Mendilimde kan sesleri verem sanat!

June 27, 2017 | Author: Müge Birdal | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

1 On5yirmi5.com Mendilimde kan sesleri verem sanat! Yayın Tarihi : 7 Mart 2016 Pazartesi (oluşturma : 9/26/2017) Hastalı...

Description

On5yirmi5.com

Mendilimde kan sesleri verem sanat! Yayın Tarihi : 7 Mart 2016 Pazartesi (oluşturma : 9/26/2017)

Hastalıklar edebiyatın vazgeçilmezleridir, ve birer metafor olarak sık kullanılırlar. Roman, öykü, şiir, sinema gibi bir çok alanda sıklıkla karşılaşabileceğimiz metafordur hastalıklar. Edebiyatımızda Servet-i Fünun dönemi  böyle bir sanat anlayışıyla yola çıkmıştır:  Verem, intihar, kimsesizlik ve inziva, aşkı ölümle neticelenmek, sarı-siyah gibi daha çok hastalığı ve ölümü temsil renkler, karanlık mevzular onların ortak sanat çizgileriydi. 18. yüzyıl Avrupa romantik edebiyatlarında birçok örneği görülen “verem edebiyatı” ile “intihar edebiyatı” kavramlarını Türk edebiyatında işleyen ilk eserlerden Namık Kemal’in Zavallı Çocuk adlı eseridir.   Oyunun iki ana karakteri, Şefika ve Ata’dır. Gençlerin aile baskısıyla evlendirilmeleri ve hazin sonları işlenmiştir. Hastalık metaforu kullanılan eserler amaç, tıbbi anlamda o hastalığı anlatmaktan ziyade  Verem örneğinde gördüğümüz üzere eriten, kan kusturan bir hastalık olmasından yararlanarak okurda acıma, şefkat, empati hisleri yaratılmak istenir. Veba,  edebiyata bir kara ölüm, bir bela olarak girmiştir. İşlenişi  kötü, iğrenç dehşet verici bir hastalık şeklinde tezahür etmiştir. Bu tür illetler adeta bir bela ya da Tanrıların bir cezası olarak işlenir. Alber Camus’un Veba romanında Cezayir’in Oran kentindeki veba salgını dehşet verici bir biçimde anlatılır. Edebiyatımızda en çok işlenen hastalık verem olmuştur. Alman Doktor Robert Koch tarafından 1882 yılında keşfedilen melankolik bir bakterinin (Koch basili) sebep olduğu kadim bir hastalık; verem. Eski Mısır'daki mezar yazıtlarından, Hipokrat'ın tariflerine kadar uzanan bir aralıkta meşhur olmuş, tüberküloz adıyla da bilinen, halk arasındaki yaygın şöhretiyle söyleyecek olursak; 'ince hastalık' Sinemanın  kayıtsız kalamayacağı türden bir 'ince' hastalık olan verem, birbirine kavuşamayanların, aşk acısı çekenlerin, melankoliklerin , ayrılık kurbanlarının ve bir sevdaya düşen umutsuzların 'yakalanacağı' asil bir hastalıktır Amansızdır. Güçsüz ve zayıf düşen ıstıraplar içindeki 'kurban' karakterin, üzüntü, elem, melal,

melankoli ve efkârla gittikçe daha da derinleşen dramatik yalnızlığı, ya finalde onu bekleyen 'şifa'sına kavuşmasıyla taçlanır ya da cenaze töreni olmaksızın kopan bir sonbahar yaprağıyla kedere uçarak kanatlanır.

"Şifa bulmaz gönlüm senin elinden/Boşuna zamanı harcama doktor" şarkısı eşlik eder bu hüzünlü sonlara. Halk arasında 'ince hastalık' veya Kara sevda hastalığı' olarak bilinir. Tıp dilinde ise tüberküloz. Verem, yüzyılı aşkın bir süre ölüme anlam katmanın yollarından biri sayılmıştır. Özellikle  19. yüzyıl  edebiyatı genç insanların veremden korkup ürkmediği, ölümü huzur içinde karşılayan tiplerle doludur. Verem hastalığı  kendisini 19. yüzyıldaki romantizm akımı ile özdeşleştirmiştir. Kökeni antik çağa dayanan bir melankoliye dayanır. Melankoli sanatçı hastalığıdır, dolayısıyla veremli yani melankolik karakter duyarlı, yaratıcı ve naif olmak durumundadır.  Aslında ölüme zayıflayarak, kan kusarak ve  zorla nefes almaya çalışarak gitmenin romantik bir tarafı yoktur ancak sanatçılar, yazarlar, ressamlar romantik olabilme modası uğruna bu gerçeği görmezden gelmişlerdir. Ve verem hastalığı tarihe romantik hastalık olarak geçmiştir. Kanser, yirminci yüzyılın hastalığıdır veremse on sekizinci yüzyıl sonunun ve bütün on dokuzuncu yüzyılın. Verem adeta sevilmiş bir hastalıkken, kanserden iğrenilmiş, kanser adeta vebanın ikiz kardeşi sayılmıştır. Verem edebiyatının bizdeki kraliçesi şüphesiz Kerime Nadir'dir.

Aşk-ı Memnu'un en güzel bölümlerinden biri, çölünün güneşinden çalınmış Beşir'in güneşler, sıcaklıklar özleyerek veremden ölmesidir. Yerinden yurdundan çalınmış Beşir için Halid Ziya bundan daha güzel bir son biçemezdi. Peyami Safa eşsiz romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nda bir "arthrite tuberculeuse" vakasını anlatır görünerek, daha 1930'da, hastalığı bir metafor olarak kullanıyordu. Edebiyatta roman başta olmak üzere öykü,şiir ve tiyatro eserlerinde “verem” olarak tüberkülozla sıklıkla karşılaşıyoruz. Ünlü yazar Franz Kafka, kaldığı senatoryumda  veremden ölmeden iki ay önce Nisan 1924’de şöyle yazmıştı: “sohbet ederken hiçbir şey öğrendiğim yok, çünkü verem üstüne konuşurken herkeste bir

çekingenlik,kaçamak davranışlar ve donuk bakışlar ortaya çıkmakta”. Verem, yüzyılı aşkın bir süre ölüme anlam katmanın yollarından biri sayılmıştı. Nitekim 19. yy edebiyatı özellikle genç insanların veremden korkup ürkmediği, ölümü huzur içinde karşılayan tiplerle doludur. Dickens’ın "Nicholas Nickleby"sindeki tüberküloz tarifi çok net ortaya koyuyor: “Ölümle hayatın tuhaf bir biçimde iç içe geçtiği,ölüm hayatın ışıltısı ve rengine bürünürken,ölümün tüyler ürpertici korkunçluğunu da beraberinde aldığı hastalık,tıbbın asla şifa bulamadığı,zenginliğin asla püskürtüp kovamadığı,yosunluğun kendini azat edemediği bir hastalıktır verem”. Verem miti, kökeni antik çağa dayanan bir fikir olan melankoliye dayanır. Hipokrat’tan başlayan Galen’le devam eden neredeyse bin yıl Avrupa tıbbında doğru kabul edilen dört sıvı teorisinde, kara safra melankolik insana aitti, melankoli sanatçı hastalığıydı, dolayısıyla veremli yani melankolik karakter duyarlı ,yaratıcı ve naif olmak durumundaydı. Veremle birlikte bir “mezarlık edebiyatının” doğduğu görülmektedir. Mecalsiz kadınlar, taş mezarlar, kan tükürüp öksürerek ciğeri parçalanıp ölenler gibi... John Keats 1819’da  “gençlik solar, hayalet gibi zayıflar ve ölür”  satırlarını yazdıktan iki yıl sonra 26 yaşında veremden ölmüştür. Bu dönemde öyle bir akım oluştu ki, romantizm veremle özdeşleşti. Fransız yazar Moliere oğlunun ölümünden sorumlu tuttuğu hekimlerden, onların bilgisizliği ve ukalalıklarını hicveden beş güldürü-hiciv yazmıştır. 1673’te yazdığı “Hastalık Hastası” isimli komedinin dördüncü temsilinde birden kan kusmaya başlamış ve birkaç saat içinde ölmüş olması da edebiyat-tüberküloz ilişkisinde farklı bir olgu olarak yer almıştır. "Üç Yoldaş "(Drei Kameraden) adlı, sinemaya da aktarılan eserinde Erich Maria Remarque, üç arkadaştan Pat’ın vereme yakalanışını,  İsviçre’de Senatoryumda yatışını politik anlatımla ve  şiirsi dille yazmıştır. Victor Hugo’nun "Sefiller"inde romanın önemli karakterlerinden Fantin vereme yakalanır ve ölür. Kendisi de bir doktor olan Anton Pavlovich Çehov  genç yaşta yakalandığı ölümcül hastalığın da etkisiyle, bütün öykülerini üstü kapalı da olsa kötümser bir bakış ile yazmıştır. Verem bir seyahat kavramı da yaratmıştır. Hastalara farklı yerlere gidip yaşamaları önerilmiştir...

Önerilen yerlere gidenlerden besteci Chopin, Batı Akdeniz adalarına, edebiyatçı R.Loui Stevenson Pasifik adalarına yerleşmişti. Ünlü yazar D.H.Lawrence ise neredeyse yeryüzünün yarısını gezmiştir. Türk edebiyatında da ilk kez Abdülhak Hamid’in 1886’da yazdığı “Finten” isimli oyunda Kanadalı Finten, aşığı Hintli Davalaciro’dan olan anormal çocuğu Ucube’yi topluma kabul ettirmek için ve İngiliz sosyetesine girebilmek için Lord Dick ile evlenmek ister, ancak bu evliliğe karşı çıkıldığı için ölmek üzere  olan veremli kız Fransız Blanche’ı,asil ilan ederek Lord’la evlendirmek ister. Veremden ölmüş şair Muzaffer Tayyip Uslu  “Kan”  adlı şiirinde şöyle yazar:

Önce öksürüverdim Öksürüverdim hafiften Derken ağzımdan kan geldi Bir ikindi üstü durup dururken Lord Byron,Guy de Maupassant,  Paul Éluard,  Maxim Gorky, Franz Kafka,Albert Camus,Panait Istrati, George Orwell,  John Reed   Friedrich Schiller,  Dylan Thomas dünya edebiyatında; Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa, Mahmut Yesari, Aclan Sayılgan, Memet Fuat ve  Rüştü Onur ise Türk Edebiyatında hayatının bir döneminde vereme yakalanmış ünlülerdir, bu ünlülerden bazısı  vereme yenilmiştir. Verem, ne soğuk yüzlü, ne sevimsiz kelime. Han Duvarları’nda Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın sözleri anımsayalım: “Garibim namıma Kerem diyorlar Aslı’mı el almış haram diyorlar Hastayım derdime verem diyorlar Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben.” Servet-i Fünun’un mevsimi sonbahar, rengi sarı, kadını solgun ve veremliydi… 1940’lı ve 50’li yıllarda da vereme yakalanmak neredeyse moda olmuştu. Verem ‘aşk’la özdeşleşmiş bir hastalık sayılıyordu. İnsanı yiyip bitirmesi, benzini sarartması, gece uyku uyutmaması, zayıflatması, çaresiz bir dert olması, kan kusturması… Onu aşıklara layık bir hastalık yapmıştı. Bu yüzden ince hastalık derlerdi. Hastalığın o yıllardaki yaygınlığı, edebiyat, sinema ve müziği de etkilemişti. Turgenyev'in ünlü romanıArefe'de  verem görülür. Bulgar yurtsever İnsarov ülkesine dönemediği için, Venedik’te, vatan hasretiyle veremden ölür. Dünya edebiyatı bunlara benzer sayısız örneklerle doludur.

Özellikle 19. Yüzyıl ve 20 yüzyılın ilk yarısında sadece edebiyatçılar değil, diğer sanatçılar da tüberkülozu sık işlemişlerdir. On dokuzuncu yüzyılda çok yaygın bir hastalık olan ve o yıllarda tedavisi de olmayan verem genel olarak okur tarafından sempati duyulan bir hastalık olmuştur ve umutsuz aşıkların, yoksulların, yoksun kalanların, hasret çekenlerin hastalığıdır. Susan Sontag şöyle yazar: “Tüberküloz genellikle (ince giysiler, cılız vücutlar, soğuk, ısınmayan odalar, kötü sağlık koşulları ve yetersiz beslenmeden kaynaklanan) bir yoksulluk ve mahrumiyet hastalığı olarak düşünülmüştür. ” Ünlü Alman romancı Thomas Mann'ın Büyülü Dağ romanında da tüberküloz vardır ve yazar, tüberkülozdan ölmekte olan bir hastanın son anlarını tüberküloza yüklenen olumlu anlamla aktarır: “Bakışları donuklaştı, yüz hatlarındaki bilinçsiz gerginlik yok oldu, dudaklarındaki acı veren sis hemen indi; Joachim'imizin suskun yüzü çok daha  genç ve yakışıklı bir görünüm aldı".  Romanlarda hastalıklı karakter kullanma konusunda iyi bilinen bir örnek dünya edebiyatının dev isimlerinden Dostoyevski’dir. Kendisi de bir sara hastası olan Dostoyevski’nin romanlarında çok sayıda sara hastası olan kişi yer almıştır. Bunlar arasından en meşhuru Budala romanının kahramanı olan Prens Muşkin’dir. Yine Dostoyevki’nin Suç ve Ceza romanının baş kahramanı Raskolnikov da ruhsal bunalımlar içindedir. Vahşice bir cinayet işleyen, ama sonunda doğru yolu seçen bir kişidir; dolayısıyla yazarın bize vermek istediği ahlaksal mesaja hizmet eder. Dostoyevski’nin romanlarında ahlaksal ve dinsel yönden okurlara vermek istediği mesajları etkili kılmanın bir yoludur bu. Suç ve Ceza romanında hiç şaşırmayacağımız biçimde bir veremli karakterin de bulunduğunu belirtelim. Örneğin Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, George Orwell, Guy de Maupassant, Franz Kafka, Maxim Gorky,Albert Camus (tüberküloz hastasıydı, ama trafik kazasında öldü), Honoré de Balzac, Anton Çehov e daha buraya sığdıramayacağımız kadar çok kişi veremden ölmüşlerdir. Kafka, veremden ölmeden iki ay önce günlüğüne şunları yazar; "Sohbet ederken hiçbir şey öğrendiğim yok, çünkü verem üstüne konuşurken herkeste bir çekingenlik, kaçamak davranışlar ve donuk bakışlar ortaya çıkmakta."  Bu dert beni verem eder" türküsünü fena halde ciddiye almalıyız belki de. “Tabiplerde ilaç yoktur yarama” Avrupa'da roman ve şiirin bizde ise türkü ve sinemanın 'konusu' olan ince hastalık, pençesine aldığı Chopin, Moliere, Çehov ve Kafka gibi dehaların ebediyete göçmelerine sebep olmuş bir felakettir. Ruhu ve bedeni aynı anda esir alan bir felaket. Türk edebiyatında ise Memet Fuat, Cenap

Şahabettin, Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu gibi değerli kalemlerin veremle boğuşmuş isimler arasında olduklarını görüyoruz. Yüzyıllar boyunca insanlığa ve yazarlara musallat olan verem günümüzde karanlık tahtını kansere devretmiş gibi görünüyor.

Bu dökümanı orjinal adreste göster

Mendilimde kan sesleri verem sanat!

View more...

Comments

Copyright � 2017 SILO Inc.