibaren düşündüğü anlamına geliyordu. Dükün soyunma odası, doğrudan yatak odasına bağlıydı. Hannah Exeter Dükü’nden neredeyse daha ilk gördüğü andan itibaren hoşlanmamıştı. Adam Hannah'ya kaba davranmış, onu aşağılamış, nefret ettiği bir şeyi yapmaya mecbur bırakmıştı. Ama aynı zamanda verdiği sözü de yerine getirmişti. Hannah ve Molly’nin başlarını sokacakları bir çatıları olmuş, yemiş içmişler ve son modaya göre giyinmişlerdi. 1 lannah’yı Londra sosyetesine düşes olarak tanıştırmış, ona kraliçeye yakışır bir sandık mücevher göndermiş ve sırf onu utandırmamak için oldukça yüksek meblağda bir kumar borcundan vazgeçmişti. 221 Hannah Rosalind’in Leydi Willoughby hakkında söylediklerini düşündü. İlk başta dükün bu kadınla kurduğu ilişki Hannah’ya adamın alnına sürülmüş bir kara leke gibi görünmüştü. Dük kesinlikle istediği kadınla birlikte olabilirdi, peki neden bunun için entrikacı Leydi Willoughby’yi seçmişti ki? O sabah yaşanan bir şey Hannah’yı rahatsız etmişti ve şimdi de bu aklına geldi. Eğer dük Hannah’yı kütüphanede baştan çıkartmayı istediyse -ki o bundan neredeyse emindi- neden Hannah’nın düşüncesizce dile getirdiği yorumuyla bu kadar çabuk geri çekilmişti? Gerçek bir çapkın her ne olursa olsun bunu fark eder, onun

arzularına teslim olmaktan panik içerisinde kaçınmazdı. Eğer dük bunu bir tarafa bıraksa ve elde ettiği avantajdan az da olsa mümkün mertebe yararlansaydı, Hannah onu ikinci denemesinde büyük olasılıkla durdurmazdı. Oysa dük böyle yapmak yerine kelimenin tam anlamıyla geri adım atmış, Hannah’nın ondan uzaklaşmasını kolaylaştıracak tarzdaki o soğuk, ciddi tavrına bürünmüştü. Biraz düşündükten sonra, Hannah onun bunu kasten yaptığı kararına vardı. Bunun kendi açısından muazzam, ileride bir gün dönüp bacağına yapışacak kadar güçlü bir tahmin olduğunu biliyordu, ancak Hannah dükün aslında oldukça yalnız olduğunu ve kendisinin de onu incittiğini düşünmeye başlamıştı. Tekrar dükün arkasındaki masaya gözlerini dikerek, tereddütlü bir şekilde, Sizi rahatsız etmek istememiştim, dedi. Dük tek omuzunu silkti. Hannah onun önündeki para yığınıyla ne yaptığını merak etti. Gecenin köründe sayıyor muydu yoksa? Zenginler öyle mi yapardı? Hannah gayri ihtiyari, Bir fincan çay içeceğim, dedi. Dük tek kaşım kaldırdı ve zile doğru göz attı. Hannah, Oh, hayır, sakın çalmayın. Mutfağa kendim gider, getiririm, diye ağzında geveledi. Hizmetkarların çoğu yataklarına gittiler. Dükün diğer kaşı da havalandı ama söyleneni hiç de uygunsuz bulmuş gibi değildi. Sadece şaşırmış görünüyordu. 222 Anlıyorum. Hannah tedirgin bir şekilde gülümseyerek hazırlandı. Ya yanılıyorsa... ya özür dilemek için gelerek onu kızdırdıysa... Ama dük ona yine o dikkatli gözleriyle bakmaya başlamıştı, sanki kafasından geçenleri görmek istiyor gibiydi. Hannah dudağının iç kısmını kısa bir süre dişledi. En kötü ihtimalle lük hayır derdi ve onun görgüsüz bir ahmak olduğunu düşünürdü. Bana eşlik etmek ister misiniz? Dük yerinden kımıldamadı. Rahatsızlık vermek istemem. Ama hala Hannah’ya bakıyordu. Hannah kafasını iki yana salladı, bu o delip geçen bakışlar çarşısında yapabileceği en iyi hareketti. Etmezsiniz. Dük bir an için olduğu yerde kaldı, kımıldamadı, Hannah nvetinin ka'bui görmeyeceğini düşündü. Bundan zevk duyarım. 223 Bölüm 14 Merdivenlerden birlikte, yan yana ama hiç konuş-maksızın indiler. Marcus onun davetini kabul etmemesi gerektiğinin farkındaydı. Tehlikeyle dans ediyordu, değerli özdenetimi tehlikeli derecede kopma noktasına yakındı. Ona neler oluyordu böyle? Hannah çekici bir kadındı; Londra ise bu tür kadınlarla doluydu. Marcus onu istemişti; ama o ilk değildi. Ama Hannah aynı zamanda, neredeyse her karşılaşmalarında, onu şaşkına çevirmiş ve dengesini kaybettirmişti. Dük bunun kendisini ona neden böyle tekrar tekrar çektiğini, neden onu başından atmadığım ve sertçe yerini bildirmediğini anlamıyordu. Ondan bir an evvel uzaklaşmak için can atan Londra’daki tek kadının kendisinin düşünmekten bir türlü vazgeçemediği kişi oluşu, onu neredeyse gülümsetecek derecede büyük bir kinayeydi. David olsa, yaptığı şakanın böyle bir çarpıklığa yol açtığını öğrendiğinde kahkahaya boğulurdu. Hiç düşünmeksizin kafasını eğip Hannah’ya baktı. Sessizliği, tanıdığı diğer kadınlar gibi, boş gevezelikle doldurmuyor olması tedirgin ediciydi. Hiç durmaksızın çene çalan kadınlardan nefret ederdi ama bir şekilde bu daha rahatsız ediciydi. Kendisini sanki düşünceleri onun tarafından işitiliyormuş, Hannah sanki onun kafasındaki ızdırabı dinlemek için sessiz duruyormuş gibi hissetti. 224 Dük kendisine diğer birkaçamak bakış atıyordu ki, Hannah kafasını kaldırıp baktı. Daha Hannah’nın kirpikleri aşağı düşmeden, bir an için gözleri buluştu. Marcus da kendi gözlerini kaçırdı, ondan gözlerini alamadığını fark edince kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Yönünü değiştiren hep Hannah’ydı; Throckmorton’larm merdivenlerinde dükün düşünebildiği tek şey onu öpmekken, arkasını dönüp

uzaklaşmıştı. Yine, dükün aklından geçen tek şey onunla sevişmekken, adamı kütüphanede de engellemişti. Tanrı aşkına, ona neler oluyordu? Buna bir son vermeliydi. O bir düktü, mantık, sorumluluk ve kontrol adamıydı. Hiçbir kadının karşısında sersem bir adam gibi davranmayacaktı. Yapamazdı. Yapmamalıydı. Mutfakta kasten geride durdu, Hannah’nın ateşi karıştırışını ve üzerine çaydanlığı asışını seyretti. Hannah içerde sanki ne yaptığını biliyor gibi dolanıyordu. Marcus Rosalind’in gece yarısı kendi çayını yapmak için mutfağa inmeyeceğini biliyordu ve Susannah gibi hanımların mutfaklarının yerini dahi bulamayacaklarından emindi. Ancak Hannah burada çok rahatmış gibi görünüyordu, tıpkı Throckmorton’ların balo salonunda olduğu gibi. Hannah, dükün düşüncelerini yarıda keserek, Bisküvi ister misiniz? diye sordu. Aaa. Hayır. Teşekkürler. Bir demlik çıkartıp çayı ölçen Hannah’nın ayağının altından çekildi. Elindeki çay için normalde kullanılan cilalı gümüş demlik değildi. Hizmetkarların çanak çömleğinden tekini almış olmalıydı, dük bunu şaşkınlık içerisinde fark etti. Son zamanlarda hayatı ne kadar da garip bir yön almıştı. Exeter Dükü nün gecenin bir yarısı mutfağında çömlek bardaklardan çay içerek oturacağını kim tahmin edebilirdi ki? Tuhaf bir şekilde bizzat orada olduğu fikrine alışmaya çalışarak, Sık sık mutfağa iniyor musun? diye sordu. 225 Oh, hayır. Aşçının kalbinin öyle bir incinmeye dayanabileceğini sanmıyorum. Ama evde bunu yapmaya alışkınım ve aniden sustu. Çayınıza şeker ister misiniz? Dük, Evet, diye mırıldandı. Hannah’yı takip etti ve yüzeyi yıllardır kullanılmaktan eskimiş uzun ahşap masada yerini aldı. Hannah da tam olarak onun karşısına oturdu, dükün çayını öte tarafa uzatmadan evvel güzelce hazırladı. Ev: Hannah’nm evi neye benziyordu acaba? Nasıl bir yaşam sürmüştü? Dük çayını tatmadan yudumladı. Evliliği nasıldı? Marcus, ilk defa, merak duyduğunu itiraf etti. Daha kendine engel olamadan, Evin nasıl bir yerdi? diye sordu. Hannah gülümsedi ve kafasını iki yana salladı. Sizinkine hiç benzemiyordu. Çok küçük ve sade, ama rahat ve sıcaktı. Exeter Malikanesi’ni hiç kimse küçük ve sade olarak tanımlamazdı. Marcus birden bire onun buradan hoşlanıp hoşlanmadığını, bu malikanenin yerine küçük ve sıcak bir yeri tercih edip etmediğini merak etti. Orayı özlüyor musun? Evimi mi? Soru onu heyecanlandırıp şaşırtmış gibiydi; çayını ani bir hareketle aldı, ardından da gerisingeri yerine bıraktı. Pekala, evet, bazen. Ama o küçük papaz evine hiçbir şekilde geri dönme şansım yok, dolayısıyla orayı özlemek de anlamsız. Ah. Papaz evi. Merhum papazın evi. Hannah’nın kocasının. Marcus, hissettiği meraka lanet okuyarak, çayından büyük bir yudum daha aldı. O nasıl biriydi? Yani kocan. Stephen mı? Hannah’nın surat ifadesi yumuşadı, Marcus’un midesi aşina olmadığı bir hisle buruldu. Çok nazikti ve cömertti, yumuşaktı. Neredeyse aşırı denebilecek derecede anlayışlı ve çok sabırlıydı. Her açıdan dükten çok farklıydı. Marcus çayına baktı ve iç çekti. Hannah, O Middle-borough’ya ben on altı yaşımdayken gelmişti, diye devam etti. Sadece yirmisindeydi ve bir önceki papaz kırk yıldan uzun bir süredir oradaydı. Stephen insanları kendi tarafına 226 çekmek için çok çabaladı, tarlalarda çalıştı, hastalara yardım etti, o insanlara yardıma her zaman hazırdı. Kısa bir süre sonra herkes onun kasabada olmasının ne kadar büyük bir şans olduğunu fark etti. Sen de dahil. Tabii ki. Annem ben on yaşımdayken ölmüştü, bakmam gereken iki küçük erkek kardeşim vardı. Stephen sık sık benimle birlikte kasabadan eve yürürdü. Sepetlerimi onun taşıyacağına güvenerek inanılmaz derecede tembelleşmiş-tim. Sanki tüm bunları anımsarcasına gülümsedi, Marcus’un içinde hissettiği şu garip burulma hissi iyice şiddetlendi, neredeyse sancılı bir hal aldı. On sekiz yaşımdayken bana evlenme teklif etti ama babam ben yirmi yaşıma girene kadar buna rıza göstermedi.

Neden peki? Hannah hüzünlü bir gülümseyişle, Çünkü eğer ayrılırsam, evde yemek pişirecek ve temizlik yapacak kimse kalmayacaktı, dedi. Ama sonunda, erkek kardeşlerim hayatım boyunca bir daha başka bir teklif alamayabileceğime ve sonsuza kadar yalnız başıma kalabileceğime onu ikna edince, yumuşadı. Dük onun ikinci bir evlilik teklifi alamayacağını hayal dahi edemedi. Aslına bakılırsa almıştı da, hem de David’den, onu da kabul etmişti. Marcus, bu soruları neden sorduğunu kendince merak etti. Onunla birlikte çay içmeye gelmemeliydi. Hannah’nın evine, ailesine ve kocasına dair hissettiği meraktan iyi bir şey çıkamazdı. Kendi kendine, onun ve hayatı hakkında ne kadar az şey bilirsem, o kadar iyi, dedi. Anlıyorum. Hannah fincanıyla telaşlı bir tavırla oynadı, korkunç derecede yıkılmıştı. Sohbet sanki bir duraklama noktasına gelmiş gibiydi. Belki de buna saygı duymalı ve çayını ihtiyatlı bir sessizlik içerisinde içmeliydi. Ama gece gece çay içerken ihtiyatlı olmak istemiyordu, düşesmiş gibi davranarak geçirilen 227 bir günün ardından kendisi olmak isteğindeydi. Çekinceler içerisinde, kendi kendine, düke... arkadaşça davranmak istiyorum, dedi. Madem bu role birkaç hafta daha devam etmek zorundaydılar, birbirleriyle iyi geçinmeyi de deneyebilirlerdi. Bunun bir düşesmiş gibi davranmadığı için yediği azara benzer bir paylamaya sebep olmayacağını ve dükün gösterdiği ilgi pırıltısının sadece birkaç nazik sorudan ibaret olmadığını ümit ederek parmaklarını birbirlerinin üzerine çapraz şekilde attı. Ardından da derin bir nefes aldı. Londra’yı gezip gördükçe, bir o kadar daha fazla seviyorum. Burada, Middleborough’dakinden çok daha fazla şey olup bitiyor. Molly Exeter Malikanesi’ndeki her şeyden inanılmaz haz alıyor. Öyle mi? Marcus’un sert yüz ifadesi aydınlandı. Her ne kadar çocuklara uygun tasarlanmamış olsa da, Celia’mn da buradan hoşlandığını hatırlıyorum. Hannah gülümsedi. Gizli geçitler ve saklı dolaplar! Hemen her çocuğun böyle şeylerden hoşlanacağından eminim. Düşünerek durakladı. Bu evde neden bu kadar çok sayıda gizem var? Marcus, sertçe, Atalarımın saklayacak bir şeyleri olduğu düşünülebilir, dedi. Hannah kafasını kaldırıp baktı, dükün ağzının kenarındaki sahte seğirmeyi fark etti ve kahkahalara boğuldu. Dük, Sanıyorum gururlu Exeter’lerden teki bir taburu toptan Ainsley Park’ın derinliklerine sakladı, diye devam etti. Olur da, Cromwell bir daha önünü kesmeye karar verir diye. O günlerde, tıpkı şimdiki gibi, Exeter Dükü’nün karşı çıkılmaya tahammülü yoktu. Hannah gülümsemesini bastırdı. Ainsley Park’ta da gizli geçitler olduğunu bilmiyordum. Bu Rosalind’in bana bahsetmediği tek şey olmalı. Öyle mi? Kesinlikle, evet. Orayı çok seviyor. Hannah kıkırdadı. 228 Rosalind benim orada yaşamam gerektiğini düşünüyor, yani bizim,.. Bunu söylememiş olmayı dileyerek sustu. Ah. Dük gözlerini çaya dikti. Anlıyorum. Rosalind Hannah’ya Dovver Malikanesi’ni kapatma planları yapmaya başladığını, ilerde doğacak çocuklarının yanı sıra Hannah ve Marcus'la daha çok görüşebilecek kadar onlara yakın olmayı dilediğini söylemişti. Rosalind dükün, artık evli olduğu ve kısa bir süre içerisinde evde gittikçe büyüyen bir ailenin yaşamaya başlayacağını göz önüne alarak, orada ikamet etmeye devam edeceğinden neredeyse emindi. Dük çocuklarını Londra’da yetiştiremez, diye bir çığlık atmıştı. Hannah ihtiyatla, Artık evli olduğunuza göre, sizin burada ikamet edeceğinizden emin, dedi. Dükün ağzı çarpıldı. Rosalind bu sözde evliliğin başarılı bir şekilde devam etmesini istiyor. Bu doğruydu. Bunu, Rosalind’in çöpçatanlığına tahammül etmek zorunda kalan Hannah’dan daha iyi bilebilecek kimse olamazdı. Dükün de bunun farkında olup olmadığını merak etti. Sizi bu kadar çok seven bir üvey anneniz olduğu için çok şanslısınız, dedi.

Dük, Evet, dedi. Ben de bunu sürekli olarak kendime hatırlatıyorum. Onun sadece benim mutluluğumu istediğini bilerek ona kızmam imkansız. Hannah hiç düşünmeden, Sizinle de mi uzun bir konuşma yaptı? diye sordu. Dük kafasını kaldırıp baktı, kaşları havadaydı, Hannah kıpkırmızı oldu. Yani ben, ben onun sizinle Throckmorton balosuna dair konuştuğunu biliyordum, fakat... fakat, şunu bilmiyordum ki... yani daha doğrusu, daha fazlasını... söylemiş... olabileceğini tahmin etmemiştim. Daha önce yapmış olmayı dileyerek, sustu. Kesinlikle daha fazlasını söyledi. Daha evvel yanlış ifade ettim, o bizim mutlu olmamızı istiyor ve bunu gerçekleştirmek için her şeyi yapmaya kararlı. Hannah’yı garip bir yüz 229 ifadesiyle süzerek durakladı. O zaman seninle de konuştu, öyle mi? Hannah dürüstçe, Bilmiyor muydunuz? dedi. Dük eğer Rosalind’in onun ve gönül ilişkileri hakkında anlattıklarının yarısından haberdar olsaydı, sinirden mosmor kesilirdi. Ondan daha kötü tek bir kişi var, o da Celia, ama en azından o size övgü yağdırmakla sınırlı kalıyor, bana takip edebileceğim en iyi yönteme dair herhangi bir tavsiyede... Yine sustu. Ağzının beyninden daha hızlı işlediğini görerek korkmuştu. Ona neredeyse Rosalind’in kendisini onu baştan çıkartmaya teşvik ettiğini dahi söyleyecekti! Dük, Ne için en iyi yol? diye sordu. Hannah kafasını önüne eğdi ve çayını karıştırmaya odaklandı. Ağzında, Mutlu bir evlilik için, diye geveledi. Kısa bir süre sonra, sanki dük söylenmeye çalışılanı anlamaya başlamış gibi göründü. Bir kez öksürdü, sonra bir kez daha, sonunda da mırıldandı. Oldukça garip bir ses tonuyla, Gerçekten mi? dedi. Hannah, Bu kadar çok sayıda yeni elbise sipariş etmesinin sebebi de bu, diyerek yeni bir pot kırdı. Onun dikkatini dağıtmanın tek yolu alışveriş yapmak. O zaman, sanki çabalarını birleştirmiş gibi görünüyor. Kısa bir süreliğine Hannah ona kafası karışmış bir halde gözlerini kırparak baktı, Rosalind’le evlilik görevlerini yerine getirmeye dair yaptıkları sohbetleri anımsadığı için hala dikkati dağınıktı. Ardından, karnının altından yükselen sıcaklıkla birlikte, birden bire olan bitenin farkına vardı. Bu dükün ona ilk balo davetiyesini getirdiğinde ve onu yarısı teyellenmiş elbisenin içinde gördüğünde hissettiğiyle aynı türden bir duyguydu. Teni, bedenini örten tek şey olan iki kat ince ipeğin farkındalığıyla ürperip gerildi. Bunlar onu oldukça iyi sarmalayıp kapatıyordu -daha cüretkar sabahlıklardan tekini giyecek kadar kaçık değildi- ama bu aklına gelmesi gereken şey230 lerden birisi de değildi. Konudan imtina etmek istemeyerek ve sohbeti aşırıya kaçmayacak şekilde arkadaşça bir platformda sürdürmeye çalışarak, hafifçe omuz silkti. Bana onunla tartışmamamı söylemiştiniz. Dük, alaycı bir tavırla, Ve bu konuda bana karşı gelmemeye karar verdin, dedi. Hannah gözlerini fal taşı gibi açtı. Benim dik kafalı olduğumu ve sizinle işbirliği etmediğimi ima etmeye nasıl cesaret edersiniz? Böyle bir imada bulundum mu? Dük kaşlarını çattı. Eğer bulunduysam, özür dilerim. Gönülsüz ve işbirliği yapmaya isteksiz demeliydim. Hannah, Bu çok daha iyi, diye karşılık verdi. Eğer bir konuda suçlanacaksam, bu doğru şey olsun isterim. Dükün şaşkın bakışlarına fincanın üzerinden karşılık vererek, çayını yudumladı. Göz kırpıp sırıttı. Anlıyorum. Dük öne doğru eğildi, dirseklerini masaya dayadı. 0 zaman izninle bu düşünceye, rolünde kayda değer derecede ikna edici olduğun gerçeğini de ekleyeyim. Hannah sadece ağzının şaşkınlıktan açılmasına engel olabildi, bu da dükü oldukça eğlendirmiş gibi görünüyordu. Fincanını Hannah’nm şerefine kaldırdı. Hannah, Yani... yani, teşekkürler, dedi, telaşlanmıştı. Verilen direktifleri takip etmek için elimden geleni yaptım...

Dük, Ya da ruh haline bağlı olarak, yapmadın, diye mırıldandı. Hannah kızardı. Sözümü tutmaya çalıştım. Dük tereddüt etti. Bu korktuğun kadar korkunç bir şey miydi? Hannah adamın kendisiyle eğlenip eğlenmediğini bilmiyordu. Bunun korkunç bir şey olacağından hiçbir zaman korkmadım. Pekala, aslına bakılırsa korkmuştu, ama korkunç 231 olan şeyin dükün kendisi olacağını düşünmüştü. Celia ve Rosalind’den inanılmaz derecede hoşlandım, diye hızla ekledi. Molly ve ben onları çok özleyeceğiz. Ah. Marcus hissettiği hayal kırıklığı dalgasına karşı koymaya çalıştı. Yapılan pazarlığı neredeyse tamamen unutmuştu. Hannah’nın varlığına iyice alışmaya, hatta bundan hoşlanmaya başladığını fark etti. O gidince hayatı tekrar eski, alışıldık, düzenli, monoton yapısına bürünecek; Hannah’nın kafasını yana yatırıp sanki sadece ikisi tarafından bilinen gizli bir şakadan hoşlanmışçasma yüzünde beliren bir gülümseyişle ona bakmasıyla birlikte dikkati kaybolmayacaktı. Artık, Hannah’nın çalışma odasından işittiği kahkahalarına bahçede neyin sebep olduğunu merak ederek, çalışmak yerine oturup penceresinden dışarı bakmayacaktı. Artık, Hannah’nın o an ne yaptığını görmek için garip ve ilgisiz zamanlarda eve uğramayacaktı. Ancak onun oradan ayrılacağını, Hannah bizzat unutmamışken, dikkate almazlık edemezdi. Daha şimdiden Celia ve Rosalind’i ne kadar özleyeceğini düşünmeye başlamıştı bile. Dükü değil. Marcus, Kış için Kent’deki Ainsley Park’a geri dönecekler, dedi. Londra, havalar soğuyunca, tamamen terk edilmiş bir yer halini alır. Hannah fincanıyla oynadı. Siz onlarla gitmeyecek misiniz? Dük, mum ışığının Hannah’nın serbest bırakılan saçlarındaki ışıltısını seyrederek, kafasını iki yana salladı. Hayır. Ben sadece Noel sezonunda ziyarete giderim. Hannah kafasını kaldırarak baktı. Teni loş mutfakta göz alıcı ve altın rengiydi. Neden sadece o zaman? Dük omuz silkti. Ainsley Park Rosalind’in evi. Onu rahatsız etmek istemem. Hannah, fincanları tekrar doldururken, ona şaşkınlık içerisinde baktı. Ainsley Park’ın sahibi de oydu, Rosalind değil. 232 Ben, ben orasının aynı zamanda sizin de eviniz olduğunu düşünüyordum. Rosalind bana orada büyüdüğünüzü söyledi. Büyüdüm. Orası babamın en sevdiği evdi; Rosalind’le evlenince, onu oraya getirdi. David ile birlikte kısa bir süre sonra okula gönderildik ve... Sustu. Babanım ölümünün ardından, sorumluluklarım benim Londra’da her zamankinden daha fazla kalmama sebep oldu. Bu pek Hannah’mn duymayı beklediği türden bir şey değildi. Sorumluluk, evet, bunun doğruluğundan en ufak bir şüphe yoktu. Hannah mütevazi bir çiftlikle küçük bir kulübeyi idame ettirmenin dahi ne kadar çaba gerektirdiğini biliyordu. Exeter Malikanesi boyutundaki bir mülkü muhafaza etmenin -sadece muhafaza etmek değil, aynı zamanda bunu sakin ve düzgünce yapmanın- çok daha büyük bir emek gerektireceğini tahmin edebiliyordu. Birden bire dükle birbirlerinden pek de farklı olmadıklarını fark etti. Dük mal varlığının mülkiyetinden adeta vazgeçerken, Hannah uygunsuz kalacağı bir yerde yaşamamak için tanımadığı bir adamla evlenmişti. Rosalind’den daha önceki düşesin dük ve David beş yaşındayken vefat ettiğini, Rosalind’in ise oğlanların babasıyla onlar on yaşına girdiklerinde aileye katıldığını ve çocuklardan sadece sekiz yaş daha büyük olduğunu öğrenmişti. Belki de, iki küçük oğlan için babalarının yeni ailesine dahil olmak oldukça zor gelmişti, özellikle de Celia doğduktan sonra. Kafasını önüne eğdi ve çayını karıştırdı. Bunu anlıyorum. Fincanına küçük bir şeker parçası atarak dalgın dalgın gülümsedi. Ben de babam ve yeni eşiyle birlikte yaşamak istemedim. Dükün kaşları havalandı. Gerçekten mi?

Hannah kızardı. Evet. David’le tanıştığımda... tam babamın evine geri taşınmak üzereydim. Bu dükün ilgisini çekti; 233 Hannah neredeyse etrafındaki havanın bu ilgiyle çatırdadığını işitebiliyor, bunu dükün güçlü, üzerine yöneltilen bakışlarından hissedebiliyordu, Marcus sormadı anıa Hannah derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. David’in teklifini bu yüzden kabul ettiğimi biliyordunuz. Molly ile birlikte, yakın geçmişte tekrar evlenen babamın sırtında istenmeyen bir yük oluşturacaktık. David bana bir formalite evliliği önerdi, ki bu benim açımdan reddedilemeyecek kadar uygundu. Kendi evimin idaresini elimde bulundurmayı da istiyordum. Hannah gözlerini kaldırdı ve büyük mutfağı şöyle bir taradı, burası ardında, papaz kulübesinde bıraktığından çok daha güzeldi. Ayrıca çok daha şıktı. Dudakları titredi. Konuyu çok hafife aldığım ve iyi hesaplayamadığım ortada. Dük donup kaldı, olduğu yerden kımıldamadı. Hannah, aldığı hazzı pek o kadar göstermeyerek, hafifçe öne doğru uzandı. Küçük bir kahkahayla, Hiçbir şeyin kontrolünün elimde olduğu söylenemez, öyle değil mi? diye itiraf etti. Dükün dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrıldı. Büyük olasılıkla tahmininden daha fazlasına sahipsin. Hannah başını iki yana salladı. Hiç de değil! Marcus, Bunu insanın bizzat tahmin edebilmesi çok zor, dedi. Hannah gözlerini kırpıştırdı. Teşekkürler. Ardından da hazin bir şekilde güldü. Tanrı’ya şükür ki demeliydim! Kocaman bir maskaraya çevrileceğimden daha ilk günden emindim. Saçma. Eğer enayi gibi görünen birisi varsa, bu kesinlikle ben olurdum. Kendisinden kaçıp kurtulmak için İngiltere’nin yarısını yürümeye hazır bir kadınla evli kalmak için ısrar eden kaç erkek vardır ki? Hannah’nın yanakları dükün iğneleyici ses tonuyla kızardı. Pek de yarısı sayılmaz, diyerek cevapladı. Sadece Midd-leborough’ya dönecek kadar. 234 Dük tek elini şöyle bir salladı. Herkesi benim iyi bir koca olmadığıma inandıracak kadar uzağa. Hannah hiç de hanımlara yakışmayan bir tarzda söylendi. Ben onların inanacakları şeyin bu olmayacağını düşünüyorum. Daha çok hanımefendinin aklım oynattığı üzerine yoğunlaşacaklardır. Dük, fincanını tekrar kaldırırken, dudaklarında oynaşan küçük bir gülümseyişle, O zaman belki de ikisinden de biraz bahsedilecek demeliyiz, diye karşılık verdi. Benim koca taklidim çok kötüydü ve sen de yaptığımız yanlış anlaşmayla hemfikir olarak acı çektin. Bu olan biteni kelimelere dökmenin çok nazik bir şekliydi. Hannah dudağını ısırdı ama bu gülümsemesini gizlemeye yetmedi. Aniden, Size bir şey sorabilir miyim? dedi. Neden benden burada kalmamı istediniz? Dükün gözlerindeki ışık aniden yok oldu. Çay fincanı henüz dudaklarına ulaşmadan yarı yolda havada asılı kaldı. Hannah, aceleyle, Bir skandal yaşanmasını istemediğinizi biliyorum, dedi. Ama bundan fazlası olmalı. Ben... yani, ben gerçekten merak ettim. Dük fincanı tabağın tam ortasına yerleştirdi. Skandal yaşanmasını istemedim. Bu kesinlikle doğru. Ama daha ziyade, Rosalind’e açıklama yapmak istemedim. Bu seni içten karşılayışının ardından, onun açısından sadece küçük düşürücü bir şey olmayacak, aynı zamanda David’e karşı beslediği sevgiyi de yok edecekti. Bekledi. Rosalind her zaman David’in savunucusuydu. Babam... eğer ifade etmek yeterli olacaksa, David’den pek fazla bir şey beklemiyordu. David sadece ikinci oğuldu, babam yıllar boyunca üçüncü ve dördüncü oğullara sahip olmayı bekledi. David kiliseye uygundu, ona kesinlikle uymayacak bir meslek, diye ekledi. Hannah bu fikir karşısında kahkaha atmadan duramadı. Ya da belki de ordu- bu da yine David’in uyum sağlayabileceği bir şey değildi. 235 Hannah. Hayır, öyle olmadığını ben bile söyleyebilirim, diye mırıldandı. Sonra, babam David’in son oğlu olabileceğini kabullenmeye başlayınca, ona bir tür görev sorumluluğu yüklemeye çalıştı. David güzel olanları kaptı; mükemmel bir terzi, her an tetikte bekleyen bir nüktedan, sosyetede güçlü bir itibar ve daha ilginç olanları dikkate dahi almadı. Kendini çok daha fazla zor duruma

düşürdü. Tekrar durdu, sonra başını iki yana salladı. Sanıyorum bunları sana anlatmakta tereddüt duymama gerek yok. Herhalde, David’in fesatlıkta usta olduğunu söylersem sana sürpriz olmaz. Babam ölüm yatağında beni David’i beladan uzak tutmakla görevlendirdiğinde, bu işin ne kadar zor olacağının farkında değildim. Hannah, Onu hep kurtarır mısınız? diye sordu. Marcus, vurgusuz bir ses tonuyla, Tabii ki, dedi. Başka ne yapabilirim ki? Erkek kardeşimin borçlular hapishanesine götürülüşünü mü seyredeyim? Dolandırıcılıktan hakkında dava mı açılsın? Ahlaki açıdan sorgulanabilir bir kadını lekelemekle mi suçlansın? Hannah’ya manalı bir bakış atarak ses tonunu alçalttı. Masum bir kadını mahvedip tüm ailesiyle dalga geçerek bir skandala mı yol açsın? Bunun yerine daha önceden ilginizi çekmeyen bir kadını hane halkınıza dahil eder, onu düşeslik sınavından geçirirsiniz, daha iyi. Hannah, dük ağzını açıp ardından sert bir bakış eşliğinde kapayınca, gülümsedi. Evet. Hannah, dükün kendisine bakış tarzından dengesini yitirmiş bir halde, David duysa çok etkilenirdi, diye devam etti. Bu onun takdir edeceği türden bir jeste benziyor. Kısa bir an için dük ona hakaret yüklü bir tarzda baktı, bakışları keskindi, sonra yüz ifadesi yitip gitti. Ağzı yukarı doğru kavislendi. Kesinlikle haklısın. Gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı, neredeyse komik derecede utangaçtı. Hannah yaşanan deği236 şimden büyülenmiş bir halde oturdu. Hiç böyle düşünmemiştim. Dük kafasını salladı. Yani, benim de David’den arta kalır bir yanım yok, öyle değil mi? Hannah hiç tereddütsüz, hayır, diye düşündü. Sen çok daha iyisin. David bir kargaşaya sebep olmuş, dük ise bu hasarı tamir etmek için -kendi iyiliği için değil, Celia’nm, Rosalind’in, David’in, hatta Hannah ve Molly’nin iyilikleri için- kendi makam ve konumunu kullanmış, tehlikeye atmıştı. Bu gösterinin tümü onun açısından rahatsızlık ve maliyet demekti. İnsanlar onun fakir, çekici olmayan taşralı bir dulla evlenmeye kandırıldığını, Rosalind’in onu saygılı bir koca olmak yönünde sıkboğaz ettiğini ve Hannah’nm da onun gönül ilişkilerine inanılmaz derecede burnunu soktuğunu düşünüyorlardı. Hannah, kendisini bu düşünceleri kendisine saklamaya ve samimi, neşeli atmosferi korumaya zorlayarak, Aslına bakılırsa çok daha kötüsünüz, dedi. Bunu işitmek muazzam bir rahatlama. Dük tekrar gülümsedi ve Hannah’nın kalbi altüst oldu. Marcus, Şimdi, benim vicdanımı rahatlattığına göre, sana bir şey sorabilir miyim? dedi. Neden... cüretkar olmam gerekirse... önerimi kabul ettin? Hannah fincanını büyük bir dikkatle tekrar doldurdu. Bir parça şeker kattı ve özenle karıştırdı. Bu soruyu anında ve neşeyle yanıtlayabilir ya da dürüst davranabilirdi. O dürüst olmaya karar verdi. Molly’ye bir drahoma sözü verdiniz. O hiçbir zaman benim yaptığım seçimi yapmak zorunda kalmayacak, güvenliği için evlenmeyecek. Ona Londra’da bir Sezon vaat ettiniz, dolayısıyla koca seçiminin küçük bir taşra kasabasından yapılması şart olmayacak. Dünyada ona Middleborough’da hiçbir zaman sunamayacağım kadar çok şey var ve şimdi, size şükürler olsun ki, bunların hepsini yapabilirim. 237 Ah. Hannah’ya düşünceli düşünceli baktı. O zaman bizler ailelerimiz uğruna can veren asil birer şehidiz. Hannah, Bir düşes olarak yaşamayı kazığa geçirilerek yakılmakla eş tutmakta zorlanıyorum, diye sertçe karşılık verdi. Benim şehit olmadığım kesin. Siz en azından diğer insanlar uğruna birtakım güçlüklerin acısını çektiniz. Dük uzunca bir süre ona baktı. Hannah adamın ne düşündüğünü öğrenmek için her şeyini verirdi. Hannah’ya bir keresinde, küstahlık size yakışıyor, demişti. Hannah, ayağa fırlayarak, Pekala, diye haykırdı. İzninizle etrafı toparlayayım. Saat çok geç oldu. Yarı dükün gitmesini, yarı da kalmasını dileyerek, fincanları toparladı. Dük kaldı.

Yıkanan son fincanı da rafa yerleştirirken, dük hala masanın yanında dikiliyor, onu seyrediyordu. Hannah gergin bir tavırla gülümsedi, tıpkı alıştığı üzere mumu eliyle parmakları arasına alarak söndürdü. Bunu yapar yapmaz korkuyla çekildi; tabii ki Exeter Dükü mumları israf etmemeye çalışmıyordu ve büyük olasılıkla da yatağına dönerken yolunu aydınlatması için işlemeli şamdandaki tüm mumları yakmak zorunda kalacaktı. Ancak karanlık çok da rahatlatıcıydı, Hannah hiçbir şey söylemedi, dükün yanından aceleyle geçerek adamın kendisi için açık tuttuğu kapıdan çıktı. Yan yana yürüdüler, birbirlerine dokunmuyorlardı ama çok yakındılar. Dükün robdöşambırı arkasından dalgalanıyor ve Hannah’nın bacaklarına sürtünüyordu. İçinde bulundukları durumun teklifsizliği sabahlığının içerisine sadece bir gecelik geçirmişti, Allah aşkına- Hannah’nın soğukkanlılığından geriye eser kalmamıştı. Çay, onu ısıtmak ve uykusunu getirmek yerine. Hannah’yı sıcağa boğmuş ve heyecanlandırıp şaşırtmış gibi görünüyordu. Başına gelen bu şey de neydi? O sırada dük ona hafif bir gülümseyişle baktı. Hannah da gergin bir şekilde aynı tarzda karşılık verdi, sonra da bakışlarını kaçırdı. Tanrı’ya şükür ki etraf karanlıktı. İnşallah dük 238 onun kızardığını görmemişti. Marcus sert ve soğukken yakışıklıydı; ona gülümsediğinde, bu Hannah’nın dizlerinin gevşemesine yol açtı. Böyle olmamalıydı. Hannah sadece aralarındaki ilişkiyi daha samimi bir platforma sokmak istemişti, içinde kor gibi parlayan farkındalık kıvılcımlarını körüklemek değil. Düke yakınlık duyması ya da onun Hannah’yı çekici bulması önemli değildi. Mevki ve özgeçmiş açısından birbirlerinden çok farklıydılar, bu sessiz sinema oyunundan öte bir şey olamazdı. Marcus, karanlık evde yürürlerken, Hannah sessiz kaldığı için memnundu. Yaptıkları sohbetten dolayı çok şaşkındı. Hannah’nın onu davet etmesine hayret etmiş, ardından da bu sohbeti bitirmek istemediğini fark ederek şok olmuştu. Her ne kadar ortak bir şeylerinin olmadığına yemin edecek durumda olsa da, hayatında ilk defa, hatırladığı kadarıyla, sanki birisi onu tam manasıyla anlamıştı. Bu çok şaşırtıcı ve güven sarsıcı, aynı zamanda mutlak surette karşı konulmazdı. Bunun bir sorun olduğuna karar verdi. Onda karşı konulamaz çok fazla şey vardı. Hannah onun karısı değildi. Nazik ve anlayışlı olması, düke onu baştan çıkartma yetkisini vermezdi. Konunun püf noktası şuydu: Onu istemiş, ama sahip olamamıştı. Tanıdığı diğer tüm kadınlar onun kendilerinden ne istediğini bilmiş, o da onların kendisinden ne beklediğinin bilincine varmıştı. Ancak, Hannah’yla sevişmenin sadece onun istediği şeyin başlangıcı olacağından korktu. Onunla bir kez sevişince, Hannah’nın gitmesine hiçbir zaman izin veremeyeceğinden korktu. Ancak arzularına ne kadar uzun süre direndiyse, hisleri de bir o kadar güçlenip büyüdü. Ta ki ruhu hayal kırıklığı ve umutsuzlukla kükreyip öfkelenmiş gibi görünene kadar. Hannah’ya kısa süreliğine sahip olmak ve ardından kaybetmekten daha kötü ne olabilirdi ki? Veya, daha da 239 beteri, onu baştan çıkartmasının oradan ayrılışını hızlandırdığından şüphelenmekten? Hiçbir şey yapmamak ikisi için de en iyisiydi. Bazen, kişinin ne kaybettiğini bilmemesi en uygun şekliydi. Basamaklara henüz ulaşmışlardı ki Marcus bir ses işitti. Bu sıra dışıydı; hizmetkarlar gecenin bu kadar geç bir saatinde koridorlarda dolaşmazlardı. Belki de Rosalind ya da Celia uyanmış, kütüphaneye bir kitap almaya inmişlerdi. Yine de, Marcus etrafta kimin olduğunu görmek için koridorun ilerisine bir göz attı. Koridorun gerilerinden bir gölge kaydı, evin doğu kanadına doğru yöneldi. Bu her kimdiyse, elinde lambası yoktu. Marcus aniden durakladı, tetikteydi. Bu gölgede doğru olmayan bir şeyler vardı. Aşırı derecede gizli hareket etmişti. Hemen yanındaki Hannah, onun durduğunu fark etmeden önce, bir ya da iki adım daha attı. Fark edince o da durdu ve döndü. Loş ışıkta dük onun kaşlarının havalandığını gördü ve sorunun ne olduğunu sormak için içine derin bir nefes çektiğini işitti. Hızla Hannah’nm omuzuna tek koluyla dolandı, boştaki elini de ağzına kapattı. Hannah silkindi, sonra kolları arasında boğuk bir nefeslenmeyle kıvranmaya başladı. Dük, hala görmeye ve işitmeye çalışarak, Hannah'nın kulağına, Sessiz ol, diye fısıldadı ve Hannah hareketsiz kaldı. Menteşelerin belli belirsiz inleyişi

eşliğinde bir kapı açıldı. Marcus’un gözleri kısıldı; bu sesi tanıyordu. Bu onun çalışma odasının kapısıydı. Bu, hizmetkarlar menteşelerine ne kadar yağ sürerlerse sürsünler, kesinlikle hiç ses çıkartmadan İşleyemeyecek türden meşe bir kapıydı. Hanııah’yı da beraberinde sürükleyerek, sağa doğru birkaç adım attı, yukarı döne döne çıkan merdivenlerin karanlığına gizlendiler ve çalışma odasını net görebilecekleri bir konuma mevzilendiler. Birkaç dakika öylece beklediler, hareket etmediler, hatta neredeyse nefes dahi almadılar. Marcus içten içe davetsiz 240 ı»elen misafiri, Dışarı çık, diye cesaretlendirdi. Dışarı çık ve kendini göster. Hiç kimsenin o odaya girmek için bir sebebi yoktu, özellikle de gecenin bu saatinde. Bir hırsızın da evde bu şekilde gezinmeyeceği kesindi. Evinde bir casus vardı. Bu bulmacanın geri kalanını tamamlamak için ihtiyaç duyduğu son parça, her şeyi akla uygun hale getirebilecek son bilgi kırıntısı olabilirdi. Kapı, karartı koridora çıkıp kapıyı arkasından kapatırken, tekrar yavaşça gıcırdadı. Ardından koridorda ilerlemeye başladı, tıpkı daha önceki gibi sessizdi, ama bu kez Marcus davetsiz misafirin suratını görebileceği bir konumdaydı. Bu Lily’ydi. Hannah’nın elinin gerisinde inlediğini fark etti; o da hizmetçisini görmüştü ve en az dük kadar şaşkındı. Lily, dükün orada göreceğini düşündüğü belki de son insandı. Ama karartının o olduğundan en ufak bir şüphesi yoktu. Lily şimdi de hizmetkarların merdivenlerine doğru aceleyle yönelmişti. Lily, hane halkı arasına belirli bir amaç için özellikle yerleştirilen bir tür casus olabilir miydi? Onun kendisi adına birkaç yıldır çalıştığından emindi. Ancak güvenilen, kendini ispatlamış bir insan yeni düşesin hizmetçisi seçilebilirdi ve Lily’yi de Bayan Potts bizzat önermişti. Kafasını eğerek kolları arasında sessizce dikilen Hannah’ya baktı. Hannah da kafasını kaldırarak bakışlarını ona odakladı, mavi gözleri kocaman açılmıştı, sorgulayıcıydı. Ansızın onu ne kadar sıkı tuttuğunu, Hannah’nın bedeninin kendisininkine ne kadar büyük bir kuvvetle yaslandığını fark etti. İnce ipek geceliğin ve sabahlığın gerisindeki yumuşak, kadınsı kıvrımları nasıl da güzel hissedebiliyordu. Ona bir daha dokunmayacağına neden yemin ettiğini sorguladı. Hannah, dük kafasını eğip ona baştan ayağa bakmaya başlayınca, adamın suratındaki değişimi fark etti. Dük onu yakalayıp kolları arasına çektiğinde afallamıştı, ama sonrasında 241 Lily’yi görmüş ve Marcus’un kendisine karşı çekim hissettiği için bu şekilde davranmadığını fark etmişti. Ayrıca hizmetçisinin gece yarısının oldukça sonrasında evde sessizce dolandığını görmek inanılmaz derecede rahatsızlık vericiydi. Lily, işvereninin özel çalışma odasına girmemiş olsa dahi, bu hareketinin işten atılması için yeterli olduğunu biliyor olması gerekirdi. Kız bir şeylerin peşindeydi ve bu da iyi bir şey olamazdı. Ancak Marcus elini ağzından çektiğinde, onun artık Lily'yi düşünmediğini biliyordu. Gözlerindeki öfkeden ziyade açlıktı. Parmakları Hannah’nın çenesinin altına doğru kaydı, suratını yukarı iteledi ve bu kez, Hannah tek bir kelime dahi etmedi. Dükün dudakları onunkilere nazikçe, yumuşakça sürtündü. Hannah, kımıldamaya cesaret dahi edemeyerek, nefesini tuttu. Bir yanı ihtiyatı elden bırakmayı, Marcus’un öpücüğüne karşılık vermeyi ve sonuçlarını da dikkate dahi almamayı arzuladı. Diğer yanı ise buna, kalp kırıklığı yaşayacağı yönünde onu uyararak var gücüyle karşı çıkıp itiraz etti. Ama bir şekilde bu küçük çığlık sanki şiddetini yitirmiş gibiydi. Dük başını kaldırdı ve ona baktı, gözleri karanlık ve gölgeliydi. Hannah da kalbi deli gibi çarparak ona baktı. Kısa bir an için ikisi de yerlerinden kımıldamadı, sonra dükün parmakları Hannah’mn çenesinden ayrıldı. Omuzunun etrafına doladığı eli gevşedi.

Hannah, daha kendisine engel olamadan, Yapma, dedi. Kollarım dükün boynuna doladı, onu tekrar kendisine doğru çekti. Bu kez o dükü öptü, hem de gerçek anlamda. Marcus’un kolları onu tekrar öperken iyice sıkılaştı, sanki sonunda kendine hakim olamıyormuşçasına Hannah’yı bedenine daha da sıkı yasladı. Bir dakika kadar önce çekingen davranan ağzı, Hannah’ nmkini acımasızca ele geçirdi. Hannah buna izin verdi. Dük tatlı çayın ve brendinin tadını aldı, Hannah’yı sanki sonsuzluk 242 kadar uzun bir süredir bunu yapmayı bekliyormuşçasma öptü. Sabahlığını yana doğru iteleyip elini Hannah'nın çıplak koluna yasladı. Oradan da boynuna kaydırarak ipek geceliğini omuzundan aşağı indirdi, sonra kafasını tutmak ve diğer bir gözü dönmüş öpücük için gereken açıyı vermek maksadıyla, avucunu saçlarının arasına doğru kaydırdı. Hannah’nm bedeni dükün dokunuşuyla alev alev tutuştu. Onun kolları arasında olmak, aslında tam manasıyla yanlış bir şey olsa da, Hannah’ya doğruymuş gibi göründü. Bunu umursamadı. Her şey hakkında yalan söylenerek geçirilen onca haftanın ardından, dükün öpücüğünün verdiği katıksız canlılığın yanı sıra, o anda yaşananlar doğruydu; en azından onun açısından öyleydi. Marcus’un elleri sırtına doğru kayıp bedenini bunun fiziksel kanıtına doğru bastırınca, yaşananların dük açısından da zırvalık olmadığı kesinleşti. Hannah başının teslimiyet içerisinde arkaya düşmesine göz yumdu, neredeyse ona kendisini daha çok öpmesi için yalvarır bir haldeydi. Marcus kafasını kaldırdı, etrafta kanepe, sandalye, masa, ya da bunlara benzer bir şey var mı diye bakındı. Hannah sıcacık ve istek doluydu, o da arzularıyla artık savaşamıyor-du. Bedeni ızdırap içerisinde, ruhu da coşku doluydu. Hannah onun... Ve sonra aklından geçenin farkına vardı. O Hannah’nın kocası değildi, sadece bu rolü üstlenmişti ve bunu ondan talep etmeye, hatta o istese bile bunu ona yapmaya hakkı yoktu. Hannah bunu ister miydi? Onu sıkı sıkı tutarak olduğu yerde hiç kımıldamaksızın dikildi ve bu düşünceyi kafasından atmayı denedi. Her ne kadar Hannah onu yatağına doğru götürse ve kısık, davetkar bir ses tonuyla Yapma, diye fısıl-dasa da, hayır demek onun açısından onur meselesi halini almıştı. 243 Marcus ilk defa onun Sezon sonundan sonra da orada kalmasına izin vermesi durumunda ne olacağını düşündü. Ne de olsa İngiltere’nin tümü onların evli olduklarını zannediyordu. 0 -önemli tek bir istisnaylakoca rolünü oynuyordu ve bunu beklediği kadar zahmetli bulmamıştı. Aslına bakılırsa, hoşlandığı dahi söylenebilirdi. İçinden geldiğinde, Hannah’yla sohbet hoştu. Konuşmak istemediğinde ise kadın boşboğazlık edip kafasını şişirmiyordu. Bu türde bir evin nasıl çekilip çevrildiği konusunda hiçbir şey bilmiyordu, ancak becerikli ve zekiydi. Ayrıca Harper evi oldukça iyi çekip çeviriyordu. Üvey annesi onu çok sevmişti, kız kardeşi ise ona hayrandı, kendisi... Marcus düşüncelerini sonlandırmadı. Onu istiyordu, evet. Ayrıca ondan da hoşlanmıştı. Bu, sahte evliliklerinin gerçekliğe geçmesine izin vermek için yeterli bir sebep miydi? Eğer arzusuna boyun eğerse, ondan bir çocuk, kendi çocuğu, oğlu ve varisine sahip olabilirdi. Bir sonraki Exeter Dükü, bir çiftçinin torunu olurdu. İlk dük bir askerdi ve birer mülk sahibi olarak, Exeter düklerinin tümü bir yerde aslında çiftçiydiler. En azından oğlunun iyi bir annesi olacaktı. Göz önünde bulundurduğu konu hayatının geri kalanı, düklüğün geleceğiydi. Bunu ne kadar umutsuzca istiyor olursa olsun, bir gecelik hazzın hayat boyu sürecek bir görev ve sorumluluğun önüne geçmesine izin veremezdi. Böyle bir şeyin kararını, şehvetten yarı çıldırmış bir halde veremezdi. Her şey ertesi sabah, o normal, mantıklı kimliğine yeniden büründüğünde, şimdikinden çok farklı görünebilirdi. Ve Hannah. onu istemeyebileceği bir hayata tıkmak dük açısından hiç de adil bir yaklaşım olmazdı. Bunu daha önce bir kez yapmış, ardından da onun bu yüzden kendisinden nefret edip etmediğini dahi umursamamıştı. Şimdi, her ne kadar... Kendini derin bir nefes almaya zorladı, ardından bunu tekrarladı. Kendini onu serbest bırakmaya zorladı. Yumuşak bir ses tonuyla, Hannah, dedi. Ben...

244 Şşş. Hannah dükün dudaklarına dokundu. Parmak uçları hafifçe titredi. Yapma. Dükün kolları iki yanına düştü. Hannah ’nın kendisini durdurmasına memnundu. Ne diyeceğini dahi bilmiyordu. Özür mü dilemeliydi? Bu bir ilk olacaktı, özellikle de en ufak bir üzüntü hissetmezken. İkisi açısından herhangi bir ortak gelecek olasılığı bulunmadığını mı vurgulamalıydı? Bunu, bir yanılan elinden geldiğince rasyonaiize etmeye çalışırken, yapmak zordu. Hannah, konuyu değiştirmeye ve dükün söylemek üzere olduğu şeyden kurtulmaya çalışarak, Lily orada ne yapıyordu? diye fısıldadı. Eğer dük yaptıklarının ne kadar aptalca olduğunu vurgulamaya hazırlanıyorsa, Hannah’nın söylenecekleri işitmeye ihtiyacı yoktu; o bunları zaten biliyordu. Eğer İni yaşananları bir adım daha ileriye götürmek için bir teklifse... Hannah’nın kalbi deli gibi çarptı. Buna evet diyebilirdi, akıbetleri ise ne olurdu, Tanrı bilir. Dük bir adım uzaklaştı ve boğazını temizledi. Hiçbir likrim yok. Sustu, ardından da gözlerini kısarak çalışma odasının kapısına doğru baktı. Ama öğrenmek niyetindeyim. Gölgelerden çıkmayarak sessizce koridorda ilerledi. Hannah da ona ayak uydurdu, yarı rahatlamış, yarı da hayal kırıklığı içerisindeydi. Tabii ki. her ne kadar saat gece yarısını geçmiş olsa ve etrafta hiç kimse bulunmasa da, dükün kendisini koridorun ortasında öpmesine izin vermemeliydi ya da onu öpmemeliydi. Onun kendisine baskı yapmamasından memnuniyet duymalıydı. Kendi kendine, hafif bir ürpertiyle, mecazen, gerçek anlamda değil dedi, çünkü şu anda aklının başında olmadığı açıktı. Ancak o gece içinde, sadece orada değil, aynı zamanda mutfakta da. önemli bir çizgiyi geçtiklerine dair bir his vardı. Bundan sonra her şeyin eskisi gibi devam edeceğinden hiç de emin değildi. 245 Dükün çalışma odasının kapısı önünde kendisine oradan birkaç metre uzakta durması yönünde yaptığı işarete itaat etti. Onun içeriyi birkaç saniye boyunca büyük bir dikkatle dinleyişini, ardından topuzu çevirişini ve kapıyı açışını seyretti. Dük sanki kapıyı açarken hafifçe havaya kaldırmış gibiydi, böylece menteşeler gıcırdamadı. Marcus başını içeri uzattı, her iki yana baktı, ardından içeri girdi ve ona da kendisini takip etmesini işaret etti. Çalışma odasına girince Hannah etrafa bakındı ama eksik herhangi bir şey olup olmadığını fark edemedi. Lily beraberinde büyük bir şey taşımıyordu, ancak önlük cebine para ya da daha farklı küçük bir şeyi sığdırması mümkündü. Hannah Marcus’a döndü. Yeri değiştirilmiş herhangi bir şey var mı? diye fısıldadı. Dük de gözleriyle odayı tarıyordu, kaşları arasında ince bir çizgi oluşmuştu. Soruyu hemen yanıtlamadı, masanın etrafından dolanarak pencereye doğru yürüdü ve camın önüne yak-laşmaksızın dışarı baktı. Zayıf ay ışığı içeri süzüldü, bu ikisine de eşyaları zor bela görebilecekleri kadar bir aydınlık yaratıyordu. Hannah, bir şeylere çarpıp devirmek korkusuyla, olduğu yerde kaldı. Marcus sonunda, düşünceler içerisinde, Hayır, dedi. Pencere mandalı hariç, hiçbir şey yok. Pencere mandalı mı? Mandal açılmış. Balkon kapısından kanatlı pencereye doğru yürüdü. Bunlar, tıpkı geceleri tüm hepsinin olmasını istediğim gibi, hala kilitli. Neden... Hannah şaşırmıştı. İçeri birisini mi alıyordu? Dük şüpheli pencereye geri döndü. Belki de. Belki de kendisi habersizce dışarı çıkıyordu ve bu odayı da yakalanmamak için kullandı. Belki de birisi burada onunla buluştu ve o da bu kişiye bir şeyler verdi. Hannah, Para mı? diye bir tahminde bulundu. 246 Dük, Hayır, diye mırıldandı. Hala karanlıklar arasındaydı, Hannah onu zor bela görebiliyordu. Ben bu odada para bulundurmam. Personelim arasında gizli saklı bir şey yoktur, dolayısıyla onun bunu bilmiyor olabileceğinden şüpheliyim. Dük başka bir şey söylemeyince Hannah, O zaman ne? diye sordu. Karanlıklar arasından fısıldayarak, hareket etmeye korkar bir halde, kanepenin arkasına gizlenen birisinin üzerlerine

atlamaya hazır halde bekleyip beklemediğini merak ederek öylece durdu... Koridorda iyice gerilen sinirlerinin neredeyse kopmaya lıazır beklediğini fark etti. Bu... Marcus sustu. Bu paradan çok daha önemli bir şey olabilir. Mesela bilgi. Bu yanıt Hannah açısından hiçbir şey ifade etmedi. Ne hakkında bilgi? Hannah, Sizce burada birisi var mıdır? diye sordu. Burada mı? Dük şaşırmış görünüyordu. Hayır, olmadığından eminim. Ama pencerelerden uzak dur, belki dışarıda içeriyi görmeye çalışan birileri vardır. Hannah el yordamıyla büyük masanın etrafından dolanarak sese doğru ilerledi. Uzattığı eli dükün manşetine sürtündü ve Marcus da onu yakınına doğru çekerken elini kavradı. Yalnız olmadığını ve hatta onu azıcık da olsa görebildiğini fark eden Hannah kendisini son derece rahat hissetti, pencere mandalını büyük bir merakla inceledi ve aynen dükün dile getirdiği üzere, mandalın kilitli olmayışı haricinde dikkate değer hiçbir şeyle karşılaşmadı. Bir hizmetkar ne tür bir bilgi için bu şekilde sessiz sedasız etrafta dolanır ve bu bilgiyi kime aktarmayı hedeflerdi ki? Hannah sorunca, Marcus, Kime olabileceğini bilmiyorum, şeklinde yanıtladı. Ne araştırdığı hakkında da en ufak bir fikrim yok. Bir hizmetçinin böyle bir işe bulaşacağını ise kesinlikle tahmin edemezdim. Hannah tekrar, Nasıl bir işe? diye sordu. Bu onu ilgilendiren bir konu olmayabilirdi ama Lily onun hizmetçisiydi ve 247 arada sırada kızına bakıyor olması bir yana, Hannah’nın odasına istediği gibi girip çıkma ve eşyalarını düzenleme yetkisi vardı. Hannah, kapının arkasına bir sandalye sıkıştırıp uyumaya başlamadan önce, kızın nelere muktedir olduğunu bilmek istiyordu. Marcus tereddüt etti ve Hannah buna daha fazla dayanamadı. Zili çalmaya gitti. Onu hemen aşağı çağırın. Bunu bizzat açıklamalı. Dük elini yakaladı. Hayır. Ona hiçbir şey söyleme. Hannah düke baktı. Neden? Casusluğa devam edebilsin ve istediği başka her ne varsa onu yapsın diye mi? Dükün ağzı kasıldı. Beni bu işe karışan diğerlerine götürebilsin diye. Bu işte geceleri koridorlarda sinsi sinsi dolaşan bir hizmetçiden daha fazlası var. Hannah’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Ne demek istiyorsunuz? Dük karşılık vermedi, sanki derin düşüncelere dalmıştı. Hannah, adamın suratına sorgulayıcı gözlerle bakarak, Neler oluyor? diye fısıldadı. Marcus’un bakışları tekrar ona odaklandı ve elini bıraktı. David. Hannah şaşırdı. Neden? O nerede? Bilmiyorum. Dük nefesini hüsran dolu bir ıslıkla serbest bıraktı. Tanrı korkum olmasaydı onu bir yumrukta devirirdim. Hannah, alçak sesle, Ne yaptı? diye sordu. Kısa bir an için dük hiçbir şey söylemedi. Bu ispatlayabileceğim bir şey değil, diye homurdandı. Şüpheleniyorum, ama bilmiyorum. Emin olana kadar, hiçbir şey yapamam. Neden şüpheleniyorsunuz? Dük yine tereddüt etti. Sonunda, dudaklarının arasından, Kalpazanlık, kelimesi döküldü. Suçlu bulunursa sürülebilir. Hannah’nın nutku tutuldu. David mi? diye haykırdı. Dükün ağzının tek tarafı acı içerisinde yukarı kıvrıldı. Evet, David. Nedenini bilmiyorum ya da nasılım, hatta doğruluğundan bile emin değilim, lanet olsun. İç çekti. 248 Ama, eğer doğruysa, elinizden ne gelir ki? Dük anlaşılması zor bir şekilde, Çeşitli kişilerden garantiler aldım, dedi. Ama bunlar, gerçeği öğrenememem durumunda, hiçbir anlam ifade etmiyor. Hannah, Bunu neden siz yapmalısınız ki? diye itiraz etti. Hükümet ya da dedektifler bunu... Dük onu susturmak için elini havaya kaldırdı. Banknotlar sosyetenin en üst kademelerinde piyasaya sürülmüş. Dedektifler yeterince sağduyulu bir araştırma yapamayacaklardır. Bu işi ben istedim; David benim kardeşim, dolayısıyla oturup başkalarının harekete geçmelerini ve onun kaderini ellerinde tutmalarını beklemektense, kendim bir şeyler yapmayı tercih ediyorum.

Oh. Hannah dinginleşti. Buna verecek bir yanıtı yoktu. Yardımcı olmak için yapabileceğim bir şey var mı? Dük pencere mandalını güzelce kapattı. Uyanık ol. Lily’nin burada ne yaptığına ya da neden yaptığına dair en ufak bir fikrim yok. Yapabileceğin en iyi şey gözlerini ondan ayırmaman ve olağandışı gibi görünen herhangi bir şey fark etmen durumunda beni bilgilendirmen. Bunun bu sorunla hiçbir alakası olmayabilir ama yine de onun burada ne yaptığını öğrenmek istiyorum. Hannah başını sallayarak onayladı. Tabii ki. Dük çalışma odasına tekrar şöyle bir göz gezdirdi. Kendi kendine, Aslında ortada eksik bir şey var, diye mırıldandı. Bir noktayı gözden kaçırıyorum. Öğrendiğim her şey birbi-riyle ilintisiz; ana bağlantı hala tam bir muamma. Sonra derin bir iç çekti ve Hannah’ya doğru döndü. Çıkalım mı? Hannah başıyla onayladı ve dük ona yol gösterdi. Odadan çıktılar. Merdivenleri tırmanır ve odasına dönerken, Hannah beynini faydalı bir şey bulabilir miyim diye, kurcaladı. Lily kendisini ele verecek herhangi bir şey söylemiş ya da yapmış mıydı? Yapmadığını düşünüyordu, çünkü kız neredeyse hiç 249 konuşmayan bir insandı ve Hannah onu sadece gerçekten mecbur kaldığı anlarda yanına çağırmıştı. Belki de Lily’nin kendisine daha sık yardım etmesine izin vermeye başlamalıydı. Belki de hizmetçinin kendisine ısınmasını, birtakım faydalı bilgiyi onunla paylaşmasını sağlayabilirdi. En azından yardımcı olmak bakımından bunu yapabilirdi. Düşüncelerine o kadar dalmıştı ki, hiçbir şey görmeden dükü sadece takip etti, o durunca da durdu. Sonra etrafına şöyle bir bakındı ve onun peşi sıra adamın soyunma odasına kadar geldiğini fark etti. Aptal aptal, Oh, dedi. Yüzünün gittikçe ısındığını hissedebiliyordu. Evet. Dük kımıldamadı ama suratı Hannah’nın daha evvel, koridorun aşağısında, kafasını onunkine doğru eğip Hannah’yı öpmeden hemen önce gördüğü o karanlık, istekli ifadeye bürünmüştü. Hatırlandığı duygular sinirleri boyunca hızla hareketlendi. Bir değil, tam olarak iki yatağa birden ne kadar yakın olduklarının farkına vardı. Dükün öpücüğündeki açlığı, onu nasıl kendisine doğru çektiğini, ellerinin ne kadar büyük bir aceleyle vücudunda kaydığım tekrar hissetti. Artık suratı alev alev yanmaya başlamıştı. Dük, ilk olarak kendisi sırtını dönerek, Hannah’yı serbest bıraktı. İyi geceler, dedi. Lily’yi takibe alma konusunda hemfikir olduğun için teşekkürler. Hannah, telaşla, Evet, dedi. İyi geceler. Odasına gitmek için kapıya doğru güçlükle ilerledi, arkasına sadece tek bir kez dönüp baktı. Dük onu seyrediyordu. Utangaç bir tavırla gülümsedi ve aklını tamamen kaçırmadan önce kapıyı kapattı. Marcus, kapının dili Hannah’nın arkasından küçük bir tıkırtıyla yerine oturunca, gözlerini kapattı. Gerçekten de iyi bir geceydi. Henı olağanüstü, hem de işkence yüklüydü. Ve bunu hayatı boyunca unutabileceğinden de emin değildi. 250 Bölüm 15 Cup. Cup cup. Hannah, göletin dalgalı yüzeyine bir taşla daha nişan alıp suratını ekşitti. Exeter Malikanesi’nin arazisi çok genişti, Londra kadar büyük bir şehirde oldukları gerçeğini gizliyordu. Bu küçük göleti, kurbağaları seyretmeye bayılan Molly ile birlikte bulmuşlardı. Bakımlı terastan ve evin yakınındaki düzgün bahçelerden uzaktaki bu küçük vadi, neredeyse doğal haliyle bırakılmıştı. Molly buna bayılmıştı ve şimdi de, yeşil renkli suya dizlerine kadar girmiş, kendisine aşçı tarafından verilen eski bir şişeyle kurbağa yavrularını yakalıyordu. Hannah, bir yandan düşünmeye çalışıyor, diğer yandan gölete taş atıyordu. Marcus onu öpeli bir hafta olmuştu. Ekseriyetle, her şey eskisi gibi devam etmişti. Dük her gece ailesiyle birlikte yemek yemiş, hatta yemekten sonra onlarla misafir odasında dahi oturmuştu. Çok daha dertsiz görünüyor, gülümsüyor, hatta fazlasıyla gülüyordu. Rosalind ve Celia bu duruma Hannah kadar şaşırmış

görünmüyorlardı, dolayısıyla Hannah bunun onun doğası olduğuna inandı, ailesiyle birlikteyken huzur içerisindeydi. Büyük ihtimalle bunu mahveden yabancı ise oydu... ama artık değil. En azından artık kendisini bir yabancı gibi hissetmiyordu. Hizmetkarlar onun en küçük ihtiyacını karşılamak için bir anda belirdiğinde artık yerinden 251 zıplamıyordu. Her dakikasını yanlış bir şey yapıp kendisini komik duruma düşüreceğinden korkarak geçirmiyordu. Hatta birisi kendisine Ekselansları şeklinde hitap ettiğinde dahi gözlerini kırpmıyordu. Ayrıca Marcus’tan çok hoşlanmaya başladığını artık inkar edebilecek durumda da değildi. Hannah kolunu arkaya doğru çekti ve sıradaki taşı fırlattı. Batmadan önce, taş su yüzeyinde iki kere sekti. Bu konuda hakimiyetini tamamen kaybetmişti. Middleborough’da taşları beş, hatta arada sırada altı kez zıplatabiliyordu. Bir düşes, diye tahminde bulundu, aslında bunları tek bir kez dahi sek-tirmemeli. Ama o düşes değildi ki. Cup cup. Bir dük onu incilerle donatmış ve balolara refakati altında götürmüş olsa bile. Cup cup cup Bir dük, gecenin yarısında onunla mutfakta çay içmiş, ardından da ayak parmakları kıvrılana kadar onu öpmüş olsa bile. Cup cup cup. Bir dük, adını her zikrettiğinde onu öpmek ister gibi görünüyor olsa bile. Cup. Avucundaki taşların geri kalanını büyük bir bıkkınlıkla gölete savurdu, ardından uzun çimenlerin arasına oturdu. Hannah, suratını asarak, artık ne olduğumu dahi bilmiyorum, diye düşündü. Sadece Marcus’un teklif ettiği maddi ödülü almak için mi hala oradaydı? Yoksa Rosalind ve Celia’dan hoşlandığı için mi? Yoksa hoşuna gittiği için mi? Kendi yemeğini kendisi yapmaya ve evini kendisi temizlemeye tekrar alışabileceğinden adı kadar emindi. İpekler ve danteller arasında geçirilen haftaların ardından kalın pamukluları ve yünlüleri giymek biraz zor olacaktı, ancak ipeklileri zaten beraberinde götürecekti, dolayısıyla arada sırada istediğinde kendi kendisini şımartabilırdi. Ayrıca Molly ile birlikte 252 maddi açıdan desteklenecek ve özgür olacaklardı, ki bu Hannah’nın omuzlarından kalkan muazzam bir yük olacaktı. Rosalind ve Celia’yı özleyecekti ama bu his zaman içerisinde şiddetini yitirecekti. Marcus’u da öyle... Hannah dizlerini karnına doğru çekip çenesini üzerlerine yerleştirerek iç çekti. Güneş göletin yüzeyinden yansıdı, Hannah gözlerini tekrar kapattı. Tek seçenek hislerini göz ardı etmekti. Marcus’u tekrar öpmek, Hannah’yı onun karısı yapmayacaktı. Onun kendisini baştan çıkartmasına izin vermek, adamın ona karşı hiçbir şey hissetmesini sağlamayacaktı. Tüm bu yaşananların bir yalandan ibaret olduğunu hatırlamalıydı ve bunlara inanmaya baş-lamamalıydı. Anne, kurbağa yavrularımı tut! Hannah’nın suratının hemen ortasında yeşilimsi suyla doldurulmuş şişe içerisinde birkaç gelişmeye yeni başlayan kurbağa beliriverdi. Hannah gözlerini açtı ve şişeyi yüzünü ekşiterek tuttu. Belki de bir düşes olmaması iyi bir durumdu, çünkü kızını bir leydi gibi yetiştirmediği açıktı. Molly, erkek kuzenlerinin bayıldığı sürünen, emekleyen her şeyden hoşlanıyordu. Anne, bana papatya zinciri yapacak mısın? Molly Hannah’nın kucağına bir avuç dolusu ezilmiş çiçek bıraktı. Hannah hafifçe gülümsedi. Deneyeceğim. Ama bu saplar hasarlanmış Molly. Kızının alt dudağı aşağıya doğru sarktı. Uyku zamanı gelmişti. İsyankar bir tavırla, Dene, dedi. Hannah kaşlarını kaldırdı. Molly, aniden ışıl ışıl bir gülümsemeye bürünerek, Lütfen Anne, diye ekledi. Ben de senin saçlarına çiçek yerleştireceğim!

Hannah, küçük kızı etrafta koşturup çiçek toplarken, kendisini gülümsemekten alıkoyamadı. Parmakları, neredeyse hiç tereddüt etmeksizin, çiçek saplarını bükmeye ve papatyaları bir zincir halinde örmeye başladı, ardından da bunu taç 253 yapmak için çember haline getirdi. En azından bunun nasıl yapıldığını unutmamıştı. Molly annesinin kafasına düğün çiçekleri serpiştirip kendi çiçek tacını büyük bir gururla takınca, Hannah ayağa kalktı, eteğindeki çimenleri silkeledi. Güneş bulutların arkasında gücünü yitirmişti. Geri dönme zamanı Molly. Oh, evet! Celia’ya tacımı gösterebilir miyim? Molly ellerini çırparak hoplayıp zıplamaya başladı. Evet ama arkasından da dinleneceksin. Molly ya tacını Celia’ya göstermek konusunda inanılmaz derecede heyecanlı ya da Hannah’ya itiraz edemeyecek kadar yorgundu, önden koşturup uzaklaştı, Molly’nin ayakkabılarını ve çoraplarını toplamak, kurbağa yavrularını tekrar gölete bırakmak ise Hannah’ya kaldı. Hannah eve geri dönerken, düşünceleri de tekrar Marcus’a odaklandı. Belki de Londra’dan erkenden ayrılmayı düşünmeye başlamalıydı; bugüne kadar skandali bertaraf etmeye yetecek derecede iyi bir izlenim yaratmışlardı. Throckmorton balosundan bu yana, Hannah Marcus’la birlikte yarım düzine baloya, birkaç suareye, birkaç akşam yemeğine ve hatta bir tane de maskeli baloya katılmıştı. Her ne kadar ikisi de aralarındaki nazik sevgi havasını korumuş olsalar da, görünenin hemen arkasında istenmeyen bir gerilim cızırdıyor gibiydi. Marcus’u sık sık kendisini büyük bir merakla seyrederken yakalıyordu, adam sanki onunla ne yapacağına karar veremiyor gibiydi. Bu bakışın ne anlama geldiğini düşünürken, Hannah’nın hayal gücü de harekete geçiyordu. Yaptığı bir şeyden dolayı mı hayrete düşmüştü? Yoksa onu şaşırtmak için bunun ardından ne yapacağını mı merak ediyordu? Yoksa Marcus’un kafasından başka bir şeyler mi geçmekteydi, şu öpücükle ilgili bir şey, Hannah’nın kollarını boynuna dolayış, tam geri çekilecekken kendisine çekiş tarzıyla ilintili bir şey? Bunu öğrenmek istedi ve birkaç kez neredeyse bunu ona 254 soracak gibi oldu, ama ne şans ki yapmadı. Gelecek yanıtı, hangi yönde olursa olsun, bilmek istediğinden emin değildi. Eve geri dönüş uzunca bir yolculuktu. Yüzünü yağmur kokan esintiye doğru kaldırarak acele etmedi. Terasa doğru uzanan hafif yokuşu tek eliyle yavru kurbağa şişesini, diğeriyle eteğini tutarak ağır ağır tırmandı. Sırtı kendisine dönük adama arkadan vurmaya azıcık bir mesafe kala, olduğu yerde durdu. Daha Hannah yerinden kımıldayamadan, Marcus ona doğru döndü. Halinden hoşnut bir tavırla, Ah, dedi. İşte buradasın. Harper yürüyüşe çıktığını söyledi. Evet. Hannah, telaşlı bir halde, üzerinde çimen lekesi olmadığını ümit ederek eteğini serbest bıraktı. Molly’yi dışarı çıkarttım. Marcus'un gözleri Hannah’nın elindeki şişeye kaydı. Gölete mi? Hannah suratının sıcaklaştığını hissetti. Şişeyi havaya kaldırarak, Evet. Kurbağa yavruları, dedi. Dük hafifçe gülümsedi. David de öğretmenin çizmesine koyacağı kurbağaları orada yakalardı. Hannah güldü. Bunu işittiğime neden şaşırmadım acaba? Marcus gülümsemeye devam etti. Öğretmen çok şaşırmıştı. Sanırım durumdan da pek hoşnut kalmamıştır. Sanıyorum, zavallı adamın eşyaları arasında bulduğu diğer şeylere kıyasla, kurbağalar en tercih edilenleriydi. Hannah, gizliden gizliye serbest kalan lülelerinden tekini kulağının arkasına sıkıştırmaya çalışarak, tekrar güldü. Laf dinlemez kalbi tekrar yerinden fırladı. Orada öylece durup dükle gülüşmek, onu bu kadar anlatılamaz biçimde mutlu etmemeliydi. 255

Bahçede şöyle bir tur daha atmaya ne dersin? diye sordu. Eğer mümkünse, seninle biraz konuşmak istiyorum. Hannah dudaklarını yaladı. Ne istiyor olabilirdi? Tabii ki. Elindekileri yakındaki bir banka bıraktı. Dük başını eğdi ve Hannah onun yanı sıra ilerlemeye başladı, adımları çakıllarda çıtırtılar çıkartıyordu. Kısa bir an için Marcus hiçbir şey söylemedi, sadece Hannah’nın yanında yürüdü. Bugün inanılmaz derecede hoş görünüyordu, yanakları pembe pembeydi ve saçları da rüzgardan çarpıcı bir biçimde dağılmıştı. Marcus, Lawrence’m onun resmini yapmasını isterdi, böylece o anı ebediyen anımsardı. Saçında çiçekler var. Olduğu yerde duran Hannah’nın eli büyük bir hızla saçlarına doğru kaydı. Oh! Evet, bunları Molly yerleştirdi. Parmakları siyak lüleler üzerinde kaydı, küçük sarı çiçekleri çekip çıkarttı. Marcus onu seyretti, büyülenmişti. Hiç düşünmeden uzandı ve çiçeklerden tekini de o çıkarttı. Sap saça dolandı ve dük bunu oradan kurtarmak için iki eliyle uzandı. Hannah’nın parmakları onunkilerle birbirine girdi. Kafasını kaldırıp Marcus’a baktı, yanakları iyice pembeleşmişti ve gözleri de hüzünlü bir gülümseyişle ışıl ışıldı. Marcus sadece kafasını eğip ona bakmakla yetindi, isimlendiremediği bir kuvvet tarafından aciz bir şekilde esir alınmıştı ve bunun ne olduğunu öğrenmek istediğinden de emin değildi. Hannah. onu esir alan büyüyü kırarak, içinde özür melodileri olan bir ses tonuyla, Bu korkunç bir kargaşa, dedi. Korkarım ki ben, ben saçımı yaparken dahi bu kadar zaman harcamamıştım... Ses tonunu alçalttı ve etrafına bakındı. Hafif bir fısıltıyla, ‘ Lily hakkında yeni bir şey öğrendiniz mi? diye sordu. Marcus gözünü kırptı. O da onun ardından sırf Lily’nin yaptıkları arasında değişik bir şeye rastlayıp rastlamadığını sormak için gelmişti, ancak Hannah’nm saçlarındaki çiçekleri tark edince, bu düşünce aklından uçup gitmişti. Ne yazık ki pek bir şey yok, dedi. Sende bir şeyler olabileceğini düşünüyordum. Hannah iç çekti. Hayır. Artık ona olan biteni düşünmeksizin bakamıyorum. Düşüncelerimin yüzümden belli olacağından ve onun da kendisini gördüğümüzü anlayacağından korkuyorum. Bu konuda şüphelenmesi dahi kendisi açısından büyük bir şans olur. Marcus tekrar yürümeye başladı. Eğer iç yüzünün anlaşılmak üzere olduğundan korkmaya başlarsa, bize yardımcı olacak bir şeyler yapabilir. Aslında biz demek istememişti; kastettiği bendi. Hannah onun araştırmasına bulaştırılmamıştı. Evet, sanırım öyle. Hannah tekrar derin bir iç çekti. Ama artık onun eskisi gibi gelip gitmesine dayanamıyorum. Saçımı, çağırıp ona tarattırmaktansa, kendim yapsam çok daha iyi olacak. Dağınık saçlarım suratını buruşturarak çekiştirdi. Sanki her an tokalarından kurtulup sırtından aşağı bir çağlayan gibi dökülüverecekti. Dük boğazını temizledi. Çok çarpıcı. Hannah saçları arasından diğer bir küçük sarı çiçeği daha çekip çıkarttı. Beni şımartıyorsunuz. Aynı zamanda da gülümsedi. Marcus tuttuğu düğün çiçeğini çevirdi. Onu kendilerine kompliman yaptığı yönünde suçlayan pek fazla insan olmazdı. Çiçeği bıraktı. Sohbeti hedeflediği zemine geri oturtmaya çalışarak, Belki de başka bir hizmetkarın olmalı, dedi. Molly’yi henüz Eily’yle yalnız bırakmak istemiyorum. Hayır. Hannah’nın profili ciddiydi. Molly onu seviyor. Molly’nin Lily’yle birlikte gitmesini yasaklayamadım, yine de 257 sonunda pes ettim ve Rosalind’in ona çocuk odası hizmetçisi aramasına göz yumdum. Dük tek kaşını kaldırdı. Sonunda bu kararı verdin mi? Hannah ona bakmadı. Onun burada sadece geçici süreliğine bulunacak başka bir hizmetkarı işe almasını istemedim. Marcus kafasını eğip baktı. Ah, evet. İşte sorun buydu. Bu onun üzerinde konuşmak istediği bir konu değildi. Bakımlı bahçelerin sonuna geldiler, nehre kadar halı gibi uzanan çimenlik araziye tepeden bakıyorlardı. Bahçeyi sınırlayan düzensiz güllerin

kendi başlarına yabani bir şekilde gelişimlerine izin verilmişti. Haziran güllerinin kokuları nemli havada etraflarını sarmıştı. Dük gayri ihtiyari güllerden tekini koparttı ve Hannah’ya uzattı. Hannah ona şaşkın gözlerle baktı. Teşekkürler. Çiçek yaprakları onun dudaklarının koyu pembe rengini taşıyordu. Dük yaprakların da en az dudaklar kadar yumuşak olup olmadıklarını merak etti. Hannah’ya gülü vermektense, kendisine doğru uzatılan eli görmezden geldi ve çiçeği saçlarına, kulağının hemen gerisine doğru iteledi. Hannah’mn düke gülümseyişi neredeyse utangaç ama memnuniyet doluydu. Marcus da içinde büyük bir memnuniyet dalgasının geliştiğini hissetti, bunun sebebi Hannah’yı gülümsetmiş olmasıydı. Lily buradan pek ayrılmıyor, ayrıldığında ise bu çok sıradan oluyor. Dışarıda terzi yardımcısı olan bir adamla dolaşıyor, ailesi yok. Lily, tıpkı kendisinden önce annesinin yaptığı gibi, yıllardır ailemle birlikte. Bu güne kadar yaptığı hiçbir şey aşikar derecede şüpheli değildi. Hannah ona bakarken gözlerini kırpıştırdı, mavi gözleri şaşkındı. Ama eğer o bir casussa, böyle bir şeye şahit olunması da mantığa uygun değil mi? Marcus, ona hizmetçiye dair tüm bildiklerini neden anlattığından emin olmayarak, Evet, diye itiraf etti. Onun için üzülüyor, kıza güvenip güvenmemek konusunda endişeleniyor 258 olmalıydı. Hannah’nın -tabii Marcus’un da- ona güvenmemesi çok doğaldı, ancak son hafta süresince yaptığı her şey incelendikten sonra, hizmetçinin tek bir hatalı davranışı olmamıştı. Marcus onun en azından daha önce şahit oldukları şeyi bir kez daha tekrarlayacağını düşünmüştü, bu kez saldırıya geçmeye hazır olacak, hayatının her bir anını tüm detaylarıyla sorgulayacaktı. Ancak bu, gün içerisinde yaşanan diğer çok sayıda hayal kırıklıklarına eklenen başka bir tanesi olmuştu. Hannah hala kuşkulu görünürken, dük, Ancak, diye devam etti, telaşa sebep olacak başka hiçbir şey yapmadı. Geçmişi örnek niteliğinde -senin hizmetçin olarak seçildiğine göre, öyle de olmalı- ve anlık bir hata olarak nitelendirilebilecek başka hiçbir şey yapmadı. Belki. Hannah, gülü iteleyerek, saçını tekrar kulağının arkasına doğru attı. Tüm bunlar rahatlatıcı şeyler, ama yine de... bu büyük bir hataydı, tabii gerçekten de hata olarak adlandırılabilirse. Belki de o yıllardır büyük bir dikkatle entrikalar çeviren ve planlar yapan, hiç kimsenin hırsız olduğunu anlayamayacağı şekilde yavaş yavaş hareket eden, gerçekten akıllı bir aktristir. Hannah Marcus’un suratındaki şaşkınlık ifadesiyle sustu ve öfke içerisinde kızardı. Yine onun şu kahrolası hayal gücü... Sorunu neydi? Hannah normalde çok gerçekçi ve mantıklıydı. David’in nerede olduğuna dair bir fikriniz var mı? diye aniden sordu. Marcus’un bakışları onunkilerden ayrıldı. Hayır. Hannah hüsran yüklü bir tavırla ofladı. Keşke ortaya çıksa ve olan biteni açıklasa! Lily’nin davranışlarının bir şekilde David’in kayboluşuyla bağıntılı olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Belki de öyledir. Dük hala ona bakmıyordu, gözleri soğuk bir ifadeyle çimenlik arazinin ilerisine odaklanmıştı. Bu tam anlamıyla bir rastlantı da olabilir. David, kendisi haricinde, herkes için her şeyi berbat etmeyi çok iyi bilir. 259 Birkaç arkadaşı ve yüksek miktarda viskiyle birlikte taşra evlerinden tekinde saklandığından, benim paramla inanılmaz derecede eğlendiğinden en ufak bir şüphem dahi yok. Hannah ağzının açık kaldığını hissetti. Bunu gerçekten yapar mı? Marcus ona sert sert baktı. Yapar. İnan bana. Hannah, Oh, inanıyorum, diye ona güvence verdi, ardından dükün bakışları inceleyici ve düşünceli bir hal alınca, nereye bakacağını şaşırdı. Hannah bu sohbete girmeye cesaret etmek istemedi. Ona güveniyordu; sadece onun yakınındayken kendisine güvendiğinden emin değildi. Eğer dük onu tekrar öpmek istediğini belli ederse, Hannah’nın bunu yapmasını söylemesi durumunda kendisine engel olacağından en ufak bir şüphesi dahi yoktu. İşin korkutucu tarafı ise şuydu ki, Hannah onu böyle bir durumda durduracağından da

emin değildi. Son seferinde durdurmamıştı. O zaman kendisini dükün kollarına atmış, ilk olarak onu Hannah öpmüştü. Hannah, zihnini bu tür düşüncelerden zorla sıyırarak, Eğer David ortadan kaybolmasaydı, Lily’nin hareketlerini daha farklı bir şekilde mi ele alırdınız? diye sordu. Dükü bahçenin bu gözlerden uzak, gül kokulu köşesinde, hava tehdit-kar bir fırtınanın elektriğiyle doluyken, öpmeyi düşünmezdi. Dük, bakışlarını ondan ayırmadan, Evet, dedi. Bir an önce onu kovardım. Siz de tüm bunların birbirleriyle bağlantılı olduğunu düşünmüyor musunuz? Dük, kısa bir sürenin ardından, Bu olasılığı görmezden gelemem, diye karşılık verdi. Yani, sen haklısın, David’in geri dönmesi ve başına gelenleri açıklaması, her şeyi daha da kolaylaştırırdı. Eğer en ufak bir şüphe duymaksızın bilseydim, Durakladı, sonra tekrar yürümeye başladı. Hannah da onu takip etti. Ama bilmiyorum. Ortadan kaybolduğunu fark 260 ettiğim günden bu yana David’i arattırıyorum. Henüz kimse onu bulamadı. Sanki dünyadan uçup yok olmuş gibi. Hannah, sessizce, Endişeleniyor musunuz? diye sordu. Belki de bunu sormamalıydı. Ama, sınırı aşması durumunda, dükün bunu kendisine söylemekten kesinlikle çekinmeyeceğinden emindi. Marcus iç çekti. Gerekçelendirebileceğimden de fazla. Hannah başını önüne eğdi ve salladı. O da endişeliydi, özellikle Lily konusunda. Lily’nin bir haltlar karıştırdığı düşüncesinden bir türlü sıyrılamıyordu. Marcus, Ama David bu tür şeyleri daha önce de yapardı, diye devam etti. Benim burnumu sürttü, sözünü tutmadı, birtakım skandallara sebep oldu, ardından da çok daha konuksever bir limanda tatile çıktı. Eğer ortada şu sahtekarlık sorunu olmasaydı, bu sefer yaşananlar da daha evvelki diğerlerinden hiçbir açıdan farklı olmayacaktı. Hannah, Belki de olan biteni Rosalind’e anlatmayı düşünmelisiniz, diye önerdi. Ona bize yardımcı olabilecek bir şeyler yazmış olabilir. Dük başını iki yana salladı. Hayır. Ona yazdığı son mektupları okudum, içlerinde faydalı olabilecek hiçbir şey yoktu. Sanki aniden aklına bir şey gelmişçesine hızla Hannah’ya döndü. Birlikte Londra’ya gelmeden önce sana bir şey söylemiş olabilir mi? Hannah derinlemesine düşündü. Sorun şuydu ki, kendi endişelerine kapıldığı o günlerde hiçbir şeyden şüphelenmesi gerektiğini bilmiyordu. Sonunda, Aklıma gelen bir şey yok, diye yanıtladı. Dük, Ah, dedi. Ben de olacağını sanmıyordum zaten. Kısa bir süre hiç konuşmaksızm yürüdüler. Hannah’nın nereye gittikleri konusunda en ufak bir fikri yoktu ve bunu da umursamıyordu. Artık güneş tam manasıyla batmıştı. Uzaktan gelen bir gök gürültüsü uyarırcasına gürledi, ancak Hannah 261 onunla yağmur yağıyor olsa bile yürürdü. Gözetleyen gözlerden uzakta, dükten ziyade gerçek Marcus’u gördüğünü hissetti. Ve adam gün ilerledikçe çok daha büyüleyici ve merak uyandırıcı bir hal almaya başladı. Evden uzaklaştıkça, Hannah’mn aptal kalbi heyecandan hızlandı, hızlandı. Dük, sesi sorgulayıcı bir tonda, Diğer her şey... iyi gidiyor, öyle değil mi? diye sordu. Hannah büyük bir dikkatle, Evet, karşılığını verdi. Ah. Mükemmel. Biraz daha birlikte yürüdüler. Hiç sorun yok, öyle mi? Hannah ona, tıpkı dükün de aynı anda kendisine yaptığı gibi, yandan yandan bir bakış attı, ikisi de anında bakışlarını, neredeyse suçlu denilebilecek bir tavırla, başka yönlere çevirdiler. Hannah, ses tonunu sabit tutarak, Aklıma geldiği kadarıyla hayır, dedi. Olmalı mı? Dük aceleyle, Hayır, hayır, dedi. Sadece halinden hoşnut olduğundan emin olmak istedim. Neden hoşnut olduğundan? Dük tarafından öpüldüğü gerçeğinden mi? Başka hiçbir şey olmayışından mı? Yoksa tamamen farklı bir şeyden mi? Ne demek istiyorsunuz? Dük durdu, bir adım sonra Hannah da durdu. Sadece geçen geceye dair... herhangi bir çekincenin olup olmadığını merak ettim.

Hannah’mn kalbi pır pır etti. Önceki gece. Evet. Lily’yi gördüğümüzde mi? Hayır! Marcus yüzünü buruşturdu. Evet. O gece. Ama Lily’yi görünce değil. Hannah alt dudağını dişleri arasında yuvarladı. Sizi öptüğüm andan mı bahsediyorsunuz? Dük gözlerini kırptı. Bakışları Hannah’nın ağzına odaklandı. Evet, dedi. Sesi alçak bir tona bürünmüştü ve tırtıklıydı. Hannah’nın boğazı kurumuştu. Dük onu tekrar öpmek 262 istiyordu, Hannah bunu onun gözlerinde görebiliyordu. Olduğu yerde öylece kala kaldı, dili beklentiyle tutulmuştu. Nefes nefese, Hayır, dedi. Dük onu öpebilirdi. Bunu yapmaması için hiçbir sebep yoktu. Marcus ellerini arkasında kavuşturdu. Hannah ona izin verecekti, bunu biliyordu; onu öpmesine izin vereceğini ve hatta bunu istediğini onun gözlerinde görebiliyordu. Yapsaydı ne zararı olurdu ki? Kendini tamamen kaybetmenin dışında... Gök gürültüsü tekrar işitildi, bu kez onlara eskisinden daha yakındı. Esinti başladı, tokadan kurtulan saç lüleleriyle gül yapraklarım Hannah’nın yukarı kaldırılmış suratı etrafında savurdu. Marcus hayatında ilk defa karar veremedi. Bir öpücük bir hata, hatta patavatsızlık olarak isimlendirilip affedilebilirdi. Ama iki öpücük için aynı şey geçerli değildi. Bu dükün umurunda mıydı? Ya Hannah’nm? Birkaç iri damla etraflarına hızla düşmeye başlayınca Hannah, Yağmur başlıyor, diye fısıldadı. Damlalardan teki yanağına, hemen ağzının kenarına düştü ve Marcus Hannah’nın teninin tadının ılık ve ıslakken nasıl olacağını merak etti. Yağmur ikisini de sırılsıklam ıslatma fırsatını yakalayamadan önce, öne doğru uzanıp onu kendisine çekerek bu sorunun yanıtını öğrenebilirdi... Dük gözlerini kısa bir an için kapattı. Evet, dedi. Geri dönsek iyi olacak. Hannah, damlalar istikrarlı bir yağmura dönüşürken, zayıf bir kahkahayla, Bence koşsak daha iyi olacak! diye haykırdı. Şalını kafasına doğru çekerek eteğini havaya kaldırdı ve koşmaya başladı. Marcus da onu büyük bir esefle takip etti. Bazı şeyler belki de hiçbir zaman istendiği gibi olmuyordu. 263 Bölüm 16 O zaman aynı fikirdeyiz, öyle değil mi? Exeter? Sessizlik yaşandı. Ekselansları? Marcus boş gözlerle baktığı pencereden arkasına döndü, Nathaniel Timms ve Bow Sokağı’nın büro şefi Bay John Stafford’la yüz yüze geldi. Anlayamadım, dedi. Ne dediniz? Timms, Erkek kardeşiniz ortadan kaybolmuş gibi göründüğüne ve yaptığınız araştırmalarda da bir sonuca varamadığınıza göre, başka bir yol takip edeceğiz, diye tekrarladı. Marcus yanıt vermek için acele etmedi. Bu hassas bir konuydu. David rahat bir aydan uzun bir süredir ortalarda yoktu ve Marcus son iki haftadır bildiklerine ek olarak hiçbir şey öğrenememişti. Tüm bunlardan artık yorulmuştu, kumar oynamak, endişelenmek, seyretmek. En iyisi Stafford’un elinden geleni yapmasına göz yummaktı. Sonunda, Evet, dedi. Şüphesiz. Sadece erkek kardeşimi hedef alan herhangi bir kanıt bulunursa, bilgilendirilmek istiyorum. Stafford hangi çiçekten bal alacağını iyi biliyordu. Kafasını öne eğerek, Tabii Ekselansları, dedi. Tabii. Timms, normalden biraz daha büyük bir içtenlikle, Tabii, tabii, dedi. Bugüne kadar gösterdiğiniz çabalardan dolayı size minnettarız efendim. Marcus ona sadece bakmakla yetindi. Yapmaya kalkıştığı -her zaman yaptığı- şeyde başarısız olduğunu düşünmekten nefret ediyordu, ancak bu en başından beri hayalperestçe yapılmış bir 264 takipti. Görünüşe bakılırsa, bu kez David onu zekasıyla alt etmişti. Ya da David masumdu ve tüm bunlar bir zaman kaybıydı.

Ayağa kalktı. O zaman size iyi günler dilerim beyler. Stafford ve Timms dükün hafif reveransına karşılık verdiler ve Marcus Timms’in mükemmel döşenmiş ofisinin dışında bekleyen hizmetkarından şapkasını ve bastonunu alarak oradan uzaklaştı. Bankadan çıkarak akşamın son güneşine adım attı. Derin bir nefes almak için durdu. Harika bir gündü ve artık suçluları araştırmak için kumar cehennemlerinde ve kalabalık iskambil odalarında sürünmesini gerektiren bir plan yapmasına gerek yoktu. Aslına bakılırsa bu oldukça rahatlatıcı bir durumdu. David kazanmıştı; Marcus teslim olmuştu. David’in, Marcus’un casusluğu ve dikkatinden kurtularak, kendisi olmasına izin verilmişti. Kayıp kardeşine içinden, Sonunda dilediğin oldu, dedi. Sağlıkla tadını çıkart. Uşak merdivenleri inen düke kapıyı açtı. Hizmetkarları her zamanki gibi dakikti. Arabaya adım atarken, Eve, dedi. Uşak, Tabii Ekselansları, karşılığını verdi. Kısa bir süre sonra sürücü kırbacı şaklattı ve hareketlendiler. Marcus arkasına yaslandı, yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. Evdeki hanımların o akşam için ne planladıklarını merak etti. Şansı varsa, evde sessiz bir akşam geçirirdi. Her gece dışarı çıkmaktan yorulmuştu. Marcus’un evde daha fazla zaman geçirmesi için yönelttiği zılgıtları neden duymazdan geldiğini bilmeyen Rosalind bu durumdan memnun olurdu. Marcus bundan Hannah’nın da memnun olacağını umdu. Belki de onu tekrar mutfağa, gizlice çay içmeye çağırırdı. Belki de bu kez daveti kendisi yapardı. Araba durdu. Marcus yavaşça aşağı zıpladı ve içindeki güçlü ıslık çalma isteğiyle merdivenleri tırmandı. Kahyayı geçip koridora adım atar atmaz, mavi giysili ince bir figür etrafı turlamayı bıraktı ve hızla ona doğru döndü. Hannah, dük koridoru geçip kendisine doğru yürürken, Marcus, dedi. Dük onun elini alıp dudaklarına götürdü, 265 Hannah’yı görür görmez kalbi deli gibi çarpmaya başlamıştı. Her zamanki gibi. Evet, bu his kesinlikle kalbinden gelmekteydi. Bu farkındalıkla aklı başından gitmiş bir haldeydi, Hannah’nın sesindeki endişeyi neredeyse algılayamadı. Ne oldu hayatım? Onu kolları arasına almak ve yüz ifadesindeki kaygıyı uzaklaştırmak isteğiyle, sırtını Harper’a döndü. Onu kucaklamak, ona siper olmak ve gözlerindeki ışığı perdeleyen şey her neyse ondan korumak istedi. Bunun yerine onun elini sıkıca iki eli arasına aldı ve Hannah serbest elini bu iki elin üzerine koyunca, ruhu ılık ve rahatlatıcı bir hisle doldu. Şimdi evdeydi. Onunla birlikte. Hannah’mn hüzünlü mavi gözleri bir an olsun bocalamadı. David burada. Marcus bir an için yerinden kımıldamadı; beş para etmez erkek kardeşi o güne kadar her geri dönüşünde Marcus’un hayatını alaşağı etmişti. Şimdi de evdeydi ve Marcus kalbini David’in kapısının eşiğine attığı kadına kaptırdığının farkındaydı. Nerede? Hannah omuzunun üzerinden geriye doğru bakarak dudaklarını yaladı. O hasta ve sarhoş. Marcus Hannah’mn elini bıraktı, aralarındaki temas koparken dükün içindeki sıcaklık da yavaş yavaş yok olmaya başladı. O nerede? Dük merdivenlere doğru hareketlenirken, Hannah koluna uzandı. Bekleyin, lütfen! Sizi uyarmalıyım ki, Çizim odasının kapısı aniden ardına kadar açıldı, David kapı koluna yaslanmış dikiliyordu. Gözleri heyecandan ışıl ışıldı ve Marcus’un üç metre uzaktan dahi kokusunu alabildiği likörden dolayı içleri kan çanağıydı. Alnında kanamış bir nokta kabuk bağlamıştı, saçları da karman çorman halde omuzlarından aşağı dökülmekteydi. Baştan ayağa iğrençti. Hovarda sonunda geri dönmüş. Hannah Marcus’un ses tonuyla, nefret yüklü soğuk acımasızlığıyla dehşet içerisinde 266 irkildi. Bunu artık Hannah’ya karşı kesinlikle kullanmıyordu. Aslına bakılırsa, Hannah bunu duymayalı çok uzun bir süre olmuştu.

Fısıltıyla, Marcus, diye yalvardı. Onun orada olduğunun farkında değilmiş gibiydi, tüm dikkatini erkek kardeşine odak-lamıştı. Evet sevgili kardeşim. Çok üzgünüm ancak geri döndüm. Biraz kötü durumdayım ama hala tek parçayım. David sözlerini alaycı bir reveransla noktaladı, ardından ansızın durakladı, tek elini kaburgalarına bastırmıştı. Ne istiyorsun? Hannah başını öne eğdi ve ellerini keyifsiz bir biçimde ovaladı. David, gözlerini bir baykuş gibi kırpıştırarak, Ne istiyorsun? diye tekrarladı. Hannah onun kapı tokmağını tutan elinin parmak boğumlarının beyaz olduğunu fark etti, ayrıca ayakta da sallanıp duruyordu. İlk olarak erkek kardeşine, ardından da Hannah’ya gözlerini kısarak baktı, sonra Hannah’nın Marcus’un koluna dokunmak için uzanan eline odaklandı. Hannah utangaç bir tavırla elini geri çekti. Yapmak istediği tek şey Marcus’u David’in her an yere yığılabileceği konusunda uyarmaktı. David! Oh, Anne, David burada! Celia’nın heyecanlı çığlığı koridorda yankılandı. Hannah onun yolunu kesip durdurmak için Marcus’un etrafından neredeyse koşturdu. Erkek kardeşler her ne konuda görüşeceklerse, bunu Celia ve Rosalind olmadan yapmalıydılar, ayrıca her ikisinin de bekleme eğilimleri yoktu. David, tam Hannah onu yakaladığında, kafasını kaldırarak kız kardeşine baktı. Hannah büyük bir aceleyle, Celia, onların biraz yalnız kalmaları lazım, diye fısıldadı. Rosalind merdivenleri büyük bir hızla inerek onlara yaklaşırken, Hannah da genç kızı durdurmaya çalışıyordu. Oh David, nasıl oldu da bizlerden bu kadar uzun bir süre uzak kalabildin? Celia silkinerek Hannah’nın elleri arasından 267 kurtuldu ve kendisini koridora doğru topallayarak ilerleyen erkek kardeşine attı. David sendeledi, dengesini ise Marcus’un dirseğindeki eli sayesinde korudu. Seni çok özledim! Mektubunu alır almaz annemle birlikte Londra’ya geldik, sen ise bizi burada karşılayamayacak kadar korkunçsun! David, Üzgünüm Celia, diye ağzında geveledi. Rosalind. Üvey annesi onunla merhabalaşmak için koridorun karşısından geliyordu. Hannah’nın yetersiz kalan itirazı Celia’nın selamlaşma gürültüsü içerisinde kayboluverdi. Elinden bir şey gelmeksizin olan biteni seyretti. Marcus’un suratı, Celia ve Rosalind’in zamansız ziyaretlerinin onun planlarını mahvettiği son andan hatırladığı şekilde sert çizgilere büründü. Hannah ona baktı ama o Hannah’yla göz göze gelmedi. Marcus, Bunu daha sonra tartışacağız, dedi. Parmaklarını şıklattı. Harper, hemen bir oda hazırla. Topuklarının üzerinde döndü ve merdivenlere yöneldi. David, Senden özür dilemeye geldim, diye devam etti. Kelimeler ağzında hafifçe birbirine karışıyordu. Marcus yürümeye devam etti. Ayrıca yaptıklarımdan dolayı Hannah’dan. Marcus durdu. Hannah’nın midesi, birazdan olacakları fark ederek, korkunç derecede buruldu, ancak ne yerinden kımıldayabildi, ne de konuşabildi. Marcus tekrar yüz yüze gelebilmek için erkek kardeşine yöneldi, suratı kesinlikle korkunçtu. Berbat bir ses tonuyla, Şimdi değil, dedi. David, artık Celia’ya yaslanarak, İkinizi de bu şekilde oyuna getirmemeliydim, diye homurdandı. Alnına dokunmak için uzanan Rosalind’in elinden eğilerek kurtuldu. Ancak bu konuda bu derece şaka kaldırabileceğini ve onu burada tutabileceğini kesinlikle beklemiyordum, gerçekten! Celia hayret içerisinde, David! dedi. Sen neden bahsediyorsun? Marcus, geriye dönüp koridorun karşısına geçtikten sonra Celia’ya yana çekilmesini işaret edip David’i pek de 268 nazik olmayan bir tavırla merdivenlere doğru sürükleyerek, Hiçbir şey, diye yanıtladı. Harper! Haykırışıyla birlikte herkes yerinde sıçradı. David, Ona yardım etmeyi çok istedim ama doğru adamın ben olmadığımı biliyordum, diye ağzında geveledi. Işıldayan gözleri basamakların dibinde taş kesilmiş bir halde duran Hannah’yı buldu. Tanrım, bana yardım et. Hannah, çok üzgünüm.

Hannah kafasını iki yana salladı, aslında bu adamın bilincini kaybetmesi için dua ediyordu. Hayır, sorun değil, en iyisi bu konuyu daha sonra konuşalım. David’in suratı bir gülümsemeyle kırıştı, sanki gurur duyuyormuş gibiydi. İşte, senin sevdiğim yanın da bu, dedi. Kahrolası derecede iş bitirici, beceriklisin! Her şey uygun zamanda, uygun yerde olmalı. Tıpkı Marcus gibi, ha? Yumruğunu savurdu, erkek kardeşinin göğsüne hafif bir darbe indirdi. Marcus kendi başına hareket edemeyen kardeşini neredeyse merdivenlerden yukarı sürüklerken sızlandı. Onun sana uygun olduğunu biliyordum, hem de ilk gördüğüm andan itibaren yaşlı adam. Rosalind aşağıdan, Marcus! diye seslendi. O neden bahsediyor? David, sana ne oldu? Marcus tereddüt etti, aslında bu onun yapmaması gereken bir şeydi. David arkasına dönmeye çalıştı, ikisinin de dengesi bozuldu. Marcus erkek kardeşini ceketinden yakaladı, ikisi de zor bela ayakta kalabildiler. Celia bir çığlık attı, David ise dizleri üzerine kapaklandı. Bu çok basit Rosalind, dedi, ses tonu aniden net bir hal almıştı. Evlilik defterine Marcus’un adını ben yazdım. Hannah, ben onu Londra’ya getirene kadar, Marcus’la hiç karşılaşmamıştı. Koridor saf bir sessizliğe büründü. Hannah yüzünün utançla, geçen haftalar boyunca dile getirdiği her bir yalan ve 269 kandırmacanın farkındalığıyla yandığını hissetti. Kafasını sonunda kaldırmayı başardığında, aradığı şey Marcus’un bakışları oldu. Rosalind, Marcus, bu doğru mu? diye inledi. Marcus'un gözleri Hannah’nınkilerle buluştu. Bunlar donuk, karanlık ve kesinlikle ifadesiz gözlerdi. Tek bir kelime dahi etmedi, koridor sanki lanet olası bir sessizlikle çınlıyor gibiydi. David, Marcus’un elleri arasından yavaşça sıyrılarak, hafifçe öksürdü. Vereceği zararı veren hovarda, merdivenlere yığıldı, sırt üstü yatıyordu, kendinden geçmişti. David yüzünü buruşturarak, Bu çok berbat bir şey, dedi. Hannah toniğin kapağını kapattı ve masaya bıraktı. Eğer elimde bundan daha beter bir şey olsaydı, onun bir şişesini kesinlikle boğazından aşağı boşaltırdım. Hafif bir sırıtışla, Yapacağından en ufak bir şüphem yok, dedi. Hannah dudaklarını birbirine bastırdı, sonra çorba kasesine uzandı. David bunu daha önce geri çevirmişti ancak doktor onun bir şeyler yemesi gerektiğini söylüyordu. David Hannah’nm suratına şöyle bir göz attı, ardından kollarıyla kendisini iteleyip doğruldu, yastıklara yaslandı ve kaseyi aldı. Çorbası bitince, Gerçekten çok üzgünüm Hannah, dedi. Hannah, tabakları tepsiye yerleştirirken hiçbir şey söylemedi. David basamaklarda kendinden geçtiğinde, ev halkı alt üst oluvermişti. Bir yandan Celia çığlıklar atar, diğer yandan da Rosalind etrafa düzinelerce isterik emirler verir, hizmetkarlar her bir tarafa koşturmaya başlarken, Hannah ne yapacağını bilememişti. Basamakların dibinde, olduğu yerde donup kalmış, Marcus ise curcunayı sakin ve ifadesiz bir suratla seyretmekle yetinmişti. Bundan kısa bir süre sonra da çalışma odasına çekilmişti. Rosalind, David'in doktor muayenesi tamamlandıktan sonra kendini kaybetmiş ve odasına bir hizmetçinin yardımıyla götürülmüştü. Bu noktada Hannah sessizce David’in odasına süzülmüş ve hastabakıcılık görevlerini üstlenmişti. 270 David, onun ilk başta düşündüğü kadar kötü bir durumda değildi. Temizlenip pijaması giydirildikten sonra, önemli ölçüde ük tanıştığı adama benzemişti. Kan çanağına dönmüş gözlerinin altları torbalanmıştı, korkunç derecede öksürüyordu. Doktor bunun ciğerlerine kadar inmiş gibi görünmediğini ifade etmişti, ayrıca ateşi vardı. En büyük sorunu ise kırık bir kaburgaydı. Ve şimdi, bir şekilde ayık ve dinlenmiş halde, yaptıklarını telafi etmeye ya da en azından bunlar için özür dilemeye istekliydi. Hannah ise bunlardan hiçbirisini işitmeye hazır değildi. Bence üzgün olmak yeterli derecede bir ceza değil, dedi. Yaptığın şey affedilemez. David ürktü. Affedilemez mi? Senin için mi, Marcus için mi?

Hannah vurgusuz bir ses tonuyla, Sanırım ikimiz için de, dedi. David’in elleri huzursuzca kıpırdandı, yatak örtüsünü çekiştirdi. O kadar da kötü bir şeye sebebiyet vermiş gibi görünmüyor. Ses tonu tatlı dille yaltaklanıyor, yalvarıyordu. Hannah ayağa kalktı. Sen olan biteni yargılayabilecek konumda değilsin. David kaşlarını çatarak boğazını temizledi, sanki dil dökerek kendisini bu beladan nasıl kurtarabileceğini bulmaya çalışıyor gibiydi. Sonunda, Hala buradasın, diye önemli bir vurgulama yaptı. Hannah kafasını iki yana salladı ve tepsiyi aldı. Dinlemeyeceğim. Yaptığın şeyde hata görmüyorsun. İyi geceler. Kapıya doğru ilerledi. David hüzün dolu bir şekilde, Sence Marcus kısa bir süre sonra uğrar mı? diye sordu. Hannah durakladı. Sence onunla yüz yüze gelmeye hazır mısın? Hımmm, o kadar kötü, ha? Hannah uzunca bir süre kuşkulu gülümsemesi yok olana kadar onunla göz göze bakıştı. Sanırım bundan da kötü. Kapıyı kapattı ve uzaklaştı. 271 Marcus, pencereye boş boş bakarak, oturdu ve içti. Hepsi bitmişti. David’in hain sırrını gizli tutmak için harcadığı çabalar, iyilik nedir bilmeyen erkek kardeşi tarafından bizzat sekteye uğratılmıştı. Rosalind serseme dönmüştü, Marcus buna şahitti, David’in hareketleri kadar onunkilerden de şoke olmuştu. Celia ise sadece şaşkınlık içerisindeydi ama beklenen ihanet eninde sonunda gelecekti. Bu hayal kırıklığı Marcus’a acı bir darbe olmuştu, ancak Hannah’nın suratındaki net küçük düşürülme görüntüsü kadar değil. Kasvetli bir şekilde gülümsedi. Mutlu olmalarını her şeyden fazla istediği üç kadın, biraz önce onun yaptıklarından dolayı dehşete düşmüşlerdi. Kapıya sertçe vuruldu ve henüz o bir şey diyemeden de açıldı. Marcus o tarafa dönmedi; gelenin kim olduğunu biliyordu. Zaten onu beklemekteydi. Üvey annesi alçak sesle, Marcus, ben hiçbir zaman senin kararlarını eleştirme alışkanlığında olmadım, dedi. Sen yetişkin bir adamsın ve hareketlerinden dolayı memnuniyet duymadığım anlarda, kendime hep senin kendi kendini yargılamaya ehil bir insan olduğunu söyledim ve dilimi tuttum. Sustu, Marcus onun nefes alışını işitti. Ancak eğer şimdi neden diye sormazsam, rahat edemeyeceğim. Marcus soğukkanlı bir tavırla, Senin için yaptım, dedi. Ve Celia için. Rosalind dehşet içerisinde, Oh, Marcus, diye fısıldadı. Marcus pencereden dışarı bakmaya devam etti, her bir detayı aktarırken ses tonu hala duygusuzdu. Sizin David’in onu iğrenç bir şekilde kullandığını fark etmenizi engelleyebileceğimi düşündüm, diye sözlerini bitirdi. Hannah benim için bir mana ifade etmiyordu ve ben de onun için etmiyordum; birkaç aylık zor bir rolün ardından o kendi hayatına geri dönebilir, rahat bir yaşam sürebilir ve 272 ben de kendi hayatımı devam ettirebilirdim, kimsenin de ruhu duymazdı. Bunun beni rahatlatacağını mı düşündün? Ses tonu kuşkuyla yükseldi ve Rosalind Hannah’nın ileri sürdüğü savların tümünü tekrarlarken, Marcus gözlerini kapattı. Yani evliliğinizde birbirinizi umursamadığınızı ve mutsuz olduğunuzu düşünmenin? Gelininin seni terk ettiğinin ve senin de onu elinde tutmak için hiçbir çaba harcamadığının farkında olmanın? Oda etkili bir sessizlikle doldu. Marcus, erkek kardeşini zor durumda bırakmamaya çalışmaktan bitkin bir halde, yanıt vermedi. Rosalind derin bir nefes çekti. Ama hiçbir zaman David’i suçlamazdım, dedi. Seni azarlardım, yaptıklarından dolayı hayal kırıklığına uğrardım ama bunun David’in hatası olduğunu tek bir kez olsun düşünmezdim. Oh, Marcus, bunu nasıl yapabildin? Marcus, içkisinin son yudumunu da fondip yaparak, Alışkanlık, diye homurdandı. Erkek kardeşini kaç kez kurtardığını, David de dahil olmak üzere, hiç kimse bilmiyordu. David’in yerine Eton’da girdiği sınavlardan tutun da kumar borçlarına ödenen servetlere, kızgın kocalarla kapatılan hesaplara ve verilen

gözdağlarına kadar, Marcus her zaman aile isimlerini, dolayısıyla da David’in namını koruyacak tarzda hareket etmişti. Bunun da diğerlerinden farklı olmayacağını düşünmüştü, ama durum öyle değildi. David bu kez Hannah’mn hayatını berbat etmeyi denemiş, Marcus ise bu hafife alınıp banka çeki ve gönül alan birkaç söz kullanılarak elinin tersiyle bir kenara itilebilecek bir şeymiş gibi davranamamıştı. David acı çekmeyi hak etmişti ve Marcus bu kez çekilecek acıyı yönetmekten haz alacaktı. Ve David, Oh, onun aklından geçenleri tahmin dahi edemiyorum! Rosalind’in sesi, bir ileri bir geri yürürken iyice yükseldi. Şu anda içimden onu bizzat kırbaçlamak geçiyor. Birisine yapılacak ne kadar da kötü bir şaka! Ya hepimize 273 yalan söylemesi! Artık onu tanıyamıyorum. Oh! Büfeden bir bardak kaptı ve bunu şömineye fırlattı. Bardak şangırdayarak parçalara ayrıldı. Alevler küçük kristal parçacıklarını büyük bir istekle yaladı. Marcus bardağını tekrar doldurdu ve hiçbir şey söylemedi. Rosalind, kendisine tekrar hakim olduktan sonra, sert bir şekilde, Buna izin verilemez, dedi. Özür dilemelisin. Ve her ne kadar hak ettiği şey Hannah’nın kayıplarının sadece birazını telafi edecek olsa bile, David de öyle. Marcus’un Rosalind’in ne söyleyeceği konusunda bir tahmini vardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Hannah’yla evli olma düşüncesi ona oldukça çekici gelmeye başlamıştı. Aslına bakılırsa, bu çekici gelmenin çok ötesinde de isimlendirilebilirdi. Eğer Rosalind Hannah’yı cesaretlendirir, hatta ona bunu yapması gerektiğini söylerse, Hannah ona ve yaşam tarzına dair sevmediği noktaları hoş görebilir, onu kabul edebilirdi. Ya da en azından ona bir şans verebilirdi; ona onca yaşattıklarının ardından, büyük olasılıkla ümit etmeye hakkının olduğu şey bu kadarla sınırlıydı. Layık olduğu şey bu kadardı. Marcus yemin etti, bu kadarı kendisine yetecekti. Hayatında ilk defa, nefesini tutup büyük bir sabırsızlıkla üvey annesinin evliliği önermesini bekledi. Onun gitmesine izin vermelisin. Marcus, viskisini neredeyse elinden düşürerek, öylece bakakaldı. Ne? Rosalind, Yarın, dedi. Hannah Londra’ya gelmeye sahte beyanlar doğrultusunda ikna edildi ve bir an önce geri dönmesine izin verilmeli. Şimdi yaşananlara şöyle bir bakıyorum da, aslında arkasında bırakmak istediği birçok işaret vardı. Oh! Aman Tanrım, ne kadar da körmüşüm, kalması durumunda her şeyin düzeleceğinde ne kadar da ısrarcıydım! Marcus’un sesi, Yani o evine mi gitmek istiyor? diye hissiz bir şekilde yankılandı. Onun Londra hayatına ve kendi274 sine gerçekten ısınmaya başladığını düşünmüştü. Doğal olarak ilk başlarda geri dönmek istemişti ancak bir süredir ondan bu konuda tek bir kelime işittiğini hatırlamıyordu. Aynı zamanda, o da Hannah’nın ne zaman geri döneceğini düşünmeyi kesmişti. Artık onsuz bir hayat düşünemiyordu. Artık onu burada tutacak ne kaldı ki? Marcus hiçbir şey demedi. Söylenecek hiçbir şey yoktu. Artık onu burada tutacak ne kalmıştı? Rosalind ya da Celia’yı kandırmaya veya sosyeteye aldatıcı bir görünüm sunmaya gerek yoktu. David’in er geç dışarı çıkacağı ve bu hikayeyi, tabii eğer hizmetkarların bölümünden hala dışarı sızmadıysa, başkalarıyla paylaşacağı açıktı. İşte o zaman Londra’daki yaşam Hannah açısından tam bir azap olacaktı. Marcus umutsuzca karşı görüş belirtmek için geçerli bir sebep aradı ama bulamadı. O benim karım gibi yaşadı, diye mırıldandı. Rosalind derin bir nefes aldı. Öyle mi? Siz ikiniz hiç...? Hayır! Marcus ses tonunu alçalttı. Yani, o sosyeteye benim düşesim olarak tanıtıldı demek istedim. Ah. Rosalind iç çekti. Ve şimdi de gitmesine izin vermelisin. 0 senin eşin değil ve bu konuda iki ay boyunca yalan söylemek de senin onun üzerinde en ufak bir hakkının olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Marcus pencereden dışarı baktı, içi soğuk ve perişandı. Onun üzerinde hakkım var, diye bağırmak istedi. Bunun doğru olduğuna inanana kadar yalan söyledim. Ona alıştım, ondan hoşlanıyorum ve burada kalmasını istiyorum. Ama bu onun istediği şeydi. Hannah ne istiyordu? Onu, oradan ayrılmak istediğinde, kendi talebi

doğrultusunda zorla yönlendirmişti. 0 zaman Hannah’nın ne istediğini umursamamıştı bile. Ama şimdi... Tabii ki. Bunu ona bu gece söyleyeceğim. 275 Bolum 17 Hannah Lily’den akşam yemeğini bir tepsiyle çocuk odasına getirmesini istedi. Ailenin sanki hiçbir şey olmamış gibi akşam yemeğini hep birlikte yiyip yemeyeceğinden emin değildi, o bu riski almak istememişti. Bundan sonra ne olması gerektiğini düşünmemeye çalışarak, bir süre Molly’yle oynadı. Hizmetkarlar o akşam yaşanan büyük gösteri hakkında aralarında deli gibi dedikodu yapıyor olmalıydılar. Hepsi Hannah’nın bir sahtekar olduğunu öğrenecekti, kısa bir süre sonra da bu tüm Londra’da bilinecekti. Lily tepsiyi almak için geri döndü. Gözlerini başka tarafa çevirdi, sanki Hannah’ya bakmak istemez gibiydi. Hannah ise hem rahatlamış, hem de yerin dibine girmişti. Hizmetkarlar dahi onu görmeye dayanamıyorsa, bu onun bir an önce oradan ayrılması gerektiğinin bir göstergesiydi. Dolayısıyla Molly yatağına girince, Hannah da kendi odasına geçti. Yapılacak çok şey vardı. İki aydan kısa bir süre içerisinde Rosalind, Marcus bunların onda kalabileceğini söylemiş olmasına rağmen, gardrobu Hannah’nm hayatı boyunca ihtiyaç duyacağından daha fazla sayıda elbiseyle doldurmuştu. Güzel elbiseleri ve dantelli şalları, şık ayakkabıları ve eldivenlerin tümünü, çorapları, başlıkları ve bir düşesin sahip olması gereken diğer şeyleri incelerken kalbi buruldu. Middleboro-ugh’dan getirdiği kendi sade giysileri, uzun bir süreden beri bu güzel giysilerin arkasına gömülmüştü. 276 Rasgele bir gece elbisesi çekip çıkarttı, yumuşak ipeği okşadı. Bu kendini beğenmişliğin en temel türüydü, ancak muhteşem elbiseler giyinmekten hoşlanmıştı. İpeğin tenine dokunmasından haz almıştı. Güzel olmaktan hoşlanmıştı. Hoşlanmıştı... hoşlanmıştı... Marcus’un kendisini öptüğü gece giyindiği elbiseyi tanıyarak iç çekti, ipek giysiyi yerine bıraktı. Aman Tanrım. Birbirlerine bu kadar benzer olduklarını kim tahmin edebilirdi ki? Ona dair hislerinin bu kadar değişebileceğini kim düşünebilirdi? Tüm bunlar başının ağrımasına sebep oldu. Yatağa girmek üzere üstünü değiştirdi, uykunun düşüncelerini ve duygularını yatıştıracağını umdu. Yarın bavulunu hazırlamak için yeterince zamanı olacaktı. Tam lambaları söndürmeye hazırlanıyordu ki kapısı hızlı hızlı çalındı. Hannah açmaya gitti, karşısında Celia’yı görünce şaşırdı. Ne oldu? diye sordu ancak genç kız hızla odaya süzüldü ve kapıyı ardından kapattı, gözleri fal taşı gibi açıktı. Celia, Marcus anneme her şeyi anlattı ve o da ona senin gitmene izin vermesi gerektiğini söyledi, diye hızla aktardı. Marcus’u seni, David’in yaptığı üçkağıtlara bakılmaksızın, sevdiğini itiraf etmeye zorlamaya çalışıyor ama işe yaramayacak, Marcus’ta değil. Oh, Hannah, ona söylemelisin! Hannah otoriter bir tavırla, Sakin ol, dedi. Sen neden bahsediyorsun? Celia derin bir nefes aldı ve bunu uzunca bir süre içinde tuttu. Marcus anneme David’in yaptıklarını anlattı. Hepsini, seninle nasıl evlenmiş gibi yaptığını, seni Londra’ya getirişini ve metresinin evinde bırakışını, ardından da Marcus’a yeni düşesinin teslim edildiğine dair bir mektup yazışını Annem çok kızdı, o kadar ki yukarı çıkıp David’i kendi elleriyle döveceğinden korktum. Ve sonra... 277 Hannah sert bir şekilde, Tüm bunları nereden biliyorsun? diye sordu. Aman Tanrım, bu onun beklediğinden de kötü bir durumdu. Celia kafasını salladı. Kapıyı dinledim. Dürüst davranmam gerekirse, bunu yapmamam imkansızdı! Oh, Hannah, seni bu şekilde gücendirip rahatsız ettikten sonra, kim bilir bizim hakkımızda ne düşünüyorsundur! Ve düşünüyorum da...

Celia. Hannah kızın dikkatini üzerine toplamak için ellerini sıktı. Bu kesinlikle seninle alakalı bir şey değil ya da annenle. Bu Marc, yani erkek kardeşlerin arasında. Eğer onları seviyorsan, işittiğin hiçbir şeyi tekrarlamaman gerekecek. Tabii ki tekrarlamayacağım! diye haykırdı. Ama annem Marcus’u köşeye sıkıştıracak ve o da, ilk olarak sen bir şeyler söylemezsen, kesinlikle hiçbir şeyi itiraf etmeyecektir! Bunu yapmak zorunda olmadığını biliyorum, ancak eğer onu seviyorsan bunu yapmalısın, aksi takdirde o seni buradan gönderecek! Hannah Celia’nm ellerini serbest bıraktı, ona bakmaya devam etti. Oh. Evine geri gönderecek Hannah. Annem ona, gerçek karısı olmadığın için, seni evine geri göndermesi gerektiğini söylüyor. Marcus’un bunu yapamayacağını ve seni burada tutmak için aşkını itiraf edeceğini düşünüyor. Çünkü sen de onu seviyorsun, öyle değil mi? Gitmek istemiyorsun, değil mi? Celia artık ağlıyordu, gümüş rengi gözyaşları suratından aşağı süzülmekteydi. Hannah sakin bir tavırla, Hayır, dedi. İstemiyorum. Peki, onu seviyor musun? Hannah hiçbir şey söylemedi. Celia onu kollarından yakaladı. Güçlü bir isteriyle, Seviyorsun, öyle değil mi? diye bir daha sordu. Hannah hala hiçbir şey söylemiyordu. Celia burnunu çekti, ardından da kendisini Hannah’nın kolları arasına atarak gürültülü, yüksek sesli hıçkırıklara boğuldu. Oh, Hannah! Seni çok özleyeceğim. 278 Hannah ve ben de öyle, diye düşündü. Kalbi o kadar kırıktı ki, kendisi de neredeyse gözyaşlarına boğulacaktı. Celia ve Rosalind’i, en çok da Marcus’u özleyecekti. Nefret edeceğini düşündüğü bu hayata dair her şeyi özleyecekti. Artık bunu yapmak istemiyor olması göz önüne alındığında, oradan ayrılmasına izin verilecek olması acı bir ironiydi. Kollarını Celia’ya doladı ve kızın ağlamasına göz yumdu. Celia’yı yatıştırmayı başardı ve onu odasına, suratını yıkamaya gönderdi. Ardından oturup düşündü. Celia’nın izahatı kulaklarında çınladı; Hannah Rosalind’in Marcus’un onunla birlikte mutlu olduğunu görmeye azimli olduğunu biliyordu ve farkında olmaksızın onun çabalarını ne kadar alkışlayıp desteklemeye başladığını fark etmek kalbini yaraladı, Marcus’a aşık olduğunu biliyordu -bunun ne zaman, nasıl ve hatta bazen neden olduğundan dahi emin değildi- ama aşık olmuştu. Fakat, Celia’nın söylediklerine bakılırsa, Marcus Hannah’mn gitmesine izin verecekti. Rosalind’in güdülemeleri onda işe yaramayacak, Hannah’yı sırf bunu yapabileceğini ispatlamak için evine yollayacaktı. Eğer onu gururunu kıracak ve orada kalmasını ondan isteyecek kadar sevmediyse, bu Hannah’ya oradan ayrılmaktan başka bir şans bırakmıyordu, öyle değil mi? Hannah, Pekala, ona burada kalmak istediğimi her zaman söyleyebilirim, şeklinde bir mantık yürüttü. Gururunu benden önce onun kırması için bir sebep yok. Bunu yapmak bir şeyleri değiştirebilir. Değiştirmeye de bilir. Eğer değiştirirse, anlarım. Değiştirmezse... O zaman da anlarım. Marcus Hannah’mn kapısını bir saat kadar sonra çaldı. Hannah’mn kalbi boğazına doğru sıçradı ama titreyen ellerini birbirine doladı ve hemen yanıtladı. Girin. 279 Marcus odaya girdi, ceketiyle yeleğini çıkartmıştı. Yorgun görünüyordu. Akşam yemeğine katılmadın. Hannah hafifçe gülümsemeyi başardı. Bunun uygunsuz olacağını düşündüm. Doğru. Marcus çenesini ovalayarak iç çekti. Rosalind’e her şeyi anlattım. Hannah alçak sesle, Celia gelip söyledi, dedi. Marcus başıyla onayladı. Odanın dışındaki gölgenin ona ait olduğunu tahmin etmiştim zaten. Tereddüt etti. Hiç kimsenin sana yönlendirdiği bir suçlama yok. Rosalind bu rolü oynamaya ve ona yalan söylemeye seni benim zorladığımı biliyor. David’in seni Londra’ya sahte beyanlarla getirdiğinin ve senin her zaman dürüst bir kadın olduğunun da farkında. Tekrar sustu. Artık hiç kimse seni burada tutmayacak. Ne zaman gitmek istediğini söyle, ben de arabayı seni evine götürmek üzere hazırlatayım. Hannah boğazını temizledi. Rosalind sana böyle yapman gerektiğini mi söyledi? Evet.

Peki, yapmak istediğin şey bu mu? diye fısıldadı. Marcus’un göğsü gerildi ve gözlerinde bir şeyler alevlendi, ama sonra bu ışık söndü ve nefesini serbest bıraktı. Oyunumuz sonlandığında buradan ayrılabileceğine söz vermiştim. Sözümü tutacağım ve seni isteğin dışında buraya kapatmayacağım. Dilediğin zaman gitmekte özgürsün. Hannah’mn dizleri pes etti ve tuvalet masasının sandalyesine yığıldı. İşte bu kadardı. Hiçbir şey söylememesi durumunda, onun öylece çekip gitmesine göz yumacaktı. Bir şey söylese dahi, onu yine de gönderebilirdi. Ya gitmek istemezsem ne olacak? Ona bakmaya kendisini zorladı. Ya Marcus gitmesi gerektiğini söylerse ne olacaktı? Ya ona gitmeye söz verdiğini hatırlatırsa? 280 Marcus uzunca bir süre sessiz kaldı. Eğer istemiyorsan, seni gitmeye zorlamayacağım. Sesindeki şey umut muydu yoksa? Olabilirdi. Kesinlikle olabilirdi. Hannah gözlerini ona doğru kaldırdı. Kalmak istiyorum. Marcus olduğu yerden kımıldamadı. Marcus... Evet? Sesi boğuk çıkmıştı ama bu kulaklarında uğuldayan kandan dolayı olabilirdi. Sen ne istiyorsun? Marcus, doğru şeyin bu olduğuna ne zaman karar verdiğini bilmeden, Kalmanı istiyorum, dedi. Hannah oturduğu yerden yarım kalkarak döndü. Marcus onun sıradan birisi olduğunu nasıl düşündüğünü hiçbir zaman bilemeyecekti. Ebediyen. Hannah nefesi kesilmişçesine inleyerek elini uzattı ve Marcus iki adımda odanın karşısına erişti, onu kolları arasına aldı ve yüzünü saçlarına gömdü. Hannah’nm kolları Marcus’un bedenine dolandı ve adam boynunu öperken titredi. Dudaklarını Hannah’nm çenesine ve kulaklarının etrafına dokundururken, Yapacak mısın? diye sordu. Burada kalacak mısın? Hannah, ellerini dükün yanaklarına yerleştirip dudaklarını kendisininkine yaklaştırırken, Kalacağım, dedi. Dudakları dudaklarında, Marcus, Sonsuza kadar mı? diye sordu. Hannah’yı maksadını anlaması için çekerek sıkı sıkı bedenine yasladı. Buna, ona bu kadar yakın olmaya ama dokunamamaya, öpememeye, onu sevememeye artık dayanamayacaktı. Hannah geri çekildi, muhteşem mavi gözleri şimşekler kadar sıcaktı. Evet. Ve ona yaklaşarak yaslandı, kendisiyle sevişmesinin büyük bir memnuniyetle karşılanacağını, hatta bunun istendiğini, karşısındaki adama hissettirdi. Dük tek koluyla aniden sertçe uzandı, Hannah’yı havaya kaldırmadan önce tuvalet masasındaki parfüm şişelerini ve 281 saç fırçalarını süpürüp attı. Hannah’nın dizleri aralandı ve dük her ikisi de artık var olmayana kadar içine girmek arzusuyla bedenini bunların arasına doğru bastırdı. Hannah’yı umutsuzca öptü, elleri bedeninde gezinirken titriyordu, belirli bir yerde uzunca bir süre oyalanmayacak kadar çılgın ve aceleciydi. Aman Tanrım, bunu, Hannah’yı bedenine bu şekilde, bacakları kalçasının etrafına dolanmış bir halde, elleri onu Marcus’unkilerle aynı arzuyla kavrarken bastırmayı ne kadar da uzun bir zamandır istiyordu? Hannah Marcus’un ellerinin geceliğini baldırlarına kadar sıyırdığını hissetti ve titredi. Kilisede onun yanında dikilmemiş ve andını içmemiş olduğu gerçeği önem taşımadı, bu Hannah’yı şaşırtmalıydı ama öyle de olmadı. Dük ondan ebediyen orada kalmasını istemişti. Bu talep Marcus’tan geldiğinde, en az başka birisi açısından önem taşıyan evlilik yemini kadar anlamlı bir ifadeydi. Artık, istediği anlar dışında, Hannah karısıymış gibi davranmasına hiçbir sebep yoktu. Tırtıklı bir ses tonuyla, Tanrım, seni o kadar uzun bir süredir istiyorum ki, diyerek inledi, Hannah'nın göğüslerini avuçladı, baş parmağı ipeğin altındaki göğüs ucunda inanılmaz derecede sert ve ısrarcıydı. Hannah kıpırdanıp ona daha da yaklaşarak inledi, pantolonunu çözmek için ileri doğru uzandı. Uzun bir süredir bir erkeği soymamıştı, elleri titredi. Sonunda kumaş izin verdi, Hannah avuçlarını Marcus’un kalçalarında, sonra da sırtında dolaştırdı, onu kendisine daha da çekti. Pantolon bollaştı, aşağı doğru kaydı,

adamın çıplak teni onunkiyle buluştu, baldırları birbirine değdi. Marcus derin bir nefes aldı ve Hannah’ya doğru iyice yaklaştı. Hannah kalçasını sessiz, umutsuz bir istekle eğimlendirdi. Marcus tek eliyle Hannah’nın göbeğinden aşağısını, geceliğinin ipek katmanları üzerinden okşadı. Teni ipekten de yumuşaktı. Dük inledi. Ya da belki de bu Hannah’nın sesiydi, dükün kulağında nefessizdi. Hannah’yı, parmakları büyük bir 282 açlık ve sabırsızlıkla bedeninde dolaşırken öptü. Hannah onun kolları arasında bükülüverdi, elleri adamın omuzlarında şiddetle gerilip gevşiyordu. Hannah’yı sırt üstü yatırdı. Onunla bir masada, her ikisi de hala giyinikken sevişiyor olma fikri zor beğenen benliğinde güç bela fark edildi. Hannah onun altındaydı, gözleri arzudan donuklaşmıştı ve Marcus da sını-rındaydı. Ardından Hannah aralarına doğru uzandı ve eliyle ereksiyonunu kavradı. Marcus uçurumun kenarına doğru yuvarlandı. Elini Hannalı’nınkinin üzerine kapattı, onun kendisini yönlendirmesine yardımcı oldu. Senin gitmene izin vermeyi hiçbir zaman istemedim, diye soluklandı. Hannah’mn dudakları şaşkınlık içerisinde aralandı. Marcus içine o kadar sert bir şekilde girdi ki Hannah inledi. Onun arzusunun gücüyle hayret içerisinde kalmıştı. Hannah’mn kalçalarını elleriyle avuçladı, onu hemen önünde zaptetti. Canını yaktım mı? Hannah, Hayır, diyerek inledi, hala onun içinde olduğu hissine kendini alıştırmaya çalışıyordu. Tekrar yap. Marcus yaptı ve Hannah yaklaşan orgazmın ilk dalgaları karnını sıkıştırırken kafasını geriye doğru atarak inledi. Marcus’un kolu Hannah’nın baldırının altına doğru dolandı, bacaklarını iki yana açtı ve Hannah dük içine tekrar girerken bir çığlık daha attı, o kadar derindeydi ki onun kalbine dokunduğuna yemin edebilirdi. Bunda nazik olan hiçbir yan yoktu, ancak Hannah olan biteni sanki daha önce hiç yaşanmamış gibi ruhunda hissediyordu. Şiddetli bir patlama hissiyle geldi, çığlık atmamak için Marcus’un omuzunu ısırdı. Marcus, onu boynunun gerisinden yakalayıp ağzını Hannah’nınkine sert bir öpücükle yapıştırmadan son bir kez hareketlenerek homurdandı. Öpücük o kadar sertti ki Hannah onun dudaklarım dudaklarından güçlükle soluyarak uzaklaştırana kadar titrediğini anlamadı. Marcus, omuzları inip kalkarken, Ulu Tanrını, diye inledi. Yüzünü Hannah’nın boynuna yaslamıştı. 283 saç fırçalarını süpürüp attı. Hannah’mn dizleri aralandı ve dük her ikisi de artık var olmayana kadar içine girmek arzusuyla bedenini bunların arasına doğru bastırdı. Hannah’yı umutsuzca öptü, elleri bedeninde gezinirken titriyordu, belirli bir yerde uzunca bir süre oyalanmayacak kadar çılgın ve aceleciydi. Arrıan Tanrım, bunu, Hannah’yı bedenine bu şekilde, bacakları kalçasının etrafına dolanmış bir halde, elleri onu Marcus’unkilerle aynı arzuyla kavrarken bastırmayı ne kadar da uzun bir zamandır istiyordu? Hannah Marcus’un ellerinin geceliğini baldırlarına kadar sıyırdığını hissetti ve titredi. Kilisede onun yanında dikilmemiş ve andını içmemiş olduğu gerçeği önem taşımadı, bu Hannah’yı şaşırtmalıydı ama öyle de olmadı. Dük ondan ebediyen orada kalmasını istemişti. Bu talep Marcus’tan geldiğinde, en az başka birisi açısından önem taşıyan evlilik yemini kadar anlamlı bir ifadeydi. Artık, istediği anlar dışında, Hannah karısıymış gibi davranmasına hiçbir sebep yoktu. Tırtıklı bir ses tonuyla, Tanrım, seni o kadar uzun bir süredir istiyorum ki. diyerek inledi, Hannah’nın göğüslerini avuçladı, baş parmağı ipeğin altındaki göğüs ucunda inanılmaz derecede sert ve ısrarcıydı. Hannah kıpırdanıp ona daha da yaklaşarak inledi, pantolonunu çözmek için ileri doğru uzandı. Uzun bir süredir bir erkeği soymamıştı, elleri titredi. Sonunda kumaş izin verdi, Hannah avuçlarım Marcus’un kalçalarında, sonra da sırtında dolaştırdı, onu kendisine daha da çekti. Pantolon bollaştı, aşağı doğru kaydı, adamın çıplak teni onunkiyle buluştu, baldırları birbirine değdi. Marcus derin bir nefes aldı ve Hannah’ya doğru iyice yaklaştı. Hannah kalçasını sessiz, umutsuz bir istekle eğimlendirdi. Marcus tek eliyle Hannah’nın göbeğinden aşağısını, geceliğinin ipek katmanları üzerinden okşadı. Teni ipekten de yumuşaktı. Dük inledi. Ya da belki de bu Hannah’nın sesiydi, dükün kulağında nefessizdi. Hannah’yı, parmakları büyük bir

282 açlık ve sabırsızlıkla bedeninde dolaşırken öptü. Hannah onun kolları arasında bükülüverdi, elleri adamın omuzlarında şiddetle gerilip gevşiyordu. Hannah’yı sırt üstü yatırdı. Onunla bir masada, her ikisi de hala giyinikken sevişiyor olma fikri zor beğenen benliğinde güç bela fark edildi. Hannah onun altındaydı, gözleri arzudan donuklaşmıştı ve Marcus da sını-rındaydı. Ardından Hannah aralarına doğru uzandı ve eliyle ereksiyonunu kavradı. Marcus uçurumun kenarına doğru yuvarlandı. Elini Hannah’nınkinin üzerine kapattı, onun kendisini yönlendirmesine yardımcı oldu. Senin gitmene izin vermeyi hiçbir zaman istemedim, diye soluklandı. Hannah’mn dudakları şaşkınlık içerisinde aralandı. Marcus içine o kadar sert bir şekilde girdi ki Hannah inledi. Onun arzusunun gücüyle hayret içerisinde kalmıştı. Hannah’nın kalçalarını elleriyle avuçladı, onu hemen önünde zaptetti. Canını yaktım mı? Hannah, Hayır, diyerek inledi, hala onun içinde olduğu hissine kendini alıştırmaya çalışıyordu. Tekrar yap. Marcus yaptı ve Hannah yaklaşan orgazmın ilk dalgalan karnını sıkıştırırken kafasını geriye doğru atarak inledi. Marcus’un kolu Hannah'nın baldırının altına doğru dolandı, bacaklarını iki yana açtı ve Hannah dük içine tekrar girerken bir çığlık daha attı, o kadar derindeydi ki onun kalbine dokunduğuna yemin edebilirdi. Bunda nazik olan hiçbir yan yoktu, ancak Hannah olan biteni sanki daha önce hiç yaşanmamış gibi ruhunda hissediyordu. Şiddetli bir patlama hissiyle geldi, çığlık atmamak için Marcus’un omuzunu ısırdı. Marcus, onu boynunun gerisinden yakalayıp ağzını Hannah’nınkine sert bir öpücükle yapıştırmadan son bir kez hareketlenerek homurdandı. Öpücük o kadar sertti ki Hannah onun dudaklarını dudaklarından güçlükle soluyarak uzaklaştırana kadar titrediğini anlamadı. Marcus, omuzları inip kalkarken, Ulu Tanrım, diye inledi. Yüzünü Hannah’nın boynuna yaslamıştı. 283 Hannah gözlerini açmadan gülümsedi. Kalbinin sert, güçlü atışlarım göz kapaklarında hissedebiliyordu. Evet, gerçekten de öyle. Marcus’un kahkahasının gümbürtüsü Hannah’nın bedenini titretti, onun da gülmesine sebep oldu, dük onu kolları arasına alıp yatağına taşıdığında ise kahkahaları iyice şiddetlendi. Marcus onu yatağa bıraktı, ardından orada, ona bakarak öylece dikildi. Elleri kalçasmdaydı ve gözleri arzuyla yanıyordu. Hannah dudaklarını yaladı. Bunun için üzerimizde oldukça fazla elbise var. Dük çoktan kravatını gevşetmeye, gömleğini çıkartmaya başlamıştı. O zaman bunun çaresine bakmamız gerekecek. Hannah, uşak yardımıyla giyinip soyunmaya alışkın birisi olmasına rağmen, giysi sorununu hemen halletti, diye düşündü. Gözleri dükün göğsünde, kollarında, ardından aşağı inerek belinde ve kalçalarında dolaştı. Her yeri yağsız ve sertti, teni mum ışığının altında pırıl pırıl ve altın renkliydi. Göğsü koyu renkli kıllarla kaplıydı, karnına doğru daralıyordu. Dükün gözleri, o koyu renkli gözler, Hannah’mn gözlerini bir türlü kaçıramadığı o bir çift göz, ondan bir an olsun ayrılmadı. Marcus ona güçlü bir hayvanı anımsattı, kasları sıkı ve gergindi, ona atılmaya hazırdı. Dük yatakta yanma oturup çizmeleriyle pantolonunu çıkartırken Hannah’nın nefesi boğazına tık nıp kaldı. Exeter Dükü onun yatağında ve çıplaktı. Midesi arzuyla kasıldı ve aynı zamanda heyecandan da titredi. Marcus, ayağa kalkıp onu da beraberinde çekti, yumuşak bir ses tonuyla, Seni tembel, dedi. Hannah gözlerini kırpıştırdı, onun soyunmasını seyretmekten başka bir şey yapmadığını fark etti. Hannah, dük hemen yan tarafına tutturulmuş saten kurdeleyi çözüp geceliğini gevşetirken ürperdi. Marcus uzun eteği yukarı doğru çekerken onu öptü, eteğin kenar baskısı Hannah’nın baldırlarını tensel bir fısıltıyla boydan boya takip etti, ardından Hannah’yı yüz üstü çevirmek ve geceliği 284 kafasından çekip çıkartmak için öpücüklerine ara verdi. Şaşkın bir halde, Hannah adamın parmaklarının saçları arasında hareketlendiğini hissetti, yatağa girerken yaptığı sade örgüden geriye her ne kaldıysa onu tarıyordu. Marcus, tek elini kaydırıp omurga çizgisini takip ederken, Merak ediyordum da... diye mırıldandı.

Hannah, güçlükle soluyarak, Neyi? demeyi başardı. Dük onun saçlarını eline doladı ve çekti, kafasını boynunun yanını ortaya çıkartacak şekilde çevirdi. Saçını bırakıp omuzuna düşmesine göz yumarak, Hannah’nın kulağına, Bunun, diye fısıldadı. Teninin... Hemen kulağının altındaki o noktayı öptü ve Hannah ciğerlerine orada eriyip kalmamaya çalışarak derin bir nefes çekti. Nereye kadar altın renginde olduğunu. Elleri Hannah’nın yanından uzanarak göğüslerini kavradı. Ve bunun olması için dışarıda ne yaptığını... Ben... Hannah’nın kafası, dük boynunu tekrar öperken, geriye düştü ve onun omuzuna yaslandı. Marcus’un elleri Hannah’nm göğüslerindeydi, onları yoğuruyor, meme uçlarını baş ve işaret parmakları arasında yuvarlıyordu. Ben hep... Marcus Hannah'nın kulak memesini dişleri arasına aldı. Ben... Oh! Marcus onu olabildiğince çekip kendisine yasladı. Hannah onun erkekliğini kalçaları hizasında hissetti, kalın ve sertti. Dizleri kuvvetsizleşti. Evet? Marcus Hannah’nın göğüslerini bıraktı, avuçları kaburgalarından belinin etrafına dolanana kadar aşağı indi. Ne yaptın sevgilim? Hannah, Şapkamı unuttum, diye ağzından kaçırdı. Dükün kolları onunkilere dolanmıştı, Hannah kımıldayamıyor-du. Ellerini beceriksizce oynattı ya da Marcus sert bir şekilde nefes alıp Hannah’yı ileri doğru iteleyene kadar öyle yaptığını düşündü. Karyola direğinin oymalı ahşabı, dük onu orada hareket edemez bir halde tutarken Hannah'nın karnına battı. 285 Marcus’un dudakları Hannah’nın boynunda gezindi; bunun onu nasıl etkilediğinin farkında gibiydi. Parmak uçları Hannah’nın sırtından aşağı hafifçe kaydı, Hannah inledi. Sırtı, daha önceki sevişmelerinde hep yatakla temas halindeydi. Ama Marcus resmen, sadece ağzını ve parmak uçlarını kullanarak, onun sırtıyla sevişiyordu, bu da Hannah’yı çıldırtmaktaydı. Omuzunu, köprücükkemiğini diliyle takip ederek öptü. Hannah dengesini korumak için yatak direğine tek kolunu doladı. Marcus onu aşağılara kadar öptü, avuçları Hannah’nın kalçalarının kıvrımı üzerinde kaydı, dişleri belkemiğini ısırdı. Hannah başım yatak direğine yasladı, nefesi kısa, yüzeysel iç çekişlere dönüştü. Sonra Marcus başını indirdi -Hannah onun saçlarının bel hizasına sürtündüğünü hissetti- ve Hannah’nın baldırlarının yukarısındaki kıvrımları yaladı. Hannah inledi. Marcus onun kalçasını tek eliyle kavradı, hala sırtının her bir santimetre karesini öpüyordu, diğer eli de bacaklarının arasına kaydı, bunları iki yana ayırdı. Hannah’nın bacakları titredi, gönülsüzce kımıldamaya çabaladı ama dük onun dengesiz oluşunu fırsat bildi ve tek dizini ileri doğru iteledi. Şimdi Hannah’nın ayakları yatağın parmaklıklarının altından destek alabiliyordu. Daha önce hiç böyle bir şey hissetmemişti. Diğer kolunu da yatak direğine dolamak zorunda kaldı, aksi takdirde mest olmuş bir halde hareketsiz kalarak yuvarlanacaktı. Marcus şimdi parmaklarını Hannah’nın içine iteliyor, ona çok daha ısrarcı bir şekilde dokunuyordu. Ağzı hala daha önce hiç öpülmemiş noktalarda dolanmaktaydı. Hannah inanılmaz bir şekilde titredi, hıçkırmamak için kendisini zor tuttu. Tam Hannah’yı çıldırtma noktasına gelmişti ki durdu. Hannah ayakları üzerinde sallanarak, başı dönerek, onun kendisini döndürmesine göz yumdu, ta ki başını eğip onu ayaklarının dibinde yere diz çökmüş bir halde görene kadar. 286 Marcus'un suratında neredeyse vahşi denilebilecek, Hannah’ya odaklanmış bir ifade vardı. Hannah, Neden kaşlarını çatıyorsun? diye fısıldadı. Marcus’un kaşı hafifçe havaya kalktı. Kaş çatmak mı? Bu kaş çatmak değildi ki. Ağzı hınzır bir gülümseyişle kıvrıldı. Ben sadece senin ilk olarak hangi parçanı bir çırpıda yiyip bitireceğime karar veriyordum. Hannah, her ne kadar nefesini büyük bir beklentiyle tutuyor olsa da, gülümseyişini engelleyemedi. Sırf Marcus’un sesi bile içindeki şeyleri çılgınlaştırmaya yetmişti.

O zaman bu her şeyi anlaşılır kılıyor. Aniden ayağa kalktı, Hannah’nın beline sarıldı ve onu yatağa fırlattı. O zaman seni tümden yiyeceğim. Hannah, Marcus bacağını havaya kaldırıp ve omuzuna atarken, ardından da onun içine tek bir yumuşak hamleyle girip altında yatan Hannah’nın yay kirişi gibi kavis almasına sebep olurken, Tümünü bir anda mı? diyebildi. Elimden geldiğince fazlasını. Hannah’nın alnına düşen saçları yana doğru iteledi, içe işleyen gözleriyle onun suratını inceledi. Kendime engel olamayacak gibi görünüyorum. Hannah’yı öpmek için öne doğru eğildi, Hannah’nın her iki bacağını da beli etrafına dolayana kadar dizlerini kolu boyunca aşağı kaydırmasına izin verdi. Sonra ikisi de bir süre konuşmadı, birbirlerini keşfetmeye aşırı kapılmışlardı. Bu Hannah’nın daha önceden bildiği o nazik birleşmelerden değildi; bu sahiplenmekti. Sadece fatihin kim olduğundan pek emin değildi. Bir an geliyor Marcus onu altına yatırıyor ve kimin kimi idare ettiğine en ufak bir şüphe bırakmayacak şekilde ona uzun, sert hareketlerle giriyor, dakikalar sonra diğer bir an geliyor, pozisyonları yer değiştiriyor, Hannah onun üzerine ata biner gibi oturuyor, kumandayı tamamen ele alıyordu. Hannah kontrolün elinde olmasını, onu esir almayı ve onun da bunu bildiğini bilmeyi çok heyecan verici buldu. 287 Sonunda doymuş ve yorulmuş bir halde uzandıklarında, Hannah kendisini gerçekten de yok edilmiş hissetti. Bacakları pelteleşmişti. İçi ise ılık yağ gibiydi. Görünüşe bakılırsa zihni herhangi bir düşünceyi türetmeye ya da içinde barındırmaya muktedir değildi ve Marcus onu çekip kolları arasına aldığında, onu bağrına bastığında, Hannah’mn verdiği tek tepki daha da yakınına sokulmak ve esnemek oldu. Dük iç çekerek, Ve işte ben kazandım, dedi. Hannah, uyumamaya çalışarak, Hımm? Ne ne? diye mırıldandı. David’in geri dönüşünün sebep olduğu onca heyecan, ardından da şu... Marcus’la yapılan görüşme... Tüm akşam boyunca aralarında zar zor yaptıkları bir çift lakırdıyı görüşme olarak adlandırdığını fark ederek kendi kendine hafifçe kıkırdadı... Ne düşünüyordu? Oh, evet... kesinlikle tükenmişti. Marcus yüksek sesle attığı kahkahanın ardından, Hiçbir şey sevgilim, dedi. Diğer kolunu Hannah’nın belinin etrafına doladı. Sadece sana hangi taşra malikanesini vermem gerektiğine karar verdim. Sana bir tanesinin sözünü vermiştim. Ainsley Park’m sana çok uygun düşeceğini düşünüyorum. Esnedi. Hem de mükemmel derecede. Hannah sadece gözlerini açmadan gülümsemekle yetindi ve Marcus’un ılık nefesi omuzunda, uyuyakaldı. 288 Bölüm 18 Ertesi sabah uyanır uyanmaz Hannah’nın aklından geçen ilk şey, her şeyin ne kadar muhteşem bir rüya olduğuydu. Marcus’un ona onun oradan ayrılmasını hiçbir zaman istemediğini söyleyişi, onu kollarına alışı, onunla tuvalet masasında Hannah’nın bedeninin anımsadığında dahi karıncalanmasına sebep olan toy bir arzuyla sevişmesi. Hannah onun ellerinin teninde kayıyormuş gibi ilerlediğini hala hissettiğine yemin edebilirdi... Marcus’un parmakları omuzuna kadar Hannah’nın kolunda hareketlendi. Onu sırt üstü çevirdiğinde ise, Hannah titredi. Yaşanan şey bir rüya değil, fanteziydi. Marcus onu hafifçe öptü, dudakları Hannah’mnkilerden bir türlü ayrılamadı. Hannah, Günaydın, diye fısıldadı. O da ona gülümsedi. Bu gerçekten de çok güzel bir sabah. Hannah kollarım Marcus’un boynunun etrafına doladı, onu kendisine doğru çekti. Marcus onun kollarının arasına en ufak bir tereddüt yaşamadan, kolayca girdi. Hannah’nm üzerine çıkarak dirseklerinin üzerine alçaldı, bedeni Hannah’nınkinin üzerine yerleşti. Elleri Hannah’nın kollarında, ta ki parmakları onun parmakları arasında yerlerini alana kadar, kaydı. Öpücükleri daha ateşli, etkili bir hal alır, onun üzerinde bir şeylerin habercisi gibi hareketlenirken, Hannah’nm ellerini açtı, kollarının altındaki beden gerilip düz-leşene kadar kafasının üzerine kaldırdı.

289 Marcus, Bekle, diye mırıldandı. Ses tonu Hannah’nın kulaklarında atan nabızdan sadece biraz daha güçlüydü. Sakın bırakma, diye ekledi, gözleri belli belirsiz bir sırıtışla kırıştı. Hannah kafasını sadece bir kez sallayabildi, sonra Marcus’un elleri kollarından aşağı kayarken, parmak uçları aşağıdaki hassas noktalara dokunurken, sarsıldı. Bedeni kendiliğinden kavislendi ve göğüslerini avuçlarının içine alırken Marcus’un hafifçe kıkırdadığını işittiğini düşündü. Ardından dük kafasını öne doğru eğdi ve Hannah benliğinden geriye kalan farkındalığı da kaybetti. Bu... Oh, aman Tanrım. Bu sevişmek değil, tapınmaktı. Marcus Hannah’mn dizlerinin arasında diz çöktü, muhteşem ağzı karşısındaki kadının boynunun kavislerinden aşağıya, omuzlarına, oradan da göğsüne inerken başını eğdi. Hannah’yı sadece öpmüyordu; dudaklarında ısrarcı bir gayret vardı, sanki Hannah’yı kendisiyle birlikte bir heyecan anaforunun derinliklerine çekiyor, onu boğuyor gibiydi... Her ne kadar kendi isteğiyle gitmiş olsa da, Hannah bir em için korktu. Burada, onunlayken boyunu aşan bir noktadaydı. İlk evliliği onu düke karşı beslediği yoğun fiziki tepkiye hazır-lamamıştı. Sırf tek bir öpücüğüyle ve gözlerindeki bakışla, bedeni şaşırtıcı derecede hızlı tepki vermişti; Marcus, her ne kadar henüz Hannah’ya detaylı bir şekilde dokunmamış olsa da, onunla hemen o dakika kolayca sevişebilirdi. Hannah’nın Marcus’a verdiği tepkinin bu kadar şiddetli ve tahrik yüklü olması tehlikeli ve korkunçtu. Bu bir kadının erkeğe vereceği doğal tepkinin çok ötesindeydi. Bu Stephen’la arasındaki duygusal bağdan çok öteydi. Bu... bir kendinden geçişti. Dişleri Hannah’nın göğüs ucunda gezindi, Hannah’nın bedenindeki her bir sinir şokla zıpladı. Bilinçsiz bir şekilde, Hannah’mn karyolanın baş ucu tahtasını tutan eli gevşedi. Marcus nazikçe tek bir kez emdi ve Hannah inledi. Marcus Hannah’nm dizlerini daha yukarıya doğru kaldırıp iki yana 290 daha da açarak ağırlığını kaydırdı. Hannah kendisini onun önünde bacakları iki yana açık, onu hazır bir şekilde bekler halde yatarken görünce titredi. Onun ismini söylemiş ya da buna benzer tonda bir ses çıkartmış olmalıydı, çünkü Marcus kafasını kaldırıp ona bakarak durdu. Koyu renk saçları darmadağınıktı, suratı da gergindi. Tehlikeli ve kayıtsız görünüyordu, her zamanki olağan kontrollü kişiye hiç benzemiyordu. Seni, dedi, ne kadar çok istediğim konusunda en ufak bir fikrin dahi yok. Hannah, nefes nefese, Sanırım... sanırım var, dedi. Marcus’un eli aşağı inip bacaklarının arasında durmuştu. Hannah onun teninin sıcaklığını kendi teninde hissedebiliyordu ve bu yeterli değildi. Kalçaları iradesi dışı salındı. Marcus, gözlerini onunkilerden ayırmadan, ona dokundu. Hannah’nın göz kapakları boynu arkaya doğru kavislenirken kapandı, bedeni parmaklarını daha da derine iteleyebilsin diye dalgalandı. Marcus uzunca bir süre onu okşadı, ancak Hannah çoktan kayganlık derecesinde ıslanmıştı. Onun arzusunun da en az kendisininki kadar güçlü olduğunu -ya da en azından yaklaştığını- görmek Marcus açısından inanılmaz derecede heyecanlandırıcıydı. Marcus ağırlığını tek koluna aktardı ve Hannah’nın içine girdi. Ona karşı hissettiği arzuyla kıyaslanabilecek herhangi bir şeyin olduğunu düşünmüyordu. Nazik olmaya çalıştı; nazik, sabırlı ve sevecen, tıpkı bir beyefendi gibi. Daha çok Hannah’mn bir zamanlar sevdiği adam gibi. Geçen gece çok çılgın ve gözü dönmüş geçmişti çünkü Marcus da çılgın ve gözü dönmüş bir haldeydi. Dünden sonra, Hannah’yı ebediyen kaybedeceğini düşününce, aklını tamamen kaybetmiş ve onunla kendisini bile şaşırtacak derecede insafsızca sevişmişti; Marcus böyle biri değildi. Bir beyefendi böyle olamazdı. Bu güne kadar, bir kadınla beraberken, kontrolünü hiç bu şekilde kaybetmemişti. Ancak Hannah’mn 291 kendisini engellemeyen tepkisi de onu çok şaşırtmıştı, böyle hissetmesinin sebebi bunun tahmin edilemezliği değil, Marcus’un mümkün gördüğünden çok daha fazla tahrik edici olmasıydı. İşte, Hannah’ya beklenmedik ve açıklanamaz bir şekilde aşık olduğunu o an fark etti -ama aynı zamanda da şüphedeydi.

Gecenin bir yarısı uyanmıştı, Hannah kolları arasında uykudaydı. Uzunca bir süre kendisine ne olduğunu anlamaya çalışarak öylece yattı. Hannah onun yanında olmasını hayal ettiği türden bir kadın değildi -iki ay önce, böyle bir kadınla tanışacağı fikrine dahi kahkahalarla gülerdi- ama onsuz yapamayacağını keşfettiği, hayatı boyunca hiçbir şeyi ya da kimseyi istemediği kadar çok arzuladığı kadın buydu. Bu yüzden sosyetenin kendisi hakkında neler konuştuğu umurunda bile değildi. Hannah ona iyi geliyordu, bunu fark etmişti; hatta onun için mükemmel bir eş bile denilebilirdi. Onun yanında kalması için elinden geleni yapmaya kararlıydı. Hannah’nm içinde yavaşça ve nazikçe gidip gelirken, onun bundan haz almadığını fark etti. Hannah onun ölçülü ve usturuplu davranmasını değil, tıpkı geçen geceki gibi aç ve yiyip bitiren türden bir aşık olmasını istiyordu. Tıpkı şampanya gibi, bunun tadını bir kere almıştı ve şimdi de daha fazlasını istiyordu. Marcus’a sarılırken tırnaklarını sırtına hafifçe geçirdi. Dük, kafasını eğip ona şaşkınlık içerisinde bakarken, gerildi. Hannah büküldü ve onu kendisine doğru daha sertçe çekti. Ben camdan yapılmış bir obje değilim, biliyorsun değil mi? diye fısıldadı. Bunu görebiliyorum. Marcus onun yanağını iri avucuna aldı ve Hannah dişlerini aralayıp ısırana kadar baş parmağıyla dudaklarını okşadı. Marcus gözlerini kırpıştırdı, ardından Hannah’nın kafasını yana doğru bastırarak boynunu açığa çıkarttı. Hannah, Marcus sert bir şekilde tekrar içine girip diğer yandan da boynunu, kulağının hemen altındaki o 292 noktayı dişlerken, hafif bir tiz ses işitti. Tanrım, bu ondan mı çıkmıştı? Bir sonraki giriş Hannah’nın kalçasının yataktan dışarı fırlamasına sebep oldu, ardından Marcus’un parmakları bedenleri arasındaydı. Marcus müthiş bir zarafetle bastırıp içine girerken Hannah neredeyse çığlık attı. Dük kulağına, Böylesi daha mı iyi? diye fısıldadı. Hannah, dük içine tekrar girerken, kafasını evet anlamında sallamayı denedi. Ayak parmaklarını yatağa gömdü, Marcus’a daha da yaklaşmaya çalıştı. Dük inledi ama hızlanmadı. Hannah kendisini azgın hissetti; neredeyse, neredeyse, neredeyse... ta ki tüm bedeni rahatlayana kadar. Ve ardından da Marcus’un artık kendisini tutamayacağı nokta geldi. Uzun, sert darbelerle içinde tekrar tekrar gidip geldi. Bu aslında Hannah’nın canını acıtacak türdendi ama daha ziyade onu artık dayanamayacağını düşünene kadar gelmeye devam eden haz dalgalarına daha da fazla itelemeye yaradı. Nefes almakta zorlanıyordu, şaşkın gözlerinin önünde yıldızların dans ettiğini gördü... Artık fazlaya kaçmış gibi görünen noktada, Marcus kendi rahatlayışıyla birlikte titreyerek durdu. Alnı Hannah’nmkine dokundu, nefesi düzensiz bir şekilde dudaklarına sürtündü. İç geçirerek, Camdan değilsin, dedi. Tam bir ateşsin. Yoğun haz tıpkı içinde beliren baloncuklar gibi patladı, son dalgaları da kemiklerinin etrafında dolandı. İstese bile yerinden kımıldayamazdı, tüm kuvveti bedenini saran memnuniyet ve rahatlamayla tamamen yok olup bitmişti. Marcus ağırlığını ayarlayarak yana kaydı, sonra Hannah’mn üzerinde iç çekerek rahatladı, sanki o da kımıldayamayacak gibiydi ya da bunu yapmak istemiyordu. Hannah’nın kalbi yavaş yavaş normal ritmine döndü. Marcus hala üzerinde hareketsiz yatıyordu, kolları ona sarılıydı ve kafası da Hannah’nın omuzundaydı. Bu, en basit ifadesiyle, mükemmeldi. Orada, Marcus’la yalnızken, Hannah dış dünyayı, gerek duyulacak açıklamaları, yapılması gereken zor 293 seçimleri unutmuştu. Orada, onun kollan arasında, önemli olan tek şey Marcus’u ne kadar sevdiğiydi. Hannah odanın diğer yanındaki kapının açıldığım işitmedi. Lily’nin, eğer konuştuysa, ne söylediğini de öyle. Sadece kahvaltı tepsisinin yere vuruş sesini, üzerindeki her bir bardak ve tabağın kayıp parçalara ayrıldığını işitti. Hannah nefessiz kaldı. Marcus kafasını kaldırdı. Çık dışarı, diye emretti. Hannah Marcus’un kolunun üzerinden Lily’yi görmek için kafasını kaldırdı, kızın suratı bembeyazdı, fal taşı gibi açılmış gözleri onlara odaklanmıştı. Hannah, yaptıkları şeyin ne kadar da aşikar olduğunu fark ederek, kızardı.

Lily birden bire gözlerini kırpıştırdı, ardından dizleri üzerine çöktü ve kırılan tabak çanağı toplayarak tepsiye yerleştirmeye başladı. Lily ondan çok daha fazla utanmış, aynı zamanda işinden olacağından da korkmuş olmalıydı. Hannah’mn içinden korkunç bir kahkaha atma isteği yükseldi, ki bu şu anda yakalandıkları pozisyondan çok daha utanç verici olurdu. Marcus’un omuzunu ilgisini çekmek için hafifçe sıktı. Marcus kafasını eğip ona baktı, gözleri hala inanılmaz bir arzuyla doluydu. Miskin miskin, Bırak ve çık, dedi. Porselen kap sesleri kesilmeden devam etti. Marcus, sinirlenerek, tekrar Çık dışarı, dedi. Şıngırtılar anında kesildi, kısa bir süre sonrasında ise kapı açıldı ve yavaşça kapandı. Hannah, Aman Tanrım, diye fısıldadı. Marcus’un kaşları havalandı, tek kolunu ona doladı, Hannah’da Lily’yle uzaktan yakından alakası olmayan bir heyecan yarattı. Ne var? Hannah, sesi bastırdığı kahkahadan titreyerek, Ona girmeden evvel kapıyı çalmasını söylemeliydim, dedi. Marcus omuzunu silkti. Bundan sonra öyle yapacağından en ufak bir şüphem yok. Hannah kahkahalara karşı verdiği savaşı kaybetti ve karnı ağrıyana kadar güldü. Marcus 294 sadece gülümseyerek onu seyretti. Sonunda birazcık sakinleştiğinde, Marcus hafifçe eğildi, avucuyla Hannah’nın kalçasını imalı bir şekilde okşuyordu. Ve Bir dahaki sefere benim yatağımı kullanmalıyız. Bizi orada kimse rahatsız etmeyecektir, diye mırıldandı. Hannah tekrar bir kahkaha attı. Marcus ona takılıyordu, bu çok beklenmedik ve nadir görülür bir durumdu. Sonra, fesat düşünen yaramaz küçük bir oğlan gibi kaşlarını hareket ettirip bakarak, sırıttı. Onu nasıl olmuş da bu kadar sevmişti? Ayrıca ne demişti: şimdiden itibaren. Marcus’un dün gece söylediği, senin ebediyen burada kalmanı istiyorum, cümlesi kulaklarında yankılandı. Hannah, tüm bunların tam olarak ne anlama geldiği sorusunu daha oluşamadan bir tarafa itti. Bu endişenin o anı mahvetmesine izin vermeyecekti; bunu Marcus’a sormak için ilerde yeterince zamanı olacaktı. Bunun yerine kollarını onun boynuna doladı ve kendini bu mutluluğa bıraktı. Marcus bir süre sonra, Sanırım aşağıya kahvaltıya inmeliyiz, dedi. Özellikle de evdeki hizmetçilerin tümü bu odadan uzak durmaları yönünde uyarılmışken. Hannah suratını onun göğsüne sürterek güldü. Marcus’un parmakları Hannah’nın karışmış saçlarıyla oynuyordu. Sanırım öyle. Her ne kadar bu büyük bir çaba gerektirse de. Yataktan kalk, giyin... Hımm. Bir de şu sırf incilerle kuşanmak önerisi vardı. Hannah’nın sırtını baştan aşağı okşadı. Bunu bir ara görmeliyim, diye ekledi, Hannah kızardı. Marcus’un eli tam poposunun üzerinde durdu. Hay aksi, bu sabah ilgilenmem gereken çok daha önemli konular var. Tabii ya. David. Onun ismi aralarında dile getirilmeksizin asılı kaldı. Hannah sessizlik uzadıkça Marcus’un kendisinden uzaklaştığını hissetti, bir dakika evvelki yakınlığa sığınarak uzanıp koluna dokundu. Sessizce, Ne yapacaksın? diye sordu. 295 Marcus’un gözleri tekrar ona odaklandı. İç çekti. Bilmiyorum. Yaptığı şeyin ardından, David’in yine eski David olmaya devam edeceğine yemin ederim. Kendi kendime onun kendi yoluna, tercih ettiği aşağılık yol hangisiyse ona, gitmesine ve sonuçlarına da katlanmasına izin vereceğimi söyledim. Onu sayısız defalar kurtardığım için hareketlerine katkıda bulunduğumdan korkuyorum. Ama birisi onu feci şekilde dövdü. David yaptıklarının sonuçlarına katlanmalıydı; Hannah da öyle düşünüyordu. Ama öldürülmeyi hak etmemişti. Marcus, şüphelendiği şey doğrultusunda, en azından kardeşinin neye bulaştığım bilmeliydi. Evet. Biliyorum. Hannah’yı öptü. O zaman David bana hikayesini anlatana kadar nihai kararımı bekleteceğim.

Hannah sadece ona bir öpücükle karşılık verebildi. Tüm sert, titiz tavırlarına rağmen, iğrenç bir tavır sergileyen erkek kardeşini yargılamayı daha sonraya bırakacak yüreğe sahipti. Her ne kadar seninle burada tüm gün boyunca kalmaktan büyük mutluluk duyacak olsam da, demek için öpücüğünü yarıda kesti, bunu yapamam. Hannah iç çekti ama itiraz etmedi. Doğrulmaya kalkıştı ancak Marcus onu kolundan yakaladı. David seni de mağdur etti. Ona söylemek istediğin herhangi bir şey var mı? Hannah ona doğru döndü, yüzündeki aptalca gülümsemeyi engellemeyi başaramamıştı. Düzenbazlığına rağmen, her şey iyi sonuçlandı, sence de öyle değil mi? Şu anda David’e karşı kendimi oldukça hoşgörülü hissediyorum. Marcus’un surat ifadesi tekrar yumuşadı ve o da sırıtarak yanıtladı. Mükemmel bir nokta. Sonra gülümsemesi silinip gitti. Diğer yaptıklarının da bu kadar şanslı bir şekilde sonuçlanmasını dilerim. * 296 Marcus, duyacaklarına dair kendisini hazırlayarak, David’in odasına gitti. Ya da duymayacaklarına. David ona bir şey anlatacak mıydı acaba? Yoksa her bir soruyla savunmaya mı geçecekti? Marcus bunu bilmiyordu. Kapıyı tıklattı, ardından da hafif bir ‘giriniz’ yanıtıyla açtı. David yatağında kalabalık bir yastık grubuna yaslanmış uzanıyordu, tek elinde Times, diğerinde ise kahve fincanı vardı. Hemen yanında duran kahvaltı tepsisi boş tabak çanaklarla doluydu. Marcus’u görünce gazetesini indirdi. Günaydın. David kahvesinden bir yudum daha aldı. Senin açından öyle mi gidiyor? Marcus aniden yükselen öfkesini kontrol altına aldı. Şu ana kadar, evet. Erkek kardeşi fincanını tepsiye bıraktı, ağzına sert bir görünüm yerleşti. Sanıyorum geceni bana buradan defolup gitmemi nasıl söyleyeceğini planlayarak geçirmişsindir. Arkasına yaslandı ve acı çekiyormuşçasına somurtkan bir ifadeyle kollarını göğsünde doladı. Buna rağmen Marcus’un suratına bir gülümseme yerleşti. Doğrusu, diye yanıtladı, dün akşamdan bu yana seni tek bir kez olsun düşündüğüm söylenemez. David’in gözleri tedbirli bir şekilde kısıldı. Buraya senin iyi olup olmadığını görmeye ve eğer anlatmak istediğin bir şey varsa dinlemeye geldim. David’in suratından bir dizi değişik ifade geçti. Şaşkınlık, bunu şüphe takip etti, ardından da nefes kesen bir ilgiye büründü. Sonunda, Hannah, dedi. Bu sadece onun söyleyebileceği türden bir şeye benziyor. Marcus karşılık vermedi ve hislerinin yüzünden belli olmayacağını umdu. Gerçekten de işin içinde Hannah vardı. David, Vay, vay, dedi. Oldukça hoşnut görünüyordu. Sakın seni uyuz ettiğini söyleme yaşlı ahbap. 297 Marcus zokayı yutmayı reddetti. Senin bir an önce iyileşip sağlığına kavuşman yönünde iyi temennilerini gönderdi. David sabırsızlıkla bekledi ama Marcus başka bir şey söylemedi, kuşkuyla güldü. Aslında benimle işin bitene kadar beklese daha iyi olurdu. Ne tür bir ceza öne süreceksin? Hiç. Ağzımdan çıkanların arkasındayım. Bu güne kadar sürekli olarak seni azarlayıp tersledim, bu kadarı yeter. Görünüşe bakılırsa birisinden bir sebeple sıkı bir sopa yemişsin -David kaşlarını çattı- ve benim de senin işini tamamen bitirmek gibi bir niyetim yok. İyileşene kadar burada memnuniyetle kalabilirsin ve sonra gidersin. Ama benim tahammülümün sınırı bu, diye ekledi. Hannah bir tarafa, Rosalind ve Celia’ya yaptıklarından dolayı, sabrım dayandı. Bana gösterdiğin saygısızlığa ise aldırmayabilirim; biz hep sürekli didişen iki kardeş olduk zaten. Ama bu kadarı yeter. Sana artık karşılık vermeyeceğim. Eğer benimle mantık çerçevesinde iletişim kurmak istersen, sana aynı şekilde karşılık vermekten büyük bir memnuniyet duyarım, ancak o güne kadar... Omuz silkti. Kendi başına buyruk dolaşabilirsin David. Erkek kardeşinin ağzı açık kalmıştı. Dehşet dolu bir ses tonuyla, Diyorum ki, diye başladı. Pekala, şimdi iyi olduğunu gördüğüme göre, seni yalnız bırakayım da dinlen. Başını eğerek selam verdi, kapıya beklediğinden çok daha kaygısız bir şekilde döndü. David’i azarladığı onca süre boyunca, oradan hep

David’in onu rahatsız etmek için bundan sonra ne yapacağı korkusuyla ayrılmıştı. Bu bu kez umurunda bile değildi. Hannah haklıydı; David’i kendisinden kurtarması imkansızdı. Eğer erkek kardeşi onun yardımını gerçekten istemiyorsa, neden onu bu konuda zorlamaya devam edecekti ki? Bekle. Marcus David’in sesiyle birlikte kapı eşiğinde durdu. Bana bağırmayacak mısın? 298 Bu bir işe yarayacak mı? Marcus omuz silkti. Bence faydasız. Hiçbir şey mi yapmayacaksın? Erkek kardeşinin inanmayan bakışlarına karşılık verdi. Rahatlamadın mı? David, ciddi derecede telaşlı bir halde, boğazını temizledi. Evet, sanırım, fakat... Fakat esas nokta şu ki... Sustu. Esas nokta şu ki, başım birazcık dertte ve doğrusunu söylemem gerekirse, ben... Pekala, her ne karar verir, emredersen kabullenmek niyetindeyim, çünkü biraz tavsiyeye ihtiyacım olabilir. Marcus bekledi. David, Ya da yardıma, diye söylendi. Bu ne gibi bir dert? David rahatsız bir tavırla kımıldadı. Kötü adamlarla. Para konusunda. Marcus tekrar ona doğru hareketlendi ve oturdu. Öyle mi? David tepsideki tabak çanakla oynadı. Sanırım anlatmaya en başından başlamalıyım, dedi. Marcus kafasını onaylar-casma tek bir kez salladı. Erkek kardeşi tabaklarla biraz daha oyalandı, sonra derin bir nefes aldı. Sorun şu ki, bu sadece parayla ilgili bir şey değil, yani alışıldık anlamda. Ben -David iç çektikalpazanlarla başım dertte gibi görünüyor. Marcus hafifçe, Hımmm, dedi. David ona sert bir bakış attı. Hiç de sinirlenmiş gibi görünmüyorsun. Marcus sadece kafasını iki yana sallamakla yetindi. Yani şimdi, şimdi sen bunu en başından beri biliyor muydun? Ve bana hiçbir şey söylemedin, öyle mi? Marcus, Şüpheleniyordum, diye düzeltti. Ayrıca gerçeği kendi başıma öğrenmeye çalıştım, ta ki evli olduğumu beklenmedik bir şekilde öğrenene kadar. David irkilerek yüzünü buruşturdu. Daha fazla araştırma yapmak için harcadığım 299 çabalarım, karıma şehirde yaptığım kavalyelikle bir yerde güçleşti. Erkek kardeşi inledi. Aslında bu beni şaşırtmamalı, diye homurdandı. Sen her zaman benden daha akıllıydın. Marcus bu itirafla içten içe dehşete kapıldı ama tepki vermedi. David bir süre somurtarak ellerine baktı, ardından tekrar canlandı. David, Her şeyin suçlusu terzinin yardımcısı, dedi. Weston istediğim takım elbiseyi yapmayı fiyatta anlaşamamış olmamızdan dolayı reddetmiş ve ben de Horrocks’tan alışveriş etmeye yeni yeni başlamıştım. Terzi yardımcısı SIo-cum bir gün bana yeni bir ceket dikiyordu ve diğer bir beyefendiden işittiği değirmenden bahsetmeye başladı. İlgimi çekmişti; bu henüz Sezon başlamadan evveldi ve hayat çok sıkıcıydı ve Slocum bu konuda daha fazla bilgi edinmeye çalışacağını ifade etti. Marcus, Bir terzi yardımcısından bahsediyoruz, öyle mi? diye sordu. David tek elini şöyle bir salladı, öfkelenmişti. Boş versene, biliyorum, saçma! Net bir şekilde düşünemiyordum. İyi bir kavga görmeyeli çok olmuştu ve... İç çekti. Slocum beni Rourke adında bir delikanlıyla tanıştırdı ve hep birlikte dövüşü seyretmeye gittik. Bu kıran kırana geçen bir dövüştü, iki adam da iriyarıydı. Tabii ki herkes bahse giriyordu. Rourke ve ben de onlara katıldık. Arada sırada benimle, arkadaşının performansına bağlı olarak, ortaya koyduğum parayı artırmam yönünde şakalaşıyordu. Ben de onunla birlikte güldüm. Bu başa baş giden bir yarışma gibi görünüyordu, ama bir noktada, dövüşçülerden biri -bu onunkiydi- ağır yara alarak yere kapaklandı, kanaması çoktu. Rourke geri çekildiğini söyledi ama ben ısrar ettim. David titredi. Ona ortaya koyduğumuz parayı iki katma çıkartarak meydan okudum. O bunu kabul edeli henüz pek fazla olmamıştı ki kanlar içerisindeki adam ayağa kalktı ve benim adamıma saldırdı.

300 Daha on dakika bile geçmemişti ki, onunki kazanan ilan edildi. Borcumu Rourke ile halletmeyi denediğimde, onun ortaya koyulan paranın şaka olmadığına ve benim bu iddiayı kaybettiğimi düşündüğüne dair adice beyanlarını işiterek şok oldum... David ağzını kapattı ve gözlerini uzaklara çevirdi. Ne kadar kaybettin? David yüzünü tek eliyle ovaladı. On iki bin paund. Marcus hayretler içerisinde bakakaldı. Ya sen onun iddianın bu kadar sık yükseltilmesi talebine karşı gelmedin mi? David omuzlarını oynattı, kaşları canı sıkkın bir şekilde çatıldı. Söyleyebileceğim pek fazla bir şey yoktu, öyle değil mi? Bu bir namus borcu. Marcus delicesine bağırmamak için çenesini kenetledi. Şu anda önemli olan David’in şerefi ve namusu değildi. Peki, kalpazanlarla nasıl temasa geçtin? Erkek kardeşinin gözlerinde ani bir pişmanlık ve bezginlik belirdi. Kısa bir süre sonra. Tam yaptıklarıma delicesine bir çözüm arıyordum ki, Rourke aradı ve içinde bulunduğum kötü durumdan beni kurtarmanın bir yolunu bulduğunu söyledi. Birkaç arkadaşı kendileri adına küçük bir iş yapacak birilerini arıyorlardı. Onun tanımıyla bu küçük bir şeydi, kişinin hayatını zora sokacak ya da aksatacak türden bir şey değil. Doğal olarak ilgilendim. Sustu. Acı acı, Rourke borcu ödenmiş farz edeceğini söylediğinde, anlamalıydım, dedi. İstedikleri şey çok basitti. Benden kumar oynamamı istediler. Bu kendilerinden paha biçilemez bir şey çalan adamı kandırmak içinmiş. Bana hiçbir şey detaylıca açıklanmadı, ama söylenenlerden onun önemli, cezalandırılmak korkusuyla ismi alenen zikredilemeyen birisi olduğu sonucuna vardım. Bana, kendilerini ele vermemem için, onun adını açıklamak istemediklerini söylediler. Her neyse, benim sosyetenin mümkün olduğunca üst tabakasıyla kumar oynamamı istediler. Bunu maddi açıdan 301 tamamen kendilerinin karşılayacağını ifade ettiler, böylece kendimi zorlanmış hissetmeyecektim; kazanmak onlar için önemli değildi. Rourke bu adamlara kefil oldu ve bahsimize de tamamen halledilmiş gözüyle bakacağı yönünde beni temin etti. Ben de tamam dedim. Marcus bir süredir hiçbir şey söylememeye çalışıyordu. Büyük bir dikkatle, Yapman gereken tek şey kumar oynamaktı, diye tekrarladı. Parayı sana onlar verecekti ve her şeyi kaybetmen umurlarında dahi değildi. Senin onlara güvenmeni sağlayan şey de ne oldu? David küfretti. Birazdan anlatacağım, diye homurdandı. Sırtının altına bir yastık daha iteledi. Lider Slocum’du. Sipariş ettiğim giysilerle birlikte rulolarca banknot gönderdi. İri, şişko banknot tomarları. İç çekti. Bu çok kolay ve basitti, biliyorum, ama bana gizliden gizliye olan biteni izleyeceklerini ve o gizemli kişinin işlediği suçu ispatlamak için kanıt toplayacaklarını söyledi. Onu herkese nasıl teşhir edeceklerini ise hiç öğrenemedim, bunun beni ilgilendirmediğini söylediler. Teklifi ortaya koydukları şekliyle kabul edebilir ya da reddedip Rourke’a on iki bin paund ödeyebilirdim. Marcus tek eliyle kaşlarına bitkin bir tavırla masaj yaptı. Sana bir tuzak hazırladılar, yani şu Rourke ve tayfası. David, Tabii ki öyle, diye patladı. Ama ben bunun farkına her şey olup bitene kadar varmadım. O an... Çaresiz bir tavırda ellerini iki yana açtı. O an için bu içinde bulunduğum beladan kurtulmanın kolay bir yolu gibiydi. Marcus içinde küçük bir suçluluk hissetti. Bunun sorumlusu oydu. David ne zaman ona yardım istemek için gelse, bunu yapmış ancak aynı zamanda da kardeşini azarlamış, ona konferans çekmişti. Erkek kardeşini aptalca bir şey yapmaktan kaçınmaya ikna etmek aslında an meselesiydi. David, İki hafta boyunca her şey çok kolaydı, diye devam etti. Ne kadar kaybedersem kaybedeyim, her seferinde yeni 302 bir ceket ya da yelekle birlikte diğer bir tomar banknot daha geliyordu. Hiçbir zaman benden hesap sormadılar. Şansım berbattı, tek bir kuruş dahi kazanamadım. Ama sonra... Duraksadı. Pekala, ödemem

gereken faturalar vardı ve banknotlar tam zamanında yetişmişti. Birkaç tüccarın ödemesini bunlarla yaptım. Tabii ki adamlara kumar oynadığımı söyledim. Şansım döndü, verdiğim paraların büyük bölümünü geri kazandım ve sonra sanıyorum şansımı fazla zorladığımı düşündüm. Onlara o ana kadar ellerinde yeterli kanıtlarının birikmiş olması gerektiğini söyledim ve bu işten çıkmak istedim. Reddettiler. İşte, yasadışı bir şey yapıyor olabileceğimin ilk ipucu bu oldu. Ben bilgili birisi değilim ancak banknotlara dair kafamda çeşitli şüpheler uyanmaya başlamıştı. Bu bana umutsuz bir sarmal gibi göründü. Ne yapacağımı bilmiyordum. Sesi kuvvetsizleşti. Jocelyn’le ilişki yaşamanın kendimi boş yere tehlikeye atmak anlamına geldiğini biliyordum ama durumum umutsuzdu. Barlovv’un olan biteni anlayıp beni öldürmesi bile neredeyse umurumda değildi. Bana Londra’yı terk etmemi söylediğin için başına bir sürü bela açtığımdan dolayı üzgünüm. Oysa bu gerçekten de dualarıma verilmiş bir yanıttı, yani en ufak bir uyarı vermeksizin ortadan kaybolmak. Eğer birisi beni sorgularsa, suçu kolayca senin üzerine atabilirdim. Marcus sertçe, Ne kadar da uygun, dedi. Yani, evet. David ellerini havaya kaldırdı ve kendiliklerinden düşmelerine izin verdi, ilk kez suçlanmış görünüyordu. Gerisine gelince, eğer Hannah’nın neler yaşadığını bil-seydin, anlardın. Bana karşı çok nazikti, anlayışlı ve sempatikti ama hiçbir şeye tenezzül etmiyor ya da üstüme titremiyordu. Bir araba kazasında bacağımı kırdım ve kolum yerinden çıktı, o bana hastabakıcılık yaptı ve sağlığımı geri kazandırdı. Ben de ona yardım etmek istedim, gerçekten istedim. Bana inanmalısın Marcus. Ona teklif ettiğimde, onunla evlenmek ve iyi bir koca olarak hayatıma yön vermek istedim. 303 Her ne kadar David’in güdüleri beklenenden çok daha asil olsa da, bir şekilde bu söylenenler Marcus’a çok uygunmuş gibi gelmedi. Yerinde şöyle bir hareketlendi ve hiçbir şey söylemedi. Ama sen benim nasıl birisi olduğumu bilirsin. Bir koca ve bir baba, hem de ikisi bir anda? Şüphe duymaya başladım. Sonra da panikledim. Percy senin mektubunu getirdi ve ben de kararımdan vazgeçip Hannah’ya hak ettiği türden bir koca vermem gerektiğini fark ettim. 0 daha iyi birisine layıktı. Daha ziyade sana benzeyen birisine. Marcus ağzının açılmasına büyük bir güçlükle engel oldu. Ancak bu işten, onu alenen küçük düşürmeden nasıl kurtulabileceğimi bilmiyordum. Bu evlenmeden bir önceki geceydi; ne yapabilirdim? David tek elini hayal kırıklığı içerisinde saçlarının arasından geçirdi. Bundan dolayı sana bir özür borçlu olduğumu biliyorum ama başka bir yol bulamadım. Marcus, hakimiyetini tekrar kazanarak, Onun senin ne yaptığını nasıl öğrendiğini biliyor musun? diye sordu. David kafasını endişeli bir bakışla iki yana sallandı. Bunu ona ben söyledim. Ve Middleborough’dan alıp getirdiğim evlilik kaydını delil olarak sundum. Hayatımda bu kadar korkmuş birisini daha görmemiştim. David bacaklarını örtünün altında huzursuzca kımıldattı. O kaydı değiştirtebilirdin. Hatta Times’daki ilanı da, öyle mi? Ya Rosalind’e yazdığın mektup? David’in suratı koyu tonlu bir kızıla büründü. Sadece Hannah’ya cömert bir meblağ bağlayacağından, iyi bir hayat sağlayacağından emin olmak istedim. Hiçbir zaman senin... Sesi yitip gitti. Öyle yapmayı planlamıştım. Ama, belki de farkındasın-dır, Rosalind onu bizzat görmek için Londra’ya geldi ve Hannah’nın aksine itirazlarına rağmen, evliliğin gerçek olduğuna inandı. Ben ne yapabilirdim ki? 304 David ona uzunca bir süre baktı. Sonunda tevazu içerisinde, Teşekkürler, dedi. Bu korkunç bir şakaydı. Marcus tek kaşını havaya kaldırdı. Hannah açısından mı, Rosalind ve Celia açısından mı? Hepsi açısından. Marcus yavaş yavaş ve temkinli bir şekilde nefes aldı. O zaman belki de dilenen özrü işitmesi gereken tek kişi ben değilimdir.

David keyifsiz bir tavırla başıyla onayladı.Onlarla konuşacağım. Yemin ederim. Yüzünün rengi soldu ve tekrar yorgun göründü. Marcus erkek kardeşini çok değişik durum ve hallerde görmüştü ama David hiçbirisinde bu kadar bozguna uğramış durmuyordu. Marcus, biraz daha nazik şekilde, Kendini nasıl hissediyorsun? diye sordu. David tek omuzunu kaldırdı, ardından da yüzünü buruşturdu. Hak ettiğimden daha beter değil. Rourke ve ortakları Londra’ya adım attığım andan itibaren tekrar beni takip etmeye başladılar. Buraya geldim çünkü beni takip etmeye cesaret edemeyeceklerini biliyordum. Marcus ayağa kalktı ve erkek kardeşinin omuzunu sıktı. O zaman biraz dinlen. Hanımlar bir süre sonra, sağlığının nasıl olduğunu görmek için, mutlaka buraya geleceklerdir. David başıyla onayladı, gözlerini ellerinden ayırmamıştı. Rourke ve ekibinin icabına daha sonra bakarız. Senin pervasız cesaretin ile benim merhametsiz hesaplamalarım sayesinde bir çözüm bulacağımızdan en ufak şüphem yok. Erkek kardeşi büyük bir şaşkınlık içerisinde kafasını kaldırdı. Marcus hafifçe sırıttı. Bu bir jestti David. Marcus, David tam gülmeye başlamıştı ki odadan ayrıldı. 305 Bölüm 19 Hannah açlıktan ölmüyor olsaydı ve zili çalıp Lily’yi çağırmaya da utanmasaydı, günün tümünü yatakta geçirebilirdi. Hizmetkarların hepsinin Marcus’la ikisinin geceyi birlikte geçirdiklerinden haberdar olduğuna emindi. Hannah hizmetkarlara neredeyse tam manasıyla alışmıştı ancak şahsi münasebetinin bir dedikodu malzemesi olmasından inanılmaz derecede rahatsızlık duymaktaydı. Marcus gittikten sonra, yatakta kalmanın tüm cazibesi yok olup uçmuş ve gerçekler tekrar yerlerini almıştı. Rosalind ve Celia’ya ne diyecekti? Lily’nin suratına tekrar bakabilecek miydi? Ebediyen düşes olmaya hazır mıydı? Son birkaç haftadır alışkanlık haline getirdiği bu uygulama sadece bir roldü ve kısa bir süre için devam ettirilecekti. Bunu yapmayı aylar ve hatta yıllarca sürdürebilir miydi? Sonra yataktan kalktı ve tuvalet masası gözüne çarptı. Parfüm ve kozmetik şişelerinin tümü karman çorman bir halde yerlere saçılmıştı, masa da duvara garip bir açı yapmış halde durmaktaydı, sandalye birkaç metre ötede yere yan yatmıştı. Masaya -ve tabii masanın üzerinde kendisine- olanları anımsamak yüzünün kızarmasına sebep oldu ve gülümsedi, hayatının geri kalanı boyunca Marcus’un düşesi olmaya hiç çekinmeksizin hazır olduğunu hissetti. Bu cesaretle giyindi ve saçlarını taradı, ki bu iş ona saçlarının nasıl bu derece korkunç bir arapsaçına dönüştüğünü 306 hatırlatarak kanının ısınmasına sebep oldu. Tam anlamıyla aşık olmuştu. Aynadaki komik denebilecek derecede mutlu yansımasına bakarak yüksek sesle bir kahkaha attı. Olan biteni hizmetkar bölmesinde işitmemiş olanlar, büyük olasılıkla ona bakar bakmaz geceyi sevişerek geçirdiğini tahmin edeceklerdi. Daha kahvaltı odasına adım atar atmaz, haberin her tarafa yayıldığını anladı. Rosalind ve Celia masada sessizce oturmuş önlerindekileri yiyorlardı. İkisi de, o içeri girince, kafalarını kaldırıp bakmadılar. Hannah gülümsedi. Aslına bakılırsa ikisinin de sanki hiçbir şeyden haberleri yokmuşçasına orada beklediklerini biliyordu. Orada ne kadar zamandır bu şekilde oturup kendisini beklediklerini merak etti. Tabağını doldurmaya gitti, adımları hafifti. Günaydın. Günaydın Hannah. Rosalind kafasını kaldırarak ışıl ışıl bir gülümseyişle ona baktı. Bu sabah nasılsın? İyi uyudun mu? Hannah domuz pastırmasını küçük parçalara bölen Celia’ya göz attı. O kadar büyük bir dikkatle dinliyordu ki kulakları kıpkırmızıydı. Evet, çok teşekkür ederim. Uşak oturması için bir sandalye çekti, Hannah peçetesini dizine yerleştirdi.

Rosalind uşağa, biraz fazla istekle, Gidebilirsin, dedi. Hannah kızarmış ekmeğinden bir lokma aldı ve sanki olan bitenden habersizmiş gibi davranmaya çalıştı. Rosalind, Marcus’u bu sabah gördün mü? diye devam etti. Onunla görüşmem gereken önemli bir konu var ama sanki yer yarıldı da içine girdi. Onu bulması için Telman’ı göndermek zorunda kalacağım. Hannah kızarmış ekmeğini yuttu ve çayından bir yudum aldı. İlk defa bu masada kendisini bir misafir, bir sahtekar gibi hissetmiyordu. Sanırım gidip David’le konuşmaktan bahsediyordu, dedi. 307 Celia’nın bıçağı şangırdayarak tabağına indi. Rosalind yüksek sesle içine derin bir nefes çekti. Hannah çayına bir kaşık dolusu şeker koydu, ardından bir tane daha ekledi. Neden olmasın? O zaman onu gördün demektir. Evet. Bir yumurta daha aldı. Biraz da domuz pastırması. Nedendir bilinmez, delicesine açtı. Rosalind, Ve... ve dün geceye dair bir karara varmış mı? diye büyük bir ihtiyatla sordu. Hannah onun neredeyse nefesini tutmakta olduğunu görebiliyordu. Pastırmasını çiğnedi. Sanırım evet. Celia sonunda, Pekala? diye patladı. Ne karara vardınız? Kalıyor musun? Onunla konuştun mu? Celia! Rosalind Hannah’ya dönmeden önce kızına bir bakış attı. Onunla konuştun mu? Kalıyor musun? Hannah, fincanının tepesinden iki kadını seyrederek, çayından bir yudum daha aldı. Rosalind olan biteni öğrenme arzusunu Celia’dan biraz daha iyi idare edebiliyordu. Böylesi bir umut, böylesi bir memnuniyet manzarasına şahit olmak, Hanııah’nın kalbinin onların ailesinin bir parçası olma düşüncesiyle mutluluk içerisinde çarpmasını sağladı. Fincanını masaya bırakarak, Evet, dedi. Onunla konuştum. Diğer şeylerin yanı sıra. Ve Londra'da kalacağım. Bu noktada Celia güçlü bir çığlık attı ve kollarını Hannah nın boynuna dolamak için sandalyesinden fırladı. Oh, bu harika! Hem de çok harika! Öğüdümü tuttun mu? diye sordu. Hafifçe geri çekilerek Hannah’nın suratına büyük bir sabırsızlıkla baktı. Ona söyledin mi? Ah... Hannah, suratı alev alev yanarken, tam olarak ne söylediğini anımsamaya çalıştı. Aslına bakılırsa ikisi de aşktan tam manasıyla bahsetmemişlerdi. Bir manada. Gerçekten mi? Nasıl bir...? Rosalind, Celia! diye haykırdı. Adabımuaşereti unutma! 308 Celia kocaman sırıttı ama bu konuyu daha fazla zorlamadı. Pekala, ona ne demiş olursan ol, burada kalacağın için çok mutluyum! Onun senin çekip gitmene izin vermeyeceğini biliyordum; Marcus bunu yapmayacak kadar akıllı bir adamdır. Her ne kadar bunu yüksek sesle dile getirmese de, hislerinin farkına varmış olmalı ve er ya da geç sana... Rosalind tekrar, Celia, diye bağırdı. Bu kadarı yeter. Celia dudaklarını sarkıttı, pek de pişmanmış gibi görünmüyordu. Peki Anne. Bu gerçekten de muhteşem, muhteşem bir haber. Oh Hannah! Şimdi de Rosalind kendisini daha fazla frenleyemedi ve Hannah’yı kucakladı. Oh, hayatım. Rosalind ondan uzaklaştı ve gözlerini sildi. Ne büyük bir rahatlama bu! Sana nasıl şikayet ettiğimizi düşündükçe, ama artık bu konu üzerinde durmamız gereksiz, diye aceleyle sözlerini tamamladı. Evet şimdi gerçek bir balo düzenlemeliyiz. Bu konuya dair şehre herhangi bir aşağılık yalan yayıldıysa diye. Zavallı David, eve bu kadar hasta bir halde dönmek ne kadar da kötü bir durum! Yemin ederim ki, bu tür şeyler söyleyebilmesi için inanılmaz bir hezeyan içerisinde olmalı! Onu daha ilk gördüğüm anda ateşli olduğunu anlamıştım ve ağzından dökülen tek bir kelimeye dahi inanmadım! Celia, büyük bir istekle, Anne, bu kez beyaz yerine mavi renkli bir elbise giyebilir miyim? diye sordu. Annesi ona gülümsedi. Evet çocuğum, bu sefer istediğini giyebilirsin. Zili bir kez çalarak Bayan Potts’u çağır. Baloyu bir haftaya kadar yapacağız; şimdi Hannah, sen hiç endişelenme, diyerek ağzını açan Hannah’yı uyardı. Mümkün olduğunca kısa bir sürede büyük bir balo düzenlenmesi kesinlikle zaruri. Marcus bu konuda

benimle hemfikir olacaktır. Ayrıca bu ne kadar yakın zamanda gerçekleştirilirse, herhangi bir... tatsızlığın da önüne o kadar çabuk geçilir, her şey o kadar çabuk unutulur. 309 Hannah sırıtarak kafasını salladı. İtiraz etmeyecektim ki. Sadece sana teşekkür etmek istemiştim Rosalind. Her şey için. Yaşça büyük olan kadın gözlerini birkaç kez kırpıştırdı, sonra kollarını tekrar Hannah’nın boynuna doladı. Madam Lescaut’un bir saat içerisinde burada olmasını sağlayacağım, dedi. Bir düşesin takdim balosuna uygun yeni bir elbise sipariş edeceğiz! Hannah yukarda, henüz giymeye fırsat dahi bulamadığı diğer göz kamaştırıcı elbiseleri düşünerek içten içe inledi. Bugün yapmak isteyeceği en son şey yeni elbiseler sipariş etmekti. Kapı gerisinde, içerde oturup kumaş numunelerini inceleyemeyecek kadar mutluydu, çok hafiflemişti. Molly’yi alıp koşmaya gitmek, parkta çığlıklar atmak istedi, ağaçlara tırmanmak, gölette yürümek ve kesinlikle olağanüstü derecede güzel vakit geçirmek, ardından da eve dönmek istedi. Eve, Marcus’a. Rosalind’e, kolları arasından sıyrılarak, Bunu henüz Molly’ye söylemedim, dedi. Celia haykırarak, Çok sevinecektir, dedi. Tıpkı benim gibi! Tanrım, Hannah, hala inanamıyorum! İlk başta, David'in mektubunu aldığımızda, tam bir şaşkınlık yaşadık. Sonra onun -neyse- ve bir de bu sabah yaşananlara bak! Rosalind, Tabii ki Molly’ye de söylemelisin, diyerek araya girdi. Ben balo hazırlıklarını başlatacağım. Bu konuda endişelenmene hiç gerek yok! Oh, hayatım! Bu baloyu planlamak için senelerdir bekliyordum! Ve kollarını son bir kez Hannah’nın boynuna doladı. Kahvaltıdan sonra Hannah merdivenlerden yukarı süzüldü ve çocuk odasının kapısını açtı, kalbi bir kelebek gibi hafifti. İçeri girmesiyle birlikte, Lily nefesini tutarak arkasına döndü. Gözlerini yere indirdi ve geri çekildi. Molly giydirilmişti, dışarı çıkmaya hazırdı. Küçük kız, yüzü ışıl ışıl, Hannah’ya el salladı. Günaydın 310 Anne! Lily beni bu sabah ördekleri görmeye götürüyor! Sen de bizimle gelmek ister misin? Hannah hizmetçiye büyük bir şaşkınlıkla baktı. Lily daha önce Molly’yi parka kendisinden istenmeden hiç götürmemişti. Suratı önüne eğikken dahi, Lily gelecek soruyu hissetmiş gibiydi. Bunun en iyisi olacağını düşündüm hanımefendi. Günün geri kalanı boyunca rahatsız edilmek istemeyebileceğiniz! düşündüm. Oh. Doğru ya. Lily’yi en son Marcus’un çıplak omuzunun üzerinden, onunla seviştikten hemen sonra görmüştü. Hannah bu hatırayla gülümsememeye çalıştı. Teşekkürler Lily, ancak Molly’yi bugün dışarı ben çıkartacağım. Sen serbestsin. Molly olduğu yerde hoplayıp sıçrar ve ellerini çırparken Lily yerinden kımıldamadı. Serbest mi hanımefendi? Evet, akşam yemeğine kadar. Hannah kızını yakalayıp havaya kaldırdı ve etrafında döndürdü. Molly çığlıklar attı. Bugün benim Molly günüm olacak: Molly’yle geçirilecek kocaman bir gün. Piknik de yapabilir miyiz? Hannah başını sallayarak onayladı ve Molly neşe içerisinde bir çığlık attı, kollarını Hannah’mn boynu etrafında salladı, kuvvetli küçük bacakları ise etrafa tekmeler savuruyordu. Oh, Anne, çok eğleneceğiz! Ördekleri görecek miyiz? Ya süslü arabaları seyredecek miyiz? Köpekleri sevecek miyiz? Ya uçurtmamı uçuracak mıyız? Yeter! Hannah güldü. Sadece birkaç saatimiz var Molly; bazı şeyleri yarına bırakmak zorunda kalabiliriz. Görüyorum ki giyinmiş, gitmeye hazırsın, o zaman yola çıkmaya ne dersin? Molly başını sallayarak onayladı, gözleri ışıl ışıldı. Hannah onu sıkı sıkı kucakladı. Kapı girişine doğru dönünce dura-kaldı. Lily hala olduğu yerde dikiliyordu, başı önüne eğikti ve elleri de önünde kenetliydi. Hannah kıza daha da yaklaştı ve ses tonunu alçalttı. 311

Endişelenme Lily; sorun yok. Gayri ihtiyari, Günün geri kalanında serbestsin, istediğini yapabilirsin, diye ekledi. Hizmetçi kızarmış gözlerini kaldırdı. Evet hanımefendi, diye fısıldadı. Teşekkürler hanımefendi. Hannah yüreklendiren bir tavırla ona gülümsedi, ardından kucağında kaynayıp duran rahatsızlıktan kurtulmak için aceleyle dışarı çıktı. Tanrım, Lily’nin yakınlarındayken mahcubiyet duymaması uzun zaman alacaktı! Ancak kızı masumane bir tavırla odaya girdiği için işten atmak hiç de adilane değildi. Dolayısıyla Hannah bu konuyu kapatması gerektiğine karar verdi. Hannah, pikniğin ardından ördeklere ekmek kırıntısı attıktan ve yanlarından geçen dört köpeği sevdikten sonra, Molly, diye konuşmaya başladı. Burada, Londra’da kalmak ister misin? Oh, evet Anne. Molly çimenlerin arasında ilerleyen karınca dizinini gözden kaçırmamak için kafasını kaldırıp bakmadı. Buradan hoşlanıyorum. Hannah, Pekala, o zaman sanırım kalacağız, dedi. Süresiz olarak. Molly ona baktı. Süresiz olarak da ne demek? Hannah gülümsedi. Süresiz olarak demek, ebediyen demek. Molly, ışıl ışıl bir gülümseyişle, Yaşasın! dedi. Artık David geri döndüğüne göre, o yine benim babam mı olacak? Hannah’nın ağzı açıldı, ardından tek bir kelime etmeksizin kapandı. Bu sorunun geleceğini neden daha evvelden düşünmemişti ki? Büyük bir dikkatle, Hayır, dedi. David değil. O hiçbir zaman senin yeni baban olmayacak. Fakat onun erkek kardeşine, düke ne dersin? Ondan hoşlanıyor musun? Molly, birden bire, Oh, Extera’dan hoşlanıyorum, dedi. Eğer burada kalırsak, bahçeyi kazmama izin verecek mi? 312 Hannah boğazını temizledi. Pekala, belki bunu ona sorabiliriz. Tamam. Molly bir sopa bulmuştu, karıncaları dürtükle-meye başladı. Bak Anne! diye haykırdı. Sopanın etrafından dolanmalarını sağlayabiliyorum. Hannah kızına baktı, dalgındı. Korktuğu sorular bu noktada kalmıştı. Molly’nin Marcus’a bahçesini kazıp kazamayaca-ğını sorma düşüncesi ise inanılmaz derecede komikti. Hannah Molly’nin, Hyde Park’taki zavallı karıncalara nasıl bir acı çektirdiğini görmek için görev duygusuyla eğildi. Günün geri kalanı hızla geçti. Marcus eve gözlerinde tatminkar bakışlarla geri döndü ve Hannah’ya akşam yemeğinden sonra -odalarında- kendisiyle paylaşacağı bir şey olduğunu fısıldadı. Hannah kızardı, hemfikir oldu, Molly’ye erkenden iyi geceler dilemek için odasına çıktı. Kızı gün boyunca parkta geçirdiği zamandan dolayı yorgundu ve o gece yatağa erken girebilirdi. Hannah nefesinin gerisinden bir şarkı mırıldanarak hızla çocuk odasına uzanan merdivenleri tırmandı. Oda boştu. Oyuncakların hepsi güzelce toplanıp kaldırılmıştı, akşam yemeğinin yendiği masa da temizdi. Hannah Molly’nin uyuduğu küçük yatak odasına doğru ilerledi. İlk başlarda Molly’nin buraya taşınmasını istememiş, buna direnmişti ama küçük kızı burayı, oyuncaklarla dolu büyük güneşli odayı çok sevmişti. Hannah’nın papaz evindeki yatağının altındaki çekçekten ziyade, burada kendisine ait küçük bir yatağı vardı. Ayrıca yine kendisine ait merdiven boşluğu düşesin süitine açılmaktaydı. Hannah çıkarken kapıyı kapatması gerektiğini aklına not aldı, böylece Molly’nin gece aşağı inmesi durumunda önceden uyarılmış olacaklardı. Molly’nin kapısını açtı. Bu oda da boştu. Hannah etrafına bakınarak kaşlarını çattı. Celia Molly’yi dışarı mı çıkartmıştı? Sonra yastığın üzerine bırakılmış notu gördü. 313 Adımları büyük bir korkuyla ağırlaşan Hannah odanın karşısına doğru ilerledi. Çocuğun yatıyor olması gereken o yerde duran bu kağıt parçasında yanlış bir şeyler vardı. Kağıdı kendisini ısırabilirmiş gibi tutup havaya kaldırdı ve okudu. Oradaki kelimelerden dolayı nefesi boğazında düğümlendi.

Kapıya el yordamıyla, körü körüne ilerledi, gözlerini korkunç kelimelerden ayıramıyordu. Kalbi çarpmayı kesmiş ve boğazına sıkışıp kalmıştı -nefes alamadı- kendini halsiz hissetti. Kapı henüz o ulaşamadan açıldı ve Marcus içeri girdi. Yüzünde anında yok olan bir gülümsemeyle, İşte buradasın, dedi. Ne oldu? Sessizlik yaşandı, Hannah titreyen elini ileri doğru uzattı. Hannah’nın endişeli gözlerinden bakışlarını ayırmayarak kağıdı aldı ve okudu. Hannah, henüz Marcus onu kolları arasına alamadan, sıkı sıkı kucaklayamadan, Bebeğim, diyerek hıçkırdı. Marcus’un kollarında, Hannah’nın boğazından dehşet dolu büyük bir hıçkırık yükseldi. Marcus, Hannah’nın kafasının üzerinden odayı tararken, onun suratını omuzuna bastırdı ve Şşşş, dedi. Çocuk odası temiz ve derli topluydu, akşamın son ışıkları kitap ve bebeklerle dolu rafları aydınlatıyordu. Açık duran kapı ağzından, Marcus güzelce toplanmış küçük yatağı görebiliyordu. Hiçbir şey uygunsuz durmuyordu, yine de... Marcus’un gözleri elinde duran adi kağıt parçasına odaklandı. Oldukça vasat bir el yazısıyla Yumurcak elimizde, türünden bir not kaleme alınmıştı. Birisi neden Molly’yi alsın ki? Hannah Marcus’un kolları arasında tekrar titredi ve dük beynindeki düşünceleri kovaladı. Nedeni önemli değildi, mühim olan şey bunu kimin yaptığı ve onu nasıl geri alabilecekleriydi. Bu olanlarla Hannah’yı yatıştırmadan ilgilenemez-di. 314 Onu kolları arasında sıkı sıkı tutarak merdivenlerden indirip odasına götürdü. Zili çalarak idareciyi çağırdı, ona hemen bir doktor çağırmasını ve bir hizmetçiyle de çay göndertme-sini emretti. Hannah, yaşadığı şoktan dolayı etrafına boş gözlerle bakınarak, Marcus’un kendisini bir sandalyeye oturtmasına ve bacaklarına da bir battaniye dolamasına izin verdi. Dük yanma diz çöktü, midesi Hannah’mn gözlerindeki dehşet verici bakışlardan korkarak buruldu. Elini tutarak, yumuşak bir sesle, Hannah, dedi. Onu bulacağıma söz veriyorum sevgilim. Hannah ona kocaman açılmış, yaş dolu gözlerle baktı ve Marcus boğazının düğümlendiğini hissetti. Elini avuçları arasına sıkıştırdı, dudağım parmak boğumlarına bastırdı. Belli belirsiz bir fısıltıyla, Tanrı şahidim olsun ki, kısa bir süre sonra o yanında olacak, diye yemin etti. 0 an Rosalind koşturarak kapıdan içeri girdi. Neler oluyor? Marcus, bir şey mi var? Marcus Hannah’nm elini dizine geri bıraktı ve ayağa kalktı. Evet. Onunla kal Rosalind. Üvey annesinin şaşkın nidalarını dikkate dahi almaksızın, süitine geri döndü ve kapıyı örttü. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Ardından notu çıkarttı ve tekrar okudu. Kahyanın gelmesini emretti ama Harper hiçbir şey bilmiyordu. Marcus bahçeyi aramaları için birkaç hizmetkarı yolladı ama onların pek bir şey bulabileceklerini ummuyordu. Saatin tıkırtısı kulağa yüksek ve gürültülü geliyordu; orada öylece oturup hizmetkarların etrafı aramalarını bekleyemezdi. Exeter Malikanesi’nin arazisi çok büyüktü. Daha fazla zaman kaybedemezdi. Tüm bunların arkasında kimin olabileceğine dair kafasında iyi bir fikir vardı. Kısa bir süre sonra, erkek kardeşinin odasına daldı. David, kocaman bir yastık yığınına yaslanmış halde, elindeki kitaptan gözlerini kaldırdı, kaşları soru dolu bir halde havadaydı. 315 Marcus, Söyle bana, Rourke ve ayak takımını nerede bulabilirim, dedi. Hannah Rosalind’in varlığının neredeyse farkında değildi. Zihni sürekli olarak tekrarlayan iki kelime arasına sıkışıp kalmış gibi görünüyordu: Molly kayıp, Molly kayıp, Molly kayıp... Rosalind bir süre sonra çaya dair bir şeyler söyleyerek oradan ayrıldı. Hannah bunu zor bela fark etti. Lily bir demlik çayla içeri girdi ama Hannah’nın umurunda dahi değildi. Çayın hiçbir şeye faydası olmayacaktı. Ekselansları? Hannah, Lily’nin tereddüt yüklü sesiyle birlikte, kendisini gözlerini kaldırmaya zorladı. Hizmetçinin elinde Molly’nin parçalanmış bebeği Missy duruyordu.

Yaşlar gözlerine hücum etti. Bebeği aldı, papaz evinin perdelerinden arta kalan kumaşla Missy için diktiği eski püskü pamuklu elbiseyi düzeltti. Molly, Missy olmaksızın çok korkacaktı. Yaşlar yüzünden aşağı aktı. Bebeğini kim kaçırmıştı? Ve neden bunu yapmıştı? Lily, Hannah'nın ayakları dibinde diz çökmüş bir halde, Lütfen Ekselansları, ağlamayın, diye yalvardı. Hannah’nın kolunu yakaladı. O iyi, bundan eminim. Hastalanmamalısı-nız. Missy’yi göğsüne bastıran Hannah onu neredeyse hiç dinlemeyerek ağlamaya başladı. Ama bu hiç de uygun değildi. Hayatında ilk defa babasının sözleri zihninde faydalı bir şekilde çınladı. Bu yüzden neden ağlıyorsun kızım, dediğini neredeyse işitebiliyordu; bir şeyler yap. Hannah kafası dumanlı bir şekilde, Evet, diye düşündü, bir şey yapmalıydı. Molly’nin ona ihtiyacı vardı. Orada öylece oturup ağlayıp sızlayamazdı; kızını bulmaya çalışmalıydı. Ama nasıl? Zihninin, onu çalışması için dürtüklerken, dumanlı ve sarhoş gibi, karmakarışık olduğunu fark etti. Lily tekrar, bir öncekine herhangi bir karşılık alamadığı için çılgına dönmüş bir halde, Lütfen Ekselansları, dedi. 316 Lütfen! Beni dinleyin. Kızınız iyi. Zarar görmedi. Biliyorum. İşte, bu sözlerdeki bir şeyler Hannah’mn sersemliğini hafifçe kırdı. Ne? Nasıl biliyorsun? Hizmetçi hararetle, Biliyorum, biliyorum işte, dedi. Kısa bir süre sonra yanınızda olacak, bundan eminim. Hannah, sersemliği azalmış ve kafası daha da karışmış bir halde, Nasıl biliyorsun? diye tekrarladı. Bunu neden söyledin Lily? Kız ağzını açtı, sonra durakladı. Hannah’mn yüzündeki ifadeye daha yakından bir baktı ve kafasını hafifçe salladı. Ben, ben onun kısa bir süre sonra bulunacağından eminim. Siz de şuna inanmalısınız ki... Neden Lily... Lily’ye dengesini kaybettirecek şekilde ayağa fırladı. Hizmetçi geriye doğru tökezledi, ardından beceriksizce dizlerinin üzerinde durmaya çabaladı. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ben... Ben... Ooh! Hannah Lily’yi kolundan sıkıca yakaladı ve korkunç bir şekilde salladı. Kız, Lütfen hanımefendi! diye haykırdı. Hannah, bir kez daha silkeleyerek, Kızım nerede? diye bağırdı. Ne biliyorsun Lily? Kısa bir süre sonra geri geleceğinden ve zarar görmediğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ondan sen sorumluydun Lily. Bebeğim nerede? Hannah’nın ses tonu yükseldikçe Lily’nin gözleri yaşlarla doldu. Hannah’mn hala omuzunu tutmaya devam eden elinin altında döndü. Söyleyemem Ekselansları! Bunu size söyleyemem! Hannah tuvalet masasında kendisine en yakında duran şeyi kaptı, bu oymalı gümüş bir saç fırçasıydı, tehditkar bir tavırla Lily’nin kafasına doğru kaldırdı. Sadece çok küçük bir parçası o anda ne yaptığının gerçek anlamda farkındaydı; diğer parçası ise kızını geri alana kadar Lily’yi pataklamaya hazırdı. Eğer tüm olanlardan Lily sorumluysa, eğer Molly’yi 317 tehlikeye o attıysa... O nerede Lily? Onun kayboluşuyla senin uzaktan yakından herhangi bir alakan var mı? Lily dehşete kapılarak bir çığlık attı. Hayır! Yani, ben sadece onu korudum! Hiç kimsenin Bayan Molly’ye zarar vermesine izin vermem. Hannah, Çocuğum nerede? diye haykırdı. Lily de haykırdı ve başını hafifçe eğdi. Çekinip büzülerek, Üzgünüm, diye hıçkırdı. Üzgünüm. Canı yanmadı, yemin ederim! Hannah onu çekip ayağa kaldırdı. Beni ona götür, hemen şimdi. Saç fırçası elindeydi. Lily önlüğüyle suratını kapatarak yol gösterdi, hizmetkarların merdivenlerini tırmanıp evin Hannah’nm daha önce hiç görmediği bölümüne yöneldiler. Uzun bir koridorun sonunda, Lily ufak bir odanın kapısını açtı. Şöminenin üzerinde birkaç demir durmaktaydı. Dar bir pencerenin hemen yanındaki dik sırtlıklı sandalyenin yanında ise büyük bir dikiş sepeti vardı. Hannah içeriye şaşkınlık içerisinde göz gezdirirken, hizmetçi duvar kaplamasındaki gül oymaya sertçe bastırdı ve kaplama duvardan ayrılarak yatay bir hal aldı. Arkada bir kovuk vardı, karanlık ama sıcaktı. Hannah sıcağı hissedebiliyordu. Daha da yaklaştı ve içine baktı.

Molly? diye seslendi. Yanıt gelmedi. Lily’ye tehlikeli bir bakış attı. Hizmetçi dudaklarını yaladı ve ileri, boşluğa doğru uzandı. Yumuşak bir ses tonuyla, Bayan Molly! diye seslendi. Oyun bitti. Siz kazandınız. Bir tıkırtı işitildi, ardından sürünme sesi geldi ve Molly’nin sarışın kafası dışarı çıktı, gülümsüyordu. Ben kazandım Anne! diye böbürlendi. Hannah saç fırçasını bıraktı ve Molly’ye uzandı, onu çekip duvardaki delikten çıkarttı ve kolları arasına aldı. Evet tatlım, sen kazandın. Kızını kendine yakın tutarken kolları titredi. Sesi yüksek tonda konuşabilecek kadar sakinleşince, 318 Molly’nin dağılan lülelerini düzeltip geriye doğru attı ve yüzünü incelemeye başladı. Molly hala pijamalarıylaydı; ne kadar zamandır oradaydı acaba? Buraya saklanmak nereden aklına geldi? Seni kesinlikle bulamazdım. Molly’nin gözleri parladı, kesinlikle herhangi bir zarar görmemiş ya da korkmamıştı. Bunun için Tanrı’ya şükür. Lily bana saklanılabilecek en güzel yeri gösterdi Anne. Buradan Celia’nın bile haberi yok! Ama şimdi bir işe yaramaz çünkü sen beni buldun ve artık saklandığımda nereye bakacağını bileceksin. Oh, Molly. Kelimeler tekrar yetersiz kaldı, Molly’yi kucakladı, Lily’yi fırçaladığı için çok rahatlamıştı. Gel gelelim Lily... Molly’yi yere bırakıp elini sıkı sıkı tutarak, şu anda sırtını duvara vermiş halde dikilen, elleri önlüğü altında yumruk olmuş hizmetçiye doğru döndü. Korkmuş, saldırgan ve vicdan azabı içerisinde görünüyordu. Elinden geldiğince sakin bir tavırla, Bizimle gel Lily, dedi. Lily’nin ağzı açıldı ama başıyla onayladı ve onları sessizce takip ederek aile bölümüne indi. Celia’nın kapısına vardıklarında Hannah kapıyı çaldı ve kısa bir süre sonra Celia’nın suratı belirdi. Yatma hazırlıklarına başlamıştı. Evet? Celia, Molly bu gece seninle yatak odanı paylaşabilir mi? Molly neşeden küçük bir çığlık atarken Celia’nm gözleri de fal taşı gibi açıldı. Bakışları Hannah’mn arkasında duran Lily’ye doğru kayarak, Tabii ki, dedi. İçeri gel Molly. Molly kapıdan içeri hoplaya zıplaya girdi, Celia’nm yatağının ortasına doğru sıçradı. Celia öne doğru uzandı. Ters giden bir şeyler mi var Hannah? Hannah ona gergin bir tavırla gülümsedi. Sana her şeyi 319 sabah anlatırım. Ama eğer Molly’yi yanından ayırmazsan, bana büyük bir yardımda bulunursun. Celia’nm suratından anlık bir hayal kırıklığı ifadesi gelip geçti ama bunu güzel bir şekilde saklamayı başardı. Tabii. Bana anlatacaksın, öyle değil mi? Marcus bu tür şeyleri bana sabah olunca anlatacağına hep söz verir ve daha sonradan bunu bana anlatmaması gerektiğine dair mutlaka bir sebep ileri sürer. İçgüdüsel olarak Hannah onu çabucak kucakladı. Ben söz veriyorum. Ama sakın Molly’yi bir an olsun yanından ayırma. Sorun yaratıcı ya da endişe verici herhangi bir şey olursa, yardım için mutlaka zili çal, mutlaka. Celia ciddi bir yüz ifadesiyle başını sallayarak onayladı. Hannah Molly’ye iyi geceler diledi, kızı da buna neşeli bir el sallayışla karşılık verdi, ardından Celia kapıyı kapatır ve kilitlerken Lily’ye doğru döndü. Şimdi, sen benimle gel. Nereye hanımefendi? Lily’nin sesi titredi. Dükü görmeye. Hannah kızın korku dolu inleyişini duymazdan geldi ve emin adımlarla doğrudan dükün çalışma odasına doğru ilerledi. Lily, Hannah Marcus’un kapısını tıklatırken, Oh, hanımefendi, lütfen, diye yalvardı. O beni hapse gönderecektir. Kızınızı size geri verdim, onu hiç kimsenin incitmesine izin vermem...

Lily, sen çocuğumu benden sakladın ve ardında da onun kaçırıldığına dair bir not bıraktın. Hannah kapıyı tekrar çaldı. Sana nasıl davranacağım konusunda kendime güvenmiyorum. Lily yutkundu, gözleri kocaman açılmıştı. Her şey yolunda mı Hannah? Rosalind’in arkadan gelen endişeli sesiyle birlikte, Lily bir çığlık attı ve sanki vurulmuş gibi yerinden sıçradı. Hannah hızla arkasına döndü ve yere 320 düşmesini ya da kaçıp gitmesini önlemek için hizmetçiyi kolundan yakaladı. Rosalind’in kaşları aniden çatıldı. Hannah, daha Rosalind hiçbir şey söyleyemeden, Marcus nerede? diye sordu. Onu hemen görmeliyim. Onu David’in kapısının önünde göreli daha yarım saat olmadı. Neden Hannah, sorun ne? Kendini daha iyi hissediyorsun ya? Hannah telaşlı bir şekilde başıyla onayladı. Lily’yi bırakmadan arkasına döndü ve Rosalind’i geride hayretler içerisinde bakar halde bırakarak David’in odasına yöneldi. Kafasını uzatıp odaya bakınca David’in yalnız olduğunu, birkaç yastıkla desteklenmiş halde uyuduğunu gördü. Birisi, büyük olasılıkla Telman, onu tıraş etmiş, hatta hala ıslak olan saçlarını kesmişti. Daha şimdiden çok daha iyi görünüyordu. Ama Marcus orada yoktu. Hannah tam odadan çıkmaya hazırlanıyordu ki David kımıldandı, uyanarak gözlerini kırpıştırdı. Ne? Kim var orada? Hannah hafifçe, Marcus’u arıyordum, dedi. Seni rahatsız ettiğim için özür dilerim. Sorun değil. Tekrar yastıklara gömülerek iç geçirdi. Onu kıl payı kaçırdın. Ayrılalı çok olmadı. Kaşlarını çattı, ardından da tekrar doğrulup oturdu. Ama geldiğine memnunum. Hannah, yaptığım şey... Üzgünüm David ama gerçekten Marcus’u hemen bulmalıyım. Şu anda onun özrünü dinleyecek ruh halinde değildi. Ben affedilemezdim. Gerçekten David... Vurulmayı hak ettim. Hannah can havliyle, Lütfen David, dedi. Marcus’u bulmalıyım, Lily Molly’yi kaçırmayı deneyen kişilerle işbirliği yapıyordu! David’in kaşları havalandı. Molly mi? Kaçırılmak mı? 321 Hannah başıyla onayladı. Evet, onu alıp götürdüklerine dair bir not buldum, Marcus sana anlatmadı mı? Ama sonra Lily Molly’yi kendisinin aldığını ağzından kaçırdı. Onu kaçırmak isteyenler her kimse kızımı onlara vermektense, saklamıştı. Şimdi de bunları anlatmak için Marcus’u bulmalıyım. Bastırdığını düşündüğü isteri tekrar su yüzüne çıkmıştı. Kendisini en az notun anlamını idrak ettiği andaki kadar keyifsiz hissederek tek eliyle ağzını kapattı. Marcus’a, tavsiyesine ve her şeyin yoluna gireceğine dair vereceği güvenceye ihtiyacı vardı. Arayıp da onu bulamamak sinirlerini bozuyordu. Lily Molly’yi onlara göndermedi diye onu kaçırmak isteyen adamlar geri gelirlerse ne olacaktı? Ya bu adamlar silahlıysalar? Ya, ya... Hannah. David yatağından çıkmış, röbdoşambırım üzerine geçiriyordu. Bilmiyordum. Ne oldu? Hannah derin bir nefes aldı. Birileri Molly’yi kaçırmaya çalıştı. Ama hizmetçim Lily onlarla işbirliği yapıyordu. Aslında sanıyorum ki Molly’yi onlara götürecekti ama yapmadı, ancak bunu yapmayı deneyen insanlar hakkında bir şeyler biliyor olmalı. Derin bir nefes daha aldı ve dağınık düşüncelerini bir araya toparlamaya çalıştı. Marcus onu sorgulamak isteyecektir, sence de öyle değil mi? Geri geleceklerinden ya da bunu yapmayı tekrar deneyeceklerinden çok endişeliyim. Ama onun nerede olduğunu bilmiyorum. David biraz şaşkın görünüyordu ama başını sallayarak onayladı. Hiç şüphesiz. Otur, rahatla. Zili çaldı. Ama herkes iyi, öyle değil mi? Molly güvende dedin, değil mi? Hannah, gözlerini büyük bir rahatlamayla kapatarak, başıyla tasdikle-di. Kapı hafifçe vuruldu ve David hizmetkara hemen gidip Marcus’u getirmesini emretti.

Biraz çay ister misin? Hannah gözlerini açtı, David’in kendisinden pek emin olmayan bir tavırla ona baktığını gördü. Gözlerini sildi ve kendini zorlayarak güldü. 322 Hayır, teşekkürler. Çay istemiyorum. Tek isteğim, Marcus’la konuşmak. Erkek kardeşinle, diye alelacele ekledi. David’in suratından bilgece bir bakış geçti. Ah! Anlıyorum. Boğazını temizledi. O zaman, ben size dilerim ki... Hannah sert bir şekilde, Hayır, dedi. Evet, tabii ki. David, her ne kadar Hannah onun alaycı sırıtışını görse de, suratını başka tarafa çevirdi. Sonra hizmetkar tekrar belirdi, ekselanslarının dışarı çıktığını dile getirdi. David Hannah’ya baktı. Hizmetkara Telman’ı gönder, diye emretti. Hizmetkar başıyla selamladı ve ortadan kayboldu. David, Şimdi özür dileyebilir miyim? dedi. Hannah ona baktı. Hayır. David Üzgünüm, diye mırıldanarak ağzını kapattı. David! David aceleyle, Üzgünüm, üzgünüm, dedi. O konuda özür dilemiyordum! Hiç de değil, hayır, diğer şey için değildi! Hannah’ya bakarak sustu, ardından ikisi birden sinirleri boşalarak kahkahalara boğuldular. Bu daha iyiydi. Hannah sandalyesinde biraz daha rahatladı, kalbi yavaşlamaya başlamıştı. David’le birlikte bu şekilde gülebiliyorsa, her şeyin yolunda gideceği kesindi. 323 Bölüm 20 Telman hemen belirdi ancak onlara anlatacak kayda I I değer hiçbir şeyi yoktu. David’in sorusuna verdiği cevap, Dışarı çıktı lordum, oldu. David, Nereye? diye zorladı. Söyleyemem lordum. Bilmiyorum. Peki, ne biliyorsun? Telman David’in sorusundaki sabırsızlığı hissederek biraz daha dikleşti. Çok fazla şey değil lordum. Ancak evden sizin elbiselerinize bürünmüş bir halde ayrıldığından eminim. Hannah gözlerini kırpıştırdı. David’e döndü. Bunu neden yapsın? David Telman’ı kısık gözlerle süzmekteydi. Herhangi bir şey söyledi mi? Telman yutkundu. Ekselansları’na verdiğim hizmette, ağzımın sıkılığından her zaman gurur duymuşumdur lordum. Ve ben... David, Haydi ama, söyle? diye haykırdı. Telman aceleyle, Hannah’ya bakarak, Bana nereye gideceği ya da ne yapacağına dair hiçbir şey söylemedi, diye cümlesini tamamladı. Ancak sanıyorum ki ağzında kızınıza dair bir şeyler geveliyordu hanımefendi. Hannah kafası karışmış halde, içgüdüsel bir alarmla kaşlarını çattı. David küfretti, ardından da röbdoşambırını çıkartıp attı. Erkek kardeşimin takım elbiselerinden tekini getir, hemen 324 şimdi, diye Telman’a emretti. Uşak kapıya doğru atıldı, kapı arkasından büyük bir gürültüyle kapandı. David alnındaki bandı çekip çıkarttı. Hannah’ya kesiği işaret ederek, Hizmetçin bunu görünmez bir hale getirebilir mi? diye sordu. Evet. Hala olan biteni tam manasıyla anlayamamış bir halde, Hannah Lily’nin korkmuş gözler ve buruşturulmuş önlüğüyle hiç hareketsiz durduğu koridora fırladı. Hemen gidip kozmetik malzemeleri al gel, diye emretti. Kız başım salladı ve oradan ayrıldı. Hannah odaya geri koştu. Endişeyle, Ne yapacaksın David? diye sordu. Sen bir şeyler biliyorsun, öyle değil mi? David amansız bakışlarla başını sallayarak onayladı. Marcus’a beni döven adamları bulabilmesi için ihtiyacı olan bilgilerin tümünü verdim. Molly’yi onların aldığını düşünüyor olmalı -Tanrım, Hannah, çok

üzgünüm- dışarı benim giysilerimle çıkmasının tek sebebi bu olmalı. Ağzı acı bir gülümseyişle büküldü. Nasıl bir tezat, öyle değil mi? Tam aksi olacağına, Marcus benmişim gibi davranıyor. Hannah, kafası karışmış bir halde, Ama Molly burada, dedi. İsteri hissi tekrar yaklaşmaya başlamıştı. Marcus bunu bilmiyor. Telman büyük bir aceleyle kapıdan içeri daldı, elinde Marcus’un en şık takım elbiselerinden biri vardı, yelekleri kolundan sallanmaktaydı, diğer elinde ise çizmeleri, pantolonu ve gömleği vardı. David pantolonu üzerine geçirdi, ardından en ufak bir utanma belirtisi göstermeksizin geceliğini kafasından çekip çıkarttı ve keten gömleğe doğru uzandı. Hannah tek elini ağzına bastırdı ve gözlerini kapattı. Marcus, David gibi giyinerek, onu öldürmeyi deneyen adamların arkasına pervasızca düşmüştü. Çocuğunu kurtarmak için. Hannah titrek bir sesle, Ona ne yapacaklar? diye sordu. David, Telman kravatını bağlamaya çalışırken yeleği çekiştirerek üzerine geçirdi, omuz silkti. Hiçbir şey söyleyemem. 325 Benden pek hoşnut değillerdi ancak neden Molly’yi kaçırmayı deneyeceklerine dair en ufak bir fikrim yok. Sen benim karım değilsin ve... Tam o sırada Lily büyük bir aceleyle içeri girdi, kozmetik çantası elindeydi. David soğuk bakışlarını ona dikti. Bu konuda ne biliyorsun kızım? Marcus’a inanılmaz derecede benzemişti ve yüzünde de aynı uygun ifade vardı. Lily, yürümeyi bırakarak, korkuyla bir çığlık attı. Onun Marcus değil David olduğundan kesinlikle emin olan Hannah bile ona hayretler içerisinde baktı. Lily, Hiçbir şey, diye kekeledi. Ben, ben hiçbir şey bilmiyorum! Sadece çocuğu o... onlara götürmem gerekiyordu ama yapamadım. Yapmadım! Ben onu hiçbir zaman incitmem. Çocuğu kime götürmen gerekiyordu? Lily, Hannah’ya sessiz bir yalvarışla bakarak, dudaklarını yaladı. Bay Reece’e hanımefendi. Hannah, tamamen hazırlıksız yakalanarak, Ne? dedi. Lily’nin suratı kıpkırmızı oldu, elindeki çanta sallanıyordu. Ardından David yumruğunu duvara indirdi ve Allah hepsinin belasını versin! diye homurdandı. Hannah karmaşık hikayeleri takip etmeye çalışmaktan vazgeçti. Lily’ye, Onun alnındaki kesiği sakla, diye emretti. Çizmeleri ayağına geçirmek için yatağa oturan David’e, Ben de seninle geliyorum, dedi. David, Sen tam bir şeytansın, diye sertçe karşılık verdi. Hannah odadan koşarak ayrılırken, Dük olarak yanında düşesin bulunsa fena olmaz, diye bağırdı. Sakın beni almadan gitme! Hannah rekor sayılabilecek bir sürede yeni giysilerinden tekine büründü. Dağınık lülelerini yerlerine tekrar tutturdu ve bir düşes gibi salınmak yerine bir köylü kız gibi koşmasının gerekmesi durumunda rahat etmek için, eski yarım çizmelerini ayağına geçirdi. Ardından David’in odasına, Lily’nin işini 326 bitirmek üzere olduğu yere, aceleyle geri döndü. Yara güzelce gizlenmişti, daha çok alındaki bir gölgeyi andırıyordu. Telman David’in saçlarını büyük bir hızla hafif öne doğru tarayarak bu görünümü pekiştirdi. Bu Marcus’un saçlarını tarayış tarzına pek benzemiyordu ama yakındı ve David’i görünce, Hannah onun Exeter Dükü’ne inanılmaz derecede benzediğini itiraf etmek zorunda kaldı. David, Sen benimle gelmiyorsun, dedi. Kesinlikle geliyorum. Hannah Lily’ye döndü. Bu taraftan. Lily’nin suratı kireç gibi bembeyaz oldu. Oh, hanımefendi, lütfen! Size elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışmadım mı? Lütfen beni affedin, size yalvarıyorum. Hannah onu David’in odasına bitişik duran soyunma odasına doğru iteledi. Seninle geri döndüğümde ilgileneceğim. Kapıyı korkmuş hizmetçisinin üzerine kapattı, kilitledi ve anahtarı donakalan Telman’a verdi. Onu sakın dışarı çıkartma.

Uşak alçak bir ses tonuyla, Tamam hanımefendi, dedi. Hannah kapıdan süzülerek çıktı, David de onu takip etti. Arabaya binene kadar bir daha konuşmadılar, David’in sürücüye verdiği adres her neresiyse oraya doğru tıngır tıngır gitmeye başladılar. Marcus’un kendisine taksi çağırdığını öğrenmişlerdi. Hannah sonunda, Emin misin? diye sordu. David pencereden dışarısını seyrediyordu, yüzü ifadesizdi. Evet. Kısa bir süre sonra Hannah, Ama neden? diye sormaya cüret etti. Bay Reece’in Molly’yi kaçırmaya çalışmasıyla seni döven adamlar arasında ne tür bir bağlantı olduğunu anlayamıyorum. David ona doğru döndü. Beni pataklayanlar kalpazanlardı, dedi. Bu bağlantıyı kurmak şimdi çok zaman alır ancak 327 bu işe kolay kolay sıyrılıp kurtulamayacak kadar çok bulaşmadan önce -bunu sen de gördün- bu adamların kim olduklarından haberim dahi yoktu. Bu işi idare eden Bentley olmalı; Rourke’un başka birisine rapor verdiğinden hep şüphelenmişimdir. Beni kullanmak Bentley açısından büyük bir şaka olmalı. Tanrım! Tek elini saçları arasından geçirdi, kesiğin üzerini açmıştı. Hannah saçını eski yerine doğru indirmek maksadıyla öne doğru uzandı. David yüzünü buruşturdu. Daha sakin bir tavırla, 0 her zaman Marcus’u kıskanmıştır, diye devam etti. Bizler henüz gençken, hep dük olmaya ne kadar yakın olduğu, ama buna rağmen tek kuruşu olmayan bir hiçlikten öteye gidemediği konusunda şakalar yapardı. Marcus ondan hiçbir zaman hoşlanmadı ve onu dikkate almamayı tercih etti ve ben... pekala, ben sadece onun kıskandığını düşündüm. Ama o hiçbir zaman beş kuruşsuz olmadı ya da öyle olduğunu göstermedi. Hannah, olan biteni anlamaya başlayarak, Sahte para, dedi. Kalpazanların bastıkları paraları harcıyordu. David kafasını olumsuz manada salladı. Kalpazanların bastığı parayı ben harcıyordum ve bunları kağıt oyunlarında diğer insanlara veriyordum. Ama... Hannah başını iki yana salladı, kafası karışmıştı. Bunun Molly ile ne alakası var ki? Onu neden kaçırmak istesinler? David iç çekti. Bilmiyorum. Benim yerime Marcus’a zarar vermek isteselerdi, bu mantıklı olabilirdi. Hannah şaşkın bir ses tonuyla, Öyle olabilir mi? diye sordu. Tüm bunlar, yani Bentley’nin belirlediği hedef Marcus olabilir mi? David kaşlarını çattı. Hannah, Eğer öyleyse, diye yavaşça devam etti, bir yandan konuşmasını sürdürürken diğer yandan da parçaları bir araya getirmeye çalışıyordu, onun seni kullanmış olması mantıklı gelebilir; eğer sen kalpazanlıktan mahkum edilirsen, asılacaktın. 328 David, Sürülecektim, diye düzeltti. Aslında bunlar birbirlerine yeterince benzer şeyler. Hannah, O zaman Marcus’un varisi kalmayacaktı, diye devam etti. En azından yakınında... Tabii insanlar onun bir oğlunun olmayacağını düşündükleri sürece... Görünüşe bakılırsa Bentley bunun olmasını engellemek için çeşitli planlar yaptı. Tabii ki Marcus evlenmeye hiç yaklaşmadı. Hannah, Leydi Willoughby! dedi. O Marcus’un metresiydi. David Hannah’ya baktı. Bunu nereden biliyorsun? Rosalind söyledi. Ve Leydi Willoughby, Bentley Reece ile beraberdi! Onları bir gün yan yana gördüm! David gözlerini kırpıştırdı, ardından kafasını salladı. Peki, Susannah’mn tüm bunlarla ne alakası var? Hannah kısa bir an için uzun uzadıya düşündü. David’in gözleri tekrar fal taşı gibi açılırken, O Marcus’la evlenmek istiyordu, Rosalind söyledi, dedi. Belki de, ben... ortaya çıktığımda, çok öfkelendi. David, Daha ziyadesiyle korkunç bir hayal kırıklığına uğradı, diye mırıldandı. Sonra da Bentley’ye yardım etmeye karar verdi...? Hannah sustu, kafası çok karışmıştı. Bu hiç de mantığa uygun değildi. David kaşlarım çattı, ardından da ileri doğru uzandı. Bentley onu arayıp bulacaktı. O zaman Marcus’tan ne kadar nefret ettiğini öğrenecekti ve Susannah ondan da nefret edecekti, inan bana. Ve aynı zamanda, Bentley’nin planları Marcus’un sözde evliliğiyle de

değişmiş olmalı. Çünkü Marcus’un eğer bir çocuğu olursa... Hannah ağzı açık bakarken David’in de ses tonu alçalıp yitti. Sence Leydi Willoughby, Marcus’la evlenmeyi ve ona kesinlikle çocuk doğurmamayı umut ederek, en başından beri Bentley’yle işbirliği mi yapıyordu? 329 David kafasını salladı. Şunu kesinlikle ifade edebilirim ki Susannah onunla evlenmenin bir yolunu bulabilir ve anne olmayı istemeksizin düşesliğin tadını çıkartabilirdi; o baş belası denilebilecek derecede kibirlidir. Ama bu Bentley’nin bekleyemeyeceği kadar uzun bir zaman gerektirirdi. Marcus doksanına kadar yaşayabilir ve onun planını mahvedebilirdi. Hayır, eğer Susannah Bentley’yle işbirliği yapsaydı, onun aradan çok uzun bir zaman geçmeden dul Exeter Düşesi olmayı planlayacağından emin olabilirdik. Hannah işittiklerini şöyle bir hazmetti. Onu öldürebilirdi, diye fısıldadı. Ve sonra Bentley... Bentley dük olurdu ve eğer Susannah çekiciliğini ona karşı kullanırsa, Bentley’nin kendisiyle evlenmesini sağlayabilirdi. Ya da sadece unvanını korur ve Bentley’nin kendisine vereceği kesin olan o cömert nafakayla yetinirdi. David homurdandı. Bundan hiç şüphem yok. Ama bunun olmayacağını da garanti altına almalıyız. Pencereden dışarı bir kez daha baktı. Hannah, Ya Lily, diye devam etti. Lily’nin tüm bu olanlarda rolü neydi? David tek omuzunu havaya kaldırdı. Hiçbir fikrim yok. Hannah, yüksek sesle düşünmeye devam ederek, Bir gece onu Marcus’un çalışma odasına girerken gördük, dedi. Ama oradan hiçbir şey almadı, yani Marcus’un gördüğü kadarıyla. Onu sorgulamak istediğimde ise beni engelledi, onu bizzat gözetim altına alıp bundan sonra ne yapacağını görmeyi tercih etti. David alçak sesle, Molly’yi kaçırmak, işte yaptığı şey buydu, dedi. Hannah onu susturmak için tek elini havaya kaldırdı. Ama yapmadı. O zaman para. Bentley ona Marcus’un ev halkı arasında casusluk yapması için para vermiş olabilir mi? Elbette olabilir. David kaşlarını çattı. Ama öyleyse korkunç bir risk almış demektir. Marcus tereddütsüz bir sadakat 330 ister, bunu da ödüllendirir. Kadrosundakilerin büyük çoğunluğu, jenerasyonlardır olmasa da, yıllardır aileyle birliktedir. Ya Bentley, Lily’ye kızı planına uymak zorunda bırakan bir şey yaptı ya da kızın zaten bir kuyruk acısı vardı ve o da tesadüfen bundan faydalandı. Marcus’un yaptığını keşfetmesi durumunda kendisine ne yapacağını biliyor olmalı. Hannah, düke gideceklerini söylediğinde Lily’nin suratında beliren ifadeyi anımsayarak, Evet, sanırım biliyordu, diye mırıldandı. Hizmetçi, Beni hapse gönderecektir, demişti. Lily başına gelecekleri biliyordu, peki, o zaman tüm bunları neden yapmıştı? David, düşüncelerini yarıda keserek, Pekala, Molly’yi onlara teslim etmeyerek kendisini kurtarmış olabilir, dedi. Ve her ne kadar bunu boğazını sıkarak ondan bizzat almaktan büyük bir haz alacak olsam da, Bentley anlatmadığı sürece hikayenin aslını hiçbir zaman bilemeyeceğimizden de en ufak bir şüphe dahi yok. Neredeyse vardık. Hannah yerinden fırladı ve perdeyi kaldırarak dışarı baktı. Sis daha da yoğunlaşmaya başlamıştı, sokak lambaları ise şehrin bu kısmında çok daha yetersizdi. Ne yapacağız David? David, ciddi bir ifadeyle ona bakarak, Sen, dedi, beni takip edeceksin. Marcus seni de bu işin içine soktuğum için canıma okuyacak, dolayısıyla sakın yaralanıp her şeyi benim açımdan daha kötü bir hale sokma. Unutma, David o. Beni Exeter diye çağır ya da hiçbir şey söyleme. Bu kadar salak olduğu -David yüzünü ekşitti- ve kızını tehlikeye attığı için ona kızgın olmalısın. Çok fazla konuşma ve Marcus’a mecbur olduğundan fazla bakma. Bunu yaptığında gözlerinden sevgi akıyor. Hannah kızardı. Tamam. Elimden geleni yapacağım. Tekrar pencereye doğru dönerken, Hannah’ya omuzunun üzerinden şöyle bir bakış attı. Başaracaksın. Güven bana. Hannah gergin gergin yutkundu. Onu endişelendiren son bir şey daha vardı, üzerinde hiçbir şey yapamayacakları bir

331 şey. Marcus ne yapacak? Ya onun sen, senin de o olmadığını keşfederlerse? David sırıttı. Marcus’un ne yapacağına dair bir şey söyleyemem ama eğer akıllı bir adamsa yarı sarhoş, asık suratlı, hiçbir zaman iyi bir şey yapamayan, varlıklı ve güçlü erkek kardeşinin içeri dalarak kıçını tekrar kurtarmasını bekleyen adam rolü yapar. Hannah araba yavaşlayıp dururken ürper-di. David perdeyi bıraktı ve omuz silkti, Çok adilane, sence de öyle değil mi, onca zaman beni kurtardıktan sonra? Hazır mısın? Hannah başıyla onayladı ve David iterek kapıyı açtı. Marcus David’e saldıranları pek zorlanmadan bulmuştu. Kiralık at arabasından dışarı adımını atar atmaz, iki iri yarı gölge üzerine çullandı. İtelenip kakalanarak, tüm yol boyunca yüksek sesle itiraz ederek, hantal ambarların yanından su kıyısındaki derme çatma binaya doğru uzanan dar, dönemeçli binaya yönlendirilmeye ses çıkartmadı. Binanın gerisindeki iskeleler inleyip gıcırdadı, kazıklara çarpan akıntının hafif sesi kulaklarına ulaştı. Eski bir liman amiri kulübesi olmalı, diye düşündü. Kapıdan içeri sendeleyerek girdikten hemen sonra, iki eşkıya öne doğru atıldı ve onu bir sandalyeye doğru iteledi, ardından da oraya bağladı. Akan çatıdan inen su ensesinden aşağı doğru süzüldü ve ipler bileklerini kesti. Orada otururken, beşinci bir adam belirdi. Bu kısa boylu, tıknaz birisiydi, gür sarı saçları, kocaman kırmızı bir burnu, gaddar, çarpık bir ağzı vardı. Tek bir kelime etmeksizin diğer sandalyeye yerleşti. Rourke bu olmalıydı. Suç ortakları kollarını tehditkar bir tavırla büktüler. İçlerinden teki, Neden randevuna gelmedin? diye küçümseyerek güldü. Marcus kafasını tek tarafa sallandırdı ve yüzüne pis bir sırıtma yerleşti. Neden geleyim ki, erkek kardeşimin misafirperverliğinin tadını çıkartıyordum. Ondaki viski stoğu en iyilerinden... 332 Adamlardan teki, diğerleri homurdanıp aşağılayarak ona gülerlerken, Marcus’u kafasının arkasından tokatladı. Pekala, şimdi içkini içtiğine göre, umarım ilacım almaya hazırsındır. Marcus, her ne kadar kulakları yediği darbeden dolayı çınlıyor olsa da, sanki tüm bu olanlar dayanılmaz derecede can sıkıcıymış gibi iç çekti. Evet. Doğru. Ama görüyorum ki parayı gerçekten istiyorsun. Bunu almak için bir çocuğu kaçırmanın hiç de sportmence bir davranış olmadığını belirtmeliyim, ancak artık bu konu çözümlendiğine göre, bir bedel belirleyebilir miyiz? Tabii ki ödemeyi erkek kardeşim yapacak. Hepsi de anında sessizleştiler. Rourke sandalyesinde öne doğru uzandı. Şüpheli bir şekilde, Çocuk mu? diye sordu. Marcus başını sallayarak onayladı. Yaşlı hödük iyi bir bedel ödeyecektir. Ne de olsa karısının çocuğu. Rourke yandaşlarına baktı. Hepsi de dönüp dışarı çıktı ancak Marcus’un onların hemen kapının önünde dikildiklerinden en ufak bir şüphesi yoktu. Rourke, Geri istiyor, öyle değil mi? diye mırıldandı. Ya sen? Marcus suratını astı. Verin gitsin. O kız sürekli olarak çığlık atıp ağlar; hiç sessiz durmaz. Marcus’un hayatını tam bir cehenneme çeviriyor, buna rağmen neden hala onu istiyor, bilmiyorum. Karısını mutlu etmek için olmalı. Rourke, dudağında küçük bir gülümseme, Hayır, dedi. Ben seni geri almak için ne kadar verir demek istedim? Marcus düşünüyor gibi yaptı. İki Şilin? Rourke’un dudakları iyice kıvrıldı, tehditkar bir gülümseyişe büründü. Hayır. Sen bundan fazla edersin. En azından öyle olacağını ümit etsen iyi olur. Aniden ayağa fırladı. Pekala. Yumurcağı geri göndereceğiz, zamanı geldiğinde. Seni ne yapacağımızı ise zaman gösterecek. Marcus tekrar iç çekti ve bacaklarını kımıldattı. Bağları kesebilirsiniz, biliyorsunuz. Bir anlaşmaya varabiliriz, sadece 333 kendi aramızda. Rourke’un ruhsuz siyah gözleri ona odaklandı. Hayır. Çarpık sırıtış suratına tekrar yerleşti. Henüz değil. Marcus bir kez daha derinlemesine düşündü. Her ne kadar bunu yapmayı umutsuzca istese de, Molly’den bir kez daha bahsetmeye cesaret edemedi. Rourke onu başından atmak ya da herhangi bir talepte bulunmak

için hiç de acele içindeymiş gibi görünmüyordu. Aslına bakılırsa, sanki... bekliyor gibiydi. Ne için? Ya da kimi? David’in söylediklerini tekrar düşündü. Beyefendilere hizmet veren bir terzi atölyesi üzerinden çalışan kalpazanlık zinciri. Zenginler sınıfına dağıtılan banknotlar. Kendi ev ahalisinde casusluk yapan bir hizmetçi. Tüm bunlar ne anlama geliyordu? Molly’yi neden kaçırmışlardı? Tüm bu olanların gerçek odağının kendisi olması gerektiğini bir şekilde biliyordu; bilindiği kadarıyla, David Molly’yi hiç görmemişti. Eğer bu adamlar David’in düşüncesini değiştirmesini sağlamak için bir şeylerin peşindeyseler, Celia ya da Rosalind çok daha mantıklı bir seçim olurdu. Yani o, Marcus, bu adamların gerçek anlamda istedikleri tek kişiydi, ama neden? Rourke paradan bahsedildiğinde kılını bile kıpırdatmamıştı. Yoksa Lily’nin çalışma odasında aradığı şeyin peşinde miydi? Belki de Hannah’nın hizmetçiyi aşağı çağırmak ve sorgulamak yönündeki sezgisini önemsemeliydi. Şimdi bekliyorlardı. Hannah’yı, nasıl olduğunu ya da neler hissettiğini düşünmemeye çalıştı. İnşallah Rosalind onu uyuyabilmesi için bir şeyler içmeye ikna edebilmişti. Eğer her şey yolunda giderse, Molly o uyandığında güvenli bir şekilde eve dönmüş olurdu. Eğer her şey yolunda giderse, zamanında evde olur, onu iyi haberlerle kendisi uyandırırdı. Dışarıdaki adamlardan teki bir süre sonra kapıyı açtı, kafasını içeri soktu. Kaşları yukarı kalkan, ardından da başını 334 yavaşça sallayan Rourke’a mırıltıyla bir şeyler söyledi. Kapı kısa bir süre kapalı kaldı, sonra tekrar açıldı. Marcus kafasını kaldırdı ve şaşkınlık içerisinde, karşısında kendisini gördü. Marcus, tüm hayatı boyunca, kendisi ve erkek kardeşi arasındaki her bir farklılığın kesinlikle farkında olmuştu. Bunlar onun kafasına küçük yaştan itibaren tüm detaylarıyla kazınmıştı: varis oydu, fırlama ise David. O her zaman David’i gözetmek zorundaydı, David ise başını sürekli belaya sokmak durumunda. Ama yine de, işte oradaydı, birtakım belalı tipler tarafından sandalyeye bağlanmıştı ve David de karşısındaydı, olabildiğince terbiyeli ve düzgün görünmeye çalışıyordu, kolunda da bir hanımefendi vardı. Marcus Hannah’yı görür görmez gerildi. Burada ne işi var, diye öfkeyle düşündü. David’in belaya kayıtsızca atlamasını engelleyemezdi ama erkek kardeşinin boğazına onu buraya getirdiği için sarılabilirdi. Hannah’ya bir şey olabileceği düşüncesine dahi dayanamıyordu ve Marcus hayatında ilk defa korkuyla ürperdi. David’in ne yapmaya çalıştığını bilmiyordu ancak işlerin ters gitmesi ve Hannah’mn zarar görmesi durumunda... Kendisini zorlayarak gözlerini Hannah’dan ayırdı, David’e odakladı. Erkek kardeşi orada, soğuk, ifadesiz gözlerle ona bakarak dikiliyordu. Dimdikti, kolu Hannah’nın eline doğru hafifçe bükülmüştü. Tıpkı... Marcus’un kafasında o an şimşekler çaktı. David onu taklit ediyordu, tıpkı kendisinin David'i oynayışı gibi. David daha önce de oymuş gibi davranmıştı ama hiçbir zaman bencillikten uzak bir sebepten değil. Marcus Hannah’nın orada bulunmasına sıcak bakmıyordu ancak rolüne devam etmekten başka bir seçeneği de yoktu. Sandalyesinde kamburlaştı ve burnundan soludu, Uğursuzluk zamanı geldi, diyerek onları karşıladı. David’in kaşı hafifçe havaya kalktı. Buz gibi bir sesle, Gerçekten de öyle, dedi. Eğer beni niyetlerin konusunda 335 bilgilendirme zahmetine katlansaydın, seni bulmak bu kadar uzun zamanımı almazdı. Arkasında, kapıda pusuda bekleyen iki adama kibirli bir bakış attı. Bizi yalnız bırakın. Rourke ayağa kalktı. Henüz değil dostlar, dedi. Sizi buraya getiren şey nedir Ekselansları? Hannah, son derece hüsrana uğramış bir ses tonuyla, Bunu nasıl yaptın? dedi. Marcus onunla göz göze gelmekten kaçındı. Ona uzunca bir süre bakarsa, kendini kesinlikle ele verirdi. Onu sırf beni azarlaması için buraya getirmedin, öyle değil mi? Bu hiç de uygun bir zamanlama değil yaşlı adam.

Nedendir bilinmez, senin eve nispeten iyi bir halde geri döneceğini görmek istedi. David nefesini yavaşça serbest bıraktı, buz gibi bakışları hala Marcus'un üzerine odaklıydı. Marcus da kaşlarının altından ona baktı. David döndü ve Hannah’ya bir şeyler fısıldadı, sonra Rourke’a döndü. Ne kadar istiyorsun? diye sordu. Surat ifadesi sıkkındı. Rourke kısa bir kahkaha attı. Ben değil dostum. Hiçbir şey istemiyorum. Kısa bir an için kapıya baktı. Henüz değil. Ah. Şu kuru, keyifsiz gülümseme tekrar David’in dudaklarına yerleşti. Bentley’yi mi bekleyeceğiz yoksa? Rourke gözlerini kırpıştırdı. Marcus neredeyse sandalyesinden düşüyordu. Daha doğrusu, bağlı olmasaydı düşecekti. Bentley mi? Tabii ya, olan biteni gittikçe şiddetlenen bir öfke ve coşkuyla gözden geçirince, akla mantığa uygun, diye düşündü. O kadar mantıklıydı ki, bunu daha önceden kendisi keşfedebilmeliydi. Rourke, Evet, diye homurdandı. Onu bekleyeceğiz. Hımm. David Rourke’a anlaşılmaz gözlerle baktı. Efendinin izni olmaksızın adım atmamaksın, anlıyorum. İrlandalı dikleşti. David kollarını kavuşturdu. Gel de şu işlemi hızlandıralım, ne dersin? Erkek kardeşimi zaten bir güzel patakladınız; o kadar ki dahasına kesinlikle gerek yok. 336 Marcus, David konuşmasını buz gibi bir bakışla yarıda kesince itaatkar bir tavırla sandalyesine gömülerek, Oh, gerçekten de öyle, diye sızlandı. Ondan daha ne bekliyorsunuz ki? Bu kez David ona gülümseyerek baktı, aşağılama doluydu. Bu Marcus açısından biraz sarsıcıydı, erkek kardeşine işte böyle görünüyordu, ama bu düşüncesini silkinip hemen bir tarafa attı ve her bir soru ve düzeltmenin ardından, gözlerini David’in daha önce defalarca yaptığına şahit olduğu tarzda yuvarladı. Bentley ondan çoğumuzdan çok daha fazla faydalandı. Onunla temasını bir an önce kessen çok iyi olur. Hayır. Rourke’un sarı dişleri göründü. Dünyada olmaz. David’in kaşları daha da havalandı. Gerçekten mi? Onun için başka planların mı var? Seni temin ederim ki, o yeterince zeki ya da güvenilir birisi değil. En temel yeteneği kumar oynamak ve sen bundan çoktan faydalandın bile. Marcus, kızgın bir şekilde, Öyle, teşekkürler, ama ben almayayım, dedi. Buraya kadar, sırf şu çocuğu almak için geldikten sonra. Hannah, Sakın ha, diyerek lafını yarıda kesti, sesi titriyordu. Eğer sen olmasaydın, o hiçbir zaman tehlikede olmayacaktı. Ona dair hiçbir şeyin dikkatini dağıtmasına izin vermeye cesaret edemeyerek, Hannah’nm bakışlarından kaçındı. Pekala, evet, bunun için üzgünüm, diye ağzında geveledi. David umursamaz bir alaycılıkla, Evet, hep öylesin zaten, dedi. Her şey olup bittikten sonra. Hannah’ya döndü. Kendini üzme hayatım. Bununla ben ilgileneceğim. Ardından ellerini arkasında kenetleyip odanın karşısına doğru yürürken Rourke’a baktı. Marcus sadece erkek kardeşinin suratında hafif, küçümseyici bir gülümseme görebildi. David, İkimiz de çok iyi biliyoruz ki, çocuk için Bentley’den hiçbir şey alamayacaksın, dedi. Bunu o kadar alçak sesle söylemişti ki, Marcus işitmek için 337 inanılmaz bir çaba harcamak zorunda kaldı. Söz erkek kardeşimden açılmışken, beş para etmezin teki, ama Ekselansları eşim onu bir kez daha görmek istedi. Şimdi onun düştüğü durumu gördükten sonra, o bile artık onu istemeyebilir. Eskortum, düşes ya da benim tersine bir şey söylemememiz durumunda, arkamdan gelecek. Gel, ikimiz de bu işten kazançlı çıkalım, ikisini de yollayalım, ne dersin? Marcus Rourke'un söylenenleri kafasında tartıp biçtiğini fark etti. David’in planı neydi? Marcus’un serbest kalmasını istediği açıktı, ama sonra ne olacaktı? Marcus, David’in tam aksine, Timms ve Stafford’un kalpazanları silahlı bir düzine adamla yakalayabileceklerini biliyordu. Ama onları alıp getirmek zaman alırdı ve David de yalnız kalırdı... Hannah’nın eli alnına şöyle bir değip geçince irkildi. O kadar derin düşüncelere dalmıştı ki, onun kendisine yaklaştığını fark edememişti. Şimdi Hannah endişeli bir şekilde ona doğru eğilmekteydi, mavi

gözleri onunkilere korkunç derecede yakındı, kalbi göğsünde dehşet uyandıran bir sevgi ve korku hissi karışımıyla zıpladı. Hannah, Endişelenme, diye fısıldadı. Ardından yüksek sesle, öfkeyle, Yaralanmış! dedi. Rourke ve David, onlara bakmak için döndüler. Hannah, Rourke’a bakarak, Buna nasıl cesaret edebilirsin, diye devam etti. O yaralanmış ve sanıyorum ateşi de var. Onu orada, baştan aşağı ıslak bir halde nasıl oturtabilirsin, sende ahlak ve nezaket diye bir şey yok mu? Onu bir an önce eve götürmeliyim. Şaşkınmış gibi davranmaya dahi fırsat bulamayan Marcus’a dönerek, Annen inanılmaz derecede endişelenecektir, diye ekledi. Senin için zaten çok endişeliydi, eve sırf dışarı çıkıp başını belaya sokmak için mi geri döndün! David, sen gerçekten de kendine bakmaya muktedir bir insan değilsin. Ona David demişti. O David’di. Marcus kaşlarını çattı. Ben iyiyim, diye homurdandı. Her şeyin üstesinden gelmeye de yeterince muktedirim! Pekala, maddi bir kaynağa ihtiyacım 338 olabilir, ama bu çok büyük bir meblağ değil, diyelim ki, beş bin paund, Rourke’un gözleri dile getirilen miktarla ışıldadı. Sence ben deli miyim? David kibirli bir şekilde homurdandı. Sana beş bin paund vermek mi! Bu hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Paramı ateşe atarım, daha iyi. Marcus Rourke’a baktı. O zaman iki bin olsun? Yani, çocuk için demek istiyorum. Onca yolu kat ederek buraya geldin, bir teklifte de bulunabilirsin. David hızla, Metelik yok, dedi. Marcus neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyordu ama başka blöfü de yoktu. Sandalyesine çöküp kaldı ve suratsız görünmeye çalıştı. 0 zaman beni suçlayamazsın. Kızı geri almaya çalıştım. Onun bize yardım etmeyecek olması benim hatam değil. Rourke bir David’e bir Marcus’a bakıp duruyordu, hesap küçük bir belirsizlikle karışmıştı. Marcus adamın, Bentley’ye uysun ya da uymasın, beş bin Paund’u alma şansını yakalayabilmeyi dilediğinin farkındaydı. David hafif bir gülümsemeyle, Hayır, sana para vermekten bıktım, dedi. Bu kez, alacaklılarınla bizzat ben ilgileneceğim. Rourke’a baktı. Bu mezbelede ne kadar daha beklemeliyim? İrlandalI somurttu. Sizin yerinizde olsam konaklama konusunda endişelenmezdim Ekselansları. Öyle mi. David’in ses tonu buz gibiydi. Saatini çıkartıp baktı. Zamanın azalıyor. Kısa bir an için işitilen tek ses çatıdan sızan su damlacıklarının çıkarttığı şıp şıplar oldu. Marcus nefes almakta zorlanıyor, beynini serbest kalmanın bir yolunu bulmak için zorluyordu. Rourke’un bakışları David’den Marcus’a kaydı. Pekala, diye homurdandı. Onu al. David, bir kenarda bekleyip adamlardan tekinin Marcus’ un etrafına dolanan ipleri kesişini seyrederken, Böylesi daha iyi, diye mırıldandı. 339 Yürüyebilecek kadar iyi inisin? Evet, evet, diye çıkıştı. Kalbi sanki bir ordu davulu gibi kuvvetli çarpıyor, saniyeleri belirliyordu. Bentley her an gelebilirdi ve Bentley Rourke’un hiçbir zaman yapmayacağı sonucu çıkartır, onunla David’in rol değişimi yaptıklarını anlardı. Kuzenleri onları uzun bir süre kandırılamayacak kadar iyi tanıyordu. Hannah olayların tam ortasındayken, Marcus oradan bir an önce ayrılmaları gerektiğini biliyordu; eğer Bentley üçünü birden kontrolü altına alırsa, ölmüşler demekti. Haydi, gidelim o zaman. Gereksiz yere manşetleriyle uğraşarak ceketini silkinip atan David’e baktı. İyi bir gösteriydi Exeter. David burnundan yavaşça bir nefes aldı. Ekselansları eşimi güvenli bir şekilde eve götür, diye lafı yapıştırdı. Senin şu lanet olası boynunu kurtarmak için katlandığım bunca şeyin ardından, en azından bunu yapabilirsin. Aaa... tamam o zaman. Marcus kendisini zorlayarak acı acı gülümsedi ve Hannah’ya kolunu gösterişli bir şekilde uzattı. Artık görüntüyü kurtarmaya gerek yoktu, stratejik bir geri çekilmenin tam zamanıydı. Daha Hannah’nm parmakları giysisinin koluna dokunur dokunmaz, şapkasını yerden hızla aldı ve kapıya doğru ilerlemeden önce kafasına taktı. Dudağını büken ancak söyleneni yapan oradaki adama, Yana çekil, dedi. Kapıyı iteleyip açarken, Marcus David’e son bir kez bakmayı başardı. Erkek kardeşi dimdik ve gururla

dikiliyordu, gözleri haricinde koktuğuna dair en ufak bir belirti yoktu. Kardeşine sessizce, geri döneceğim, dedi. David’in gözleri, çabuk ol, karşılığını verdi. Marcus çekip kapıyı kapattı ve aceleyle Hannah’yla iskeleden aşağı yürüdü. 340 Bölüm 21 Hannah, her ne kadar korkunç derecede titriyor olsa da, bir şekilde arabaya neredeyse normal tarzda yürümeyi başardı. Marcus’un hemen yanında, kendisine yakın varlığını işitip hissedebiliyordu, eli onunkini sıkı sıkı kavramıştı. Onu, bir sandalyeye bağlandığı ve tartaklandığı bu korkunç barakadan güvenli bir şekilde çıkartmaktan başka hiçbir şey düşünmüyordu, ama şimdi tehlikede olan kişi Davıd’di ve Hannah onu nasıl kurtarabileceklerini bilmiyordu. Arabada yalnız kalır kalmaz Marcus’a, Sen ne düşünüyordun? diye haykırdı. Marcus, sen... Marcus Hannah’yı kollarının arasına çekti ve esaslı bir şekilde öptü. Kafasını kaldırdığında, Hannah ona dumanlı gözlerle bakmaktan başka bir şey yapamadı. Umudunu yitirmiş bir şekilde, Hayatta kalamazdım, dedi. Seni öldürselerdi eğer. Marcus’un gülümseyişi sevecendi. Ölmek bir an olsun aklımdan geçmedi hayatım. Ama neden? Marcus’un kollarım sıkıca kavradı. Neden gittin? Marcus parmağını Hannah’nm dudaklarına bastırdı. Molly’yi kurtarmak için. Gitmezlik edemezdim. Hannah’nm gözlerinden yaşlar döküldü. Titrek bir kahkaha attı. Molly evde, güvende. Onu Lily saklamış, Lily Bentley, Reece adına çalışıyormuş. Ama her ne kadar... 341 Marcus, şaşkın bir şekilde, Evde güvende mi? diye tekrarladı. Tanrıya şükürler olsun, bu her şeyi daha da kolaylaştıracak. Hafifçe kaşlarını çattı. Hannah onu daha da sıkı tuttu. Bunu bana söylemeden nasıl yapabildin? Marcus’un bakışları bir kez daha ona odaklandı. Seni daha fazla endişelendirmek istemedim. Molly’nin kaçırıldığını düşündüm. Kaybedilecek zaman yoktu. Fakat... fakat... Hannah yüzünü elleriyle örttü, mantıklı olamayacak kadar endişeliydi. Fakat neden gitmeliydin? Marcus, Hannah gözlerini açana kadar hiçbir şey söylemedi. Duraksayarak, Hannah’yla tam manasıyla göz göze gelmeksizin, Biliyorum, diye başladı, ben sevilmesi kolay bir adam değilim. Sustu. Sertim, kibirliyim ve soğuğum, tıpkı insanların olduğuma inandıkları gibi. Hannah, Hayır! diye itiraz etti. Marcus kafasını kaldırarak ona baktı. Çoğu kişi için öyleyim. Her zaman öyle olduğuma inandım. Bir dük, duygularıyla hareket etmez. Kısa bir an için kaşları tekrar çatıldı. Ama sen bana güçlü duygular hissetmenin ne demek olduğunu gösterdin... Senin için, her şeyi yaparım. Molly’yi sana sağ salim getirmek, onu olası herhangi bir kötülükten korumak için her şeyi yapacaktım. Senin bana verdiklerinden sonra... Hannah, gözleri yaşlı, Ama benim sana verecek hiçbir şeyim yok ki, dedi. Marcus’un gülümseyişi tereddütlüydü. Ya kalbin? Hannah’nın kahkahası boğazına düğümlendi ve dışarı yarım bir hıçkırık şeklinde çıktı. Onun çoktan senin olduğunu nasıl fark etmezsin? Marcus Hannah’yı karşı koltuktan kendisine doğru çekti, sıkı sıkı tuttu. Daha önce hiç kimse bana kalbini vermemişti, diye fısıldadı. Hiç kimse mi? Hannah Marcus’un suratına dokundu. Londra’daki tek bir kadın bile mi? 342 Marcus başını çevirdi, dudaklarını Hannah’nın avucuna bastırdı. Alaycı, hüzünlü bir bakışla, Bu, dedi, aynı türden bir sevgi değildi. Duraksadı. Onlar düşes olmak istediler, karım değil. Hannah, küçük bir nüktedanlıkla, Sana arada fark olduğunu söylemiştim, diye hatırlattı. Marcus ona o kadar savunmasız bir duygu ifadesiyle baktı ki, Hannah neredeyse göz yaşlarına boğuluyordu. Bunun yerine onu tekrar öptü.

Kısa bir sürenin ardından, kendisini garip bir şekilde sakin ve aklı başında hissederek, David konusunda ne yapacağız? diye sordu. Onu zaten dövdüler. Öldürmeye çalıştılar. Marcus onu tekrar karşısındaki koltuğa bıraktı. Onu öldürecekleri yönünde tehdit ettiler, diye düzeltti. Arada büyük bir fark var. Eğer onu öldürmeyi istemiş olsalardı, bu fırsat ellerine geçtiğinde neden yapmasmlardı ki? Hayır, onun ölmesini istemediler, en azından şimdilik. Ondan başka bir şey istediler ve ben bunun para olduğunu farz etmekle hata yaptığımı hiç zannetmiyorum. Bentley daha derin bir oyunun peşinde ama Rourke ve arkadaşları para istiyor, ki bunu David hayattayken almalarının çok daha olası olduğunun farkındalar. Hannah, gözlerini hissettiği rahatlamayla kapatarak, Oh, Tanrı’ya şükürler olsun, diye iç çekti. Onun için o kadar korkmuştum ki. Marcus, Haklıydın, diyerek sertçe araya girdi. Bu aptalca bir fikirdi. David bunu yapmamalıydı. Oymalı maun panele gizlenmiş kapıyı açtı ve bir çift tabanca çıkarttı. Hannah’nın gözleri yeni bir telaşla fal taşı gibi açıldı. Ama onun canlı kalmasını isteyeceklerini söylemiştin! Evet, ilk başta öyle. Barut çıkarttı ve tabancaları doldurmaya başladı. Ama aslında istedikleri kişi Exeter Dükü. Öne doğru eğildi, gözleri inanılmaz derecede ciddiydi. Hannah ellerini birbirine kenetledi, tekrar inanılmaz bir dehşet içerisindeydi. Neden bizim çekip gitmemize bu kadar kolay izin 343 verdiklerini görmüyor musun? Onu ele geçirdiklerini düşünüyorlar, hiçbir işe yaramayan bir serseriyle bir kadına ise ihtiyaçları yok. Kandırıldıklarını anladıklarında, David büyük bir tehlikenin içerisinde olacak. Hannah, Belki de fark etmezler, diye konuşmaya başladı. Marcus başını olumsuz anlamda salladı. Bentley anlayacaktır. Bizi gerçeği eninde sonunda anlayacak kadar yakından tanıyor. Tabii ya. Hannah titredi. Onun gitmesine hiç izin vermemeliydim! Pekala. Marcus omuzunu silkti. Atılan adım geri alınamaz, dolayısıyla onun bize kazandırdığı her şeyi kullanmalıyız. Tabancaları ceketinin ceplerine sokuşturdu, ardından diğer bir paneli daha açtı, bundan da keskin bir bıçak çıkarttı, çizmesinin içine attı. Ardından pencerenin perdesini geriye doğru sıyırdı ve dışarı baktı. Yeterince uzaklaşmış olmalıyız. Tekrar Hannah’ya döndü. Gidip Timms adlı adamı bulmanı istiyorum. Harris’e adresi vereceğim. Ona de ki... Hannah, Sen nereye gidiyorsun? diye haykırdı. Marcus yalın bir şekilde, David’e, dedi. Hannah, Oraya tek başına geri dönemezsin! dedi, suratı bembeyazdı. Dedektifleri çağır ya da en azından yanma binlerini al! İzin ver, ben de seninle geleyim! Marcus, Hannah’nın itirazını yarıda keserek, Senin için endişelenirken erkek kardeşime yardım edemem, dedi. Hannah, onu öldürmek istiyorlar. Eğer onun Exeter Dükü değil de David olduğunu anlarlarsa... Hannah Marcus’un yüz ifadesini görünce ağzını kapattı, karşı çıkmak için ölüyordu ama bunu yapamadı. Bay Timms’e gitmeni, ona Rourke ve Bentley’nin yerini söylemeni istiyorum. Ona en kısa zamanda mümkün olduğunca fazla sayıda adam toplamasını ve onları alıp hemen oraya gitmesini söyle. Kendi başıma yapabileceğim şeyler çok sınırlı. 344 Hannah başını sallayarak onayladı, kalbi korkudan sıkışmıştı. Marcus, yanağını avucuna alarak, ona yüreklendirici bir şekilde gülümsedi. Dudaklarına ani, sert bir öpücük kondurmadan önce, Seni seviyorum, diyerek Hannah’yı şaşırttı. Hannah, Ben de seni seviyorum, dedi, ama Marcus araba yoluna devam ederken kapıyı açıp dışarı süzülmüştü bile. Kısa bir süreliğine dışardan çeşitli seslerin geldiğini işitti, ardından sürücü kırbacı şaklattı ve araba hafifçe hızlandı. Hannah pencereye doğru atıldı ve perdeyi yırtarcasına açtı, ancak yoğun sisten dolayı hiçbir şey göremedi. Marcus gitmişti. Kendi kendine, yaşanan o son, aceleye getirilmiş değiş tokuşu aklına dahi getirmemeye çalışarak, işte bu iyi, dedi. Eğer o onu göremiyorsa, başkaları da göremezdi. İskeleden ne kadar uzaklaşmışlardı? En ufak bir

fikri yoktu. İki tabancayı -iki atış demekti- ve bıçağı düşündü. Beş silahlı adam dışında, David’i kim rehin tutabilirdi. Kendini ön koltuğa attı ve arabanın camını tıklattı. Acele et! Yanıt gelmedi. Daha hızlı! diye haykırdı, bu kez sürücü onu işitmiş olmalıydı, araba ileri doğru fırladı, tümsekli sokaklarda müthiş bir hızla ilerledi. Hannah tekrar arka koltuğa yerleşmiş, kollarını vücuduna dolamış, titrememeye çalışıyordu. Araba durunca, kapıyı hızla ardına kadar açtı ve hoplayarak aşağı indi. Sürücünün şaşkın itirazlarını dikkate almaksızın eteklerini havaya kaldırdı ve merdivenleri koşarak çıktı, kapıyı bir uşak gelip açana kadar yumrukladı. Hannah, onu iteleyip içeri girdi, Bay Timms nerede? diye sordu. Canı sıkılan hizmetkar, Şunu belirtmeliyim ki hanımefendi, dedi, kendisi ziyaretçi kabul etmiyor. Ama beni edecek. Hannah adamı merdivenlere doğru iteledi. Kendisine Exeter Düşesi’nin onun yardımına acilen ihtiyacı olduğunu söyle. Unvan uşağın kafasını karıştırmıştı; Hannah’nın gerçekten 345 bir düşes mi, yoksa düşesin hizmetçisi mi olduğunu anlamaya çalışarak ona bakıp durakladı. Hannah, Haydi git! diye haykırdı. Buz gibi bir ses, Size yardımcı olabilir miyim? diyerek araya girdi. Hannah hızla arkasına dönünce kahyayla burun buruna geldi, adam sanki onu tuttuğu gibi sokağa atmak ister gibiydi. Hannah, uşağın mırıltılarını bastırarak, Bir an önce Bay Timms’i görmeliyim, dedi. Bu bir ölüm kalım meselesi! Kahya tereddüt etti. Dikkatle, Siz Ekselansları mısınız? diye sordu. Evet! Hannah hissettiği sabırsızlıktan dolayı bir çığlık atabilirdi, ne kadar da yavaş hareket ediyorlardı. Bay Timms’i gidip getirecek misiniz, yoksa koşturarak evin her tarafını aramalı ve onu bizzat ben mi bulmalıyım? Kahya sanki hala onu sokağa atmak istiyormuşçasına dudaklarını büzdü ama bunun yerine hafifçe eğilmekle yetindi. Ona söyleyeceğim hanımefendi. Smith beklemeniz için sizi misafir odasına götürecek. Sonra gözden kayboldu, Tanrı’ya şükürler olsun ki hızlı yürüyordu. Smith adlı uşak ona yaklaştı, biraz daha saygılıydı. Bu taraftan Ekselansları, dedi. Hannah ona baktı. Burada bekleyeceğim. Adam gözlerini kırpıştırdı. Pelerininizi alabilir miyim? Hayır! Genç adam yutkundu. Eğer Hannah bu kadar korkmuş olmasaydı, yaptığı huysuzluktan dolayı özür dileyebilirdi; şu anda düşünebildiği tek şey her şeyin ne kadar uzun zaman aldığıydı. Bay Timms’in adamlarını toplamak için zamana ihtiyacı olacaktı, sonra bir de iskeleye yapılacak seyahat süresi vardı. Hannah, koridoru büyük bir heyecan ve endişeyle, titreyen ellerini sağa sola savurarak arşınladı. Marcus şimdi ne yapıyordu? Neredeydi? Ve David, hala hayatta mıydı, hala sağ 346 salim duruyor muydu? Marcus’un arabadan atlayışı ve sisler arasında kayboluşunun üzerinden en az on yıl geçmiş gibiydi. Ekselansları. Arkasına hızla döner dönmez, uzun boylu, geniş göğüslü, peçetesi yeleğinden aşağı sallanan bir adamın kendisine doğru yaklaştığını gördü. Yuvarlak, güler yüzlü suratı ihtiyatlı bir endişeyle yüklüydü. Kahyam bana çok acil bir konu sebebiyle burada olduğunuzu söyledi. Hannah, büyük bir aceleyle, Evet. Bir an önce gelmelisiniz -askerlerinizi ya da devriyelerinizi alınMarcus ve David onları buldular, aradığınız adamları, dedi. Bu acilin de ötesinde, tam bir can pazarı. Onlar ellerinde -yani, David demek istedim- ve Marcus onu kurtarmaya gitti fakat orada en az beş adam var, silahlılar...

Anlıyorum. Neyse ki Bay Timms’in olan biteni anlayabilmeye yeter miktarda sezgisi vardı. Peçeteyi yerinden çekip çıkarttı ve kahyanın ayağının dibine fırlattı. Hannah’ya, Nere-deler? diye sordu. İskelede. Tam yerlerini Harris biliyor. Timms hizmetkarına doğru döndü. Ekselanslarının arabacısından adresi al, diye emretti. Stafford’un Bow Sokağı’ndaki adamım bul ve bir düzine, mümkünse daha fazla adam getir. Bizimle en kısa sürede orada buluş. Koş! Uşak kapıyı ardına kadar açmadan evvel hızla selam verdi ve dışarı çıktı. Timms kahyaya el etti. Ne oldu? Hannah tek elini alnına bastırdı, düşüncelerini düzene sokmaya çalışıyordu. David geri döndü, tartaklanmıştı ve hastaydı. Ardından dün gece kızım ortadan kayboldu. Ama aslında kaybolmamıştı, onu kaçırmaya kalkışan hizmetçim sadece kızımı saklamıştı. Ama Marcus onun kaçırıldığını düşündü ve kurtarıp geri getirmek için gitti. Sonra David ile birlikte ona yardıma gittik, David Marcus’la rolleri değişmişti. O hala onların elinde ve Marcus da ona yardım etmek için geri döndü. Lütfen Bay Timms, acele etmeliyiz! 347 Bay Timms tamamen afallamış gibiydi ama kahyası cilalı ahşap bir kutu, bir ceket ve şapkayla büyük bir aceleyle geri dönerken başını salladı. Tamam. Ceketi sırtına geçirdi, şapkayı kafasına yerleştirdi ve Hannah’ya kapıdan önden çıkmasını işaret etmeden önce kutuyu aldı. O Harris’le hızlı hızlı bir şeyler konuşurken Hannah büyük bir güçlükle arabaya tırmandı, ardından Timms kapıyı büyük bir gürültüyle arkasından kapatınca hareket ettiler. Adam ahşap kutuyu açtı, içinde iki tabanca vardı. Tekini çıkarttı ve doldurmaya başladı. Hannah’ya keskin gözlerle bakarken, Şimdi, dedi, bana olan biten her şeyi ve ekselanslarının yaptığı araştırmalara dair bildiklerinizi tekrar anlatın. Hannah ona bildiklerini ve şüphelendikleri şeyleri aktardı. Araba çarpıcı bir hızla, yana yata yata ilerlemeye başladı. Hannah, birkaç kez, iki teker üzerinde aldıkları dönüşlerde oturduğu koltuğa tutunmak ihtiyacıyla, susmak zorunda kaldı. Anlatmayı bitirdiğinde, Timms doldurulmuş tabancalarını kontrol ederken kaşlarını çatıyordu. Bentley Reece, ha? Kesinlikle şüphelenmemiştim. Hannah tek elini havaya kaldırdı. Kimse şüphelenmedi. Rosalind bana onun bir züppe, çekici ve eğlenceli bir cilvekar olduğunu söylemişti. Timms homurdandı. Gizlenmek için bürünülebilecek en akıllıca kılık: İşe yaramaz bir adam. Araba yavaşlıyordu. Daha durmadan, Hannah kapıyı açtı ve etrafına şaşkın şaşkın bakınarak aşağı atladı. Marcus’la birlikte David’i bıraktıkları yer burası değildi. Timms de, tabancalarını paltosunun cebine sokuşturarak aşağı, onun yanma atladı. Şimdi Ekselansları, sizden arabada kalmanızı istemeliyim. Hayır. Hannah pelerininin şapkasını kafasına geçirdi. Sessiz olacağım, emirlerinize uyacağım ancak arabada beklemeyeceğim. Ayrıca burası doğru yer değil. 348 Timms iç çekti ama onun orada beklemesi yönünde başka bir şey söylemedi, bunun sebebi büyük olasılıkla hemen o dakika gölgelerin arasından kayıp gelen ve ona bir şeyler mırıldayan adamdı. Timms kafasını bir kez salladı, sonra Hannah’yı kolundan yakaladı. Sessizce, Yolun geri kalanını yürüyeceğiz, dedi. Orada kimlerin olabileceği ya da etrafta kaç adam bulunabileceği konusunda en ufak bir fikre sahip olmaksızın, en iyisi onları şaşırtmak. Hannah başını sallayarak onayladı. Timms tek elini havaya kaldırdı ve hafifçe salladı. Hannah etrafta, gölgelerin arasında daha fazla sayıda insan olduğunu fark etti, hepsi de siste sessizce süzülüyorlardı. Timms Hannah’yı kolundan sıkı sıkı tutarak yürümeye başladı. Hannah itaatkar bir şekilde acele etti, kalbi deli gibi atmaktan neredeyse patlayacaktı. Hızla ilerlerlerken, lütfen zamanında orada olalım, diye dua etti. Marcus harabe iskeleye hiç sorunsuz geri döndü. Sis, her ne kadar adamların arkasında kalmalarından nefret ediyor olsa da, dar geçidin sonundaki ıssız bekçi noktasını sessizce geçmesine olanak tanıdı. David’in hala hayatta olup olmadığını henüz görmeden, alarm verme riskini alamamıştı. Yavaş yavaş ve düşünüp taşınarak ilerleyip depoları geçti, eve doğru ilerledi.

Bu çürük çarık eski bir yapıydı, görünüşe bakılırsa yıkılmanın eşiğindeydi. Adamlardan teki kapı girişine yaslandı. Sise rağmen, Marcus tabanca namlularından tekinin parladığını görebiliyordu. Birkaç dakika süresince, gölgelerin arasından diğer bir adam çıkana kadar, seyretti. İlki biraz yaklaştı ve Marcus dışarıda sadece bu ikisinin olduğuna kanaat getirene kadar konuştular. Binanın köşesinden dolandı. Tuğlalar arasındaki çatlaklardan dışarı ışık sızıyordu, pis bir pencereden içeri bakınca David’i gördü. 349 Marcus gözlerini cama yapıştırdı. David tam karşısında, bir sandalyede oturuyor, sıkılmış ve mağrur görünüyordu. Rourke ise tırnaklarını küçük bir bıçakla temizlemekteydi. Üçüncü bir adam kapının yanında nöbetteydi, kemerindeki tabanca dikkat çekiciydi. Rahatlayarak nefesini bıraktı. Bentley henüz gelmemişti; çevirdikleri dolap hala devam ediyordu. Etrafına büyük bir dikkatle bakınarak, kendisine saklanıp olan biteni görüp işitmeye devam edebileceği bir yer bulmaya çalıştı. Eğer şansı varsa, Hannah ve Timms adamlarıyla birlikte aradan çok zaman geçmeden gelecekti. Onun ise olan biteni seyretmekten başka yapması gereken bir şey olmayacaktı. Marcus, dört silahlı adamla tek başına dövüşmek isteyecek kadar salak değildi. Arkada bir yerlerde, aradığını buldu. Su burada neredeyse zemine kadar çıkmış, hatta nehre doğru eğimlenmiş yosun kaplı taş basamaklardan bazılarım dahi örtmüştü. Kaygan basamakların tepesinde bir kapı vardı, bu odanın içinin güzelce görülmesini sağlayacak kadar çarpık bir kapıydı. Ayağını büyük bir dikkatle yerleştirerek kapıya kadar tırmanmayı ve olan biten her şeyi izlemeyi başardı. Uzunca bir süre görülecek ya da işitilecek hiçbir şey olmadı. Belirli aralıklarla Rourke adamına bir şeyler mırıldanıyor, o da pencereden dışarı bakıp başını iki yana sallıyordu. David genelde bu karşılıklı alışverişi iğneleyici yorumlarla karşılıyordu, hatta bir keresinde cep saatini anlamlı bir şekilde kontrol etmişti. Dışarıda, Marcus Rourke’un açgözlülüğüne yenik düşmesini sessizce diledi; daha evvel pazarlık etmeye eğilimli gibi görünüyordu, ama şimdi beklemekten hoşnut gibiydi. Kapı ağzına sıkışıp kalmış bir halde, düşünmeye zamanı oldu. Bentley’nin planı neydi? Kuzeni dükü istemişti; şimdi onun elinde olduğunu düşünecekti. Bentley şimdiye kadar 350 Lily’nin Molly’yi kaçırmayı başaramadığını öğrenmiş olmalıydı, ama belki de tüm bunlar onu -ya da David’i- buraya çekmek için düzenlenen bir entrikaydı. Bentley para istiyor olmalıydı. Her şey bir yana, en azından Rourke’a ödeme yapmak için buna ihtiyacı vardı. Fidye mi? Ama öyle olsaydı Rourke bunu, esirlerini serbest bırakmak yerine, David ve Hannah geldiklerinde isterdi. Şu soru kafasında onunla alay edercesine döndü dolandı: Bentley ondan ne istiyordu? Uzaktan gelen bir at arabası sesi sisi delip geçerken, Marcus hala olasılıkları gözden geçiriyordu. Marcus kulaklarını sabırsızlıkla kabarttı, görmek için binanın köşesinden dolandı. Gelen Timms olsaydı, oraya sessizce yaklaşması gerektiğini bilirdi, dolayısıyla sessiz ve saklanmaya devam ederek bekledi. Kuzeninin ince karartısıyla birlikte korkusu haklı çıktı. Bentley kapının dışındaki adama bir şeyler söyledi, sonra üçü birden içeri girdi. Şimdi içerde David dahil beş kişi vardı, altıncı adam sokağın ilerisindeydi. Marcus nefesini hayal kırıklığı içerisinde bıraktı ve kıyı şeridi tarafındaki güzel noktasına geri çekildi. Bentley’yi odanın ilerisinde görebiliyordu, girişteydi. Sırtı Marcus’a dönük duran David hala sandalyede oturuyordu. Kuzeninin suratında küçük, halinden memnun bir gülümseme belirdi ve sanki gördüklerinin tadını çıkartıyormuşçasına uzunca süre hiçbir şey söylemedi. David serinkanlılıkla, Her zamanki gibi, modaya uygun bir şekilde geç kaldın, dedi. Bentley eldivenlerini çekip çıkartarak gülümsedi. Belki de seni bekletmek hoşuma gidiyordur. David bezgin bir tavırla iç geçirdi. İş yapmaya başladığımızda beni haberdar edin, olmaz mı? Burada neredeyse bir asırdır beklemekten ağaç oldum. Bentley’nin suratındaki gülümseme yok oldu. Ayağa kalk, diye çıkıştı. Adabımuaşeret Exeter.

351 David kafasını geriye doğru eğdi. Ne kadar da dikkatsizim, dedi. Ama ayağa da kalktı. Bentley, eldivenlerini avucuna vurarak, tekrar gülümsedi. Bu seferki gülümseyişi daha zorakiydi. Bu sohbeti etmeyi uzunca bir süredir bekliyordum. David, Bana istediğin zaman ziyarette bulunabilirdin. Bu görüşme de çok daha konforlu odalarda gerçekleşirdi, dedi. Bentley’nin suratı karardı ama gülümsemesi bir an olsun şiddetini yitirmedi. Bir gün sen beni çok daha konforlu odalarda ziyaret edeceksin, karşılığını verdi. Ya da belki de bu olmayacak. Rourke yüksek sesli bir kahkaha attı, ardından da bunu öksürükle gizlemeyi denedi. Bentley ona kaşlarını çatarak sert sert baktı, sonra yüz ifadesi tekrar düzeldi. Şu hiçbir işe yaramaz kardeşin yerine seni burada gördüğüme ne kadar şaşırdığımı bir tahayyül et sevgili kuzenim. David, Tasavvur etmek, diye karşılık verdi, hiçbir zaman senin zayıflıklarından biri olmamıştır. Bentley’nin çenesindeki kaslardan teki kasıldı. Hayır. Kısa bir süre sonra ne kadar büyük bir hayal gücüne sahip olduğumu anlayacaksın. David, Sonunda, diye kelimeleri uzatarak konuştu. Kısa süre içerisinde bir şeyler olacak. Bentley’nin göğsü gerildi. Şapkasını çıkarttı ve tek eliyle altın rengi saçlarını düzeltirken, adamlarından birine doğru fırlattı. Pardösüsünü çıkarttı ve bunu da diğer birisine verdi. David’i bekletiyordu, Marcus bunu fark etti; tam olarak David’in niyetlendiği gibi. Bentley, şüphelerini doğrulayarak, Pekaia, aslında aceleye gerek yok, dedi. Şimdi, zamanı geldiğine göre, ilk önce ne yapmam gerektiğine tam olarak karar veremiyorum. Rourke, Parayı al, diye homurdandı. Bentley, Sus, diye çıkıştı, yoksa lanet olası hiçbir şey 352 göremeyeceksin. David, Cık, cık, diye ses çıkarttı. Oysa bundan daha fazlasını alabilirdin. Rourke küfretti ama çenesini de kapattı. Kontrolünü tekrar ele alarak, Bentley bir kez daha David’e döndü. İlk düşüncem sadece seni öldürmekti. Bunu uzunca bir süredir düşünüyorum. David, Buna benzer bir düşünce benim aklımdan da geçti, diyerek araya girdi. Bentley, biraz daha yüksek tonlu bir sesle, Ama tekrar düşündüm de, dedi. Belki de zamanını kollamalı, bundan önce seni fidye almak için tutmalıyım. Exeter servetini hemen değerlendirebilirim. Ellerini arkada birleştirerek yürümeye başladı, yüzünde aşağılık bir tatmin ifadesi vardı. Meblağın tek bir kişiye devrolması ne kadar da yanlış. David, Diğer yüzlerce insanı destekleyen birisine, dedi. Ben bunca zamandır bu kadar az parayla hayatımı sürdürürken. Ben de bir Reece’im, öyle değil mi? Büyük babalarımız aynı kişi, buna rağmen ben kuruşlarla zar zor geçinirken, sen günlerinin tümünü ihtişam içerisinde geçirdin, seçilmiş kişiydin, ailenin en önde gelen vaftiz edilmişiydin. David, Kuruştan biraz fazlası da vardı sanırım, dedi. Her ne kadar muhtemelen gerçek olmasalar da, Paund banknotların da vardı. Bentley ona baktı. David ağırlığım verdiği bacağını değiştirdi ve Marcus kardeşinin profilini yakaladı. David, tekrar sıkılmış gibi yaparak, Bu kadar dedikodu yeter, dedi. Ne istiyorsun? Bentley derin bir nefes aldı. Ne mi istiyorum? Hepsini istiyorum. Ve hepsini de alacağım. Rourke kımıldandı ve Bentley tek eliyle ona vurdu. Sen de payını alacaksın, evet. Ama daha önce, David’e döndü. Sesinde şeytani, heyecanlı bir ifade vardı. İşimize bakalım. David sadece kafasını eğmekle yetindi. Marcus tekrar öne dolanmak istedi ama oradan ayrılmaya cesaret edemedi. 353

Bentley dolaşmaya başladı, ilk olarak Marcus’a yaklaştı, sonra uzaklaştı, parmağıyla dudaklarına vuruyordu. David de döndü ve Marcus kardeşinin suratındaki kaygıyı gördü. Bentley’nin bunu sırf sabırsızlığa yoracağını ümit etti. Bentley yürürken, düşünceli bir şekilde, Önce, dedi, fidye. Borçlarımın bir kısmı... beni zorlamaya başladı, Rourke sırıttı ve bir an önce nakite ihtiyacım var. Bu ödeme yapıldıktan sonra, planımın geri kalanını uygulamaya sokacağım. Erkek kardeşim kesinlikle şüplıelenecektir. Bentley güldü. Erkek kardeşin seni öldürmek için iskelede olacak, diyerek döndü. Belki de para konusunda yapılan bir tartışmadan dolayı. Evet, her şeyin nasıl gerçekleşeceğini gözümün önüne getirebiliyorum. Serseri kardeş para ister, dük reddeder. İşe yaramaz olanı erkek kardeşini bir öfke nöbeti içerisinde öldürür ve parayı alır, ama para hiçbir zaman bulunamaz. Kumarbazların her şeylerini tek bir gecede kaybedebileceklerini herkes bilir. Düşes bu hikayeyi reddedebilir. Rourke sanki dürtük-lenmiş gibi homurdandı. Bu doğru Bay Reece. Bu sabah burada bir kadın vardı. Bentley küfretti, ardından kendini sakinleştirdi, tekrar dolaşmaya başladı. Bu önemli değil. Nasılsa devam ettirilen bir aşk evliliği değil; o belki de beş para etmez kardeşle bir olup komplo kurmuştu. Londra zaten onun seni kandırıp evliliğe ikna ettiğine inanıyor. David dokunaklı bir şekilde, Bir kadını cinayetle bağlan-tılandırmak, dedi. Ne kadar da centilmensin Bent. Marcus, durduğu yerden Bentley’nin suratını göremedi. Bunun yerine kuzeninin omuzunun, tıpkı başını ani bir hareketle kaldırışı gibi, birden kasıldığını fark etti. Marcus nefesini tuttu. Hayır, diye dua etti, lütfen Tanrım, hayır... Ama o kuzenine hiçbir zaman Bent diye hitap etmezdi. Onu bu lakapla sadece David isimlendirip kızdırırdı. 354 Bentley yavaşça döndü. David’i tepeden tırnağa şöyle bir süzdü, suratı fark edişle aydınlandı. Kuşkuyla, Seni yalancı, işbirlikçi, pislik herif seni, dedi. David, ya Bentley’nin ne ima ettiğini anlamadığı ya da blöf yapmaya çalıştığı için, sadece tek kaşını kaldırmakla yetindi. Marcus gerilmişti, kulaklarını yaklaşmakta olan olası herhangi bir yardım sesine açtı ama hiçbir şey işitmedi. Bentley, Öldür onu, diye homurdandı. Rourke gözlerini kırpıştırdı. Neden? Henüz. Bentley, O Exeter değil, diye bağırdı. Suratı öfkeden gerilmişti. Bu onun lanet olası küçük erkek kardeşi! Deli gibi tartakladığın adamı tanımadın mı? Bu Reece, seni beceriksiz aptal! Rourke ayağa fırladı. Gerçekten mi, seni kahrolası herif. Çıkarlarını ön planda tutarak David’e doğru bir adım attı. David sadece çenesini havaya kaldırdı, adamın suratına baktı. Marcus erkek kardeşinde savunmasız bir gurur dalgası hissetti; rolünü sonuna kadar oynayacaktı. Rourke, Ya şu kadın? diye sızlandı. Yanında düzgün görünümlü bir düşes vardı! Bentley, Salak! diye tısladı. O da seni kandırdı. Onu öldür ve bu işi bitir! Artık serbest bıraktığına göre, Exeter’i ele geçirmek için başka bir şey yapmamız gerekecek; belki erkek kardeşinin cesedi onun geri dönmesini sağlayabilir. Marcus, beyhude yere bir at arabası, asker ya da kendisine yardım edebilecek başka birisini işitmek umuduyla, kısa bir an için durakladı. Kapının diğer yanında, David ayağa kalktı, gururlu ve yalnızdı. Marcus tabancasını daha da sıkı kavradı, derin bir nefes aldı ve çürümeye yüz tutan kapıyı omuzlayarak açtı. 355 Onlara sanki ebediyetmiş gibi gelen bir süre yürüdükten sonra, Bay Timms Hannah’yla birlikte aniden durdu. Hannah endişeyle, Ne oldu? diye fısıldadı. Muhiti tanımaya başlamıştı. Gidecekleri yere çok yakındılar, aslına bakılırsa neredeyse yola varmışlardı. Bay Timms, Hannah’nın tepesinden ileriye doğru bakarak tereddüt etti. Hannah onun bakışlarını takip etmek için döndü ve yakındaki bir duvara yaslanmış duran ve matarasından bir şey yudumlayan adama

yaklaşan iki gölgeyi fark etti. Onunla konuşuyor gibi yaptılar, ardından adam görünüşe bakılırsa Timms’in adamlarından tekinin kollarına yığılıp kalmadan evvel sallanarak doğruldu. Hannah elinin gerisinden inledi. Fısıltıyla Timms’e, Öldü mü? diye sordu. Tam o sırada, sisler arasından bir silah sesi gecenin içerisinde yankılandı. Herkes donup kaldı. Sanki Hannah’nın kalbi o an durmuştu. Silahı kim ateşlemişti ve kime karşı kullanmıştı? Büyük bir aceleyle, Timms Devriyelere ilerlemelerini işaret etti. Hannah, ona ayak uydurmaya çalışarak, neredeyse koşmaya başladı. Fısıldadığı birkaç kelimeyle Timms'i, David’i en son gördüğü harap binaya uzanan yola yöneltti. Tam depolardan tekinin gölgesinde durduklarında, ikinci bir silah sesi işitildi. Hannah, çığlık atmamak için yumruğunu ısırarak, gözlerini kapattı. Timms, net bir ifadeyle, ona olduğu yerde kalmasını ve hiç ses çıkartmamasını söyledi. Hannah, sisin ve kendi korkusunun yarattığı serinlik karşısında pelerinine sarınarak, başını sallayıp onayladı. Sessizce ilerlemeyi ve pencereden bakmayı arzuladı -hemen kapının yanında bir pencere olduğunu anımsadı- ama cesaret edemedi. Söz vermişti ve ayrıca, Devriyeler içeri bakmak için çoktan atağa geçmişlerdi. Kısa bir süre sonra içlerinden teki hızla koşturarak yanlarına geldi. Bir sorun var efendim, diye fısıldadı. Pek fazla bir şey göremiyorum; sanki bir boğuşma yaşanmış gibi görünüyor. 356 Yerde bir ceset var. Hannah kendisine engel olamadan büyük bir endişeyle, Saçları koyu renkli mi? İyi giyimli mi? diye sordu. Adam kafasını iki yana salladı. Bilmiyorum hanımefendi. Pencere kirden içeriyi göstermiyor. Timms hayal kırıklığıyla tısladı. Ne olup bittiğini öğrenmeliyiz! İçeri dalıp iki asilzadeyi tehlikeye atmaya cesaret edemiyorum, bu kariyerimin sonu olur! Hannah, böyle bir anda kariyerini düşündüğü için adama aniden saldırmak üzereyken, birdenbire durdu. Gözleri harap haldeki taş bacayı yukarı, hafifçe meyillenen çatıya kadar takip etti. Su seslerini, kirişlerden sızan su damlalarını anımsadı. Timms’in kolunu yakaladı. Çatı, diye fısıldadı. Adam ona baktı. Çatıya da ne olmuş? Adamlarımdan hiçbirisi oraya tırmanamaz. dedi. Bunu başarsalar bile, içeri düşerler. Hannah, Ben yapabilirim, dedi. Timms Hannah’ya hayretler içerisinde baktı. Kesinlikle yapamazsınız. Evet, yapabilirim ve daha iyi bir fikriniz yoksa da yapacağım. Timms tereddüt etti. Hannah pelerinini çıkarttı ve adama doğru fırlattı. Çatıda delikler var. Bunlardan içeriyi görebilir ya da en azından bir şeyler duyabilir ve size işaret verebilirim. Adamlarınızı hazır tutun. Timms, Hey, sen, dedi ancak Hannah çoktan uzaklaşmıştı, gizlice bacaya doğru koşturuyordu. Devriyeler’den teki, Hannah eteğini toplayıp havaya kaldırırken ona yetişmeye çalıştı. Hannah’ya sessizce. İlk fırsatı işaret etmeye çalışın, dedi. Hiç kimsenin büyük bir tehlike anında olmadığı anı. Ama birisinin öleceğinden şüphelenirseniz, sakın beklemeyin. Hannah, ayağını aşınmış taştaki bir çatlağa sokarak ona, Beklemeyeceğim, diye söz verdi. 357 Adam tabancasını çekerek geriye çekildi. Dikkatli olun hanımefendi. Hannah başıyla onayladı, ellerini eteğine sildi ve tırmanmaya başladı. Her şey neredeyse beklediği gibi gitti. Marcus silahım ilk olarak Rourke’a doğrultmuş, İrlandah’yı yere devirmişti. David, yaşadığı şaşkınlıktan kurtularak, kendisine en yakın adamı hakladı. Marcus ağzı açık öylece bakan Bentley’yi tek bir yumrukla yere serdi, ardından diğer tabancasını kapının başında dikilen adama doğru ateşledi. Ancak onlar karşısında sayıca ciddi derecede azınlıktaydılar. Marcus kısa süre içerisinde kendisini silahsız ve Rourke’un adamlarının yumrukları karşısında nefes nefese buldu. İçlerinden teki, ona tabancasını sallayarak, Buraya gel, dedi.

Marcus geri geri hareketlendi, artık erkek kardeşine daha da yakındı. David’in suratı bembeyaz kesildi. Tek tarafına doğru yatmış, tek eliyle duvardan destek alıyor, diğeriyle böğrünü tutuyordu. Marcus, gözlerini silahlı adamdan ayırmadan, İyi misin David? diye sordu. David, Muhteşemim, diye inledi. Kırık kaburgasına vurmuş olmalıydılar. Marcus onun önünden içeri girdi. Başı zonkladı, sol eli de uyuşuktu, yine de David’den daha iyi durumdaydı. Bentley, tekrar ayağa kalkmaya çabalarken aralanan dudaklarına hafifçe vurarak, Evet, gerçekten de muhteşem, diye haykırdı. Reece kardeşler, daha önce hayatlarında hiç yapmadıkları şekilde ölümde birleştiler. Seni onun peşinden gelmek gibi aptalca bir şey yapmaya yönlendiren şey de ne? Marcus ifadesiz bir şekilde, O benim kardeşim, dedi. Kuzeni, Sana demedim, diye homurdandı. Onunla konuşuyorum. Başını David'e doğru çevirdi. Senin kendini ailen uğruna kurban edecek türden birisi olduğunu biliyorum, 358 ama o kendisi haricinde kimseye yardım edecek türden birisi değil. David Bentley’ye öldüresiye baktı ama hiçbir şey söylemedi. Marcus, Belki de bizi düşündüğün kadar iyi tanımıyor-sundur, diye sataştı. Bentley her zaman yüksekten atan birisiydi; belki de biraz daha böbürlenip gizliden gizliye sevinmesine olanak sağlanırsa, bu onlara ek zaman kazandırabilirdi. Umutsuzca, Hannah nerede, diye merak etti. Onu Timms’e göndermişti, Timms Devriyeler’i Hannah’nm tek başına Bow Sokağı’na gidip gerekeni yapmasından çok daha kolayca bir araya toplayabilirdi. Ama eğer Timms evde değilse... Bentley onlara kaşlarını çattı, ardından elini uzattı. Eşkıyalardan teki ona silahını verdi. Sizi, burada durup kafalarınıza silah doğrultacak kadar iyi tanıyorum, diye karşılık verdi. David, Lanet olası... alçak, diye hırıldadı. Bentley’nin gözleri kinle parladı. Alçak sesle, Lanet olası salak, şeklinde karşılık verdi. Önerilen teklifi kabul etmeyi hiçbir zaman istemezsin. David homurdandı. Artık yavaş yavaş sallanıyordu. Marcus erkek kardeşinin yaşamını bitirip zorlaştırması muhtemel yaralanmaları düşünmemeye çalıştı. Bir an önce doktora görünmesi şarttı, bu kesindi. Bentley de bunu biliyor gibi görünüyordu. Yüzünde soğuk bir gülümseme gezindi, sanki David’in acı çektiğini ve Marcus’un da bundan rahatsızlık duyduğunu görmekten haz alıyor gibiydi. David’e hitap ederek, İşte, planımın bu kadar iyi işlemesini sağlayan şey de bu, diye devam etti. Onun müdahalelerinden nefret ettiğini biliyordum. Yardım almak maksadıyla yüce Exeter Dükü’ne yağ yakmaya gitmekten kaçınmak için elinden gelen her şeyi yapacağını biliyordum. Aşağılarcasma kahkahalarla güldü. İnadınla hem kendinin hem de onun ölümüne sebep oldun, enayiliğin de cabası. Eğer yaşayacak olsaydın, doğru olamayacak kadar iyi olan iş tekliflerine karşı seni 359 uyarırdım ama yaşamayacaksın, dolayısıyla ben de böyle bir şey yapmayacağım. Silahını havaya kaldırdı. Dük olmayı uzunca bir süre bekledim. Marcus sertçe, Daha da bekleyeceksin, dedi. Kuzeninin gülümsemesi suratına iyice yayıldı. Haz içerisinde, Birkaç dakikadan daha fazla değil, dedi. Bu konuda insaflı davranacağım. Marcus, Yedi aydan daha kısa bir süre, diye karşılık verdi. Bentley’nin gülümsemesi yüzünde donup kaldı, sonra da yok oldu. Marcus, Unvan çocuğum doğana kadar askıda kalacaktır, dedi. David alçak sesle, Şansımız varsa, ikiz olacak, dedi. Bu aileden gelme bir özellik gibi görünüyor. Bentley’nin kısık gözleri David’den Marcus’a kaydı. Neredeyse kendi kendine konuşurmuşçasına, Bu yalan, dedi. Hannah hamile olamaz. Marcus, Rosalind bundan emin, dedi. Her yolu deniyordu ama bunun dışında tutunabileceği başka hiçbir dal da kalmamıştı. Biz öldükten sonra, kendisini karımın ve çocuğumun iyiliğine adayacaktır. David, Kadınların bir düzine çocuğu olmalı, diye mırıldandı. Bu tam bir doğa olayı, yani kadının ailesini koruması. Marcus gözlerini Bentley’den ayırmadı. Bentley her neye inanırsa inansın, Rosalind’in tıpkı

söyledikleri gibi davranacağını biliyordu. Hannah’nm tam aksine, Rosalind hükümetin üst kademelerindekiler de dahil olmak üzere Londra’da oldukça iyi tanınıyordu. Marcus ve David’i öldürmek hiçbir şekilde Bentley’ye istediği unvanı kazandırmayacaktı, çünkü Rosalind Hannah tarafından onların ölüm sebebi konusunda bilgilendirildikten sonra unvanın ona geçmemesi için elinden geleni yapacaktı. Bentley, daha çok kendi kendini rahatlatırcasına, O sadece bir kadın, dedi. Ve ilgilenmesi gereken öz kızı var. 360 Marcus, Ondan korkmanı gerektiren hiçbir şey olmadığını düşünüyorsun, öyle değil mi? diye bastırdı. Çünkü oğlu yok. Ama David ve ben yirmi yıldan daha uzun bir süredir onun oğullarıyız. Ve sence onun kızı kiminle evlenecek? Gelecek sene bu zamanlarda, tamamen farklı bir aile senin karşına dikilecek. David, başbakanın yeğeninin ismini zikrederek, Avenall tabii ki, dedi. On üçüne bastığından bu yana, her sene Celia’nın nasıl olduğunu soruyor. Avenall mi? Marcus çok ilgiliymiş gibi davrandı. Gerçekten öyle mi düşünüyorsun? Geçen gece Ware benden Celia’ya saygılarını iletmemi istedi. Ware mi? Jack en önde gelen seçenek olacaktır. Bentley, Celia ikisiyle de evlenmeyecek! diye bir çığlık attı. Suratı ebruli kızıldı. Yarı çıldırmış gibi görünüyordu. İkiniz de, sesinizi kesin! Düşünmeliyim! Marcus, David’in arkadan gelen rahatsız edici nefes sesinin bilincinde, sessizleşti. Elindeki tüm kozları oynamıştı; Celia’nın güçlü bir ailenin oğluyla evlenmesinden bahsedilmesi Bentley’nin durup düşünmesine sebep olmuştu, ancak Marcus bir an için dahi olsa Bentley’nin onun ya da David’in oradan ellerini kollarını sallayarak özgürce uzaklaşmasına göz yumacağına inanmadı. Hatta Celia’nın asil bir prensle sözlendiğini iddia etmiş olsalar bile. Umutlarının sönüp gittiğini hissetti. Bir şeyler Hannah’nın gecikmesine sebep olmuş olmalıydı. Çok geç kalmıştı. Sadece Middleborough kilisesinin evlilik kayıtlarını değiştirmediği, onun kendisinin yasal dul eşi olarak kalacağı için mutluluk duyabilirdi. Odanın ortasında, yere bir şey düştü. Gergin sessizlikte, döşeme tahtasına vurarak yüksek bir ses çıkarttı. Marcus, her ne kadar ateş etmeye karar vermesi durumunda yapabileceği hiçbir şey olmadığının farkına varsa da, gözlerini Bentley’den ayırmaya cesaret edemedi. Bir şey daha düştü, ardından 361 yuvarlandı, bunu diğer bir tık sesi daha takip etti. Bentley, suratı düşüncelerden dolayı hala bozuk bir halde, acımasızca kaşlarını çattı. Yere bakarak, Bu da neydi? diye bağırdı. Ardından durdu, yüz ifadesi gevşedi. Temkinli bir şekilde, Marcus yere hızlı bir bakış atmaya cesaret etti. Bu bir inciydi. Mükemmel derecede parlak üç inci tanesi yerin eski püskü ahşap kaplamasının üzerinde yatıyordu. Bentley’nin suratı şaşkınlık ve şüpheyle doldu. Silahını sallayarak, Sakın kımıldamayın, dedi. Marcus, kafasında kaynayıp duran düşünceleri saklamaya çalışarak, ellerini savunmasız bir tavırla havaya kaldırdı. 0 buradaydı. Hannah’nın boynundaki incileri net bir şekilde anımsadı, bunları arabadan inmeden evvel öpmek için onu kendisine doğru çektiğinde parmaklarının altında hissetmişti. İyi ama, neredeydi? Ve bu incileri neden atıyordu? Bentley öne doğru yaklaştı, hala yerdeki incilere çatık kaşlarla bakıyordu. Tabancayı tehditkar bir tavırla tekrar Marcus’a doğrulttu, ardından kafasını havaya kaldırdı, tam o sırada aşağı düşen bir tuğla alnının ortasına yapıştı. Kuzeni bilinçsiz bir şekilde yere düşünce Marcus tepesine dikildi. Bentley’nin sersemlemiş suç ortaklarına, kuzeninin tabancasıyla nişan alarak, Olduğunuz yerde kalın! diye bağırdı. Tam o sırada, sanki sözleşmişçesine, arkalarındaki kapı aniden ardına kadar açıldı ve yarım düzine Devriye içeri doluştu. İçerde oldukça büyük bir gürültü ve birkaç yumruklaşma yaşandı. Bentley yerde baygın yatarken, Rourke’un adamları kavganın kontrolünü kaybetmişlerdi. Timms’in kapı girişinde, onun adamlarının arkasında belirmesi, içeri sert adımlarla girerek hepsini tutuklamaya geldiğini yüksek sesle ilan etmesi

sadece birkaç saniye almıştı. Marcus, Bentley’nin tabancasını Devriyeler’den tekine teslim etti ve ayağa kalktı. Exeter, vay canına! Timms, Marcus’un omuzuna vurdu. Lanet derecede iyi bir iş çıkarttın! 362 Marcus elini sallayarak onu durdurdu. Kardeşimin hemen bir doktora ihtiyacı var. David’e bakmak için arkasına döndü. Hala aynı duvara yaslanmış halde duruyor, kaburgalarını tutuyordu. Gözleri Marcus’unkilerle buluştu, yorgundu ve acıdan donuklaşmıştı, buna rağmen suratında muzafferane bir gülümseyiş mevcuttu. Timms, yere serilen Bentiey’nin başında çömelnıiş duran dedektife, Tamam. Şu adamdan ne haber?diye sordu. Hekime mi, dört kolluya mı ihtiyacı var? Hekime efendim. Adam kafasını kaldırıp baktı. Hanımefendi onu açılı bir darbeyle alt etmiş. Hala hayatta. Timms, Mükemmel, dedi. Marcus o dakika onu kollarından yakaladı. 0 nerede? Karım nerede? Timms tereddüt etti, ardından gözlerini dökülmekte olan tavana kaldırdı. Marcus da içgüdüsel olarak aynı hareketi tekrarladı, tam o sırada dışarıda büyük bir arbede yaşandı. Marcus, kalbi deli gibi çarparak, Timms’i omuzlayıp yana doğru itti. O sırada Hannah içeri daldı, saçı başı darmadağın ve kirliydi, gözleri endişeyle fal taşı gibi açılmıştı. Marcus’u görünce kısa bir an için olduğu yerde donup kaldı, ardından anlaşılması imkansız bir çığlıkla kendisini ona doğru attı. Marcus onu yarı yolda yakalayıp kolları arasına aldı. Onu bir daha bu şekilde tutamamaya inanılmaz derecede yaklaşmış olma gerçeği kollarının titremesine sebep oldu. Hannah’yı daha sıkı kucakladı. Oh, Tanrım, yaralandın mı? Hannah geriye doğru çekildi, ellerini Marcus’un suratından omuzlarına indirdi, sonra kollarını kavradı. Birisinin vurulduğunu söylediler. Ben... Marcus onun lafını uzun ve sert bir öpücükle yarıda kesti. Hannah’nm yaralanmadığını görmenin rahatlığıyla doldu. Hayatta kalıp bunu görüyor olabilmek çok hoştu. İyiyim, demek için öpücüğü yarıda kesti. Sen neler yaptın? 363 Hannah, gözyaşları arasında, gülümsedi. İçerde olan biteni bilmeleri gerekiyordu. Ben de çatının aktığını anımsadım. Ama adamlardan hiçbirisi bacaya tırmanamadı. Ayrıca bunu başarsalar bile çatı onların ağırlığını taşıyamayabilirdi. Dolayısıyla bunu ben yaptım. Marcus, sırıtarak, O paha biçilmez incileri de bu fare yuvasına gömdün, diye ekledi. Hannah güldü. Başka ne yapabileceğimi bilmiyordum -kolye onun dikkatini dağıtabileceğim ve kafasına o şeyi isabet ettirebileceğim noktaya yürümesini sağlayabileceğim tek şeydi- Marcus kafasını arkaya doğru attı ve güldü. Hannah ona sıkıca sarıldı, hissettiği rahatlamadan dolayı yorgundu. Marcus güvendeydi. Hannah çok geç kalmış olabileceklerini düşünerek korkudan ölmüştü. Marcus, Hannah’nm saçlarına doğru, İnciler umurumda bile değil, diye mırıldandı. Aslına bakılırsa onların yüzyıllardan beri ilk defa bu kadar iyi bir amaca hizmet ettiklerini dahi söyleyebilirim. Hannah gülümsemeye başladı, sonra Marcus’un omuzunun üzerinden David’i gördü. David, diye haykırdı. Marcus hemen arkasına döndü. Devriyelerden teki, duvardan yere yığılan ve şu anda öylece yatan David’in başında diz çökmüştü. Marcus adama, Çekil, diye emretti. Tek adımda erkek kardeşinin yanına gelerek çömeldi. Omuzuna dokunarak, David, dedi. Beni duyuyor musun? Hannah, David gözlerini açmaksızın başını tek bir kez sallayınca rahatlayarak nefesini bıraktı. Lanet olası kaburga, diye mırıldandı. Marcus’un suratı ciddileşti. Haydi, eve gidelim, dedi. O ve Devriyelerden teki David’in kollarına girdiler ve ayağa kalkmasına yardım ettiler. Sonra Marcus David’in kolunu boynuna doladı ve David dedektife kenara çekilmesini işaret etti. Nasıl olsa misafir ağırlamak için berbat bir yerdi, dedi. 364

Kelimeleri ağzında yuvarlıyordu. Hannah David’in diğer yanına doğru koşturdu, kolunu omuzuna doladı. Yavaş yavaş yürüyerek Rourke’un cesedinin, suratsız canilerin ve Timms bir kova suyu başından aşağı boşaltınca kendisine gelmeye başlayan Bentley’nin yanından geçtiler. Marcus dışarıda arkasına dönüp küçük eve bakarak durdu. Bunu nasıl başardın? diye sordu. Hannah onun bakışlarını takip etti, gözleri taş bacadaydı. Şu anda baktığında, gözüne birisinin oraya tırmanması imkansızmış gibi görünmüştü. Şaşkınlık içerisinde, Gerçekten bilmiyorum, dedi. Baca tehlikeli bir şekilde tek tarafa yatmıştı ve daha önce ayak basılacak yerler gibi görünen eksik taşların tümü yıkılmak üzere gibiydi. Yapmalıydım, yaptım. David hafifçe, Çok cesursun, dedi. Hannah, büyük bir aceleyle, Oh, hayır, karşılığını verdi. Sizin yaptıklarınızla kıyaslanamaz. Hannah. Marcus onu susturdu. Bu çok cesurcaydı. Hannah, tekrar, Değildi, dedi. Suratı kızarmıştı. Çatıya tırmanmak ve paha biçilemez bir kolyeyi yok etmek, ölüm saçan beş katili yenmenin gerektirdiği cesaretin yarısı kadar görünmüyordu. David, Pekala, sen benim lanet olası kahramanımsm, diyerek öksürdü. Marcus, David’in kafasının üzerinden Hannah’ya gülümsedi. Hayır, dedi, o benim. 365 Bölüm 22 Ve Hannahın daha önce hiç şahit olmadığı kadar bir sessizlikle geri döndüler. Daha at arabası kapılardan dışarı bir düzine hizmetkar fırladı, bunları Rosalind takip etti, suratı asık ve solgundu. Tek kelime etmeksizin uşakların hepsini iteleyerek öne geçti ve arabadan inen iki üvey oğluna doğru atıldı. Marcus ona sıkı sıkı sarıldı, sonra David’i üvey annesine yaslanması için yalnız bırakarak geri çekildi. David başını Rosalind kendisine her ne söylediyse bunlara birkaç kez salladı, ardından ondan uzaklaştı ve iki hizmetkar eşliğinde yavaş adımlarla eve girdi. Hannah. Rosalind’in suratı Hannah’ya dönerken buruştu. Oh, Tanrım, diyerek hıçkırdı. Celia bana Molly’nin yanında olduğunu ve Telman da soyunma odasına kilitlenen bir hizmetçi bulunduğunu söyleyene kadar fark etmedim, kesinlikle tahmin edemedim. Burada herkes iyi mi? Hannah kadının ellerini avucuna aldı. Biz yokken bir şey oldu mu? Rosalind kafasını olumsuz manada salladı. Hayır. Burada her şey yolunda. Harper’a siz geri dönene kadar kapı ve pencerelerin tümünü kapatmasını söyledim ve ona evi baştan aşağıya dip bucak arattırdım. Hafifçe güldü. Şu ana kadar şarap mahzenine ulaştığından en ufak bir şüphem yok. Hannah derin bir iç geçirdi. Bu, yani Bentley’nin suç Malikanesi’nin merdivenlerine ulaşmadan, 366 ortaklarından bazılarını evde sorun yaratmak üzere örgütlemesi, onun son endişesiydi. David’le evden o kadar büyük bir aceleyle ayrılmışlardı ki, hiç kimseye tetikte olmalarını söyleyememişlerdi. Marcus, İçeri girelim mi? diye sordu. Her şeyi Rosalind’e açıklayalım. Hannah başıyla onayladı ve Marcus’un eli rahatlatıcı bir şekilde Hannah’nın sırtındayken, hepsi de içeri girdiler. David çoktan yukarı çıkmıştı. Telman koridorda sersemlemiş bir halde oturmaktaydı. Yaklaşmalarıyla birlikte, fırlayarak ayağa kalktı. Ekselansları! Reverans yaptı, gözleri büyük bir endişeyle Hannah ve Marcus arasında gidip geliyordu. Aynen benden istediğinizi yaptım. Hannah’ya, sanki bundan kurtulmak için daha fazla bekleyemeyecekmişçesine, anahtarı uzattı. Hannah bunu aldı, adamla tokalaştı. Teşekkürler Telman. Yardımın paha biçilmezdi. Sana ebediyen minnettar kalacağım. Oh, hanımefendi. Bu çok büyük bir rahatlık. Hannah’ya gülümsemeye başladı, ardından Marcus’a baktı ve yüz ifadesi gerildi.

Marcus, Buna gerek yok Telman, dedi. Sanıyorum hepimiz yaşadığımız rahatlamadan dolayı az çok şaşkınız. Anahtarı Hannah’dan aldı. Bu gece verdiğin hizmeti unutmayacağım. Uşağı gözlerini kırpıştırdı, ardından reverans yaptı, yüzünde diğer bir gülümseme belirdi. Teşekkürler Ekselansları, diye mırıldandı. Marcus, Serbestsin, dedi. Sana bu gece ihtiyacım olmayacak. Telman tekrar eğilip selam verdi, geriye doğru bir adım attı ve saçı başı dağılmış halde koşarak koridora giren Harper’ın yanından aceleyle geçip uzaklaştı. Harper hızlı bir selamla gelip hemen önlerinde durdu. Nefes nefese, Ev güvende Ekselansları, dedi. Her bir odayı bizzat kontrol ettim. 367 Marcus, sesinde küçük bir alay ifadesiyle, İyi iş çıkarttın Harper, dedi. Kahya başını önüne eğdi. Lord David’e doktor getirmesi için birisini yolla ve çalışma odama çay göndert. Harper başını sallayarak onayladı ve aceleyle uzaklaştı. Marcus Rosalind’e döndü. Rosalind, Celia ve Molly’ye herkesin iyi olduğunu söyler misin? Rosalind, tereddütle, Tabii, dedi. Fakat... Korkma, sana her şeyi anlatacağım. Ama bundan evvel konuşmamız gereken bir hizmetçi var. Marcus bekleyen hizmetkar topluluğuna baktı. İçlerinden teki öne çıktı. Marcus anahtarı ona verdi. Lord David’in soyunma odasında kilitli duran hizmetçiyi hemen çalışma odama getir. Uşak reverans yaptı ve oradan ayrıldı. Hannah üzerine bir bitkinlik dalgasının çöktüğünü hissetti; gözlerini kapattı, Lily’yle yüzleşemeyecek kadar yorgun, neredeyse hiçbir şey yapamayacak kadar halsizdi. Sadece Molly’yi bir kez daha görmek ve yatmak istedi. Marcus’un eli belinin arkasına inip orada kaldı. Marcus kulağına doğru eğilerek, Biraz daha dayanabilecek misin? diye sordu. Lily buradayken senin destek ve yardımına ihtiyacım olacak. Hannah derin bir nefes aldı ve gözlerini açıp ona bakarak başını sallayıp onayladı. Bir an için tek gördüğü şey Marcus oldu, koyu renk gözleri sevgiyle sımsıcaktı, kafasını eğmiş ona bakıyordu. Sonra koridorun ortasında dikildiklerini, etraflarının insanlarla çevrili olduğunu anımsadı ve gözlerini ondan ayırdı. Rosalind, diye söze başladı. Onları ilgiyle seyreden diğer kadın hemen yerinde zıpladı. Oh! Şimdi gidip Celia’yı görmeliyim, diye bağırdı. Çok endişelenmiş olmalı. Artık herkesin iyi ve güvende olduğunu bildiğime göre... Döndü ve merdivenleri koşturarak tırmandı. Hannah kadının arkasından şaşkın şaşkın baktı. 368 Marcus onu hafif bir kahkahayla çalışma odasına doğru yönlendirdi. Sanki Hannah’nın aklından geçenleri biliyormuş-çasına, Onu boş ver sevgilim, dedi. Benimle gel. Hannah yönlendirilmeye göz yumdu. Çalışma odasında, ağır meşe kapı arkalarından kapanınca, Marcus onu nçizikçe kolları arasına aldı ve öylece tuttu. Hannah ona yaslanırken gevşedi, konuşamadı. Marcus neredeyse ölecekti. Hannah’nın kızını kurtarmak için kendisini büyük bir tehlikeye atmış, ardından erkek kardeşini kurtarmak için aynı şeyi bir kez daha tekrarlamıştı. O insanların tabiriyle sevmekten aciz bir adamdı ama hatalıydılar; o olabilecek en büyük sevgiyi verebileceğini ispatlamıştı. Ve onu da seviyordu. Hannah’nın boğazı düğümlendi. Marcus, Beni kurtardın, diye fısıldadı. Hannah burnunu çekerek güldü. Zor bela. Bay Timms, sövüp sayışımı gördükten sonra, benim eli maşalı olduğumu düşünüyor olmalı. Herkesin arasından, Timms senin yaptıklarını en çok takdir eden kişi olmalı. Aylardır bu kalpazanlık zincirini durdurmaya çalışıyor. Hannah’mn suratına düşmüş karmaşık saçlarını düzeltti. Canının yanmadığından emin misin? Hannah başını sallayarak onayladı, Marcus’un suratındaki endişe ifadesi sebebiyle kalbi burulmuştu. İkisi daha konu-şamadan kapı tıklatıldı. Hannah ondan uzaklaşmaya kalkışınca, Marcus gitmesine izin vermedi. Girin, diye seslendi.

Hizmetkarlardan teki çay tepsisini içeri taşıdı. Marcus, Gidebilirsin, dedi. Hizmetkar eğildi ve çıktı. Otur. Marcus sonunda onu serbest bırakmıştı. Hannah büyük bir minnettarlıkla yakında duran sandalyeye çöktü. Marcus odanın karşısındaki ceviz dolaba doğru ilerledi ve bir şişe brendiyle geri döndü. Diğer bir sandalyeyi yakınına çekerek bir fincan çay doldurdu, sonra buna biraz likör ekledi. Hannah’nın ellerini fincanın etrafına dolayıp itaat edene kadar bekleyerek, İç, diye emretti. 369 Şimdi. Öne doğru oturdu. Gözleri dikkatliydi. Lily’yi sorgulamak niyetindeyim. Bence o bize Bentley’den çok daha fazlasını anlatacak gibi, dolayısıyla onun sorularımın yanıtlarını vereceği ümidindeyim. Senin de ona soracağın sorular olduğunu biliyorum ancak ilk olarak benim başlamama izin verir misin? Hannah, brendi karıştırılan çayından bir yudum daha alarak, başını sallayıp onayladı. Nasıl olsa Marcus Lily’nin işvereniydi, dolayısıyla onunla uygun gördüğü şekilde konuşma hakkına da sahipti. Marcus, Yöntemlerim konusunda benimle uyuşmasan bile mi? diye bastırdı. Hannah oldukça sinirli bir tavırla itiraz etmek için ağzını açtı, sonra Redley’leri hatırladı ve geri kapattı. Marcus ona sırıttı. Eğer ekleyecek bir şeyin olursa, sana fırsat tanıyacağım, dedi. İçin rahat olsun, onun bize anlatması gereken her şeyi bilmek istiyorum. Hannah tekrar başıyla onayladı. Onu çayını bitirmesi için sıkıştırdıktan sonra, Marcus masasının arkasına dolandı, oradaki dolaptan bir şey aldı. Elindeki dosyayı hızla açtı, bunu tam masasına yerleşmişti ki kapı tıklatıldı. Kafasını kaldırıp baktı; gözleri Hannah’nınkilerle buluştu. Hannah boş fincanını yerine bıraktı ve başını bir kez salladı. Marcus cesaretlendirici bir tavırla gülümsedi, ardından, Girin, diye seslendi. Lily yan yan odaya girdi, giyotin basamaklarını tırmanan bir kadın kadar gergindi. Gözleri Hannah’dan Marcus’a kaydı. Ekselansları. Reverans yaptı. Marcus, yine dük sıfatına bürünerek, Otur, dedi. Başı önünde, Lily odanın karşısına aceleyle yürüdü ve gösterilen sandalyeye yerleşti. Marcus arkasına yaslanarak uzun bir süre onu sadece incelemekle yetindi, bakışları keskindi. İçerideki sessizlik sinir bozucu bir boyuta ulaştı. Hannah ayağa fırlayıp Lily’ye bağırmaktan kendini zor tuttu, Marcus’a böyle bir şey yapmayacağı yönünde söz vermişti. Dürüst olmak gerekirse, Marcus’un kızı korkutuyor olması pek de umurunda değildi. Marcus aniden, Lily’nin olduğu yerde zıplamasına sebep olarak, Pekala, dedi. Ev halkım arasında bir casus varmış. Hizmetçi, Hannah’ya kısa süreli, acı dolu bir bakış attı, ama hiçbir şey söylemedi. Aynı yumuşak ses tonuyla, Bu sadece kim bilir hangi fesatlıkları yapmak için gecenin bir körü özel ofisime sızmakla kalmayan, aynı zamanda masum bir çocuğu kaçıran ve caniler ve hırsızlarla işbirliği yapan bir casus, diye devam etti. Bentley’nin sana cinayet işleyenlere, özellikle de öldürülen eğer dükse, verilen cezanın idam olduğunu söylemiştir herhalde. Geriye kalanlar eminim ki, uzun bir süre yaşayacağını düşünerek, seni yıllar boyunca hapse atarlardı. Ellerini kavuşturarak masaya yasladı. Devriyelerin henüz buraya gelmemiş olma sebepleri benim sorularımın yanıtlarını almak istememdir. Bana ve aileme ihanet etmenin sebebi nedir? Lily bayılacak kadar korkmuş gibi görünüyordu. Lütfen Ekselansları, diye inledi. Ben çocuğu kaçırmadım, yapmadım, onu güvende... Marcus, Bana yanıt ver! diyerek onu susturdu. Neden bana ihanet ettin? Hizmetçi, dehşetten hafif bir çığlık atarak, yana doğru çekildi. Bay Reece, efendim, dedi, sesi titriyordu. O, o bana dedi ki... Marcus tek bir kelime dahi etmedi, sadece yüzündeki sert ifadeyle öne doğru uzanmakla yetindi. Lily’nin beti benzi iyice attı ve daha hızlı konuşmaya başladı. Bana aslında ke-kendi babasının ilk do-doğan olduğunu, sizin babanızdan önce dünyaya geldiğini söyledi Ekselansları, efendim ve burada, ofisinizde onun, yani Bay Reece demek istedim efendim, kandırıldığını ispatlayacak çeşitli belgeler olduğunu söyledi. Dükün ke-kendisi olması gerektiğini ve eğer bu belgeleri bulmasına yardım edersem ...

Sertçe yutkundu. Beni memnun edeceğini söyledi, diye cümlesini tamamladı. Çünkü babalarımızın a-aynı olduğunu bildiğini dile getirdi. Marcus söylenenlerden dolayı Hannah kadar şaşırmış olsa dahi, bunu belli etmedi. Hor gören bir tavırla, Saçma, dedi. Daha iyi bir hikaye uydur. Kız, Oh, hayır, bu doğru! diye bağırdı. Yani, demek istiyorum ki, bana söyledikleri buydu, tik başta ona bunu yapamayacağımı söyledim, ama sonra... annemi tanıyordu ve babasının ona davranış tarzından dolayı çok üzüntü duyduğunu, benim kendisinin kız kardeşi olduğumu bildiğini, benim için en doğru olacak şeyi yapmak istediğini söyledi. Kızardı. Ben babamı hiç tanımadım. Annem bana onun ben bebekken öldüğünü söyledi ama ondan hiçbir zaman bahsetmedi. Ve şimdi hiç kimsem yok ve... ve... Sandalyede iyice büzüştü, sesi güçsüz ve mutsuzdu. Cinayet konusunda en ufak bir bilgim yoktu ve eğer ortada dükün o olması gerektiğine dair bir kanıt varsa, bunun onda bulunması hakkıydı, öyle değil mi? Onun insanları incitmeyi düşündüğünü bir an olsun aklıma getirmedim, sadece bir şeyleri düzeltmeye çalışıyordu. Talepleri çok kolaydı, ta ki benden çocuğu isteyene kadar. İşte, her ne olursa olsun, bunu yapamazdım. Hannah’ya döndü. Yemin ederim ki onun küçük kızınızı incitmesine kesinlikle izin vermezdim hanımefendi, diye yalvardı. Marcus kınamayla hafifçe homurdandı. Senden ne yapmam istedi? Lily gözlerini elinin tersiyle sildi. Masanın karşısındaki Fransız penceresini işaret ederek, Sadece şuradaki pencerenin kilidini açmamı istedi, dedi. Bunu ve sorularını şimdi ve gelecekte yanıtlamamı. Çoğunlukla sizin hakkınızda bir şeyler sordu hanımefendi, diye Hannah’ya bakarak ekledi. Sizinle inanılmaz derecede ilgiliydi. Bilmek istedikleri neydi? Hizmetçi kısa bir an için düşündü. Sizin neye benzediğiniz, dedi. Nasıl bir kadın olduğunuz, aşk evliliği konusundaki dedikoduların doğruluğu. Tekrar pespembe kızardı. Ben öyle olmadığını düşündüğümü söyledim, diye fısıldadı. Aksi takdirde aramızda bir tartışma yaşanacaktı, yani sizi odanızda-nasıl olup da görmediğime dair hanımefendi. Hannah, Tamam, anladım, diyerek onu susturdu. Kendisi de kızarmamaya çalışıyordu. Lily Marcus’u, Hannah’nın odasında o sabaha, Hannah’nm yatağında çırıl çıplak yattığı o dakikaya kadar hiç görmemişti. Lily’nin kahvaltı tepsisini düşürmesine şaşmamak gerekirdi. Hannah, Marcus’un kendisine bakan gözlerindeki hafif neşe ışıltısını görmezden geldi. Marcus, dikkatini tekrar Lily’ye yoğunlaştırarak, Ve sen de ona Molly’den bahsettin, dedi. Hizmetçi sefil bir halde başını salladı. Çok üzgünüm hanımefendi. Sizin çocuğunuzu ne kadar sevdiğinizi de bu şekilde öğrendi. Hımm. Marcus arkasına yaslandı, kızın henüz zor durumdan kurtulmasını istemiyordu. Ama ona inanmıştı. Bu Bentley ve David arasında geçen konuşmadan işittikleri ve kendi bildikleriyle uyum içerisindeydi. Babasıyla Bentley’nin babasının da ikiz olduklarını unutmuştu; Marcus ve David’in tam aksine, onlar birbirlerinden güneş ve ay kadar farklıydılar. Dolayısıyla Bentley düklüğün kendi hakkı olduğunu düşünmüş, ya da kendini buna inandırmıştı. Bunu nasıl başaracağı ise umurunda dahi değildi. Marcus, Bentley’nin gerçekten de çalışma odasında bu tezi doğrulayacak türden birtakım belgelerin varlığından şüphelenip şüphelenmediğini, ya da tek amacının Marcus’un meselelerini şöyle bir didikleme şansını yakalamak olup olmadığını merak etti. Genç bir kadının gerçek babasının kim olduğunu öğrenme arzusunu bu şekilde kullanmak, Bentley’nin en ufak bir vicdan azabı hissetmeksizin baş vurduğu bir yöntemdi. Onu kendi amaçları doğrultusunda idare etmiş, kullanmıştı. Marcus kuzeninin, planının sorunsuz yürümesi durumunda, cinayetten Lily’yi sorumlu tutmayı deneyip denemeyeceğinden de emin değildi. Kendisini ikinci derece bir hizmetçi olarak çalıştıran aileye karşı kin besleyen lanet olası bir kız, aile reisini öldürerek intikamını alır. Evet, Bentley böyle bir şey yapmaya muktedirdi, hatta büyük olasılıkla Lily’yi yetkililere kendi elleriyle teslim eder ve kızın entrikasını keşfettiğini öne sürerdi. Marcus, Kendi babasının senin de baban olduğunu söyledi, diye tekrarladı. Buna nasıl bir kanıt gösterdi?

Lily ona gözlerini kırpıştırarak baktı. Neden o... Kekeledi. O bunu itiraf etti. Bana babasının günlüğünü bulduğunu ve hikayenin tümünü oradan okuduğunu söyledi. Babasının annemi, Ainsley Park’da hizmetçilik yaparken nasıl iğfal ettiğini. O... o dehşete düştüğünü söyledi, diye ağzında geveledi. Üzgün görünüyordu. Bana alenen kız kardeşim diyemeyeceğini, ama beni öyle gördüğünü ve bana bir erkek kardeşin vereceği tüm desteği vereceğini söyledi. Bir kız kardeş olarak, ben de ona yardım etmeliydim. Sana günlüğü gösterdi mi? Lily, Hayır Ekselansları, diye fısıldadı. Yani, sana sözlerinden öte bir kanıt sunmadı, öyle mi? Lily başını salladı. Marcus derin bir nefes aldı ve sonra bıraktı. Kıza, Amcam öleli birkaç yıl oldu, dedi. Adı Bernard’dı anımsadığım kadarıyla, o arkasında günlük tarzı bir şey bırakacak türden bir adam değildi. O bir hayalperest, resim yapmak ve çizimin ötesinde kafası hiçbir şeye basmayan bir sanatçıydı. Eğer Ainsley Park’taki hizmetçilerden tekiyle gönül eğlendirmiş olsaydı, babam bu yüzden onu muhakkak sorumlu tutardı. Sustu. Bence bunu Bentley de biliyor. Lily başını sallayarak onayladı. Evet Ekselansları, diye mırıldandı. Onu dinlediğim için tam bir salağım. Marcus kıza karşı ufak bir acıma duygusu hissetmekten kendisini alamadı. Kendi kendine, her ne kadar kasıt olmasa da bu Hannah’nın suçu, diye düşündü. O gelmeden önce, Lily yüzünden canı bir kez olsun sıkılmamıştı. Kaç yaşındasın, diye sordu. Her ne kadar Bentley’nin hikayesinin ihtimali düşük olsa da, söylediklerinin yalan olduğunu büyük olasılıkla ispatlayamazdı ama bunu deneyecekti. Başka hiçbir şeye yaramasa dahi, Lily’ye sırf bir dizi yalan yüzünden işverenine ihanet ettiğini gösterecekti. Lily yutkundu. Yaklaşık yirmi üç Ekselansları. Marcus kısa bir süreliğine geçmişi düşündü. Yirmi iki yıl önce babam Rosalind’le evlendi. O günlerde Bernard Exeter’de olmalı. Ama bundan bir yıl önce... Hatırlayarak başını olumsuz manada iki yana salladı. Hayır, Exeter’de değildi. Önceki yaklaşık iki sene süresince Avrupa’daydı. Onun ertesi yaz, evlilik törenleri süresince, İtalya ve Yunanistan’a dair anlattığı hikayelerini dinlediğimi anımsıyorum. Lily başını önüne eğdi, birbirine tutuşturduğu elleri kucağında titriyordu. Hannah, kızın tek bir gözyaşı damlası gömleğine düşmeden önce gözlerini birkaç kez kırptığına şahit oldu. Gayri ihtiyari, öfkesinin zayıfladığını hissetti. Lily çok yanlış bir şey yapmıştı ama bunun için güçlü bir sebebi vardı. Ve sonunda, babasının kim olduğunu öğrenmek istemesi bile ona Molly’yi Bentley’ye verdirtememişti. Marcus’a baktı, yüz ifadesinden Lily’ye tüm bunları neyin yaptırdığını umursamadığını anladı. Onun üzerinde durduğu tek şey kızın kendisine ihanet etmesi, Bentley adına casusluk yapması ve onu öldürmek isteyen adamla işbirliği kurmasıy-dı. Hannah onun, henüz yirmi üçünde dahi olmayan kızı büyük olasılıkla hapse göndereceğini fark etti. Bu gözüne korkunç göründü. Lily’nin ise kendisinden başka suçlayabileceği kimse yoktu. Ama sonra Marcus Hannah’yla gözgöze geldi ve acımasız yüz ifadesi biraz yumuşadı. Monoton bir ses tonuyla, Onu ne yapacaksın? diye sordu. Lily boğuk bir şekilde inledi. Hannah’mn dudakları şaşkınlık içerisinde aralandı. Ben mi? Marcus kafasını yana eğdi, gözleri Hannah’mn gözlerinden bir an olsun ayrılmadı. Evet, sen. Hannah bir an için ne yapacağını bilemedi. Bir yandan orada oturmuş kıza acıma hissederken, diğer yandan Lily’nin alacağı cezaya nasıl karar verebilirdi ki? Marcus onu Newgate’e göndermeyi istemiyor muydu? Bu kesinlikle onun hakkıydı... Ama sonra olacakları biliyordu. Molly yüzünden buna onun karar vermesine izin veriyordu. Hannah düşünerek ayağa kalktı. İlk geldiğimde bana ne önerdiğini anımsıyor musun? Marcus’un kaşları bir an için çatıldı, sonra bu ifade yok oldu. Başını sallayarak onayladı. Bu şimdi olabilir mi? Marcus sert bir bakış attı ama sonunda başını tekrar salladı. Çekip küçük bir kitap çıkarttı, kısa bir süre bir şeyler yazdı, sonra kağıdı ona uzattı. Hannah bunu aldı ve Lily’ye döndü.

Hizmetçi kafasını kaldırarak ona korku dolu gözlerle baktı. Hannah, Yaptığın şey ayıplanacak bir şeydi, diye sözlerine başladı. Bay Reece’in hikayesi dahi senin Ekselansları ve bana karşı casusluk yapmana sebep olmamalıydı. Artık bu evde kalamayacağını biliyorsun. Lily’nin suratından aşağı diğer bir göz yaşı daha kaydı ama hiçbir şey söylemedi. Ama kızımı Bay Reece’e vermedin, bunun için seni affediyorum. Gidebilirsin. Lily’ye çeki verdi. Bu senin başka bir yerde kendine yeni, dürüst bir başlangıç yapman için. Lily kağıdı korkarak aldı. Titrek sesle, Siz, siz beni hapse göndermeyecek misiniz? diye sordu. Hayır. Ama yaptıklarınla bu cezaya çok yaklaştığını bilmelisin. Gelecekte şeytana uymamak için elinden geleni yapmalısın. Tabii hanımefendi. Lily çeki büyük bir ihtiyatla parmakları arasında okşadı, üzerindeki meblağı görünce gözleri fal taşı gibi açıldı, sonra bunu büyük bir dikkatle önlüğünün cebine yerleştirdi. Ayağa kalktı. Teşekkürler hanımefendi. Teşekkürler Ekselansları. BenMarcus, Git, dedi. Lily hemen çenesini kapattı, hızlı bir reverans yaptı ve hızla uzaklaştı. Hannah, doğru şeyi yaptığını ümit ederek, kızın uzaklaşışını seyretti. Marcus Devriyeleri çağırtsa ve Lily’nin yaka paça götürülmesini sağlasa bile, kesinlikle haklıydı. Kendisi belki de çok müşfik davranmıştı. Ancak Exeter Düşesi rolünün ardından, Hannah kendisini diğer insanlara yalan söyledikleri için taş fırlatacak bir pozisyonda görmemişti. Eğer Lily Bentley’yle işbirliği içerisinde Marcus’a karşı casusluk yapmasaydı, Bentley ondan Molly’yi kaçırmak için yardım istemezdi; onun yerine işi yaparken bir an için duraksamayacak başka birisini gönderirdi. Hannah bunun intikamını hizmetçiyi hapse göndererek almak istememişti. Hızla Marcus’a döndü. Teşekkürler. Marcus tek kaşını havaya kaldırdı. Ne için? Hannah başını tek tarafa yatırıp gülümsedi. Ne olduğunu biliyorsun. Marcus’un gözleri neşeyle parladı. Ah, son gece için. Hiç önemli değil. Hannah, gülerek, Aşağılık herif! diye bağırdı. Lily’yi hapse göndermediğin için demek istedim. Marcus omuzunu silkerek ayağa kalktı. Bentley çok sayıda kurnaz adamı kandırdı. Onun böylesine bir entrikayı, bırak uygulamaya almayı, planlayacak zekaya dahi sahip olduğuna ben bile inanmazdım. Hapiste çürümesini istediğim kişi Bentley, inanmak istediği bir hikayeye kapılıp giden bir kız değil. Biliyorum. Ama yine de sana her şey için teşekkür ederim. Marcus ona bir süre daha baktı, ağzının tek köşesi havaya kıvrılmıştı. Çok iyi bir yüreğin var. Eedley, David, Lily... herkesi affediyorsun. Hannah, kafasını sallayarak, Sus, dedi. Ben bile. Ses tonundaki kahkahadan eser kalmamıştı. Hannah başını kaldırıp baktığında, Marcus’un surat ifadesinin tekrar ciddileştiğini fark etti. Marcus yumuşak bir sesle, Sana en başta gerçekten de berbat bir şekilde davrandım, diye ekledi. Bunun için özür dilerim. Hannah, birden bire ona söylediği ve daha da kötüsü onun hakkında düşündüğü her şeyi anımsayarak, Ben de sana karşı nazik değildim, dedi. Öfkeliydi, bundan en ufak bir şüphe yoktu. Ancak arada sırada kontrolünü kaybetmiş ve ona ağzından hiç çıkmaması gereken şeyler söylemişti. Marcus elini sallayarak bunları duymazdan geldi. Sana öyle olman için bir sebep yaratmadım. Ayrıca olmadığın için de memnunum. Hannah şaşkınlık içerisinde gözlerini kırpıştırdı. Aslına bakılırsa, bunu senin düşes olmayı istemenin bir kanıtı olarak görürdüm. Susannah’dan sonra... Marcus boğazını temizledi, rahatsız olmuş gibi görünüyordu. İstedikleri şeyi almak için yalan söyleyen kadınlara çok alışmıştım. Senin yapacağın her şeyin rol, seni hiçbir zaman başımdan atamamam için kendi kendine büründüğün bir rol olduğuna inanırdım. Hannah kafamı şaşkın şaşkın salladı. Londra hanımefendilerini hiçbir zaman anlayamayacağım. Marcus, alçak sesle ekleyerek, hevesli bir şekilde, Ben de öyle, dedi. Ulu Tanrım. Daha Hannah bunun ne anlama geldiğini soramadan kapı tıklatıldı ve Rosalind başını içeri uzatarak onlara baktı. Celia ile konuştum; Molly uyuyor. Burada her şey yolunda mı? diye sordu.

Marcus gülümseyen Hannah’ya baktı. Sonunda her şey yoluna girmiş gibi görünüyordu; Marcus ve David aralarındaki birtakım farklılıkları çözümlemişlerdi, Bentley ve suç ortakları hapse gireceklerdi, David ise hiçbir şeyden suçlu bulunmayacaktı. Molly Celia’nm yatağında güvenli bir şekilde yatmaktaydı ve hiç kimse ciddi bir şekilde yaralanmamıştı. Her şey gerçekten de olabildiğince iyiydi. Marcus, şaşırtan bir tavırla, Hayır, dedi. Hayati tek bir soru kaldı. Hannah telaşlı gözlerini ona çevirirken, Rosalind endişeyle, Neymiş o? diye sordu. Yoksa David...? Hayır, bunun David’le alakası yok. Boğazını temizledi, ardından Hannah’ya okunamayan bir bakış attı. Yapmam gereken bir şey daha var ama bu büyük bir duyarlılıkla ele alınmalı. Kısa bir an için sessizlik yaşandı. Ardından Rosalind ellerini çırptı, suratı kocaman bir gülümseyişe büründü. 01ı, Marcus! Yoksa bunu henüz yapmadığını mı söylüyorsun? Ne bekliyorsun? ' Senin kapıyı arkandan kapatmanı, dedi. Üvey annesi neşe dolu son bir ses çıkarttı, ardından kapıyı yavaşça kapattı. Ağzı aniden kuruyan Hannah ona bakmaya cesaret dahi edemiyordu. Marcus da en az onun kadar gergin görünüyordu. Öne doğru uzandı, Hannah’nın ellerini masanın üzerinde avuçlarına aldı, ardından doğruldu ve bunları ceplerine soktu. Sonra tekrar boğazını temizledi ve ona hızlı bir bakış attı. Bu akşam at arabasında söylediklerimi, diye sözlerine başladı, söylememeliydim. Hannah’nın kalbi sıkıştı. Anıan Tanrım. Ona onu sevdiğini söylemişti. Marcus, Böyle bir şey söylemek için, diye devam etti, doğru yer ve zaman değildi. Gittikçe hızlanan bir arabada, bir yandan David’in benim yerime ölmesini engellemeye çalışıp diğer yandan seni Devriyeleri toplamaya göndermişken. Böyle bir şeyi söylememeliydim... Durakladı. Hannah boğazını temizledi. Yumuşak bir ses tonuyla, Bunu ne zaman yapmayı planlıyordun? diye sordu. Kalp atışlarının şiddetinden kendi kendini dahi duyamıyordu. Marcus bir kağıtla oynuyordu. Bu gece. Süitimde özel bir akşam yemeği planlamıştım -Rosalind’in bizimle yemek yemeyecek kadar sevinç dolu olacağını biliyordum- ve sonra... Özel bir evlilik sertifikasını katlarından açarak hafifçe gülümsedi. Ben söz planlardan açıldığında her zaman çok başarılı olmuşumdur ancak sen geldiğinden bu yana, bunlardan hiçbirisi benim beklediğim gibi gitmedi. Hannah, Evet, diye mırıldandı. Ne demek istediğini anlıyorum. Marcus’un yüzündeki gülümseme daha da hüzünlü bir hal aldı. Öyle mi? Neden acaba? Hannah iç çekti. Evet, Londra’ya geldiğimden bu yana çok şey öğrendim. Marcus kıkırdadı. Ve ben de sana bir bu kadar daha farklı şey öğreteceğini umuyorum. Hannah sırıttı. Öğrenmek için elimden geleni yapacağım. Marcus onu belinden kavrayıp, havaya kaldırarak masaya oturtunca, şaşırdı. Hannah’nm suratını avuçlarına aldı. Asıl benim senden çok sayıda, hem de çok ama çok sayıda ders almam gerekebilir. Gözgöze geldiler. Marcus’un gözleri Hannah’nın inanılmaz derecede hoşuna giden o sıcaklıkla ışıl ışıldı. Umarım öyle olur. Aslına bakılırsa, kesinlikle öyle olmalı. Marcus’un suratındaki şakacı ifade yerini büyük bir özlem ve aşka bıraktı. Hannah göz yaşlarının göz kapaklarının gerisini iğnelediğini fark etti. Marcus tereddütle, Düşünüyorum da... dedi. Sanırım bu, bunu söylemek için doğru zaman. Seni seviyorum Hannah Jane Preston, hem de bir kadını sevebileceğimi düşündüğümden çok daha fazla. Senin her açıdan benim düşesim, karım olmanı istiyorum. Bakışlarıyla yüzünü inceleyerek sustu. Eğer bu sence de kabul görür bir şeyse tabii. Hannah, yavaşça, Pekala, bilmiyorum, dedi. Benim servetim yok. Marcus, ciddi derecede şaşkın görünerek, Böyle bir şeye ihtiyacın mı var? diye haykırdı. Hannah, Ya da herhangi bir unvanım, diye devam etti. Aslına bakılırsa, şehirde sahip olabileceğim tek şöhret, çillerim ve sıradan kasabalı tavırlarımdan dolayı dalga geçilen bir tiple sınırlı kalmış olabilir. Marcus aniden, Kimse cesaret edemez, dedi, ardından durdu, yüzünde bilgiç bir ifade vardı.

Eğer birileri benim Exeter incilerinden bazılarını mahvetmek için bacaya tırmandığımı keşfedecek olursa, korkarım ki Londra’daki hanımefendilerin hiçbirisi benimle bir daha konuşmaz. Dinleyip dinlemediğini anlamak için Marcus’a baktı. Marcus’un dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrılmıştı ve gözlerinde de o şeytani ışıltı parlıyordu. O zaman biz de zamanımızı onların önemsiz küçük toplantılarına ve balolarına katılarak harcamayacağız. En azından, geceleri evde daha fazla oturmamız yönünde bir düşüncem var, dedi. Hannah sözlerini, abartılı bir iç çekişle, Benim neredeyse hiçbir bağlantım olmadığını da göz önüne alırsak, bu karar çok isabetli olur, diye bitirdi. Hem de hiç. Büyük ihtimalle nasıl olsa bir daha bir yere davet de edilmeyeceğiz. Hımm. Marcus ellerini Hannah’nın kalçalarına yasladı, sırtını masaya doğru eğimlendirdi. Sen bana bağlı olacaksın, diye mırıldandı. Hem de oldukça... samimi bir şekilde, Sonra, sanki dinliyormuşçasırıa. başını eğdi. Fakat henüz şu kıymetli mal varlığından bahsetmedin. Şimdi şaşkın şaşkın bakma sırası Hannah’daydı. Nazikçe, Marcus onun elini avucuna aldı ve göğsüne yasladı, ta kalbinin düzenli atışlarını hissedene kadar da oraya düz bir şekilde bastırdı. Bir an için sadece birbirlerine baktılar. Hannah onun suratındaki ifadeyle tekrar hislerinin kabardığını hissetti. Evet, diye fısıldadı. Tüm bunlar benim açımdan kabul edilebilirin de ötesinde. Marcus’un onun elini tutan avucu kısa bir an için kasıldı. Kibirli, kalpsiz bir canavarı gerçekten sevebilir misin? Hannah ona gülümseyerek karşılık verdi. Ya sen sıradan, taşralı bir kızı sevebilir misin? Marcus bir süre düşündü. Sonsuza kadar mı, yoksa burada, hemen şimdi, şu masada mı? Hannah’mn gözleri şaşkınlık içerisinde fal taşı gibi açıldı ve sonra Marcus omuz silkti, onu arkaya doğru yatırdı, masaya, onun üzerine emekleyerek tırmandı. Dert etme, çünkü yanıt aynı. Hannah hafif bir çığlık attı, dengesini kaybetmiş, masaya yayılıp kalmıştı. Marcus gözlerindeki hınzır bir ışıltıyla defter ve kağıtlarını yere iteledi. Son zamanlarda masalarla başım dertte gibi görünüyor. Ne zaman birini görsem, aklıma onun üzerinde seninle sevişmek geliyor. Hannah Exeter Malikanesi’ndeki düzinelerce masayı düşündü. Üzerine doğru eğilen Marcus’un boynuna kollarını doladı. Bu konuda sana ayak uydurabilirim. Marcus güldü, ılık nefesi Hannah’nın kulaklarını yaladı. Sen benimle olduğun sürece sevgilim. Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir. Buraya Yüklediğim E-Bookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız. Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç Bir Şekilde Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım. Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz Kitapçılardan Almanızı YaDa E-Buy Yolu İle Edinmenizi Öneririm. Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi Olmanız Ve Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız İçindir. Benim Bu Kitaplarda Herhangi Bir Çıkarım YaDa Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme Amacım Yoktur. Bu Yüzden E-Bookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha Sonrası Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır. 1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı 2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi 3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur 4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz 5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı

Tavsiye Ederiz Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan By-Igleoo Tarafından www.CepSitesi.Net www.MobilMp3.Net www.ChatCep.Com www.İzleCep.Com www.MobilMp3Ler.Com Siteleri İçin Hazırlanmıştır. E-Book Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp E-Book Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı Gösterin. Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım . Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı Gerçek Adreslerinden Takip Ediniz. Not : Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin. Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi Yönetime Bildirin Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara. By-Igleoo www.CepSitesi.Net

View more...

Comments

Copyright � 2017 SILO Inc.